Söyleşi

Michael Sorkin

Tarih: Temmuz 2005


Fotoğraflar: Margarita Velasquez

Şevin Yıldız: İlk olarak İstanbul’a hoşgeldiniz demek istiyorum. Bir çok insan gibi ben de kongrede yaptığınız konuşmayı çok etkileyici buldum. Peki sizin UIA 2005 Kongresi’ne dair izlenimleriniz nelerdir? Sizce kongre doğru noktalara temas edip, birbirinden farklı konuları ele alabiliyor mu?

Micheal Sorkin: Aslında buna cevap vermek benim için oldukça zor çünkü çok az oturuma katılma şansım oldu. İki gündür burada oturup basın görüşmeleri yapıyorum. Aslında kongrede yapılan sunumların bildirilerinin bulunduğu kitabı okudum ve bence bir çok önemli konu ele alınmış.  Feminist ve cinsiyet ayrımcılığı meseleleri, çevre meseleleri ve bir çok politik mesele tartışılıyor. Geçmişteki kongrelere göre konuların daha az form odaklı olması beni ümitlendirdi diyebilirim. Bu nedenle bu kongrenin organizatörlerini kutluyorum. Ana konuşmacıların ünlü mimarlar olması kongreyi biraz tek yöne sürüklese de, çok da şaşırtıcı değil. Uluslararası mimarların toplandığı bir kongrede, insanların mesleklerinin starlarına dokunmak, ulaşmak istemesi normal.

ŞY: Aslında bir sonraki sorum da tam bu konuyla ilgiliydi. Temayla beraber herkesin öne çıkarmaya çalıştığı meseleler sosyal meseleler, afet, barınma hakkı gibi konular olsa da iş seçim yapmaya geldiğinde mimarların çoğu bu star mimarların konuşmalarını seyretti. Aynı zamana denk gelen bir yuvarlak masa toplantısı veya forum bu konuşmalar kadar ilgi görmedi. Bu da konuşulanlar hakkında kafamda bazı çelişkiler oluşturdu.



MS: Eğer batılı star mimarlarla bir araya gelme şansınızın çok az olduğu İran gibi bir ülkeden geliyorsanız, bu bence çok doğal bir tercih. Bu konferansı lanse ederken de bence bu konuya duyarlı davranmışlar. Benim en eski arkadaşlarımdan biri bu kongrenin organizatörü ve ben onun mimarlığın sosyal yönüne hem profesyonel anlamda, tüm kalbiyle bağlı olduğunu biliyorum. Ben ise ana konuşmacı olarak bu konulardan bahsetmek istedim çünkü benim için önemli olan bu.

ŞY: Konuşmanıza geri dönersek, Dünyanın artık kendi kendine yeten daha küçük şehirlerden oluşması (nüfusu 1 milyon ve altı) gerektiğini söylemeniz bence çok ilginçti. Yine bunun ilgili olarak, geçmişteki bahçe şehirlerin iyi bir model olduğunu ama endüstriye uzak durduğu için bugün geçerli olamadığını söylediniz.

MS: Endüstri ve yoğunluğa uzak durduğu için. Bahçeşehirlerin tasarımcıları nasıl kamusal alan yapılabileceklerini anlamadılar. Aslında beni bahçeşehirlerin fiziksel formulü değil bu şehirlerin arkasındaki motivasyonlar ve prensipler daha çok ilgilendiriyor. Bence bunlar hala çok yararlı ve geçerli olabilecek prensipler. Eğer bunca yapılan tartışma sürdürülebilirlik üzerine ise ve biz şu an 19. yüzyılın problemlerinden çok farklı problemlerin ve çözümlerin olduğu bir çağda yaşıyorsak, yeşil ve sürdürülebilir kent kavramı bu gezegenin yaşayabilmesi için gerekli.

ŞY: Peki bu modelin içine tüketim kalıpları nasıl entegre edilecek? Ekonomiye ve tüketime ait kalıplarda da köklü bir paradigma değişimi gerekli.

MS: Benim de söylediğim buydu. Bu sorunların tek çözümü tüketim kalıplarındaki dengeleri yeniden gözden geçirmek. Amerika’da yaşayan ve yeryüzü kaynaklarının dörtte birini tüketenlerin tüketim kalıplarını. Bu kesinlikle böyle devam edemez. Ayrıca kültürel alışkanlıkların ve teknolojinin batıdan doğuya gitmesi gerektiğine dair kanı da çok yanlış bir kanı. Afrika’daki insanlar azla yaşamayı öğrendiler ve devamlı olarak onlara bunun yanlış olduğunu dikte edeceğimize, bizim onlardan öğrenmemiz gerekir.

ŞY: Tabii bu anlamda gelişimin ve medeniyetin lineer olduğunu düşünen kabuller de yanlış.

MS: Bu yanlış, artık kapitalizmin kazandığını yapacak birşey olmadığı kabul eden, sistemin bu olduğunu iddia eden düşünceler de yanlış. G8’lere, Dünya Bankasına ve IMF’ye hükmeden bu düşünceye en gayretli biçimde karşı çıkmamız gerek. Sonuçta kesinlikle sürdürülemez olacak bir sonu, homojen yaşam koşullarını benimsetmeye çalışan tüm iktidar aktörlerine karşı da savaşmamız gerekli.

