reklam

Yazılarından
Diyalog 2003
> Sibel Bozdoğan > Yazılarından

Tarih: 20 Mayıs 2003
Yer: Arkitera Forum

<< önceki sayfa                               1 2

Elinizdeki kitap, bu yukarıdan aşağıya misyonun bir anlatımı olarak yazılmıştır. Kitap yazılırken, büyük ölçüde, kaçınılmaz olarak cumhuriyet elitlerinin (siyasi liderler, Kemalist bakış açısıyla aynı safta yer alan aydınlar, önde gelen mimarlar, sanatçılar ve gazeteciler) görüşlerini temsil eden kültürel verilerden (resmi, mesleki ve popüler yayınlardaki metinler ve imgelerden) yola çıkılmıştır. Sıradan insanların onların bakış açılarını ne ölçüde kabul edip ne ölçüde ona direndikleri, Türkiye'de hala ihtilaflı ve canlı bir tartışma konusudur. Bütün diğer kültürel üretim alanlarında olduğu gibi, mimarlıkta da, muhalif sesleri ya da sadece "sessizlikler"i -insanların kendilerine sunulan resmi modelleri nasıl kabul ettiklerini, onlara nasıl karşı çıkıp nasıl direndiklerini ya da bu modelleri nasıl dönüştürdüklerini- açığa çıkarmak için daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.7 

Bu "sessizlikler"in en sonunda nasıl patlayıp kakofonik bir sesler topluluğuna dönüştüğünün gayet iyi görülebilecek bir örneği, Türkiye'de cami inşaatının içinde bulunduğu durumdur. Erken cumhuriyet mimari kültürü tarafından bütünüyle ihmal edilmiş olan (ya da arasıra geleneksel öncellerden çok uzak soyut modernist tasarımlarla yorumlanmış olan) cami inşaatı, 1980'lerden beri müthiş bir patlama yaşamaktadır. Son dönemdeki birçok caminin düşük nitelikleri ve stilistik pastişleri (ucuz malzemelerle yapılan kubbeler, minareler ve diğer geleneksel işaretler), hatta sırf sayıları bile erken cumhuriyet dönemi mimarlarının kemiklerini sızlatmaya yeterli olacaktır. Bir başka örnek, özellikle 1950'lerden sonra Türkiye'de konut normu haline gelmiş olan beton bloklardaki standart apartman hayatıdır. Apartmanların tasarımları da onlarda ikamet ediliş tarzı da, 1930'ların "kübik apartmanlar"ının sergilediği bütünüyle Batılılaşmış modellere genellikle pek benzemez. Bu modern apartmanlara, geleneksel ev hayatının birçok yönü (mesela ayrı bir misafir odası, ailenin mutfakta yemek yemesi ya da Batı tarzı bir tuvaletin yanında bir de alaturka tuvalet) dahil edilmiştir.8 Modern mimarinin içinde oturan kişileri Batılılaşmış yurttaşlara dönüştürmesi yerine, çoğunlukla bu binalarda oturanlar, modern mimariyi, erken cumhuriyet döneminde mimarinin toplum mühendisliği gücüne duyulan inancı boşa çıkaran melez ifadelere dönüştürmüşlerdir.

1990'lardan geriye bakıldığında, 1930'ların toplum mühendisliği misyonunun, Türkiye'yi modern, laik ve bütünüyle Batılılaşmış bir toplum kalıbına sokma çabalarının çarpıcı bir biçimde başarısız olduğu sonucuna varmak güç değildir. Toplumda İslam'ın mevcudiyeti ve Osmanlı kültürüne duyulan ilgi artmaktadır. Kemalist cumhuriyetin resmi kültürü, sesi gittikçe yükselen ve görünürlüğü gittikçe artan bir sivil toplumun özimgesini, beğenilerini ve özlemlerini ifade etmekten acizdir. Batı'nın kendisi de, Kemalist Batılılaşmanın kültürel üretimini (ki buna mimarisi de dahildir), birçok Kemalist Türk'ün umduğu kadar takdir ediyor gibi görünmemektedir. Avrupa ve ABD'deki mimarlık öğrencileri, İstanbul'daki klasik Osmanlı mimarisini görmek için Türkiye'ye koşarken, Ankara'daki "Yeni Mimari" tur programlarındaki sıkıcı bir dipnottan ibaret kalmaktadır. Klasik Osmanlı müziği ve Sufi tekkelerinin gösterileri önemli Batı şehirlerinde büyük seyirci toplarken, Batı klasik müziğinin normlarını izleyen erken cumhuriyet dönemi Türk bestecilerinin eserleri çoğu Batılı tarafından bilinmemektedir. Türklerin çoğunluğu da sözgelimi Ankara'daki hükümet binaları ya da Türk besteci Adnan Saygun'un klasik bir bestesi hakkında aynı şeyleri hissediyor olmasa bütün bunları Batı "şarkiyatçılığı"nın bir başka örneği diyerek açıklamak kolay olurdu. Yine de 1930'ların binalarının, müziğinin ve diğer kültürel ürünlerinin, bugüne kadar Atatürk'ün neredeyse kutsal mirasıyla özdeşleştirilmiş olması onları eleştiriden uzak tutmuştur, çünkü bu tür bir eleştiri kolayca, cumhuriyetin kendisine yönelik bir tehdit olarak görülebilmektedir. Bu talihsiz bir katılıktır, çünkü 1990'larm melez kültürel ifadeleri, Kemalist inkılabın kendi Batılı modellerini kabul ettirmekte başansız olmakla birlikte, geleneksel bir Müslüman toplumunun kültürel, sanatsal ve mimari normlarını benzersiz ve geri çevrilemez bir biçimde çözmeyi başarmış olduğunu da gösterir.

