Yeni dönemde, mimarlığımızın büyüyen sorunlarına, mimarların yükselen birlikteliği ile karşı konulması gerektiğini inanıyoruz.
Ülkenin yeniden yapılanması ve AB sürecine hazırlıksız yakalanan mimarlığımızı savunabilmek; mimarlığın yetki alanının yeniden tanımlanmasındaki olumsuzluklarla mücadele edebilmek için, bu birlikteliğin şart olduğunu kabul ediyoruz.
Yıllardır, özellikle İstanbul’da oluşmuş bürokratik yapıya dönüşen dar yönetim modelinin, mimarlığın artan sorunlarına çözüm üretemediğini görüyoruz.
Topluma çözüm hakkında fikir vermeyen, soyut siyasi ve mesleki söylemlerin ve çıkış yolları önermeyen yaklaşımların mimarlığın toplumdan dışlanmasına neden olduğuna şahit oluyoruz.
Mesleklerin ve kurumsal yapıların parçalanma sürecinde, mimarlığın toplumda, çalışma alanlarında, yasal mevzuatta, hakkı olan temsiliyetlerden adım adım gerilediğini ve gerileyen mimarlığımızın karşısında kentlerimizin yağmasının hız kazandığını yaşıyoruz.
Kentlerimizde plansızlığın sürmesi mimarlığın gerilemesinde önemli bir etkendir. Kentlerimizin ve başta İstanbul planlamasının tartışma ve karar verme süreçlerine etkin bir katılımı Oda’mızın talep etmesi; yeni bir kent demokrasisi süreci başlatması ve buna göre örgütlenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Planlı kentleşmeye dönüşümün ve mimarlığın gelişmesin de ancak tüm mimarları kucaklayan bir meslek birlikteliği ile mümkün olduğuna inanıyoruz.
Biriken sorunların çözümü mimarlık alanındaki bütün kesimlerin kendini ifade edebildiği örgütsel ve demokratik yapıyla çözümlenebilir. Mimarlar Odası’nın sadece dar bir grubun var olma yeri değil, farklı fikirlerin tartışıldığı ve paylaşıldığı bir platform olması gerektiğine inanıyoruz.
Mimarlar Odasının çalışma alanlarının “başka bir mimarlık mümkün” anlayışıyla, bu günkünden fazla olarak, mimarlığın çağdaş gereksinimlerine cevap verecek yeni yapılanmalarla geliştirilerek sürdürülmesini şart görüyoruz.
- Toplum ve meslek için çalışan;
- Hizipçi değil katılımcı,
- Dayatmacı değil şeffaf,
- Engelleyici değil çözüm üretici,
- Mesleğin ve kentin ve yaşamın yeniden tasarlanmasına olanak veren,
- Mimarlığı bu ülkede yapılır ve saygın hale getirmeyi hedefleyen,
- Meslek alanlarımızı koruyan ve geliştiren,
Geniş katılımlı bir yönetim istiyoruz.
13 bine yakın üyesi olan İstanbul Şubemizde, yönetim organlarının, yıllardır olduğu gibi birkaç yüz kişiyle seçilmesini değil, 12 Şubatta yapılacak seçimlerde en geniş katılımla seçilebilmesini istiyor ve çağrı yapıyoruz
Demokrat Mimarlar Program Yaklaşımı
Mimarlık mesleğinin sorunlarının çözümüne yönelik yaklaşımlar için bir program oluşturma, Mimarlar Odası yönetimine talip olurken baştan itibaren bir çalışma rehberi yaratma ve bunu çok geniş bir katılımla gerçekleştirme girişimi “yeniden yapılanmanın” bir başlangıcı sayılmalıdır.
Biliyoruz ki henüz dünya ve ülke şartlarına paralel olarak mimarlık ortamımızın içine girdiği kriz yeterince kavranmış değildir. Bunun ötesinde hızla değişen ülke gündemi ve yasal sürece karşı tutarlı politikalar oluşturma çalışmaları da yetersiz kalmaktadır. Çünkü artan sorunlara rağmen çoğunluğun yaratıcı fikir ve eylemlerine başvurmadan, bilinen ve sıklıkla içine girilen; kendini yenilemekten uzak dar kadro hareketleriyle varlığımızı korumak artık bugün için olanaklı görünmemektedir.
Bu maksatla şimdiye kadar sürdürülmüş çalışmaların geliştirilmesi ve yenileriyle güçlendirilmesi için, meslek ortamında daha geniş kesimlerle buluşmak, demokratik bir açılımı gerçekleştirmek, mimarlık ortamımız ve onun örgütlenmesinin etkinleştirilmesi ve bu yolla yeni çözümler getirmek amacıyla iki yılı aşkın bir süredir Demokratik Açılım Platformu çalışmaları başlatıldı.
Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul eden anlayışımızla kendi sorunlarımıza kendimiz çözümler arayacak, demokratik yapımızı bu bağlamda geliştireceğiz.
Bu metin meslek ve meslektaş üzerine kaygıları olanların mesleğimiz ve toplumumuz yararına bir perspektifte çalışmaları için buluşma noktası olmayı hedeflemektedir.
Bu anlamda Mimarlıkta Demokratik Açılım, sürekli aramak, tartışmak, eylem içinde öğrenmek, öğrendiklerini paylaşmak ve uygulamak anlamını taşımaktadır.
Mimarlar Odası ve Yeni Dönem
“Mimarlık kültürün ifadesidir. Mimari ürünler onların özgün ve yapısal kaliteleri, doğal ve kentsel çevreye saygılı olmaları ve doğal/tarihi mirasa uyumları kamu yararınadır. Yapı ve kentleşme sürecine katılan, ruhsat ve denetimleri gerçekleştiren tüm taraflar, planlama, projelendirme süreçlerinde, yapı ruhsat ve izinlerinin verilmesinde ve uygulama aşamalarında bu temel kuralın gerçekleşmesini sağlamalıdırlar..”
Yukarıda tanımlandığı şekliyle kamu yararı kavramı Mimarlara ve Mimarlar Odasına geniş sorumluluklar yüklemektedir. Ülkemizde de yasa Mimarlar odasını “kamu kurumu niteliğinde” meslek örgütü olarak tanımlamıştır.
Bunun amacı Meslek Odalarının olabildiğince güçlü bir şekilde toplumda etkin olmalarını sağlamaktır. Ancak kamu kurumu niteliği, zaman içinde sadece mimarların uzmanlık alanının korunması amacıyla kullanılmış, bu tanımın sağlayabileceği ve diğer ülkelerde sağladığı (örneğin doğrudan mimarlık eğitimine müdahale etme, meslek uygulama yetkisi verilmesi gibi) etkinlik alanları ise yetersiz kalmıştır.
Türkiye’de mimarlığın gelişiminin akademik çekişmelere terk edilmesi, mimarların yetki alanlarının daralmasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle şehirciliğin mimarların yetki alanından çıkartılması, mimarların kendilerine verilen parsellerde uygulama yapabilir hale getirilmeleri ise çelişkilere ve kent yağmasının, kentlerimizin sorunlarıyla birlikte artmasına neden olmuştur ve olmaktadır.
Halbuki Batı Avrupa’da Kamu kuruluşu ve sivil toplum örgütü tanımlarının buluşması, yerelleşme sürecine büyük katkı sağlamış, mimarlık eğitiminden, yapı üretim süreçlerine çok geniş bir alanda, Mimarlar Odasının kamu ile birlikte etkin olması, mesleğin daralmasının önlenmesi ve eğitimin düzeyinin en üst seviyelere çıkartılması, reformların sürekliliği ve düzeyi sağlanmıştır.
Niçin kamu kurumu niteliği?
Mimar Odaları, bir ülkenin kültürünün ifadesi olarak mimarlık alanında fen,sağlık ve estetik kurallarına uygun tasarlama ve uygulama “bilgi ve becerisini” toplu olarak temsil etmektedirler.
Kamu, özel yada kendi hesabına olsun tüm meslek mensupları meslek odaları çatısı altında buluşur. Bu yönüyle de kamu düzenin ayrılmaz parçalarıdır. Bu gerekçeyle meslek odaları bir çok ülkede “kamu kurumu niteliğine” sahiptirler. Başka bir deyişle bir toplumun kültürünün ifadesi ve büyük ölçüde yaratıcısı olan mimarların çalışmaları:: yani mimari ürünler, onların yapısal kaliteleri, doğal ve kentsel çevreye saygılı olmaları ve doğal/tarihi mirasa uyumları doğrudan doğruya “kamu yararınadır”. Bunun gerçekleşebilmesi için tek yol, mimarlık mesleğinin yetki ve niteliklerinin sürekli geliştirilmesidir. Aksi takdirde, mesleki bilgi ve bu kapsamda yapılacak uygulamaların yerine yağma düzeni geçecektir ve geçmektedir. Günümüzde toplum düzeninin oluşumunda, mesleklerin ve onların örgütlü kuruluşlarına giderek artan şekilde görevler düşmektedir.
Burada incelikli olan diğer bir konu, kamu kurumu niteliği yasayla verilmiş olan odanın yasal gücünün yanı sıra meslektaşının ortak irade beyanı niteliği taşıyacak çalışmalara yönelmesi önemli sayılmalıdır. Temsil yetkisinde olanların temsil ettiği alanın sorunlarının dışına çıkması azalmayı ve temsiliyetin dayandığı gücün dağılmasına neden olmaktadır.
Kamu yararının toplum yararı olarak yorumlanmasının yanında meslek grubunun çeşitli kesimlerinin görüşleri ve saptamalarıyla oluşacak politikaların üretilmesi, mimarlığın, mesleğin, ülkenin çıkarlarının birleştirilmesi politikaların temelinde yer almalıdır.
Neden Mimarlar Odası?
Çünkü, birer kültür insanı olarak mimarlar yapılı çevreyi tasarlama ve gerçekleştirme ile ilgili eğitim almışlar, uzmanlıklarını geliştirmişler ve bunu sağlayabilecek tek meslek grubu olarak evrensel bir tanıma kavuşmuşlardır. Bu tanımın ülkemizde de hakim olmasının sağlanması çok önemlidir.
Bir yandan Türkiye’nin Avrupa Topluluğu ile uyumu için hükümetler eliyle “uyum yasaları” çıkarılırken ülkemiz mimarlık alanının savunmasız kalmasının önüne geçilmesi şarttır. Mesleğimizin gerektiği gibi gelişebilmesi ve varlıksal koşullarını kaybetmemesi için geçiş dönemi oluşturulması fakat bir yandan da meslek ortamının yoğun bir programla yeniden yapılandırılması için zorunludur. Bu süreçte rol alabilecek tek kuruluş, tüm mimarları temsil eden mimarlar odasıdır.
Mimarlar Odası bütün mimarların mesleki birlik ve dayanışma örgütüdür.
Niçin demokratik kitle örgütü ?
Çünkü, mimarlar odası mesleğe ve kamu yararına karşı görevlerini yerine getirebilmesi için, bugüne kadar olduğu gibi siyasi otoritelerden bağımsız olmalıdır. Mimarlar Odasının meslek için verdiği mücadele güncel “parti politikalarının” dışında, onlardan bağımsız ancak mesleğin evrensel birikimi ve insanlığın uygarlık mirası ile sınırlıdır. Mimarlar Odasının kendisine düşen görevleri yapabilmesi için bu bağımsızlığı korumalıdır.
Mimarlar Odası demokratik yapısı, ülke tarihi içinde toplum yararı tavrı ve program anlayışı ile demokratik kitle örgütüdür. Mücadelesini her dönem kendine özgü karakteri içinde gerçekleştirmekle beraber dönemler arasında geçişleri sağlayan yapısı, birikim sağlayan çizgisiyle dünü açıklamamıza, bugünü anlamamıza ve yarını kurmamıza yarayan bilgi ve dinamikleri taşır.
Mimarlar Odası kente, çevreye ve topluma karşı sorumludur. Demokratik yapısı, merkezi-yerel otoritelerden bağımsız duruşu ile kamusal alanda toplum yararını esas alan düşüncesiyle mesleğin sürdürülmesi ve fiziki çevrenin kurulmasında görüş ve etkinlikleriyle sorumluluk yüklenir. Kamusal projelerin, kent planlarının, çevre etkilerinin, kent sorunlarının,… incelenmesi, görüşler üretilmesi ve tarafsız kurum kimliği ile eleştiriler yöneltilmesi, çözüm önerileri geliştirilmesi Mimarlar Odası’nın doğal işlevleri arasındadır.
Bu yanıyla Mimarlar Odası demokrasinin gelişmesi, toplumun esenliği için vazgeçilmez bir yer tutmakta, kamuoyunun vicdanı; sağduyunun temsilcisi olmaktadır
Yeni Program taslağının genel hatları ve omurgası: Mimarlar Odası Tüm Mimarların Meslek Odasıdır.
Değişen ve yeniden yapılanan dünyanın, ülkemizin yeni koşullarına var olan yapısıyla karşılık vermeye çalışan Mimarlar Odası için yeni bir dönem başlamaktadır. Giderek artan bir şekilde hissedilen ve konuşulan küreselleşmenin meslek alanlarımıza etkileri, kavramlarımızın hızla değişmesi ve ülke içindeki hukuk düzeninin buna bağlı olarak hızla değişmeye başlaması ciddi sorunlar yaratmaktadır.
Bu sorunlarının aşılabilmesi için tüm üyeleri kavrayacak, gelişmelere her yönüyle ayak uydurabilecek, bunun için yeniden örgütlenebilecek ve bu süreç içinde Mimarlar Odası’nın tarihinden gelen mücadele aks ve geleneklerini geliştirerek sürdürebilecek bir anlayış gerekmektedir. Yeni bir çıkış örgütlenebilir, dağınıklık ve meslektaşı şok eden gelişmelerin önüne geçilebilir. Bu gün dayatılandan farklı olarak “Başka bir mimarlık” elbette mümkündür, bu anlayış meslektaşların katkılarıyla geliştirilecek ve oda içinde hakim kılınacaktır. .
Geçmişiyle barışık geleceği yeniden kurmaya cesaretli anlayış oda içinde hakim kılınacaktır.
Ülkenin yeniden yapılanması geçiş sürecinde Türkiye’de Mimarlığın meslek alanının yeniden tanımlanması sorunu.
Türkiye’deki sistemde, mimarlar, yapı üretim sürecindeki unsurlardan sadece birisidir. Şehir planlamada rolleri olmadığı gibi, eğitimleri ve toplumsal konumları geri bırakılmıştır.
Mimarlar Odası’nın tanımlanması yüzeysel kalmış, uzmanlık alanlarının üniversitelerde alt uzmanlık alanlarıyla çeşitlenmesine karşılık, uygulamada bu tür çeşitlenmenin gerçek dışı olması karışıklığı arttırmış bu karışıklık ise ülkemizdeki yağma düzenini desteklemiştir.
Bu yapı ile iddia edildiği gibi, Avrupa Birliğine girilmesi de olanaksızdır. Mimarlığın ulusal bağlamda yeniden tanımlanması ve bütün imar yapısının ve mimarlık eğitiminin bu karmaşayı giderecek şekilde yapılması zorunludur.
Mimarlar Odası bu süreçte yol gösterici rol oynamalı, etkinliklerinin merkezine bu yeniden tanımlamayı koyarak mimarların durumunun gelişmesine katkı sağlamalıdır.
Mimarların yeniden yapılanması ve yeni demokrasi deneyleri
Yaşanan ağır kriz dönemlerinden çıkan toplumun mimarlık mesleğine olan talepleri azalmıştır.
Bu duruma karşı koymak için ne yapılmalıdır?
Mimarlık mesleğinin toplum tarafından yeniden talep görmesi için neler yapılmalıdır?
Toplumun mimarlıkla yeniden buluşması için hangi gündemi oluşturmalı, hangi yapısal
dönüşümleri yaşamalı ve hangi yeni çalışma akslarını yaratmalıyız?
13 bin üyemizin bu konuda düşünceleri nelerdir? Dışsal olarak kriz ve yeniden oluşum koşulları, değişim dinamiklerini içinde barındırması bakımından içsel olarak yeni bir dönemin başlangıcını da oluşturabilir.
Bu durum yeniden değerlendirme, yeniden örgütlenme fırsatı yaratabilir mi? Geçmişte ekonomik çöküntünün meslek ve meslektaş üzerinde yarattığı ağır etkilerin fazla önemsenmeyişi ve biraz da bu yüzden kendi içinde darlaşan anlayışlardan kurtulma mümkün olabilir mi? Üyeye kadar gidilmesi bu yolla gerçek anlamda örgütsel demokratik temsiliyetlerin çalıştırılması, sorunların kendisini kendi taraflarıyla ele alabilme becerisinin gösterilmesi örgütlenmenin temeline yazılabilir mi? Sadece sorumluluk üstlenen bir yönetme biçimi yerine sorumlulukları paylaşan, organize eden ve bu yolla bütün mimarlar topluluğunun mesleği, kendisi ve ülkesinin çıkarları temelinde kucaklaşması sağlanabilir mi?
Son 50 yılın sürekli değişen koşullar ışığında mimarlık mesleğinin yeniden değerlendirilmesi, kendisiyle yüzleşmesi; kendini tanıması / farkında olması ve bu süreçte Mimarlar Odasının bir değerlendirme platformu olarak yeniden yapılanması, çoğunluğun yaratıcı düşünce ve eylemlerinin Oda ortamına taşınmasına olanak sağlanması, çokluğun kendisi için çıkış yollarını araması ve bulması, izlemesi gereken yolu kendi pratikleri içinden çıkarması, yeni örgütlenmenin eylem anlayışına dönüşmelidir. Mimarlığın bu ülke için gerekliliğinin vazgeçilmez hale getirilmesi, ülke mimarlarının ve onların demokratik örgütlerinin birinci görevidir.
Güçlü Mimarlar Odası, güçlü mimar !
Mimarlık mesleği ve Türkiye
Mimarlık mesleğinin Türkiye’deki konumu geçtiğimiz yıllarda gerilemiştir. Mimarların mesleki ve toplumsal konumu göreli olarak arka plana düşmüştür. Mimarların yetki alanları daraltılmıştır. Mimarlar yetkilerini giderek artan bir şekilde farklı meslek gruplarıyla paylaşmak zorunda kalmışlardır. ‘Uzmanlığın’ son otuz yılda yönetim kademeleri tarafından önemsenmesi ve mesleki yetkinin kullanımlarında aşılmaz duvarlar örülmesi, mimarı ülke kalkınma stratejisinden, kentten, fiziki yapılaşma kararlarından ve nereyse yapının kendisinden koparacak hale düşürmüştür. Mimarı yapılı fiziki çevrenin tasarımcısı ve uygulamacısı olma özelliğinin dışına iten, küçük bir alanda ve giderek yetkileri daraltılarak etkinlik gösteren bir meslek durumuna düşüren gelişmeler gözden kaçırılamaz.
Bu durum sadece mesleğin telif haklarından kaynaklanan zorunluluklarına değil uluslar arası sözleşmelere ve mimarlık mesleğinin Avrupa Topluluğu’ndaki hak ve yetkilerine de aykırıdır.
Mimarlar Odası mimarlık mesleğinin giderek gerilemesine, batıdan kopmasına karşı mimarlık mesleğinin ve mimarların tek savunucusudur. Örgütlenmesiyle de bu savunmayı gerçekleştirebilecek düzeye gelecektir.
Mimarlık Mesleği ve Küreselleşme
Düşüncelerin, insanların ve malların serbest dolaşımıyla tanımlanan globalleşme hizmet sektörünü de değiştirmektedir. Yakın zamana kadar ulusal sınırlarla korunan pazarlar artık uluslar arası rekabete ve onun getirdiği yeni sorunlara açılmaktadır.
Pazar; yani mal ve hizmetlerin sunulduğu alan kavramsal olarak farklılaşmış, uluslar arası mal ve hizmet ticaretinin sürtünmesiz ulaştığı bir düzleme getirilmiştir. Bu süreçte ulusal devletlerin yapısı ve hukuku ise pazarın sınırsız açılmasına hizmet eder konuma dönüştürülmüştür. Var olan değerler sistemini ya olduğu gibi reddeden ya içini boşaltan ve önemsizleştiren yahut kendine uyumlu hale getiren küresel mal ve hizmet sermayesi bir görüşe göre ulusal devletlerin çözülme sürecini de başlatmış görünse de, bir yandan da pazarın uluslar arası sermaye dolaşımına açık tutulması, hukukuyla bunu desteklemesi, gerekli yapısal dönüşümleri yapma kaydı şartı ile aslında güçlenmektedir.
Bu yanıyla da kapitalist birikim modelinin ve üretim ilişkilerinin geldiği bu yeni aşama sermayenin serbest dolaşımı yanında, önümüze serilen iletişim kanalları ve ‘olanaklarıyla’, kendiliğinden ve doğal olarak bir özgürleşmeyi, ulus devletlerin bundan önceki disipliner ve aşırı baskıcı tutumlarından kaynaklanan mağduriyetlerin ortadan kalktığı toplumsal dönüşümleri gerçekte içerip içermediği sorgulanmak zorundadır.
Dünya çapındaki bu gelişmeler bağımlılık ilişkileri altında kalmış, borç sarmalında nispeten fakirleştirilmiş, geri bıraktırılmış ve bugün için etnik sorunları yaşayan bölgelerindeki ulusları için dağılma ihtimallerini taşımaktadır. Dünyanın bu hassas bölgelerinde uluslar arası güçlerin kaynakları kontrol edebilecekleri yeni yönetimleri kurmak istemesi ve dinamikleri bu yönde tahrik etmeleri bilinen ”dış politika” yöntemleridir. Ancak kimileri için korkulan ve zannedilenin aksine; kısa vadede ulus devletlerin bilinen ve alışılan rollerindeki farklılaşmalara rağmen varlıklarını değişerek, kısmen de yetkinleştirerek sürdürdükleri görülmekte, orta vade de bu eğilimin devam edeceği anlaşılmaktadır.
Küreselleşme ve yıkıcılığı
Fakat artık biliyoruz ki eski ulusal pazarlardaki konumlarımızı koruyabilmek için diğer ülkelerdeki meslektaşlarımızla da rekabet edebilecek durumda olmamız bugünün çarpıcı gerçekliği olarak ortaya çıkmaktadır. Mimarlık hizmeti, giderek iç pazarda eski kurallarıyla, yöresel karakteriyle verilemez duruma gelmiştir. Belki bir “iç pazar” yine vardır ama bu pazarın kuralları artık içeride belirlenmemektedir ve bu pazarın yabancı konukları vardır.
Mimarlık mesleği, hizmet sermayesinin uluslar arasılaşma sürecinde günümüzde giderek dünyanın her tarafında yapılır hale gelmektedir. Bu durum, eğitimin çağdaş dünyanın düzeyine getirilmesinin yanı sıra; mesleğin ve tüm yapı sektörünün yenilenen koşullara göre yeniden örgütlenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle şu ana kadar ihmal edilebilen akreditasyon ve ona bağlı eğitim, nitelikler, örgütlenme, tanımlanma sorunları artık bir varlık yokluk sorununa dönüşmüştür.
Bu ortamda okulların akreditasyonu ve rekabetini belirleyen; tanıtım, şantiyenin örgütlenmesi, mimarların görev ve sorumluluklarının batıdaki örneklere göre yeniden düzenlenmesi, malzeme, standartlar ve diğer faktörler büyük önem kazanmaktadır. Bu yeni ortam bir kalite söylemiyle gelmekte, bu kaliteye ayak uyduramayanlar, tıpkı sanayi üretimi dönemindeki loncalar gibi yıkılmaya mahkum edilmektedirler.
Dolayısıyla Mimarlar Odası yönetiminin ivedilikle 12 Eylül döneminde koşulları belirlenmiş günümüzün mimarlık eğitiminde reform yapılması için harekete geçmesi gerekmektedir. Tüm unsurların katılacağı “bir meslek içi eğitim programı” ile aradaki açığın kapatılmasına bu süreçte çalışılacaktır.
Mimarlar Odasında görev alacak yeni yönetimlerin bu reform taleplerini savunacak durumda olmaları gerekmektedir.
Aksi takdirde onların “diplomalarının” ülkemizde geçerli olduğu ve bizim diplomalarımızın hiçbir şey ifade etmediği bir dünyada Türk Mimarlarının durumu sanayi döneminde el tezgahlarıyla ayakta kalmaya çalışan zanaatkara benzeyecektir.
Bu duruma karşı koyabilmek köklü reformların başlatılmasının yanı sıra; yeniden yapılanma döneminde Türk Mimarlarını koruyacak “geçiş şartlarının” hızla oluşturulmasını gündeme getirmektedir. Bu yolla mimarların kamusal ve özel alandaki acımasızca tasfiyelerinin önüne geçilmelidir. Var olan durumu belgeleyebilecek, mimarları yapısal dönüşüm rüzgarlarının altında yok etmeden dönüştürecek, gerekli olan geçiş şartlarını hazırlayıp sunabilecek tek kurum Mimarlar Odasıdır. Üyelerini arkasına almış, onların problemlerinin çözümlerini ifade eden açılımları sunan belgeler ile Mimarlar Odası, yasama ve yürütmeyi zorlamalı; yasal belgelerin oluşumuna dahil olmalıdır.
Bu çalışmalar programımızın öncelikleri arasındadır.
Küreselleşen dünyada Türk Mimarlarının durumu
Ancak yapısal uyum politikaları; AB geçiş süreci değişimleri ve açıkça GATS anlaşmasıyla mimarlık hizmetlerine yeni tanımlar, “standartlar” getirilmektedir.
‘Serbest rekabet’ ortamında ancak bu hizmeti verebilen kurumların ayakta kalmasını sağlayacak gelişmeler başlatılmıştır. 12 Eylüle endeksli, demokrasiyi reddeden, muhalefetsiz, müfredat eğitimlerini amaçlayan YÖK düzeni, Türkiye Mimarlığını büyük bir krizle karşı karşıya koymuştur. Çözüm bu durumda tehdit edilen meslekler ve meslek odalarındadır.
Mimarlar hizmet verdiği alanda önce almış oldukları eğitimle sonra yapmış oldukları işler, bitirme referanslarıyla tanımlanmaktadır. Oysa Mimarlar Odası’nın bugün için meslektaşlarının eğitim düzeyleri ve yapmış oldukları mimarlık hizmetlerinin cinsi, kalitesi, miktarı,… ile ilgili bilgisi yoktur. Sadece serbest mimarlık yapan ve belediyelerden ruhsat alan projelerin mesleki denetimleri için tutulan kayıt sistemiyle mimarlık ortamının durumu tespit edilemez. Bu bakımdan elde bir ölçme değeri oluşturacak kriterlere sahip olmadan, veri tabanı oluşturmadan varsayımlara dayalı bir çıkarımda bulunmak ise ancak spekülasyon olabilir.
Yıllardır ihmal edilen “akademik demokrasi” ve standartlar artık bir uluslar arası tanınabilirlik şartı yani akreditasyon koşulu olarak karşımıza çıkmıştır.
YÖK denetiminde tıpkı bir “temel bilimler alanı eğitimi imiş” gibi düzenlenen mimarlık eğitimimiz; süresi, öğrencilere sağlanan imkanları, eğitimin örgütlenmesi ve hocaların nitelikleriyle standartlara uymamaktadır. Bu standart dışılık; standartların sadece bir gümrük formalitesi olmadığı mesleğimizin dünyadaki konumunu ve meslektaşlarımızı; uluslar arası rekabette çok geri konuma düşürmektedir. .
Şu ana kadar eğitim sisteminin yukarıda özetlenen olumsuz yapılanmasının aşılması için meslek odası olarak Mimarlar Odası’nın mimarlık mesleğinin uluslar arası düzeyde tanınabilmesine yardımcı olacak düzeyde meslek içi eğitimi, sürekli mesleki gelişim platformu ise yoktur. Odanın meslektaşlara yönelik var olan eğitim-kültür birikimleri niteliksel dönüşüm için yetersizdir.
Bu alanda olası çözümler arasında yer alan meslek içi eğitim de aslında ülkemiz için her sorunu çözebilecek biricik çözüm değildir. Çünkü fiilen her şeyi yapabilme yetkisi ile donatılmış ve dört yıllık eğitimden mezun olan mimarlarımız meslek uygulamak için zorunlu eğitimlerini tamamlamış durumdadır. Yüksek lisans ve doktora Türkiye’de projeden uzaklaşmakta, meslekten kopuk teorik çalışmalara yakınlaşmaktadır.
Bir yandan da Türkiye’de de yapı üretiminin büyük bir bölümü ne yazık ki mimarsız gerçekleşmektedir. Bu alana mimarlar gerektiği gibi girememektedir. Diğer taraftan çok sınırlı bir alana sıkıştırılmış mimarlık hizmetleri, GATS sözleşmelerinin uygulanmasıyla çok kısıtlı olan yapı üretimi alanındaki mimarlarımızın şimdiki rolü de belki de tümüyle ortadan kalkacak ve mimar işsizlerin sayısı artacaktır.
Özetlersek mimarlık mesleğinin ülkemizde sürdürülebilir bir faaliyet olarak kalabilmesi için:
1. Yapı üretim süreci mimarsız yapılır halinden çıkarılmalıdır. Yapılı fiziki çevrenin mimarla başlayan tasarım ve inşa süreci TMMOB düzlemindeki diğer mesleklerle de dayanışarak Türkiye’nin çok önemli bir meselesi olarak toplumun önüne konmalıdır. Bu sorunu yüksek sesle söylemeden ve gereğini yapmadan yol alınamaz.
2. Uluslar arası düzlemde girilen anlaşmalar ve hizmet sermayesinin hareketleriyle belirlenen kurallar neticesinde yaşanan gelişmeler öncelikle geçiş dönemi şartlarıyla dengelenmeli, bu konuda otorite olunmalı, kayıtsız şartsız teslimiyet reddedilmelidir.
3. Hizmet alanlarının açılmasında kısa dönemde düzenleyicilik meslek odamızın inisiyatifine geçmelidir. Ancak orta ve uzun vadede meslektaşlarımızın uluslararası düzlemde tanımlı hale gelmesinin yolu derhal bulunmalı, meslektaşın geliştirilmesinde çok ciddi adımlar atılmalıdır.
Mimarlık hizmeti sağlıklı ve güvenli çevrenin kurulmasının ilk şartıdır. Mimarlık hizmetinden vaz geçilerek yaşam alanları ve mekanlar kurulamaz.
Kamu Kurumları ve Mimarlık Hizmeti
Mimarlık hizmetlerinin ülkede veriliş biçimi ve dağılımı, mesleki denetim altına alınabilen bölümü ne yazık ki gerçekleşen yapı üretiminin çok küçük bir bölümünü geçememektedir.
