Gündem

Utarit İzgi

Söyleşi 2
Tasarım, 1994 Ocak- Şubat, Sayfa 107 - 109

Önder Küçükerman: Sizin yanınızda asistanınız olarak başladım. Sizde şöyle bir yön gördüm ve dergi vasıtasıyla etrafa yayılmasında da fayda var. Siz, mekanı, bir yanında teknoloji, bir yanında İnsan olan gam içerisinde boydan boya çözmeyi öğrettiniz. Mekanları, mimarlık, iç mimarlık, mobilya şeklinde bölünemeyeceğini bir bütün olduğunu savundunuz. Mekanın yorumu bakımından vermek istediğiniz bir mesaj var mıdır?

Utarit İzgi: Mimari bölünmez bir bütündür. Mekan, onun bir parçasıdır. Ama onun ayrılmaz bir başka parçası da kitle, yani bir taraftan boşluk olan, genel tanımlama ile mekan, bir taraftan da o mekanın sınırı olan onu bir başka mekan olan şehir mekanından ayıran, cephesi ve kitlesi. Dolayısıyla, mekan, bütün bunlarla var olan, bunlardan aynlamayan bir şeydir. Yine mekan, içindeki bütün organizasyonu, onu yalnız yüzeyi, aydınlatması, işlevi, teknolojisi bakımından ayrı ayrı ele alınması mümkün değildir, kavram olarak bir bütündür. Benim verebileceğim en büyük mesaj bu. Yani hiçbir zaman, bu, bir parçasmdan, o parça ne kadar iyi çözülürse çözülsün ele alınamaz ve hiçbir zaman da binanın mekanı, bir başka mekan ölçüsünden, şehircilik ölçüsü ve mekanından soyutlanamaz. Burdan da o mekana giden etkiler vardır. Mimari sadece bir sanat, bir işlev, bir teknik değildir. Bütün bunlarla vardır.

Önder Küçükerman: Mimarlık ve iç mimarlık arasında fark yoktur.

Utarit İzgi: Evet, mimarlık çevrenin içinde o çevrenin getirdiği verileri de değerlendiren bir olgudur. Bunun boşluk ve boşluk kılıfı diye ayrılmasına imkan yoktur. Çünkü boşluğu kurduğun zaman kılıfı kurarsın. Ama o kılıfın sınırlarını etüd etmek gerekirse o sınırlardan başladığm zaman da boşluğa ulaşırsın.

ÖK: Sizin mekanlarında uyguladığınız bir önemli konu da sanatçı ile birlikte çalışıyor olmanızdır. Aşağı yukarı her binanızda, bazen bir seramik sanatçısı, bazen bir ressam, bazen bir grafiker yer almıştır. Sanatçıların mimari mekan içerisindeki tasarıma katılmaları konusundaki görüşünüz nedir?

Uİ: Çok ele aldığımız, tartıştığımız, geliştirmeye çalıştığımız bir konu, Mimar-Sanatçı ilişkileri. Sanatçılarla, 1950'li yıllarda, İlhan Koman, Bedri Rabmi Eyüboğlu ve Füreya Koral ile başlayan, günümüze kadar pekçok değerli sanatçının katılımı ile süren birlikteliğimiz, mimar olarak bana daima gelişme olanağı, güç, kıvanç ve mutluluk verdi. Onların katkılarıyla yapılarım değerlendi, renklendi, zenginleşti, beni içine aldıkları dünyaları ufkumu açtı; görüşümü, duygularımı, düşüncelerimi farklı boyutlara ulaştırdı.

 

Çok içten isteğime rağmen pekçok sanatçı ile bu olanağa henüz erişememenin burukluğunu duymaktayım. Gene de umudumu kaybetmedim.

ÖK: Mobilyalann mekan kuruluşundaki görevi nedir? O konuya çok büyük bir özen gösterdiğinizi biliyoruz, sebebi nedir?

Uİ:
Mekanın kurulmasında boşluk / espas ve kitle nasıl ayrılamaz ise mobilya da bence ayrılamaz. Bunun çok çarpıcı örnekleri var. Mesela öyle mimarlar var ki, Wright bunlardan birisi. Binalarına herşeyiyle başlıyor ve noktalıyor. Wright'ın da bütün binaları böyle değil, ama bazı binaları hakikaten böyle. Kendi mobilyaları var. Elbette her mimarın bunu muhakkak yapması şart değil veya Wright örneğinde olduğu gibi ber mimarın bütün binalarında bunu yapması söz konusu değil. Ben de bazı binalarımda bunu yapmaya çalıştım. Gerçekten o binalarda mekan tasarlarken bunun içindeki mobilyayı da düşünürek hareket ettim. Bence bir mobilya binanın içindeki sorunların (espas dahil) hepsini kendi bünyesinde toplayan bir olgudur. Mikyası değişik olsa da yapının da mobilyanın da aynı sorunları vardır. Dolayısıyla mimarların mobilyaya eğilmelerinin bir sebebi de bu.

ÖK: Sizin yapılarınızın büyük bir kısmı İstanbul'dadır. Dolayısıyla siz, Boğaziçi ve çevresindeki elementlerle yakınlaşmış bir kişisiniz. İstanbul atmosferinde bir tasarlama prensibinin temeli olabilecek ne düşünebiliıiz. Bu konuda ne dersiniz?

Uİ:
Avrupa, Asya ve onları birleştiren bir su yolu var. Üstelik de bu su yolunda durduğun zaman bir tarafından adeta elini uzatınca Avrupa'ya kavuşuyorsun, öbür tarafa uzatınca Asya'ya. Yani bir İnsanın idrak edebileceği boyutlar, ölçüler içerisinde, şehircilik mekanı düzeyinde, bu birliği, bu zenginliği İstanbul dışında, dünyanın hiçbir şehrinde göremeyiz. İnsanlar ne kadar bozmaya gayret etseler de her iki kıtanın su boyunca, su ile birleştiği yüzeylerde olağanüstü bir tabiat güzelliği var. Olağanüstü mimari örnekler de var.

ÖK: Siz eteği ıslanan binalar dersiniz...

Uİ:
Eteği ıslanan Boğaz yalısında, belki uzun bir süre yaşamadım ama yaşadığım bir period var. Aynca bu tip binalardaki İnsanlarla olan yakınlığım da var. Dolayısıyla, ölçüleri başka olan o yapılarda da oturma ve bu tadı alma mutluluğuna eriştim. Olağanüstü bir olay bu, anlatmak kolay değil. Şöyle diyelim. Yalnız mimarlar değil, çevresine bakan ve onunla alışverişe giren her insan için sabrederse, gayret ederse inanılmaz tadlar ve kendini yetiştirme bakımından büyük firsatlar doğuran bir kent, İstanbul.

ÖK: Sizin, "şehirleşme ve şehirlime" arasındaki bir çizg ile ilgili görüşleriniz vardır...

Uİ:
Bu kavram değerli meslektaşım ve dostum Prof.Hande Süher'in çok belirgin olarak açıkladığı bir konu. Ben de onun yorumuna katılıyorum. Şehrin içinde yaşayan İnsanların kalabalık olma dışında başka vasıflara da sahip olmasına dayanan bir ayırım bu. Ancak bu takdirde şehirli olmanın vurgulandığını gösteren bir anlatım. Şu anda İstanbul'da şehirlileşmeyi göremiyorum. Eski İstanbul'da yani bundan kırk elli sene önceki İstanbul'da potansiyel olarak daha büyük bir şehirlileşme vardı. Bu bakımdan, sayı olarak insanların çoğalması bu insanları şehirli yapmıyor. Bu şehirde yaşamanın sorumluluğunu ve usüllerini hissetmezlerse, uymazlarsa şehirli olamazlar, aradaki fark bu.

ÖK: Mimarinin oluşması tek başına bir olay değil tabi ki, bazı şartlar var. Tek tek güzel yapıknn olması toplam sonucun güzel olmasını sağlamıyor. Bu konuda sizce üzerinde durulması gereken nokta ne olabilir?

Uİ:
Mutlaka çok değerli mimarlarımız var. Ama mimarlığın neresindeyiz. Eğer yaygın değilse ve sadece şu iyi mimardır deyip, tek örneklere gidersek, mimarlığın çok büyük bir yara aldığını gösterir bu. Aynca mimarlık kavramı da yaygın olmadığı sürece ülkenin mimarlığından bahsetmek mümkün değil. Ancak, bu bilinç, yaygın olursa mimarlığın nivosu da yükselecektir. Yoksa tek tek çok iyi olan mimarlar ülkemin mimarlık nivosunun yükselmesini sağlayamaz.

ÖK: Her meslekte olduğu gibi genç bir mimann işe başladığı bir dönem var. Sonra aradan zaman geçiyor, kişi gelişiyor. Fakat ne kadar iyi niyetü olsa da ister istemez hatalar yapıyor. Dolayısıyla, mimarları özellikte de İstanbul için mimari yapan mimarlara tecrübeli bir mimar ve hoca olarak söylemek istediğiniz bir uyan cümlesi olabilir mi?

Uİ:
Esasında bu konu çok tartışma getiriyor. Ben bu günkü üniversite eğitiminde en büyük sakıncayı gençliğe haklarının verilmemesinde buluyorum. Yani, bir yüksek öğrenim kurumunda eğitimin büyük parçası, ana nedeni olan kitleye bak ettikleri verilmiyorsa büyük bozukluk vardır. Ama şuna karşıyım: Diploma, bağımsız meslek uygulaması hakkını vermemelidir. Ben bağımsız bina yapmaya okulu bitirdikten on yıl sonra başladım. İlk çelik binamı yapacağım zaman şaşırdım. Hiç deneyimim yoktu. Türkiye'de de bunu bilen azdı. Diplomayı alan bir genç, ne kadar kabiliyetli olursa olsun, birdenbire, böylesine derinliği belli olmayan bir suya atılmamalı, onun yeteneğine de yazık. Ama mesleği yapma olanakları, hatta diplomayı almadan önce verikneli.

ÖK: Siz yapıyı en ufak ayrıntılarına kadar çözümlüyorsunuz. Bu zahmetli bir iş. Bir mobilyanın civatası için sarfettiğiniz emeği düşünürsek, o mobilyanın civatasını belki de kimse görmeyecek.

Uİ:
Evet, genelde görülmeyecek.

ÖK: Ve bütün yapının böyle olduğunu düşünürsek: Sizin presizyonla konuya yaklaşmanız yapıların veya tasarladığınız mekanlann uzun süre canlı kalmasına olumlu yönde etki ediyor. Çünkü ben görüyorum ki, sizin yaptığınız binaları bozamıyorlar. Onun içine getirip, bir ilave mekan koyamıyor, bir şey değiştiremiyor. Sarfettiğiniz bu olağanüstü emek karşılıksız da olmuyor. Binada bir nevi kayıt olarak kalıyor, yanılıyor muyum?

Uİ:
Yanılmıyorsun. Ama çok da yaygın değil bu olay. Ben bunu ikiye ayırıyorum. Tabi sadece benim elimde değil ama büyük oranda şansım beni mimar olarak seçenlerin bana çok büyük inançlarının olmalarında, mimari formasyonları bakımından herhangi bir şekilde müdahale etmeme gerektiğini hissetmelerinde. Ancak benim de bu yapıların uzun ömürlü olmasında payım var. Bir zaman dilimi içerisinde eskimeyi ortadan kaldıracak olanaklar vermeye çalışıyorum. Bazı mekanlan her bakımdan esnek tutarak, bazı binalarımda bunların içine ilaveler yapma olanağını sağlayarak. (Bu da bir bakıma esneklik.) Ancak bir de demin vurguladığım detaylama ilkesi var. Yani eğer bir yerde su yalayacaksa, o suyu yalatmamaya çalışıyorum.

Mal sahibi bunun farkına varmıyor, kimse farkına varmıyor. Ama hem binanın ömrü uzuyor, hem de o işi yapmak istemeyen işçi de ikna oluyor. Benim kırk senelik işçilerim var. Bakır çatımı Hasan Usta yapıyor. Çünkü biliyor ki o bakırı başka türlü kıvırması lazımdır. Benimle yaptığı ilk binada ona gösterilmiştir. Mimarinin oluşabilmesi için bir işbirliği gerekli. Ama tabii her zaman olmuyor. Bazen yapım sürecinde bile değişiklikler olabiliyor. Yapı sahibi kişi mekanı küçük buluyor, büyütelim diyor. Bazen de bina el değiştiriyor. Örneğin, münferit bir konutsa onu belli bir insan için yapıyorsunuz. O başka türlü yaşıyor. Bir nevi tek çözüm oluyor. Dolayısıyla, başka ele gittiği zaman, yalnız zaman dilimi içinde eskime, fonksiyon değişikliği, malzemedeki yenilikler değil, el değiştirdiği zaman da başka bir insan tarafindan kullanılacak olması değişiklik gerektiriyor. Bu vakaların bir kısmı yine bana geliyor. Hiç tanımadığım bir insan o evin benim yaptığımı öğreniyor ve beni buluyor. "Bu ev bana ters geliyor." diyor, örneğin "benim için mutfak büyük, bunun şurasını kullanmayacağım, onun yerine başka birşey yapabilir miyiz? " diyor. El değiştirme önemli. Bir de zaman dilimi içinde değişen malzemeler...

ÖK: Teknoloji olarak en üstün bulduğunuz binanız hangisidir?

Uİ:
Belki en küçük binam, beni, düşüncelerimi, en yoğun olarak temsil eden, bahçe içindeki, çelik olarak pavyon diyebilirim.

ÖK: Yapılarınızın arasında ilginç bir uygulama var. Siz, hocanız Sedad Bey'in yaptığı bir binayı tekrar biçimlendirdiniz. Bu nasıl bir duygu?

Uİ:
Bir kere, en tipik örnek demin verdiğim. O örnekte tıpkı benim kendi yaptığım binalar gibi o binada oturacak insan değiştiği için şartlar da değişiyor. O binanın yapılış anında yaz için yapılmış olma sınırlılığı ortadan kalkar kalkmaz, ona bir değişikliik getirme durumuna giriliyor. Yani sahibi, işlevi değiştiği için o binada bir değişiklik olacak. Sedat Hoca'nın binası olması açısından da benim için enteresan. Çünkü ben öğrenciliğimde, ikinci sınıfta, onun büro işlerinde çalışan bir insandım. Oradan başlayan bir beraberliğimiz var. Bitirdiği binalarda, Yeniköy'deki binalardan birisi o, kendisi mal sahibinin istediği değişikliği sağlamak üzere beni yolladı. "Gidin, siz bunu yapın" dedi. O kısmmda bana bir nevi hak verdi. İşçi, malzeme bulduk. Sonra yürüttüğü binalarda beni iç mekandaki sorunlara yardımcı olurum diye, düşündü. Genel kurguya, ölçülere dikkat ederek, daha yeni teknikler kullanarak çalıştım.

ÖK: Siz Sedad Bey'le yakın ilişkileri olan kişisiniz. Hem asistanlığını yaptınız, hem de beraber çalıştınız. Sedad Bey'i tanımak zordu. Sizin Sedat Bey için söyleyeceğiniz ne olabilir?

Uİ:
Bu tür sorularla pek çok defa karşılaştım. Aynca yapıyı meydana getirme açısından da sorular geldi. "Siz ve Sedad Hoca'nın yaklaşımlarında benzerlikler, farklılıklar ..." şeklinde bir ayrım yapmamı isteyen sorular geldi. Bunu da çok normal karşılıyorum. Bir kere, bunun özünde Sedad Hoca'nın Türkiye'de mimarlık mesleğini, kendi devri içinde en iyi temsil eden kişi olması, var. Yine hocalık açısından da. Hatta o devirde, mimar dendiği zaman yapı yapan, proje hocası olan tek Türk idi. Akademiye dışarıdan gelen proje hocaları var, Taut, onlardan bir tanesi. Taut, hem çok iyi bir mimar, hem çok iyi bir düşünür. Kitabı olan bir mimar. Türkiye'de yaptığı binalar içerisinde özellikle Ankara'da yaptığı Dil-Tarih Fakültesi bugün dahi mekan kuruluşu açısından geleneğin çağdaş zaman dilimine taşınması bakımından gerçekten enterasan bir örnek...

Dolayısıyla Sedad Hoca çok önemli bir noktada. Biz ise Sedad Hoca'nın hocalığa hakim olduğu, mimarlık bölümünün başına geçtiği ilk öğrenci, sonra da hemen ilk asistan nesliyiz. Böyle başladı. Demin söylediğim gibi, ikinci sınıfta iken, proje bürosunda çalışıyordum. Öğrencilik devremde benden bir şey istendi, ben de onu yapıp verdim. Bağımız bu şekilde idi. Diploma projesini astık. Jüride Bonatz, Sedad Hoca var. Karşılıklı projeyi değerlendirdiler. Ve Bonatz ertesi akşam beni çaya davet etti. Şaşırdım, ne konuşurum, ne yaparım. Yaptıklarını biliyorum, çok önemli bir insan. Neyse, akşam Park Otele gittim, çaya indi. Herhalde o konuşuyor, ben de dinliyorum.

Sonunda Bonatz dedi ki, "Senin projeni çok enteresan buldum. Ankara'da bir işe girişiyorum ve seni istiyorum. Daha önce bir büroda çalıştın mı?". "Sedad Hoca ile" dedim, anlattım. "Tamam, burayı tiyatro salonuna çevireceğim". Oldukça yüksek bir maaş ve yer verecek. "Bana bağlı olacaksın, başka kimse karışmayacak işine". Bu o kadar beklemediğim bir olaydı ki. İstanbul'u çok seven bir insanım. Ankara'ya da babam dolayısıyla gidiyordum. Müsade istedim. Ertesi gün Akademi'ye gittim. Kapıdan girdim, dediler ki, "Aman, Sedad Hoca arıyor seni". Hoca'nın yanına gittim. "Neredesin, müracat ettin mi?" dedi. "Nereye Hocam?", zannettim ki, Bonatz'la konuştular. "Yok, müsade istedim Bonatz'tan". "Ne Bonatz'ı, yok efendim siz asistan olacaksınız, değil mi?" dedi. Böyle bir kader çizgisi. Sedad Hoca'nın yanına böyle girdim.

ÖK: Neden?

Uİ:
Neden?: Bir sebep kendi yetiştiğim ortam. Akademiyi çok seviyordum. Akademiyi, sadece okuduğum kurum olarak değil, kurumun içindeki bütün insanlarla birlikte seviyordum. Ve o devirde, bizim mimari bölümün hocaları ile yakınlığımız yoktu ama, mesela, Bedri ve Zühtü Hoca ile çok büyük yakınlık kurmuştuk. Bütün bölümlerde çok dostum, çok arkadaşım vardı. Muhakkak ki, seçimimde bunun bir ağırlığı var. Bir de, sadece bu işi bana öneren iki insanı ele alsam, Sedad Hoca bana daha yakın. Ayrıca mimarisi de yakın. Bonatz'ın yaptığı bazı şeyleri yadırgıyordum, kasvetli geliyordu. Kendi çizgisi içinde, Sedad Hoca, bütün eleştirdiğimiz noktalara rağmen gözümüzde ulaşılmak üzere bulunan bir nokta idi. Örneğin, mimarlık mesleğine olan saygısı, mimarlık mesleğini uygulama disiplini, niyeti, tutarlılığı. Yolu benim-senin veya benimsenmez o başka. Ayrıca hocalık mesleğine olan saygısı.

Şu anda bile, bu noktaları, ulaşılması gereken bir zirve olarak görüyorum. Bunun yanında Sedad Hoca'nın Akademi'deki ciddiyeti, disiplini, çalışkanlılığı, mimarlığa verdiği emek, önem ve insanlarla mimarların karşılaştığı noktalarda haysiyetini koruması bakımından Sedad Hoca'yı çok üstün bir varlık olarak görüyorum. Bu çok önemli bir nokta. Sedad Hoca'nın getirdiği çok önemli bir bilinç var: Ulusal değerlere doğru, onların bir kıymet olduğunu düşünerek bakmak gerektiğini aşıladı. Öyle mi bakılır, yaptıkları öyle mi yapılır, başka türlü mü, o ayrı. Ama o, kimse bunlarla meşgul değilken, Türkiye'deki potansiyelin önemli olduğunu bunun bizim milli servetimiz olduğunu ve bunu korumakla yükümlü olduğumuzu yalnız bize değil, devlet adamlarına, İnsanlara şehirlerde yaşayanlara aşılamak isteyen bir düşünce sahibi idi.

Ama mesela, eğitim konusunda çok farklı düşünüyorduk. Sedad Hoca, birine bir şey çizilip, verilip, öğretilmesi gerektiğine inanan bir insandı. Bunu çizsin, bunu uygulasın yeter. Mimar için de, bu yapılsın, doğru yapılsın yeter, diye düşünüyordu. Ben ise, vak'a olarak bir öğrenciyi ele alırsak, o öğrenci bir şey düşünebiliyor mu, düşünemiyor mu, düşüncesini oturtabiliyor mu, hangi noktadan kalkıyor ve o düşüncesine uyan hangi yolu katediyor? kendi mizacına göre, beni de ilgilendiren buydu. Sedad Hoca'nın belli kuralları, oranları vardı. O oranlan koymadığın zaman, o proje olmazdı. Belki, amacı bir disiplin getirmekti, bilmiyorum.

ÖK: Utarit Bey'in, "Tamam çocuklar, proje çalışması bitti" dediğini çok duyduk. Proje bitti, not aldık, artık çizmeye lüzum yok. Çünkü bin defa çizilmiş.

Uİ:
Yani, o sömestr içinde yapacağım yaptı. Çünkü hedef, projeyi çizmek değil.

ÖK: Onun çizimine onbeş gün ayırmak yerine projeyi geliştirirdik.
Sedad Hoca'nın en hızlı baktığı rivayet olunan bir proje var. Birgün öğrenci ruloyu açarken, rulo elinden kaçıyor. Sedad Bey, "Başka?" diyor.

Onun Hamdi Bey ile olan hikayesini bilir misiniz? Sedad Bey, Hamdi Bey'in de proje sorumlusu olduğu bir öğrencinin, sosyal konutlar projesini gösteriyor. Sedad Bey bir ara dışarıya bakıyor. "Efendim, bacası nerede bunun?" diyor. Hamdi Bey, "Ama efendim, burada baca yok, çünkü merkezi ısıtma..." diye anlatıyor. Bunun üzerine, Sedad Bey dönüyor, diyor ki, "Kuzum siz nereden bahsediyorsumız? Geçen geminin bacası yok. Onu söylüyorum." O yıl meşhur bir bacasız transatlantik gelmişti ve Akademinin önünden geçiyordu.


Utarit İzgi
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Utarit İzgi
Gündem Arşivi
Dönem için hazırlanan gündemlerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz gündem başlığını listeden seçiniz.