ŞY: Gene konuşmanıza dönecek olursak, konuşmanızda mimarlığın çoğulculuk ihtiyacına, sosyal gerçeklere karşı bir nevi kamuflaj tutumu içinde olduğunu belirttiniz. Siz bunu söyleyince ben de bunun temelde mimarlık eğitiminden gelen bir tutum olduğunu düşündüm. Belki dünyada da böyledir ama Türkiye’de özellikle mimarlık öğrencilerinin apolitik olduklarını düşünüyorum. Çoğunun çevrelerindeki sosyo-politik gelişmelere karşı bir duruşu yok. Sizce mimarlık eğitiminde eksik olan ne? Böyle bir duruşu kazandırmak veya entegre etmek için neler yapılmalı?

MS: Ben tabii 30 yıldır Amerika’da hocalık yaptığım için sadece Amerika’daki bakış açısından bahsedebilirim.Amerikan eğitimin en şaşırtıcı yönü, programların içinde çevre eğitiminin çok az olmasıdır. Politik bir bilinç uyandırabilmek için, kaynakları gezegen ölçeğinde düşünmek gerekir. Bizim gibi çevreyle ilgili disiplinlerde çalışanların, kaynak akışları arasındaki eşitsizlikleri, batıdaki insanlarla dünyanın geri kalanında yaşayan insanların yaşam biçimleri arasındaki açığı göstermek için kullandıkları araçtır bu. Bu birincisi. İkincisi ise bütün mimarlık okullarında var olan, fazlasıyla formalistik ve biraz da teorik uygulamaya karşı getirilecek güçlü ve eleştirel bir yaklaşımdır. Mimarlık teorisinin bu şekilde değer kaybetmesini ve giderek anlam kaybetmesini önlemeliyiz. Sosyal değerin, bir kolon ve kiriş arasındaki ilişkide keşfedilebileceği düşüncesi çok hoş bir teorik noktadır ama mimarlık eğitimdeki pratik değeri çok azdır. Üçüncü olarak mimarlık eğitimi kente de odaklanmalıdır. Bütün sosyal, politik ve çevresel ilişkilerin ortaya çıktığı yer kenttir ve bunun için kentsel eğitimin, mimarlık eğitiminin çok güçlü bir elemanı olması çok önemlidir.

Son olarak da şunu söylemek istiyorum, ben 1960’larda mimarlık okulundayken, mimarlığın topluma hizmet etmesi çok önemli bir kriterdi. Bu nedenle mimarlık formasyonun bir parçası olarak kamusal gelişimi desteklemek gerekir. Yasal olmayan yerleşmelerin bu kadar yaygın olduğu Türkiye gibi bir ülkede bu çok önemli. Bizim mimar olarak ihtiyacı olan insanlara hizmet edebileceğimiz, yardımcı olabileceğimiz özelliklerimiz var. Eskiden insanların tarif edilemez ama güvenilir bir bilgeliği olduğunu düşünürdük ve bu fantaziye o kadar çok inanırdık ki, onların mimar olmasına izin verip, kendimizi de bu inşa etmeye dair bilgelik ve inşaat sahası arasındaki aracı olarak görürdük. Artık buna değil profesyonelliğin ve uzmanlaşmanın önemine inanıyorum ama gene de inananların bir şekilde mimarlığa dahil olmaları gerektiğini düşünüyorum. Onları dahil etmek onları mimar gibi görerek değil, onların müşterilerimiz olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak olabilir. Onların adına tasarım yapıyorsak, onların istekleri ve ihtiyaçlarına kulak vermemiz gerekir. Sonrasında onların hayal gücünün ötesinde birşey tasarlamak ise bizim görevimiz. Sonuçta 8 yılı mimar olmayı öğrenmekle geçiren onlar değil. İşte bu da mimarlık okullarında olması gereken üçüncü ayak. Bugünkü mimarlık teorisinin eleştirisini de bunlarla beraber sayarsak 4 ayak ediyor, ama bu eleştirinin yeri yanlış. Coğrafya, şehircilik bölümlerinde bu işi çok daha iyi yapıyorlar. Mike Davis, Jane Jacobs, Edward Soja, David Harvey gibi isimler, esas meselerle uğraşan isimler.

ŞY: Peki mimarlardan oluşan architecture for humanity (insalık için mimarlık), architects for peace (barış için mimarlık) gibi aktivist gruplarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu oluşumlar gelecek için size ümit veriyor mu?

MS: Evet, bence bu çok umut verici bir durum. Bu gruplar hem etkili olabildikleri hem de genç insanları kendilerine çekebildikleri ölçüde önemli oluşumlar. Kesinlikle harika.

ŞY: En son sorum da gene kongrenin teması ile ilgili olacak. Sizce bugünün kentlerinin hangi özellikleri pazarlarda sergilenebilir?

MS: Mimarlıkların pazar yerinin ne demek olduğunu tam olarak bilmiyorum. Bana göre pazarın en önemli özelliği çeşitliliktir. İnsanın binlerce çeşidi bir arada bulabilmesidir. Bugün globalleşme ile bize sunulan çeşitlilik aslında bir ilüzyon. Beş bin çeşit Coca Cola veya sabun çeşitlilik değil çeşitsizliktir. Biz dünyayı etkisi altına almış bu “tekdüzelik” dalgasına karşı duran savaşçılar olmalıyız. Tekdüzeliğin panzehiri olabilecek kadar çok sayıda farklılık, çeşitlilik üretmeliyiz.

ŞY: Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Söyleşi Arşivi
Dönem içinde gerçekleştirilen söyleşilerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz söyleşiyi listeden seçiniz.