Kamu sektöründe geri kalan tüm hizmetler kamu kurumlarının kendi iç örgütlenmeleri ve inisiyatifleriyle yapılmaktadır. Üstelik şimdiye kadar fark ettiğimiz ve üzerinde eleştiriler yaptığımız gibi, kamu kurumları (Bayındırlık Bakanlığı, bakanlıklar, yerel yönetimler, Milli Savunma,…) kendi imar ve uygulama şartlarını kendileri belirlemekte ve yine kendi denetimlerini kendileri yapmaktadır.
Son olarak çıkarılmış yapı denetim yasalarında bile “kamu yapıları hariç” ibaresi yer almıştır. Öncelikle belirtelim ki bu durum ülke mimarlık ortamında kamu yöneticilerinin yıllardır biriktirdikleri bir yanlışlık olarak devam etmektedir.
Kamu kurumları içinde mimarlık hizmetlerinin verildiği yapılar uluslararası rekabete açılacak bir güçte olmadığı için kendini dönüştürme süresi verilmeden sözleşmelerin uygulanması, bugün standartlara uymayan bu hizmet alanlarının olduğu gibi uluslar arası rekabete terk edilmesi anlamına gelmektedir
Sorun: Öncelikle ülke mimarlık hizmetlerinin büyük bölümünün verildiği alan kendini dönüştürememiş, bunun gerektirdiği programlar yürütülmemiştir. Kamu kesimi de ülke mimarlarına kapalı tutulmaya devam etmektedir. Giderek tamamen yabancılaşma tehlikesi içinde olan bu hizmet alanlarından “boşa çıkacak uzmanlar” yeni ve nitelikli bir işsizliği meydana getirecektir.
Bu temel sorunları gören bir perspektifle hizmet alanları ve sektörler için “kamuda mimarlık hizmeti reformu” ismi verilecek nitelikli bir çalışmayla hazırlanmalı, uluslar arası hizmet ve ticaret anlaşması yapmak durumunda olan ancak ‘bilgisi’ sınırlı olan hükümetin önüne konmalıdır.
Mimarlar Odası geçiş dönemi koşullarının belirlenmesinin ve bu alandaki bilgi akışının
odağı, kamuda çalışan mimarları ortak sorunlarının çözülmesinin sesi, platformu olmalıdır.
Türkiye’de YÖK’e bağlı Mimarlık Eğitim Sisteminin Durumu ve Mimarlar Odası
12 Eylül yönetimi, ülke içindeki muhalefeti azaltmak ve merkezi yönetimi güçlendirmek için yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi eğitimi yeniden tanımlarken örnek aldığı alt uzmanlık alanlarının ve doktoraların bulunduğu Amerikan sistemi bugünkü sorunlu yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mimarlığı, mimarlık- şehircilik diye ikiye ayıran bu sistem, getirmeye çalıştığı karmaşık ünvanlar sistemiyle bir sanat alanı olan mimarlığın kendisiyle çelişmektedir. Ülkemizde mimarlık eğitimi temel bilimler gibi ele alınmakta ve bu yolla da YÖK’e bağlanarak mimarlık mesleği eğitiminin geri düzeyde kalmasına neden olunmaktadır.
Şu anda toplum gözünde eskiyen, yıpranan ve gelişmelere cevap veremeyen YÖK sitemi değiştirilmek istenmektedir. Ancak mevcut sistemin yerine başka benzer bir sistemin getirilmemesi, mimarlık eğitiminin kendine özgü durumunun bu ‘değişimlerin’ konusu olabilmesi için, mimarlık eğitiminde ve mimarlığın geleceğinde söz sahibi olmak için alternatifler geliştirmek Mimarlar Odasının sorumluluğudur.
Mimarlık eğitimi Türkiye’de de batıdaki, özgür, yaratıcılığı ön plana çıkartan ve rekabete açık düzeyine getirilmeli, eğitim, süresi, içeriği, öğretmenlerin nitelikleri bakımından çağdaş standartlara ulaşmalıdır.
Bu gün Türk diplomaları sadece Türkiye’de mimarlık mesleğinin uygulanması için yeterlilik sağlamaktadır. Unvanlar, diplomalar sadece Türkiye’de geçerlidir, uluslar arası kuruluşlar tarafından Türk Diplomaları tanınmamaktadır. Mimarlar GATS sürecinden en çok etkilenenlerin başında mimarlar gelmektedir. Mimarlık eğitimi alanı Mimarlar Odası’nın belli başlı çalışma alanlarındandır. Bu alandaki örgütlenme mevcut durumu meşrulaştırmak yerine onun uluslar arası standartlara uyması ve bu yolla var olma biçimlerine kavuşulması yönünde olmalıdır.
Mimarlık alanında reform sayılacak dönüşümleri sağlamak için talep etmemiz gerekenler nelerdir?
Yapısal dönüşüm sürecinde Türkiye bir yandan Avrupa Topluluğuna girmek için çaba göstermekte, tüm uyum yasalarını bu yönde çıkartmaktadır.
Diğer taraftan baktığımızda, telif hakkı sahibi olarak Avrupa Topluluğunda mimar, yapı üretiminin merkezinde en büyük yetki sahibi olarak rol almaktadır.
Sözgelimi sigorta sistemi, tasarım ve üretim sürecinin gerçekleşmesi ve kontrolü mimarın merkezi konumuna dayanmaktadır.
Mimarın sorumluluğu şehircilikten başlamakta, kentsel tasarımdan dekorasyona kadar uzanmaktadır. Mimarlık eğitimi bu nedenle de Türkiye’ye göre çok daha uzundur. Şehircilik projeleri de mimarlar tarafından hazırlanmakta, günümüzde Türkiye’de olduğu gibi mimarlar bu alanda yetkisiz duruma düşürülmüş değillerdir.
Bu kapsamda yapılması gerekenler;
1. Mimarlığın kamusal yararının ve toplum içinde sahip olması gereken konumun toplum tarafından tanınması ve yeniden tanımlanması için topluma yönelik kampanyaların sürdürülmesi,
2. Mimarlar Odasının ve Mimarlığın Kamu Yararı ve buna bağlı Kamu Kuruluşu niteliği geliştirilerek imar alanına geniş ve etkin katılımının sağlanması.
3. Mimarlık eğitimi reformunun gerçekleştirilmesi, mimarlık eğitiminin süresinin, içeriğinin batı ülkelerindeki örneklerine göre yeniden düzenlenmesi,
4. Meslek içi eğitim programlarıyla mimarların desteklenmesi,
5. Malzeme ve teknolojiler alanındaki yeniliklerin daha geniş ve sürekli araçlarla mimarlara iletilmesi,
6. Türkiyede deprem sigortası adı altında uygulanan sistemin yapı üretim sürecinde mimarların meslek sigortası haline dönüştürülmesiyle bu alanda çağdaş sistemlere uyumun sağlanması.
7. Uygulama sorumlusu mimar tanımıyla, mimarın müteahitten ayrılması, bağımsız mesleki duruşunun kuvvetlendirilmesinin sağlanması,
8. Mimarın telif haklarının yeniden tanınmasının sağlanmasıyla özgünlüğün ve yaratıcılığın teşvik edilmesi,
9. Mimarın imzasına sahip çıkılması, mesleğin ifadesi olan mimar imzasının sahtekarlar tarafından kullanılması ve kullandırılmasına karşı etkin önlemler geliştirilmesi, bu dönemin çalışmalarının temel akslarını oluşturacaktır.
Örgüt içi ilişkilerin yeniden tanımlanması
Mimarlar Odası içinde yukarıdaki hedeflere ulaşılabilmesi için bir taraftan geçmişten gelen çalışma akslarının kalıcı ve gelişmiş hale getirilmelerine bunun yanında da güçlenmesini ve toplumsal etkinliğini arttıracak yeni örgütlenme modellerine gereksinimi vardır.
Yeniden yapılanma geçtiğimiz dönemlerde karar altına alınmış, mimarlar topluluğunun örgütü yapılandırmasını yenilemeyi istemiştir. Burada bu önemli konunun yöntemsel yaklaşımlarını yaratmak, dönüşüm perspektifini oluşturmak, açılımlarını sağlamak gerekmektedir.
Mimarlar Odası’nın meslektaşı ile kurduğu ilişkiden başlayarak kurumlarla ve kamuoyuyla sürdürdüğü ilişkiye kadar daha kapsamlı alışverişlere girmesi kaçınılmaz görünmektedir.
İçine girilen dönemde bunlar gerçekleştirilecek, yeniden yapılanma ertelenmeyecektir.
Mimarlar Odası mevcut yapısıyla mimarlara, topluma ve mesleğe karşı yükümlülüklerini olması gerektiği şekilde yerine getirememektedir.
Ülkemizin yaşanan sosyal gerçekleri ve dünyada yaşanan değişimler sonucu demokratik örgütlerin temsil ettiği alanlarda kavram azalmaları, kaymaları yaşanmış, kurum niteliğini almış ancak muhalif kimliği ile öne çıkmış yapılar etkisizleştirilmeye başlanmıştır.
Özellikle TMMOB ve birliğin üyesi olan Mimarlar Odası, geleneği ve birikimleriyle kamu alanında kentin yasa dışı ranta karşı korunmasında, yapı sektörünü ilgilendiren yasal oluşumlarda, tarih ve kültür varlıklarının uygarlık birikimi olarak taşınmasında yerel demokrasinin yerleşmesi ve çevre bilincinin oluşmasında,… rol almış ve almayı talep etmekteyse de kurulan muhataplıklar son yıllarda zayıflamıştır.
Bazen şaşırtıcı şekilde oda kentin planlanması platformlardan neredeyse çekilme anlamına gelen ifadeleri seçebilmekte, bu kurumların içinde etkili olmak ya da kent demokrasisini geliştirecek yeni toplumsal mekanizmalar üretmekten uzak görünmektedir.
Kurumun anayasadan gelen görevlerini yapması ve kamu kurumu yöneticilerini uyarması genellikle bu kurumların yönetim mekanizmalarında bulunanların demokratik örgütlerin varlığına tahammül edememeleri yüzünden ya da demokratik örgütlerle göstermelik ilişkiler içine girmeleri nedeniyle çoğu zaman karşılığını bulamayan tek taraflı beyanlara dönmüştür.
İşin en önemli yanlarından biri budur ve 12 Eylül’den beri demokrasiyi ülkemize çok bulan zihniyetler Mimarlar Odası’nın sesini duymaktan kaçınmışlardır.
Fakat olumsuz sayılabilecek bu gelişmelere karşı da demokratik örgütler ve Mimarlar Odası geniş kesimler ve bizzat kendi üyeleri gözünde desteklenen, kendini önce temsil ettiği meslektaşları ve onların çevresindeki kesimler üzerinde yeterince haklılaştıran bir yolu da bulamamıştır. Bu zorlu yolun içine giren Mimarlar Odasını ‘taşıyan’ kadrolar belirgin bir şekilde yorulmuştur.
Mimarlar Odası yapılanması üye tabanıyla olan ilişkileri azaldıkça ve çalışmalar belirli kişilerin ‘fedakarlığına’ dönüşünce bir süre sonra onlar da oda içi demokratik yapıyı kendilerinin sürekli içinde olduğu yönetimler olarak görmek istemişlerdir. Katılım ve üyeyle olan ilişkinin bir çok olumsuzluktan dolayı düşmüş ve odada çalışmaya ilginin az olması birbirini destekleyen sebepler olarak meydana gelmiş, ancak sonuçta mimarlık alanının temsiliyeti bu gelişmelerin akabinde daralmıştır.
Halbuki çok önemli değişimlerin içinde, GATS ve onun getirmekte olduğu sorunlar, AB ve ona “uyum süreci” çalışmalarında mimarlığın savunulması, temsiliyetlerin olabildiğince genişletilmesi gerekmektedir. Mimarları birçok sorun beklemektedir. Eğitim reformunun artık bir zorunluluk haline gelmesi, küçülen pazara rağmen artan giderler bugün için mimarların top yekun dayanışmasını zorunlu kılmaktadır.
Kopuşların değil birleşmelerin Mimarlar Odası
Mimarlar Odası’nın günün koşullarına denk düşebilecek örgütsel gücü yaratabilmesi eğilimi yerine, yukarıda sayılan nedenlerle muhataplık ilişkisinin gerilemesi, üyelerin ve toplumun beklentilerinin karşılanamaması bir eksiklik olarak ortaya çıkmıştır. Mimarlar Odası’na gönül vermiş var olan yöntemlerle çalışmalarını sürdüren ve nispeten azalan meslektaşlar çeşitli konulardaki tartışmalarla daha da azalmışlar hatta süreç içinde birçoğu gelişmeleri uzaktan izler noktaya düşmüşlerdir. Odanın varlığıyla çoğunlukla övündüğümüz demokratik yapısı son onbeş yılda ortaya çıkan farklılıklardan bir zenginlik çıkaramamış aksine kopuşlar sürmüştür. Bu gün belli başlı çalışma akslarını oluşturan meslektaşlarımızın bile bir bölümü çalışmalardan uzaklaşmıştır.
Gelişmeleri ve tarihsel süreci sadece dışsal bir olgu imiş gibi ele alınması, aslında hep haklı ve “yapılması gerekenleri yaptık” çizgisi mevcut olumsuzlukların açıklanmasında elbette bir yöntem olabilir. Fakat bu ‘açıklama biçimi’ mimarlık ortamını ve Mimarlar Odası’nı bir yere taşıyamaz.
Sadece mevcut yapıyla ve onun alışkanlıklarıyla sürdürülen düşünme biçimi kısır döngü halinde kendi çözümsüzlüğünü ve giderek darlaşmayı getirmektedir. Sabitlenmek istenen bu durum ise Mimarlar Odası’nın arkasına aldığı binlerce üyesi ile temsiliyet sorunları ve dönüşsüz kopuşlar yaşamasına neden olmaktadır. Aşırı sahiplenme, fedakarlık duygularıyla çerçevelenen yönetme anlayışı benzer anlayışlar taşıyanlar arasında dönüşümlü olarak yönetim oluşturmayı getirmektedir.
Her durum karşısında var olmaya çalışan ve ancak, ne yazık ki şarların getirdiği sıkıntılarla duyarlılıkları mesleğin bir bölüm alanlarıyla sınırlanmış, yorulmuş yöneticiler politika üretemez, çıkış yolları bulamaz olmuşlardır.
Mimarlar Odası’nda çıkış yolları bulunmalı, mimarlara, topluma ve mesleğe karşı yükümlülükler mutlaka yerine getirilmelidir.
Mimarlar Odası sorumluluklarını yerine getirebilmek için yeniden yapılanmasını yeni anlayışlarla sürdürmelidir.
Mimarlar Odasının görünürde geniş katılımı olanaklı kılan yatay bir demokratik bir yapıya sahip olması ve tartışma ortamlarının varlığına (danışma kurulu, genel kurul, olağan üstü genel kurullar) rağmen varsayılan geniş örgütlenme ve yönetim kurulları güçlü hareketler yaratamamaktadır. Hakim olan atalet duygusu ve onun getirdiği zorunlu yalıtılmışlık oda çalışmalarını etkisizleştirmektedir. Kendi muhataplarını bulamayan, hedefleriyle yan yana gelemeyen çalışmalar etkisiz olduğu kadar usandırıcı bir süreci yaratmaktadır.
Geniş örgüt yapısının tamamında somut bir sorun gibi algılanmayan, anlaşılamayan konular üzerinde dar çevrelerde fikir yürütülmesi, hazırlık yapılması ve argümanlar geliştirilmesi, yine sınırlı kalmaktadır. Bu durumun giderek çalışma biçimine dönüşmesi, temsiliyetin bir çok konuyu kendi anlayışı ve gücü kadar yapmaya uğraşması, kısaca tüm birimlerin tartışmalara katılımının ve enerjilerinin alınmasının mümkün olamaması örgütsel tıkanıklığı yaratmaktadır.
Çeşitli konularda çalışmalar yürütmüş olan kesimlerin, birikimlerini örgütün tümüyle paylaşması çeşitli nedenlerle yeteri kadar gerçekleşememektedir. Ancak tüm bu sorunların çözümü yine yatay ve yaygın yapılaşmada, katılım ve demokrasinin yeni araçlarla güçlendirilmesinde aranmalıdır.
Çeşitli nedenlerle daralmış ve birkaç kişinin üzerinde kalmış olan komite-komisyon çalışmalarının bu kısırlığının aşılması durumunda aynı yapı şüphesiz son derece üretken ve yaratıcı olabilecektir.
Örneğin danışma kurullarında sıkça tartışılan “yeniden yapılanma” konusu, uzun komisyon çalışmalarına rağmen netice olarak oda organlarının küçük rötuşlarından öteye gidememektedir. Geçmişte yeterince anlaşılamadan tartışılmış ve reddedilmiş konular ise günümüzde, mesleğimize; dışarıdan uyum politikaları ve yasalarla dayatılmış sorunlar olarak yeniden gündeme gelmektedir.
Sonuna kadar açıklık, sonuna kadar tartışma, demokratik saygı…
Kendisini tam olarak tartışamayan, örgüt yapısını değiştirmeyi kuramayan anlayışlarla yapılan seçimler ise, örgüt yapısı içinde yıllardır varlığını sürdüren yapıların; her türlü daralmaya ve mevzii başarısızlıklarına rağmen kendini yeniden önermelerine ve bazen de ‘tek seçenek’ haline gelmelerine yol açmaktadır.
Seçim dönemlerinde Mimarlar Odasının içinde gizli duran ‘enerji’ açığa çıkmaktadır. Hepimizin bildiği gibi aslında çok kıymetli olan bu enerji de bu sırada yürütülen, belli bir düzeni olmayan toplantı-tartışmalar ‘kesimlerin’ alan tutmalarına bağlı olarak geliştirdikleri savunmalar, hesaplaşmalarla çoğu zaman tüketilmektedir.
Üstelik bazen seçim sonucunu ve yönetimlerin oluşumunu etkileyen görüşmeler açık ortamlarda ve herkesin bilgisi dahilinde değil, dar grup toplantılarında tamamlanmaktadır. Nitekim ya sessizce ya da yorgun ve kimi zaman kırarak dökerek tamamlanan seçimlerden sonra bu enerji de tükenmektedir.
Her ne kadar sık sık yakınsalar da ‘bütün işleri’ sadece kendileri ve sadece kendi yetenekleri oranında yapmaya “aslında” razı yönetim kurulları, örgütü taşıyabildikleri kadarıyla bir sonraki döneme götürmektedirler.
Bu tablodan çıkış imkanı var mıdır? Bu yapılanma modeliyle ağır görevlerin altından kalkılabilir mi? Mimarlık ortamının varlıksal sorunlarla baş başa bırakıldığı bu dönemlerde “oda yöneticiliği” dar çevre anlayışlarına bağlanabilir mi?
Şimdi bu yönde düşünmek ve Mimarlar Odası’nın yeniden yapılanmasını bu sorunlara cevap verecek şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Mimarlar Odası eleştirdiği mevcut sistemin demokratik mekanizmalarından, demokratik katılım olanaklarından, yönetme biçimlerinden daha geri ve eksiklikler taşıyan bir yöntemi benimseyemez. Mimarlar Odası hem kendisi hem üyeleri hem de ülkemiz için demokratik hakların en kolay ve nitelikli olarak kullanıldığı bir örgütlenme olmak, topluma örnek oluşturmak zorundadır.
Mimarlar Odası tıkanmayı aşmak, çokluğun sesini dinlemek, çokluk ile çoğalmayı seçmek zorundadır.
Oysa kendimize baktığımızda yıllar öncesi yapılmış “yeniden yapılanma” çalışmalarının kapsamlarının sonuçta var olanın revizyonunu aşamadığını, dar bir çerçeveye sıkıştığını görüyoruz.
Bunun sebepleri, genelde akıl yürütme tarzımızın iki yöntemsel yaklaşımdan meydana gelmesidir:
Birincisi, hegomonik dili ve toplumsal yapıları yerinden etmeyi göze alarak ve bunu yaparak çokluğun yaratıcı pratiklerinde yatan alternatif bir varoluşu açığa çıkarmak temelindeki eleştirel yaklaşımdır.
Bu yaklaşım örgütte şu anda yeterince benimsenmemiş olsa da aslında bütün yapının dönüşmesine en fazla yardımcı olabilecek yaklaşımdır.
İkincisi ise, öznellik üretim süreçlerini öne çıkaran, kurucu-koruyucu-gelenekleştirici- etikleştirici- sağlamlaştırıcı politik yaklaşımdır. Bu yorgun ve ancak fedakar kadroların (belki de bütün iyi niyetleriyle…) yürüttüğü, kendi yöntemsel yaklaşımlarını kalıcılaştıran ve alternatiflerini “etik” tartışmalarına sürükleyip diğerlerini saf dışı bırakan ‘bildik’ siyaset biçimidir.
Sözünü ettiğimiz eleştirel yaklaşım, içinde olunan sürecin çelişkilerini (kendi öznel durumu dahil olmak üzere) ve krizlerini gün ışığına çıkarmayı amaçlar. Çünkü bu yöntemle her ele alış, bu uğrakların her birinde tasavvur edilen tarihsel gelişme zorunluluğu, alternatif olabilirliklere açılır. Burada oluşan açılım üzerine yeni ve icat edilmiş bir akılcılık değil, farklı eylemlerin yeni bir senaryosu, hegomonik düzeni reddeden, yeni rotalar öneren ve alternatif kurucu güzergahlar ortaya çıkaran bir dizi eylemlerden oluşan yaratıcılıklardır
.
Bu tavır bizi özgürleştirir, kimliklerimizi oluşturmamızı ve ayaklarımızın üstünde durmamızı sağlar. Mimarlar Odası örgütü bu gün için bir “kurucu irade” gibi çalışmalı, eski yapı kendisini (kendisine rağmen) değişimlere açabilmelidir.
Mimarlar Odası tarihi bazı ‘etkili sunucular’ tarafından konu eki olarak aktarılmaya bırakılmayacak kadar önemlidir. Meslek tarihinin ülke tarihi içinde yer alışı sadece anlaşılması için değil, tarihin kendisi tarafından kendisi için yapılması mücadelesinin anayoludur.
Daralan ve etkisizleşen Mimarlar Odası’nın anlayış ve yapısı değiştirilmelidir.
Mimarlık ortamına hizmet eden, emekleriyle içinde bulundukları şartlara rağmen gündem belirlemiş olan ancak bugün çeşitli nedenlerle uzak duran üyeleri ve onların farklı fikirlerini zenginlik olarak gören, birleştiren ve güven veren bir yönetim biçimini oluşturmak zorundayız. Bir çeşit kurucu irade gibi çalışacak yeni yönetim (ve anlayış) kişi, grup, kesim, siyasi kadro,… gibi ayrımları bir kenara bırakarak, “sorunların üstesinden gelmek için sorunlar kadar güçlü örgütlenme” anlayışıyla tüm çekişmeleri bir kenara bırakarak, tatmin edici, ikna edici görüş ve mücadeleleri tüm Mimarlar Odasını kapsayacak şekilde düzenlemeyi hedeflemelidir.
Bu hedefi gözetmek, Mimarlar Odasının dağıtılması, kazanımların yok edilmesi değildir. Aksine gelinen seviyede yeni yolların bulunması ve farklı görüşlerin desteği ile güçlü çıkışların örgütlenmesi kabiliyetinin elde edilmesidir. Bu gücü açığa çıkaracak olan ise çokluğun iradesinin birleştirilmesidir. Katı, disiplinci, giderek daralan, üretmeyi zorlaştıran örgüt yapıları yerine çokluğun yaratıcı yeni pratikler yaşamasına olanak tanıyan ve deneylerin biriktirilmesine meydan veren yöntemsel anlayış kabul edilmelidir.
Örgüt belleği geleneksel biçimdeki kapalılıklarından kurtarılmalı, mimarlık ortamının sorununu bütün mimarların sorun alanı olduğunu kabulle işe başlamalıdır. Ülke mimarlarının çıkarlarını, meslek adamı konumlarını, mimarlık pratiklerini onlar adına ve onlar için en iyi yoldan yürütmek temelinde değil, ortamın bütün aktörlerinin katılımıyla varlığını yeniden kuran ve geliştiren, kendi yöntemiyle ve kendisi için yürütülmesi temeline dönüştürülmelidir. Zaten örgütsel demokrasiden anlaşılan da bundan başka bir şey olmamalıdır.
Bu seviye kabul edilebilirse artık, bir şubede ya da merkezde yönetim kurulu üyesi yahut başkanı olacak kişilerin kişisellikleri, kişi isimleri üzerinde şemalar ve listeler kurma gibi mevcut isimlere indirgenmiş mevcut “örgüt siyaseti” yürütülüş biçimi elbette anlamlı olamaz.
Diğer taraftan, bugünkü düzlemde irade kullanımının içi programla doldurulmamakta, seçimler “yan yana gelmiş kişilerin” üzerinden yapılmaktadır. Program oluşturma anlayışı unutulmuş, çalışma programları seçilmiş olan kurullar tarafından seçim bittikten sonra “kendileri için” yapılmakta, şube bültenlerinde yayınlanmakta ve ancak genelde başka hiçbir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Ortak aklın bir eylem programı niteliği taşımamakta, dönem sonu genel kurullarında hesap vermek ve almak yönünde bir belge özelliği göstermemektedir.
Program oluşturma anlayışında, hedeflerin, çalışma akslarının ve yollarının belirlenmesinde, demokratik ve yaratıcı süreç içinde ortak bellekten, ortak akıl üretilmesi, esas olmalıdır.
Mimarlar Odası kamu yararı saydığı mücadele anlayışını geliştirmelidir
Kamu yararı mücadelenin Mimarlar Odası tarafından verilişinin niteliği bugüne kadar anlaşılır ve kabul edilmiş yöntemlerinin üzerinde yeni ve zenginleştirici bir anlayışla yeniden gözden geçirilmelidir. Kamu adına fiziki çevredeki mimarlığı, planlamayı ilgilendiren konular ve kamu yararına hukuk mücadelesi ağırlıklı olarak Mimarlar Odası tarafından yıllardır verilmektedir.
Günümüzde etkin sonuç almak için bu açılım yeterli değildir. Bizi karşılayan yeni dünya düzeni ve buna bağlı olarak farklılaşan ülke idari-sosyal-hukuk yapısındaki yeni kavramlar düzeni, yapısal uyum politikalarına angaje olmuş bir siyasi odak olarak merkezi yönetimin, odanın hukuk yolunda kamu hakkını arayan çizgisine giderek artan bir şiddetle karşı çıkması bugün olduğu gibi bundan sonra da gündemdedir.
Artık kamu yararına verilen mücadeleden anlaşılan, bir yandan da kamu kaynaklarının kullanımını toplum adına sahip olunan birikim ve uzmanlıkla denetlemek haline dönüştürülmelidir. Bu denetleme yetkisinin arayışı sivil toplumun yükselen talepleri arasında olduğu gibi yerelleşmenin de hedeflerinden birisidir.
Bir kent için yapılan yatırımın demokratik yollarla kent ortakları tarafından onaylanılarak yapılmasından, ayrılan kaynağın büyüklüğüne, fizibil olup olmamasına, ihale ediliş biçimi ve şartlarına, sonra o işin yapılış niteliği ve süresine, bitirilmesi ve kesinleşmiş maliyetine değin yakın takiple uzmanca müdahale niteliğinde bir çalışma anlayışı oluşturulmalıdır.
Bu özelliğinin dışında neredeyse yerel ya da merkezi yöneticilerin kent üzerindeki yatırımlarının hatalı ve yanlış olduğunun belirtilmesi, kaynak denetimine girilmemesi bugün için pasif bir karşı çıkış yöntemi oluşturmakta, bu yüzden kamuoyunun; medyanın gündemine girememekte ve asıl önemlisi yönetim çevrelerinin dikkate alabilecekleri bir etkiyi taşımamaktadır.
Kamu yararı mücadele bugünkünden daha etkili yöntem ve araçlarla sürdürülmelidir.
Çünkü: Mimarlar Odası topluma karşı sorumludur.
Sistemin içine düştüğü krizle birlikte yağma artmıştır. Ormanlar, su havzaları, doğal ve kültürel varlıklarımız her zamankinden daha fazla tehdit altındadır.
Ancak etkinliğini sorunlarla aynı oranla arttırmayan; ülkemiz, toplumumuz ve geleceğimiz için verdiği mücadelelerle tanınan Mimarlar Odası mücadelesinde geriye düşmektedir.
Marmara Depremi artık her an beklenen bir “gerçektir”. Sivil toplumun bu duruma karşı yaptığı çalışmalarda Mimarlar Odası olması gereken etkinlikte değildir.
Diğer taraftan Mimarlık Mesleğinin gerilediği “deprem sonrası dönem”in daha da derin yeni krizlere yol açmaması için Mimarlar Odasının; fen kurallarına uygun ve sağlıklı bir çevre için verdiği mücadelenin topluma anlatılması gerekmektedir.
Mimarlık Eğitimi reformu GATS sürecinde bir zorunluluktur. Mimarlık eğitiminin demokratikleşmesi, süre, öğretmen nitelikleri, okul imkanları, öğrenciye sağlanacak pedagojik ortamların gelişmesi taleplerini içermesi gereken bu reformu talep eden Mimarlar Odası, düzenlediği üç Eğitim Kurultayı doğrultusunda sürekli organları da ivedilikle oluşturmalıdır. Bu konuda biriken ve acil hale gelen görevler yeni dönem oda yönetimini beklemektedir.
Diğer taraftan Mimarlık Eğitiminin genel sorunları dışında büyük şehirlerimizin köklü eğitim kuruluşlarını bir kenara bırakırsak; oluşan çok sayıda Mimarlık Fakültesinin getirdiği “eğitim niteliği” sorunları, bu alanın, artık, Mimarlar Odasının en önemli çalışma akslarından birisini oluşturmasını gerektirmektedir. Yeni çalışma döneminde bu sağlanacaktır.
Yeni teknolojik gelişmelerin Mimarlık ortamının gelişmesine katkı sağlamasında Mimarlar Odası yetersiz kalmıştır. Mimarlar Odasında eğitimi verilen program sayısı sınırlı kalmış, internet teknolojileri arzulanan düzeye ulaşamamıştır.
Kamu kaynaklarının talanı sonucunda ortaya çıkan durum günümüzde ülkemizin tüm kaynaklarını kurutacak, geleceğimizi tehdit edecek düzeye ulaşmıştır.
2006 Mimarlar Odası Seçimleri