Erken cumhuriyet döneminde modernizmin güçlü bir görsel kültürü olmasına ya da daha doğrusu bir modernizm "gösterisi" olmasına rağmen, "modern mimari"nin ancak 1950'lerden sonra Türk toplumunda gerçek bir güç olduğundan bahsedilebilir. Ekonominin hızlı modernleşmesi ve köylerden büyük şehirlere kitlesel göçlerin sonucunda yaşanan olağanüstü kentleşme, Türkiye'nin mimarisini ve şehir manzarasını, bu kitapta anlatılan erken cumhuriyet dönemi müdahalelerinin hepsinden çok daha büyük bir ölçekte dönüştürmüştür. Türk toplumu modernliğin gerçek tarihsel koşullarıyla olduğu kadar gerçek sorunlarıyla da karşılaşınca, mimari devletin hizmetindeki ideolojik yükünü kaybetmiştir. Birçok başarılı mimar özel müşterilere yönelirken, mimarların meslek örgütü (Türk Mimarlar Odası) özellikle 1960'tan sonra siyasi arenada muhalif bir sesi benimsemiştir. 1980'lerden beri erken cumhuriyetin resmi kültürel normlarına karşı halkın daha da güçlü bir tepki verdiği görülmektedir; öyle ki artık birçok insan açıkça "Kemalizm-sonrası" bir Türkiye'den ya da bir "ikinci cumhuriyet"ten bahsedebilmektedir. Şu an en iyi ifadeyle muğlak bir andır.9 Bir yandan, "Kemalistler" ile "İslamcılar" arasındaki kültür kutuplaşmasının yeniden canlanması, bugün Türk kültürünü ve toplumunu oluşturan Batılı ve geleneksel unsurlar arasında çok istenen uzlaşmanın sağlanması ümitlerini kırmaktadır. Bu kutuplaşma içinde her türlü ifadeye (Batılı ithal ürünlerine, geleneksel öncellere ve yaratıcı karışımlara) yer olan çoğulcu bir sanatsal ve mimari iklim oluşması beklentilerini zora sokmaktadır. Öte yandan, bu kritik anın özgürleştirici bir yanı da vardır. Ülke Osmanlı ve İslami geçmişiyle barışırken ve 1930'lardaki modernizmin ideolojik mahiyeti teşhir edilirken, mimariye milli kimlik gibi büyük bir mesajın taşıyıcısı olarak değil de mimari olarak bakmak nihayet mümkün olabilir. Erken cumhuriyet döneminin mimari kültürü ancak o zaman tarihteki yerine oturtulabilecek ve Kemalizmle özdeşleştirilmekten kurtulan erken cumhuriyet binaları, ülkenin mimari mirasının bir parçası olarak fiziksel korunma altına ancak o zaman alınabilecektir.

Bu yönde atılabilecek ilk adım, "Modern Hareket'i belgeleme ve koruma" amacıyla 1990'da kurulan ve gittikçe büyüyen uluslararası DOCOMOMO'nun Türkiye şubesini açmak olabilir. Böyle bir örgütün varlığı bile, modernizmin artık evrensel bir ideoloji ya da bilimsel bir öğreti değil, barok ya da Gotik gibi mimarlıktaki tarihsel bir dönem olduğunun ve onlar gibi muamele görmeyi hak ettiğinin anlaşılmış olduğunu gösterir. Bugün Türkiye'de 1930'ların mimari mirası son derece üzücü bir durumdadır. Bu kitapta bahsedilen binaların çoğu yıkılmıştır; yıkılmayanlar da -ki bunlar arasında erken cumhuriyet döneminde çok önemli kültürel ikonlar konumunda olanlar da vardır- ya tanınmayacak hale gelmiş ya da postmodern inşaat patlaması içinde unutulup gitmiştir. 

Tek bir örnek vermek için, Ankara dışındaki Çubuk Barajı'na ve parkına yapılacak kısa bir yolculuk bile yeterli olacaktır. 1936'da inşa edilmiş olan "transatlantik estetiği"ne sahip lokanta-gazino (bkz. 2. Bölüm), bir zamanlar zarif hanımların ve onlara eşlik eden iki dirhem bir çekirdek beylerin yemek yiyip dans ettikleri o efsanevi cumhuriyet ikonu, acıklı bir durumda ve aynı ölçüde acıklı kurumuş rezerve bakıyor (resim S.2). Ucuz eklerle yapının modernist biçimsel kompozisyonu mahvolmuş yeni pembe badana da üzerine tüy dikiyor; etrafındaki park, Ankara'nın yoksul gecekondu mahallelerinden gelen piknikçi kalabalıkların atıklarıyla çöplüğe dönmüş durumda. 1930'ların bahçe içinde evleri ve "kübik villaları"na gelince, çoğu yıkılıp yerlerine tasarım ve inşaat kaliteleri düşük yüksek apartmanlar konmuş. Hala ayakta olan birkaç tanesi de harap vaziyette, arsalarına en yüksek parayı verecek müteahhidi bekliyor (resim S.3).

Bu "modern harabeler"in içinde bulundukları berbat durum, bizi her türlü mimarinin son kertede tarihsel olan doğası ve bu tarihselliği silmeye yönelik her girişime karşı bir tarih hissini korumanın gerekliliği üzerinde düşünmeye davet ediyor.10 Türk mimari kültürü, kültür siyasetindeki kaymalara bağlı olarak birçok deneyden geçti, hiçbirine uzun süre bağlı kalmadı. Eğer tarihsel bilincin ve kültürel sürekliliğin değeri üzerinde mutabıksak, o zaman Kemalizm-sonrası Türkiye'nin 1930'ların mimari kültürünü, onun kendi Osmanlı geçmişini reddettiği gibi reddetme lüksü olamaz.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

7 Örneğin bkz. Gülsüm Baydar Nalbantoğlu, "Silent Interruptions: Urban Encounters with Rural Turkey", Bozdoğan ve Kasaba, Rethinking Modernity and National Identity in Turkey içinde (Seatde: University of Washington Press, 1997), 192-210. Müzik, mimarlık çalışmalarına yeni bir doğrultu gösterebilecek ilginç bir durum sunar. Kemalist devletin bütün resmi finansman ve teşviklerine rağrnen, ne klasik Batı müziği ne de halk ezgilerini klasik Batı müziği tarzında kullanan Türk besteleri, cumhuriyet elitlerinin oluşturduğu dar bir çevrenin ötesinde toplumda pek bir etki yaratabilmiştir. Oysa, kökleri Osmanlı sarayında ve tekkelerde olan klasik Türk müziği, cumhuriyet döneminde uzun yıllar ihmal edilmiş olmasına rağmen, halkın önemli bir kesimi nezdindeki cazibesini hiçbir zaman yitirmemiştir. Türk klasik müziği ve Arap müziğinden Batılı pop müziğe kadar birçok kaynaktan beslenen melez ve popüler müzik oluşumları 1960'lardan beri iyice yaygınlaşarak, devletin desteklediği hiçbir müzik türünün ulaşamadığı bir popülariteye ulaşmıştır. Yakın tarihlerde bu olguyu ele almış olan kültür tarihçileri, bu melez müziğin (mahut arabeskin ve Türk popunun) köklerinin, halkı sevdiği geleneksel müzik formlarından yoksun bırakmış olan cumhuriyetin katı kültür siyasetinde ve dayatmalarında yattığı sonucuna varırlar.

8 Bkz. Sencer Ayata, "Kentsel Orta Sınıf Ailelerde Statü Yarışması ve Salon Kullanımı", Toplum ve Bilim 42 (1988): 5-25.

9 Bu muğlak anı eleştirel ve disiplinlerarası bir perspektiften değerlendirmeye yönelik önem-li bir ilk çaba için bkz. Bozdoğan ve Kasaba, Rethinking Modtrnity and National Identity in Turkey. Yakın tarihteki gelişmelere genel bir bakış için bkz. N. Pope ve H. Pope, Turkey Unveiled: A History of Modern Turkey (Woodstock, N.Y.: Ovedlook Press, 1997).

10 Tarih bilinci konusunda, Türk İktisadi ve Toplumsal Tarih Vakfı'nın çabaları, sempozyumları ve yayınları çok değerli bir rol oynuyor. Özellikle, cumhuriyetin yetmiş beşinci yıldönümü vesilesiyle yayımlanan bir dizi kitap, erken cumhuriyet yıllarının mimarisini, kültürünü, modasını ve toplum hayatını, bu kitaptakilere benzeyen fikirlerle ele alıyor. Bkz. Y. Sey, der., 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık; Üç Kuşak Cumhuriyet; ve Cumhuriyet Modaları: 75 Yılda Değişen Yaşam, Değişen insan (İstanbul: Türk Tarih Vakfı, 1998 [üçü de]).

<< önceki sayfa                               1 2

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz