reklam

Aydan Balamir'den
Diyalog 2003 > Abdurrahman Hancı

Tarih: 04 Şubat 2003
Yer: Arkitera Forum

İnce ayar ustalıklar ve acemi cesaretleri
(Abdurrahman Hancı üzerine düşünürken görüp geçirdiklerim)
Aydan Balamir, Arredamento Mimarlık 1996/09, sayfa 79-81

"Niteliğin çeşitli yönlerini birer birer ayırdı -bütünlük, canlılık, yetkinlik, tutumluluk, duyarlılık, açıklık, vurgu, akıcılık, gerilim, parlaklık, kesinlik, oranlılık, derinlik ve bunun gibi- bunların herbirinin, niteliğin kendisi gibi pek tanımlanamaz oluşunda diretti(...) Hamahlatlık, Ha şöyle. Bu her şeyi özetliyor. Niteliği çıkartırsanız geriye hamahlatlık kalır. Niteliğin yokluğu hamahatlığın esasıdır."

R.M.Pirsig (1974)
(Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı: Değerlerin Sorgulanması, çev. S. Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınları, 1995, s. 187-196.)

Ege'nin bir yazlık gayrimenkuller beldesinde gezinirken, mimar Abdurrahman Hancı'ya ayrılan profil için ne yazacağımı düşünüyorum. Son yılların mimari akıntılarına, yapılanmış gevezeliklere ve gaflara bakıp, eski kuşak mimarların yapılarındaki ketumluğun, ince ayar ustalıkların degerini daha iyi biçiyor insan... Mimarın ustalığını, yaptıklarının değil de, asla yapmadıklarının bilançosuyla tarifleyebilmek üzere, çevredeki şu yapı dilbazlıklarına ve kırılan potlara bir göz gezdirelim.

Öncelikle göze çarpan, ufak-tefek kütle hareketleri, yerli-yersiz çatı kırmaları, tüfeyli geometri oyunlarıyla yaratılmaya çalışılan ölçeksiz ihtişam egzersizleri. Hantal hatlar, cılız uzuvlar, oyunbaz profiller, patavatsız doluluk-boşluklar, dam üstünde alınlıklar... Sonra yalancı taşlar, fayans bahçeler, pimapen panjurlar, manzaraya karşı cam tuğlalar ve alçı kolonlar... Dürüstlük, doğruluk, tevazu gibi erdemlerin çoktan modası geçtiği için, mimarlıkta malzemenin dürüst ifadesi, yapının doğru karakterini bulması gibi düsturları yarım asırdır sabırla sürdüren Hancı'nın benzeri ölçeklerdeki evleri, tasarım dergilerine alıcı gözle bakan müstakbel malsahipleri için biraz sıkıcı gelebilir. 

Üstelik mimarın seçkini gereksiz masrafa yol açacağından, doktorun, dişçinin, avukatın, terzinin, kuaförün en iyisini, en şöhretlisini bulmaya özen gösteren insanımız için mimarın makbulü, en ucuz ve en çabuk iş yapanı, tercihan dolabında hazır projeleri bulunanıdır. Öyle olunca da, Arredamento Dekorasyon'un "Nahoş" sayfasına aday yazlıklar çıkar ortaya. Kiminde kof gövdeli, argo ağızlı, hafifmeşrep ifadeler, kiminde ise fazlasıyla ciddiyetli, yazlık evden çok resmi daire görünümlü, asabi karakterler. Bir yanda, baştan hiç akla gelmeyip sonradan eklenmiş haklı sundurmalarla haksız teras kapamaların kadastral kurnazlıkları; diger yanda, hazır üstü kapah, yanları korunaklı (ve deniz manzaralı) potansiyel dış mekanlar ortaya çıkmışken, yok hayır buraya değil, başka yere açılarak, sundurmasının siparişini bekleyen cam satıhların şaşkınlığı. Ve çoğunda, oturduğu yerin plankotesiyle pek barışık olmayan rastgele bina tabanlarının eğreti duruşları...

Burada tekrar bir dönüp, Hancı'nın evlerinde yerle ve gökle buluşmanın rahatlığına bakalım. Binanın yere ve göğe dokunuşundaki olgunluk ustalıklı mimarlığın işaretlerinden biri, belki de birincisi iken, acemi yapı pratiğinde gözlenen genellikle, iklim ve arazi özelliklerinden, güneşin, rüzgarın, manzaranın hükmedici yönlerinden bağımsız olarak kurulan iç-dış ilişki(sizlik)leri ile, zemin ve silüet çizgilerinin duyarsızlığı. Yerin özgül koşullarını iyice tanımadan üretilen ezbere kadastral çözümler üzerine, kimi kalburüstü mimarlık örneklerinden devşirme figürlerle donatılmış şairane üslup gayretkeşlikleri... Örneğin, çıkmalarda sıkça gözlenen "plikaşe" kademelenişler, pencere boşlukları etrafına atılan sövemsi "biyeler" ve "reglan" kesimli parapetler, kalburüstü mimarların haut couture çalışmalarından aktarma figürlerin en gözde olanları. (Ve tabi, Modern'in kurdela pencereleri yerine, artık Postmodern fiyonklar).

