
Spittelholf Yerleşmesi,
Vaziyet Planı
Biel-Benken, Peter Zumthor

Spittelholf Yerleşmesi,
Vaziyet Planı
Biel-Benken, Peter Zumthor
İhsan Bilgin Arşivi

Spittelholf Yerleşmesi,
Vaziyet Planı
Biel-Benken, Peter Zumthor
İhsan Bilgin Arşivi

Kuzey Amsterdam'da KNSM ve
Borneo Adaları Yerleşme Bölgesi

Borneo Adası Konut Bloğu,
Amsterdam, Gauze

KNSM konut Bloğu, Amsterdam,
Gauze
İhsan Bilgin Arşivi

KNSM Adası'nda Konut Bloğu,
Amsterdam, Wintermanns
İhsan Bilgin Arşivi
|
Mimarlık formasyonunun modern insanın barınma
sorununa verdiği yanıtlardan biri de bahçeli evlerin yanyana gelmesiyle
oluşan düşük yoğunluklu "bahçe-şehir" mimarisidir. Bahçe-şehir,
yerleşme örüntüsü, mekan kurgusu, yoğunluğu ve ölçeğiyle
kentlerin mevcut karakterinden farklılaşmanın, kırla kent arasındaki
bir ara konumun ifadesi olacaklardı. Kırla kent arasındaki bu ara konum
zamanla bir istisna olmaktan çıkacak, modernleşmiş coğrafyanın 20. yüzyıldaki
başlıca standartlarından biri haline gelecekti. Bu format ortalama
modern insanın kimlik ve adres sorununun yanıtını iri blokların anlam
ve ifade yüklü kabuklarından, yeşilin içine yayılmış gevşek mekan
örüntülerine kaydırıyordu. Konutları barındıran binalar yerleşmenin
anıtsal unsurları olmaktan çıkıp, peyzajın içinde silikleşen
izlenimlere dönüşeceklerdi. Bir Anglo-Sakson buluşu olan bahçe-şehir
öncelikle İngiliz kır peyzajının izlerini taşıyacak, kentlerin basıncı
altında kalmış modern ortalama insan için ferahlama ve soluk alma
vaadi anlamına gelecekti. Raymond Unwin öncülüğünde Londra'nın
kuzeyinde inşa edilen Haempstead Garden City yerleşmesi kıvrımlı ve ağaçlıklı
yollarıyla, evlerin geniş ön ve arka bahçeleriyle, ev kümelerinin üzerine
giydirdiği kır mimarisi kabuklarıyla bu arayışın öncülerinden
olacaktı. Gevşek kır peyzajı sıkıştırılarak ve çok sayıda barınma
ünitesini bir yerleşme bünyesi altında toplayarak modern insana yeni
bir adres ve yeni bir kimlik vermenin aracı haline getiriliyordu.
Daha sonra uydu-şehir başlığı altına alınacak
olan bahçe-şehir mimarisinin kırsal çağrışımlı olması bir
zorunluluk değil tercihti. Özellikle de Anglo-Sakson tercihi. Kıta
Avrupası mimarisindeki modernist arayışlar uydu-şehir örüntülerini
yeni mimari dili taşıyan başlıca unsurlardan biri haline getirdiler.
Yerleşme mimarisi, yeni mimari dil arayışlarında ve bu dilin yaygınlaşmasında
teker teker yapılan binalardan daha fazla imkân sunuyordu. Rotterdam şehrinde
yine 1920'lerde Joseph Peter Oud tarafından tasarlanan de Kiefhoek yerleşmesi
bu soyut ve sadeleştirilmiş dilin konut yerleşmesine taşınmasının
ilk örneklerindendir. Oud yeni konut yerleşmesi kimliğini hem "büyük
şehir" mimarisinin bilinen çağrışımlarından, hem de kır
peyzajının anlam yüklerinden kurtarmak, bunların yerine evrensel,
soyut ve nesnel bir mimarlık dilini geçirmek istiyordu. Bu yeni dil
sayesinde mimari ürün ve konut da artık endüstri dünyasının ürünleri
arasına katılacak, ona yabancı bir dünyanın çağrışım yüklerinden
kurtulacaktı. Madem ki yeni malzemeler ve yeni inşaat teknikleri
pencerelerin, kapıların, duvarların, çatıların eski biçimleriyle
yapılma zorunluluğunu ortadan kaldırmıştı, o zaman bunlar yeniden
tanımlanabilir ve yeniden kompoze edilebilirlerdi. Pencereleri, kapıları,
duvarları, çatıları eskilerine benzemek zorunda olmadığına göre,
bunların biraraya gelişiyle oluşan binalar da eski binalara
benzemeyebilirdi artık: Eski binalarla aynı dünyayı paylaşacaklarına,
yeni endüstri ürünleri dünyasına katılabilirlerdi. De Kiefhoek'in
yanyana dizilmiş evleri bu nedenle kolektif hafızada yeri olan bir sıra-ev
sokağından çok gemiyi ya da vagonu çağrıştırır. Modern dünyada
evin eski evler kadar, kompartmanların ve kamaraların modern dünyasına
da ait olabileceğini imâ eder. Hatta daha da genelleştirecek olursak
binalarla eşyaların, mimariyle endüstri tasarımının artık aynı dünyayı
paylaştıklarını, aynı kompozisyon teknikleriyle forme
edilebileceklerini kanıtlamak ister. Bütün bunları 20. yüzyıl
boyunca en çok tekrarlanacak olan ev formatlarından birini, sıra-evi
kullanarak yapar. Endüstriyel ürün olmanın ilk koşulu da modern dünya
içinde tekrar tekrar yapılmaya, üretilmeye elverişli olmak değil
midir zaten? De Kiefhoek'un soyut ve nesnel dili meşruiyetini tam da bu
evrenselliğin içinde arar.
Karl Marx Hof, de Dageraad, Haempstead Garden
City ve de Kiefhoek.... Her biri yüzyılın ilk çeyreğinin uç örnekleri.
Mimarın, mimarinin konutla buluşmasının, konutla yüzleşmesinin her
biri farklı yöndeki mübalagalı ifadeleri. Bu uç örnekler daha en başından,
yüzyılın konut kültürünün zorlayabileceği farklı sınırlara işaret
etmeleri bakımından ilginç birer deneyim olmuşlardır. Oysa 20. yüzyılın
konut mimarisi mirasını bu örneklerin zorladığı mübalagalı uçlardan
ziyade, sınırların berisindeki uzlaşma noktalarında aramak gerekir.
Yani "şaşırtıcı" ve "uyarıcı" olmaktan önce,
"teskin edici", "Hah, işte bu!" dedirtici örneklerinde.
Mimar Peter Zumthor'un İsviçre'nin gevşek kır peyzajı içinde
1990'larda yaptığı lojman yerleşmesi, yüzyıl mirasının farklı yöndeki
olanaklarını damıtarak birarada kullanan ilginç örneklerdendir.
Zumthor'un yerleşmesindeki binalar ne Karl Marx Hof ya da de Dageraad'da
olduğu gibi çevrelerindeki herşeyi kendilerine tâbi kılacak kadar
egemendirler, ne de Haempstead'daki gibi peyzajın içinde kaybolacak
kadar silik. Yerleşme yüzünü ne Haempstead'daki gibi hayali bir geçmişe,
ne de Kiefhoek'daki gibi hayali bir geleceğe döner. Blokturlar, ama 3
katlı. Sıra-evdirler, ama blok. Binalar ahşap ve beton ile sıvalı yüzeylerden
oluşur. Yani 20. yüzyılın en olağan malzemelirnden. Ahşap gibi eski
bir malzeme, panjur gibi geleneksel bir yapı ögesi evleri geleneksel çağrışımlara
doğru sürüklemez.
Beton malzeme ve panjurların ardındaki büyük
boşluklar da hayali bir geleceğin habercileri haline getirilmez: Beton
plaklar binaları keskin birer jilet gibi yatay olarak kesmektedirler. Bu
keskin plakların araları da bıkıp usanmadan tekrarlanan bir panjur
sisteminin ardındaki büyük pencere boşlukları ile doldurulmuştur.
Beton döşeme, panjur, doğrama, bazen de sıvalı yüzey; o kadar. Ne
daha fazla, ne de daha az. Kendi içine çekilmiş, yüzünü kendi zamanına
dönmüş bir iddiası vardır. Bu iddia yüksek sesli çağrışımlardan
ziyade, malzemelerin biraraya getirilişindeki hassaslıkta, detayların
çözümündeki incelikte ve ortaya çıkan formların geri çekilmiş yalınlığında
ortaya çıkar. Malzemelerin, renklerin, biçimlerin bir çırpıda işaret
edebilecekleri semboller ve çağrışımlar geri alınmış, bunların üzerine
uygulanan işlem ön plana çıkarılmıştır.
Kanalları ve ortaçağdan kalma tüccar evleri kadar toplu konut
mimarisiyle de ünlü olan Amsterdam, 20. yüzyıl konut mirasıını
farklı yönde yorumlayan örneklerin müzesidir adeta. KNSM Adası'nda
Coenen ve Wintermans'ın 1990'larda yaptıkları komşu bloklar, "büyük
şehir ölçeği" olarak adlandırdığımız yapılaşma tarzını
benimserler.
Ancak her ikisi de, Karl Marx Hof ve de Dageraad
'da olduğu gibi 40-50 m2'lik minimum konutlarla doldurulmak yerine, asma
bahçeleriyle birlikte üstüste konmuş konutları barındırırlar. Bu
20. yüzyılın en atak mimarlarından olan Le Corbusier'in konseptidir.
Ancak Coenen ve Wintermans'ın bloklarını Le Corbusier'in konseptinden
ayıran, bunların sınırsız yeşil alanlar üzerinde yüzmeyip, kentsel
bir örüntü oluşturmalarıdır. Üstelik Coenen'in dev bloğu Le
Corbusier'nin pek benimsemeyeceği devasa bir avlunun çevresinde
konumlanmıştır. Buna karşılık dış kabuğun biçim dili, strüktürü
ön plana çıkarmasıyla, malzemesi ve rengiyle, geniş ve nötr pencere
boşluklarıyla tam da Corbusier'nin açtığı kanalın izini sürmektedir.
Wintermans'ınki ise postmodern biçim dağarcığını akılcı bir
disiplin içinde birarada tutuyor, buna karşılık Amsterdam'ı ortaçağdan
beri karakterize eden tuğlayı cephe malzemesi olarak seçiyordu. |