Yarışma Projeleri

İzmir Büyükşehir Belediyesi Opera Binası Mimari Proje Yarışması

Tarih: Ağustos 2010
Dokuzuncu Mansiyon


Proje Müellifi:

Mimari Proje Ekibi:
Tevfik Tozkoparan (Mimar) ODTÜ
Emre Ulaş (Mimar) DEÜ
Ufuk Ersoy (Mimar, Yrd. Doç. Dr.) DEÜ, PhD University of Pennsylvania.

Ekip Yardımcıları: Dinçer Savaşkan (Mimar) İYTE
Berrin Terim (Mimar) İYTE
Cansu Haşal (Mimar) İYTE
Merve Çalışkan (Mimar) İYTE

Danışman:
Güven İncirlioğlu (Mimar, Doç. Dr.)

3B Sunum: Can Aysan
Sıddık Erdoğan

Maket: İhsan Kostak
Murat Özyılmaz

Mühendislik Projeleri, Arup Mühendislik
Statik: Cüneyt Anadolu
Mekanik: Ercan Ağar
Elektrik: Emre Çulban
Altyapı: Koray Etöz

Akustik Projeleri, Arup Acoustics, İngiltere
Akustik: Rob Harris
Ned Crowe

Sahne Mekaniği: Saw Wise
Alex Wardle

Peyzaj Mimarlığı, Peyzaj Tasarım
Peyzaj Mimarı: Arzu Nuhoğlu

Proje Açıklama Raporu

Nasıl opera birçok sanatın birlikteliğini gerektiren bir çalışma (Gesamtkunstwerk) ise, binası da kentsel ölçekte bir proje olarak bir çok disiplinin birlikte çalışmasını gerektirmektedir. Genelgeçerde mimarlık bir inşaat sanatı (Baukunst) olarak tanımlanırken haliyle mimarın görevi de inşa etmektir. Şüphesiz ki günümüzde, özellikle de İzmir'de, inşaat denildiğinde akla ilk gelen eldeki bir parsel içerisinde verilen imar kurallarına göre inşa edilen giydirilmiş betonarme bir çerçeve yapıdır -- framework. Oysa ki önerilen proje, gerek kentsel yenilenme dinamiğindeki önemli yeri, gerekse programının sosyal içeriği itibarıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi Opera Binası'nı, mevcut çerçeve-yapı yaklaşımını eleştiren bir "hafriyat çalışması" -- earthwork -- olarak ele almaktadır. Tasarımın çıkış noktasında hafriyat "yer" in yüzeyine şekil vermek anlamında bir inşa etme eylemi olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla amaç, "yer" in kendisini günlük yaşama sunmasına yardımcı olmak, diğer bir deyişle, yerin geometrisi'ni gözler önüne sermektir.

Opera için ayrılan alan, tarih boyunca İzmir kent kimliğinin en önemli belirleyeni olan körfeze hakim bir konumdadır. Çatalkaya ve Yamanlar gibi dağlarla çevrili İzmir Körfezi, günün her anında kendini göze farklı bir şekilde sunan zengin bir coğrafi karaktere sahiptir. Çerçeve-yapı'lardan oluşan yerleşim dokusu ise bu topografyayı hiçe sayarcasına yayılmaktadır. Ancak, bütün bu duyarsızlığa rağmen makro ölçekte bakıldığında topografya kendine meydan okuyan bu yapıları özümsemekte ve oluşturduğu platformlarla hâlâ varlığını hissettirmektedir. Sonuçta, tıpkı pekçok diğer şehir gibi, İzmir de farklı ölçekte platformlarda yaşayan bir sosyal ilişkiler şebekesidir, yani kentsel bir topografyadır (urban topography). Dağlardan denize uzanan kentsel topografyanın bir devamı olmayı amaçlayan bu proje farklı ölçeklerde fragmanların meydana getirdiği topografik platformlardan oluşmakta ve yakın çevrenin mikro ölçekteki günlük yaşamı ile makro ölçekteki metropol yapısı arasında arabuluculuk yapmaktadır.

Bu arabulucuğun ölçekler arası bir "dönüşüm" olarak incelenmesi, hem tasarımın gelişimini kavramsal olarak açıklamaya, hem de projenin İzmir'le olan özgün ilişkisini irdelemeye yardımcı olur. Açıkçası, projenin amacı topografinin mimariye, mimarinin günlük yaşam donatısına dönüşmesini sağlayarak topografiyi kentle ilişkilendirmek ve coğrafi karakterin kent yaşamı için önemini hatırlatmaktır.

Topografyadan güncel yaşam donatılarına uzanan dönüşüm, kentsel ölçekteki iç/dış ve süreklilik/süreksizlik düalizmlerine zıt kutupların kaçınılmaz birlikteliğini vurgulayan bir alternatif sunmaktadır. Bu bakış açısına göre binanın içerisi dışarının bir devamıdır; diğer bir deyişle mimari ögeler aracılığıyla seçilmiş ve tanımlanmış bir "dışarısı"dır. Çevredeki (framework) çerçeve yapılarda dıştan içe geçiş böyle bir sürekliliğe izin vermeyen iki boyutlu duvar aracılığıyla keskin bir şekilde yapılmaktadır. Oysa önerilen (earthwork) hafriyat çalışmasında duvar katmanlardan oluşan stereometrik üç boyutlu bir öge olarak yeri devam ettirmekte ve dışarının dışarısı, dışarının içerisi, içerinin dışarısı, içerinin içerisi gibi farklı mekansal tanımlara imkan vermektedir. Örneğin, yerden peyzaj düzenlemesinin bir parçası olarak yükselen gölgelik giriş önündeki kent terası platformunu sarmalar ve opera binasının kabuğuna dönüşerek fuayenin ve salonun içine kadar uzanır. Ana salon ve prova salonları gibi önemli mekanların tanımında da kabuk önemli bir rol oynamaktadır. Projede kabuğa verilen mekansal tanımlayıcılık rolü çerçeve yapılarda strüktüre verilen önemi ve biçimsel belirleyicilik rolünü geri plana itmektedir. Basit şematik bir açıklamayla, bina yerin (zeminden duvara, duvardan çatıya) dönüşümüdür ve, bir kutu değil, kutu içinde kutulardan ve kutuların kesişimlerinden oluşmaktadır. Bu yaklaşım akustik raporda da açıklandığı gibi opera binası için istenen şartlarla örtüşmektedir.

İzmir'in coğrafi karakterini körfezi çevreleyen kıyı şeridi ve bu şeridi sınırlayan sıradağlar tanımlamaktadır. Kıyı şeridinde başlayan yerleşim zaman içinde, özellike 1960 sonrasındaki hızlı kentleşmeyle, dağlara uzanmıştır. Bu yapılaşma sırasında Karşıyaka'da Yamanlar Dağları eteklerinden geçen Çanakkale şehirlerarası yolundaki yoğun trafik kıyının dağlarla ilişkisini koparmış; üstelik dağ etekleri ve kıyı farklı sosyo-ekonomik zümrelerin yerleşkeleri haline gelmiştir. Ancak son yıllarda yapımı tamamlanan çevre yolu şehir içindeki trafik yoğunluğunu azaltırken, kıyı şeridi boyunca yapılan başarılı yeşil alan düzenlemeleri, deniz kenarını farklı zümreleri bir araya getiren kamusal alana dönüştürmüştür. Sunulan opera projesi körfezi çevreleyen yeşil hat üzerinde önemli bir simgesel nokta olmayı ve kent kültürünün bir parçası olması istenilen operanın İzmir'deki yerini hatırlatmayı hedeflemektedir. Ancak bu simgeselliğe boş meydanlarda görülen makro ölçekteki bir anıtsallıkla değil, çeşitli sosyal aktivitelere imkan veren bir topografyayla ulaşılmak istenmiştir.

İzmir'de kıyı şeridi boyunca uzanan yeşil hattın yaklaşık her kırılma noktasında bir meydan yer almaktadır. (Cumhuriyet, Karşıyaka Hürriyet, İnsan Hakları, vb.) Bu meydanlar her ne kadar yeşil hattın sürekliliğini görsel olarak devam ettirseler de, resmi törenler dışındaki aktivitelere imkan vermeyen tanımsız boşluklarıyla yeşil hatta kopukluklar yaratmaktadırlar. Projede önerilen ise bunun tam tersidir. Aldatıcı görsel bir süreklilik yerine, farklı kentsel aktivitelere olanak tanıyan ara mekanlardan oluşan görsel bir süreksizlik. Boş meydanlardaki ana prensip, anıtlar aracılığıyla eksenel bir yönlenme iken, önerilen, saklı ara mekanlar aracılığıyla anlık bir yön kaybettirme ve kenti farklı bir düzlemde bir sürpriz olarak tekrar sunmaktır. Bu bir anlamda kentsel sürekliliğin parçası olan bir süreksizlik arayışıdır. Ana düşünce kentsel ölçekteki simgesel noktayı tekil olarak tanımlamak yerine farklı doğruların kesişimiyle tanımlamaktır. Nokta tekil değildir, doğruların kesişimi ile tekilleşir. Opera binası önündeki yeşil alan körfezin diğer yakasından, Karşıyaka, Çiğli, Mavişehir yönlerinden gelenleri bir araya getiren kentsel bir kesişim noktası olmayı amaçlamaktadır.

Kavramsal açıdan bakıldığındaysa opera binası tasarımı "kentli" ile "yer" arasındaki ilişkiyi sorgulamaktadır. Bu sorgulamada "kristal" metaforik bir araç olarak kullanılmıştır. Burada kristal metaforundan beklenen yere ait değişmeyen bir öze (genius loci'ye) ulaşmaktan çok, oluşumun yerel koşullara bağımlılığını vurgulamaktır. Kristalizasyon tesadüf ve risk içeren uzun ve rastlantısal bir süreçtir. Bunun en yakın örneği Kuş Cenneti ve Homa Dalyanı'nı içeren Çamaltı Tuzlası'nda bulunabilir. Tuz, deniz suyu buharlaştıktan sonra küçük köşeli parçacıkların çökelmesi ve çimentolanmasıyla oluşan, tortusal evaporit bir yığışımdır. Tıpkı diğer kristal kayalar gibi, zaman içinde açık kiremit renginden beyaza dönüşen tuz yatakları da başlarına gelenler hakkında ipuçları veren yeryüzü tarihinin gizemli kayıt araçlarıdır. Benzer bir şekilde projenin ideali de farklı grupların bir araya gelmesinden oluşan ve zamanın yapılandıracağı bir konglomera olmaktır. Bu metaforun ışığı altında tasarım jeoloji (geo-logy), coğrafya (geo-graphy) ve geometri (geo-metry) arasında mekik dokumaktadır. Özetle kristalizasyon "yer"leşme, yani tanımsız alanın yere dönüşmesi olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla, güncel popüler mimaride sık sık görülen, belirli bir şehir için tasarlanan ancak farklı bir şehirde inşa edilmekte olan örneklerden uzak, bu proje sadece İzmir, Mavişehir'e kimlik kazandırıp yaşayabilir. Gerek plandaki yerleşim, gerekse polyhedral kristal formdaki yüzeylerin yönlenmeleri yerel -- çevresel koşullara yanıt vermeye çalışmaktadır.

Örneğin bu yeri dört mevsim yaşanabilir kılacak konfor şartları göz önüne alınarak, gölgelikten saçaklara ve eğimli çatıya dönüşen çinko kabuk, Izmir'e hakim güneşten korunma sağlayan bir üst örtü olarak düşünülmüştür. Körfezi çevreleyen dağlara benzer şekilde, çok yüzeyli kabuk günün farklı ışıklarını yakalayıp, farklı bir yüzünü sergileyerek görünümünü değiştirecek ve gün ışığından elde edilen enerjiyle geceleri odak noktası olacak bir ışık kulesine dönüşecektir. Çevresel koşullara yanıt olarak planda opera binasının önündeki yeşil alanın güney doğusu Karşıyaka ve Çiğli'den gelenleri karşılamaya ayrılırken, batıdaki spor aktivitelerinin yer aldığı alan Mavişehir'e dönüktür. Binayı çevreleyen bahçelerin yerleri rastlantısal olmayıp, kütle ile yakın çevre arasında karşılıklı bir ilişki kurmayı amaçlamaktadır. Opera binasının batısındaki servis yolu ile kütle arasında opera çalışanlarının kullanması için planlanan bahçe Mavişehir blokları arasındaki boşluğa cevap verir. Benzer şekilde, opera binasının güney doğu köşesindeki küçük bahçe taşıtla gelen protokolü karşılarken, kuzeydeki arka bahçe servise ayrılmış, sanatçılar ve çalışanlar için ise opera binasının doğusundaki yola bakan farklı bir giriş seçeneği sunulmuştur. Opera binasının şehir, ve hatta körfez ölçeğinde bir izdüşümü olarak denize uzanan platform ise bir kent terasıdır. Kent terası körfeze dönük bir gözlem alanı sunmakta birlikte, tıpkı insanı gündelik hayattan koparan ve yaşamı sorgulamaya davet eden, toplumsal mesajların aktarıldığı sınır tanımayan kamusal bir mekan olan opera gibi, kentliye çevresiyle ilişkisini sorgulatan benzer bir performans sergilemeyi hedeflemektedir. Bu amaçla ön bahçedeki topografi kentliyi günlük yaşamdan ayırır, birçok aktivite potansiyeli olan gizli, keşfedilmeyi bekleyen ara mekanlar yaratmayı amaçlar.

Ön bahçe doğal dönüşüm ve yapay geridönüşüm konulu kentsel ölçekte bir merak odası (Wunderkammer) gibi Rönesans bahçelerini anımsatmaktadır. Peyzaj raporunda açıklandığı gibi, bu bahçenin ziyaretçileri, tasarlanacak mikroklimatik bahçelerde, betonlaşmış metropolün günlük yaşamında gözden kaçan İzmir'e ait floranın mevsimsel değişimini inceleme şansına sahip olacaktır. Bu bahçe aynı zamanda günümüzün çevresel kaygılarını yansıtmak istemektedir. Bu amaçla kentsel teras platformunun altına kurulacak bir tesis, polikristal fotovoltaik panel sistemiyle elektirik üretip, (kirli) deniz suyu'nun günlük yaşamın bir parçası haline gelebileceğini gösteren bir geri kazanım (reclamation) sergisi olacaktır. Kazanılan deniz suyu kendini topografide farklı şekillerde göstererek varlığını hissettirecektir. Şu anda varolan balıkçı barınağı yerine çevrede yaşayanların kullanabileceği bir yelken klübü önerilmekte ve marinayla kent terasının kesiştiği noktada kot farkı yaratarak sualtına bakan ve buradan geçen yayalara deniz altındaki dönüşümü gösteren bir deniz yaşamı gözlem alanı düşünülmüştür. Ön bahçeyi aktif tutacak diğer bir öge, ana rampanın önündeki sahne olarak kullanılabilecek giriş platformu ve deniz önündeki bu sahneyi çevreleyerek açık hava konserlerine imkan veren merdivenlerdir.

Opera kompleksinin bütün bu çevreye dönük aktivitelere paralel biçimde enerji alanında da çevreye katkıda bulunabilmesi, yerel halkın da katılımıyla kendini idame ettiren bir ekoloji projesi'ne dönüşmesi hedeflenmektedir. Elektrik ve makine tesisat raporlarında detaylı olarak açıklandığı gibi, bu amaçla elektrik ihtiyacına yardımcı olacak güneye bakan fotovoltaik cephe kaplamaları, enerji tüketimi ve karbon dioksit emisyonunu mümkün olduğunca azaltacak yenilenebilir enerji kaynakları kullanılacaktır.

Çinko, bakır, ahşap gibi giydirme cepheler, güneş kırıcılar ve gölgeliklerle opera binası da bu sürdürülebilir ekolojik projeyi destekleyecektir.

Mimarinin sürdürülebilirliğinin bina performansının teknik yönlerinden, yani bina fiziğinden çok binanın kullanımına bağlı olduğunun bilincinde olarak, bu projenin ana hedefi başarılı bir opera binası elde etmektir. Bu amaçla, akustik raporda açıklandığı gibi, opera performansında en başarılı klasik form olan at nalı şeklinde bir salon tercih edilmiştir. Bu tasarımdaki ana kıstas seyircilerin ve sanatçıların interaktif bir ilişki içine girmelerini sağlamaktır. Sahneye farklı açılardan bakma olanağı veren bu form, izleyenlerin kendi aralarında da görsel bir diyalog kurmalarına fırsat vermektedir. Bu koşullarda, yani, aynı anda seyreden ve seyredilen birey kendisini aynı performansa odaklanmış bir bütünün parçası olarak hissedecektir. Kesintisiz uzun sıralardan oluşan oturma düzeni de, seyircilerin aynı anda hareket etmelerini sağlayarak bu bütünlük fikrine destek vermekte ve sahnedeki sanatçının izleyici ile diyaloğunu güçlendirmektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Opera Binası Mimari Proje Yarışması
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
İzmir Büyükşehir Belediyesi Opera Binası Mimari Proje Yarışması
Yarışma Projeleri Arşivi
Dönem içinde yayınlanan projelerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz proje başlığını listeden seçiniz.