Mimarlığın ruhsat alma, tanınan imar hakkını en verimli şekilde kullanma gibi bir hizmete indirgendiği, tasarım mükemmeliyetini özendirici pek az koşulun bulunduğu bir ortamda mimarın yine de sıradan olanı aşma, sanatçı kimliğini ortaya çıkararak kendini ifade edecek yollar bulma çabasını küçümsemek değil amacım. Her mimarın yaratıcı bir faaliyet içinde olduğu bilincini taşıdığından ve ürettiği işe bir şiirsellik katma arayışında olduğundan kuşkum yok. Ancak, şu veya bu şekilde şiirselliği ararken, tıpkı dilin titiz zanaatinden yoksun şairin tutukluğu veya tam tersi, acemi cesaretinde olduğu gibi, akıcılıktan ve derinlikten yoksun, ya birşeylerin eksik kaldığı ya da fazla kaçtığı durumlar çıkıyor ortaya. Taşıyıcı düzenlerin hamlığı ve oturmamışlığı, detayların bitimsizliği, asgari düşünceye azami masraflılığı gibi... Kısaca 'tektonik hamahlatlıklar' diyelim ve Hancı'nın her ölçekteki tasarım çalışmalarında saklı niteligi, bu sayılanların bulunmazlığında arayalım.

Hancı'nın binalarındaki nitelik, öncelikle yapının ilkesel kurgusunda ve cisimlenişinde, ayrıntılanışında saklıdır; sonrası zaten zamanla değişebilir, değiştikçe her zaman güzelleşmese de, öncülünün izleri, kalıcı doğruları hep hissedilir. Taşıyıcı sistem, olması gerektiği kadarının duruluğuyla, doğru ilişki ve ölçülerle kuruludur. Yapı, cimri hacimlere bölük-pörçük müsrif yüzeylerle değil, kararlı ve tutumlu doluluklara zengin boşluklar hesabıyla kurulur. Oysa, söz konusu yazlıkların çoğunda, gövdelenmesi gelecek sezona kalmış betonarme iskeletler ile iskeletken belki biraz daha masum dursalar müstakbel günahları şimdiden belli. Hacim her köşesine bir kolon hesabıyla, olur-o perde ve rastgele kirişten oluşan bir taşıyıcı lasyonu... Ahşap kolon aralıklarında beton açıklıklar, üstelik içleri dolduğnda pekala yığma da olabilecek kapanıklıkta kütle tanzimleriyle... Hacimlerin boyuna bosuna ve yüze çokluğuna bakmadan neden ille de karkas oldukları (acaba mülkün değerini artırıcı bir mi) sorusu bir yana, şu bildik kolon-kiriş sisteminin yalın mantığına ya da DOMINO si elverişli esnekliğine ne oldu? Hani şu, mimarlığın klasik düzenleriyle türdeş iskelet/kafes türleri ile kolonları domino beneklerine denk düşüp, döşemeyi çeperde konsol bırakarak yapının cidarını özgür kılan, Modern Mimarlığın amblematik yapı taşı...

Modern dilin ustaları domino taşlarını da, gerektiginde (yığma) iskambil plakaları da bilerek oynar; beton kafesi de, karma sistemleri de yetkinlikle kullanır. Dilin acemileri ise, kolon adlarını olabildiğince duvarlandırarak, yerden tavana sıkıca paketleme eğilimindedir mekanları. Ya da, aslında yığma yapı tarzına uygun bir düzenlemeyi "kolonlandırarak" demek daha doğru olur. Kolonların baştan mı konduğu, yoksa plan ortaya çıktıktan sonra mı serpiştirildiği, mimarın çalışma tarzına göre değişiyor. Ama, her iki durumda da, taşıyıcı sistemin elverdiği olanaklar (mekanın akıcılığı, iç-dış birlikteliği vb.) kullanılmadığı gibi, duvarın egemen, boşlukların mazbut, mekanların durgun ve hücresel olduğu bir başka yapı dilinin estetiği de kurulamıyor.

Benzeri mekan şemaları ve tektonik kurgular ortalama yapı pratiğinde çoğaladursun, Hancı'nın birkaç dergi sayfasında görünüp, mimarlık sahnelerine yüksek sesli çıkışlar yerine, herbiri kendi yerinde sessizce güzelliğini sürdüren yapıları mimarlık ortamına örneklik eden, yeniden üretilebilir modeller oluşturmamış. Bunun bir nedeni, Hancı'nın ortalama pratiğe kolayca süzülüveren moda "söylemler" (yöreselcilik, Postmodern vb.), veya kolayca tekrar edilebilir figürler (plikaşeler, biyeler vb.) yerine, sindirilmiş bir entelektüel birikimle birlikte seyreden emek-yoğun bir artizanal gelenek içinde çalışmış olması. Doğrudan bir üslubun, akımın düsturları rehberliğinde verilmiş eserleri (örneğin, Le Corbusier'nin izindeki Büyükada Oteli) düşünüldügünde ise, aynı modelin ortalama yapı pratiğindeki sayısız türevinden üstünlüğünü sağlayan, dilin o titiz zanaati olsa gerek.

Hancı'nın uzun yıllar Fransa'da çalışmış olması, göz önüne yeterince model süremeyişinin bir başka nedeni olarak sayılabilir. Öte yandan, hep göz önünde olsaydı ne değişirdi diye düşünüyor insan. Acaba yapıların "olması gerektiği gibi" duran, söylemi ve figürü zorlamayan bir doğallıkta oluşu prim yapar mıydı, hele son yıllarda? (Genellikle uç durumların dikkatleri üzerine çekebildiği medyatik bir dönemde comme il faut bir duruşun ne çekiciliği olabilir?) Baudrillard'ın "hipergerçeklik" olarak adlandırdığı, "gerçeğin yerine işaretlerinin geçtiği" günümüzde Hancı'nın (ve her kuşaktan benzeri doğrultuda mimarın) zorlama olmayan -ama kolaycı hiç olmayan- sade gerçekliklerinde saklı niteliğin farkına varılması giderek güçleşiyor.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz