reklam

Sorular & Cevaplar
Diyalog
> Emre Arolat

Tarih: 25 Aralık 2001
Yer: Arkitera Forum

son sayfa >>

blur

Aksay Denizcilik

Sayın Arolat,
Aksay Denizcilik binanısını şantiyesi sırasında gezmiştim.

Dış mekanlardaki kaplamasız yalın tavır iç mekanlarda devam etmiyor (du). Binanın iç mekanında bulunulduğunda sanki bu brüt beton binada değilmişiz de sıradan bir başka ofis binasındaymışız izlenimi doğuyordu.

Bu sizin tercihiniz miydi? Yoksa işverenin mi?

Eğer sizin tercihiniz ise neden bugüne kadar yapının hiç bir iç mekan fotoğrafı yayınlanmadı?

Emre Arolat

 Aksay projesi, aynı zamanda taşıyıcı olan dış kabuğun, kaplamasız, boyasız ve “iyi eskiyen” bir dış yüzey oluşturmasını öngörüyordu. İç yüzeyde ise “sıradan olmama” gibi bir kaygı içermeyen, neredeyse anonim bir ofis sisteminin kabullenilmesini, tasarımın bütünü açısından bir “yenilgi” olarak görmedik.

Yapının iç yüzeylerinde de dış yüzeyinin “biçimsel” sonucunu elde etmek, ancak çift yüzeyli ve ortasında yalıtım katmanını içeren, yapım yöntemi ve teknolojik yönden çok daha “incelmiş” bir sistemi zorunlu kılardı ki bu zorunluluk o tasarımın ana ilkeleri ile ters düşerdi.

Bu yapı, betonun bir dış malzeme olarak kullanılması için gereken ölçüde bir teknolojik derinlik içerdi. Ama tam da bu kadarını. Daha fazlasını değil. Bu gerçeği, “tercihler” platformu üzerinden irdelemek yerine, bu örnek üzerinden, düşünceyi ekonomik verilerin belirlemiş olduğu bir çerçevenin içinde ele almak, ortam adına önemli bir fırsat yaratabilir. Böylece, beyhude bir çaba içinde olma tehlikesinden de kurtulmak olanaklı. “Kapital”in öngördüğü ve çok net bir biçimde tariflediği bu çerçevenin mimarlık dünyası tarafından da fark edildiği gün, biçim üzerinden, malzeme üzerinden ve dahası izlenimler üzerinden yapı okumak da, tasarlamak da geçerliliğini yitirmeye yüz tutacak. Bunun önemli bir kazanım olduğunu ve biz istesek de istemesek de bir gün başımıza geleceğini düşünüyorum.

Bu arada, Aksay Denizcilik gibi sükunet içinde bir yapının hem de yapım sırasında fark edilerek sizin tarafınızdan gezilmesi de benim açımdan üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu. En azından küçük bir azınlık tarafından bu denli izleniyor olmak, hem ilginç hem sevindirici hem de bir yönüyle epey ürkütücü doğrusu...


mona 

ikinci kuşak olmak

Emre Bey,

Uğur Tanyeli sizin için "Ailesinin ikinci kuşak mimarı. Bu hep zor bir kimliktir" demiş ve mimar aileden gelmeyi şöyle tarif etmiş: "önceki kuşak sonrakine taşınması kolay olmayan bir miras bırakır. Ortada durmuş tercihler, alışkanlıklar vardır. Oğul, bunlan aşıp kendi varlığını ilan edebilmek için uğraşmak zorunda kalır. "

Siz zor olan ikinci kuşak mimar olmayı aştınız, kendinizi kanıtladınız. Ailenizin mimari geçmişi olmasaydı bu kadar başarılı olurmuydunuz, yoksa bu kimliği taşımanın zorluğu mu sizi bugünkü noktaya getirdi?

Emre Arolat

 Tanyeli bu yazıda, ikinci kuşak mimar olmanın zorluklarının dışında, kolaylıklarını ve faydalarını da vurguluyor.

Tahmin edersiniz ki sorunuzun içindeki ikilemle sık sık yüzleşmek durumunda kalıyorum. Dahası bu sorunun tek cevabı olabileceğini de düşünmüyorum. Kanımca mimarlık, birçok meslekte olmadığı kadar uzun soluklu olması gereken bir uğraş. Bu sürecin başlangıç bölümlerinde, -belki ilk 5,10 yıl- mimar ailenin, yeni başlayan mimar için olumlu katkılarının olması daha büyük bir olasılıkken; ilerleyen dönemlerde, kuşak farkının getirdiği farklı düşünceler, yaklaşımlar ve yöntemler, olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Kendi adıma, henüz evrensel ölçütlerde aklımdaki başarıyı yakalamış bir mimar olduğumu söyleyemem. 38 yaşındayım ve onbeş yıldır yüzlerce projenin tasarımında rol aldım. Onlarca da yapı gerçekleştirdim. Buna karşın halen yolun başında olduğumu hissediyorum. Birinci kuşakla zaman zaman barışık ve uzlaşık, kimi zaman da çatışık bir yol tuttuk. Belki de bu çatışık dönemler, benim inatla, hırsla daha da çok çalıştığım, deyim yerindeyse kendimi yırttığım zeminleri hazırladı. Zaman zaman da çatışmanın doğurduğu gerginlik, bir boşvermişlik, bıkkınlık ve genç yaşta gereksiz bir yorgunluk yarattı.

Böyle bir durumda iki seçeneğiniz vardır:
1- Çeker gidersiniz.
2- Kendi mimarlık kimliğinizi oluşturur ve bunu savaş aletiniz olarak kullanırsınız.
Hala, herşeye karşın 2. yol bana daha doğru görünüyor. Genellikle çatışık olsak da...

Umarım bunlarla sorunuz cevaplanmıştır.


arasburak 

Emre Arolat

Merhaba,

Ben şu an lisede okuyorum ancak mimarlıkla uzun süredir ilgileniyorum.

Hiç kendinizi Pritzker'i alırken hayal ettiniz mi?

"Mimar Emre Arolat" olmadan önce ne gibi hayalleriniz vardı?

Hayallerinizin önüne elinizde olmayan engeller çıktı mı? (çıktıysa, ülkenizle ilgili olabilir mi diye sormak istedim)


Çok teşekkür ederim,
aburak amatör mimarlık denemeleri sitesi

Emre Arolat

Sevgili Aras Burak,

Seni hiç tanımıyorum ama rahatlıkla söyleyebilirim ki, son dönemde beni mimarlık mesleğinin Türkiye’deki geleceği adına, en çok heyecanlandıran ve ümitlendiren insansın. Arkadaşlarınla birlikte tabii. Son yıllarda gerek proje atölyesi yürütücüsü olarak gerekse jürilerde çeşitli okullarda öğrencilerle birlikte oluyorum. Birkaç ayrıcalık dışında, en büyük sıkıntı öğrencilerin yaptıkları işten keyif almamaları ve hiç heyecan duymamaları yönünde.

Sizler harikasınız, sakın bu heyecanınızı kaybetmeyin. Belpelis City muhteşem bir “Case Study” bence. Gerçek entelektüel bir toplumun sizin gibi sıkı sıyrıklara gereksinimi var. Hangi mesleği seçerseniz seçin, çok başarılı olacağınızdan kuşkum yok. Hangi liseden olduğunuzu merak ettim doğrusu. Lütfen eğitimde, yolda, şurada burada sizi bu doğru ve heyecanlı çizginizden alıkoymak isteyenlere kulak asmayın. Örneğin İpek, “Nesteren Cafe’nin alt katından bahçeye doğru taşan bar, üst kat planında niye görünmüyor?” diye soran benim gibi”şartlanmış” ihtilal çocuklarına, “Yukarıdan öyle görünüyor” cevabını anında yapıştırabilmeli.

Arkadaşlar, ben lisede öğrenciyken yani sizlerin yaşındayken, bu ülkede gece 24.00’den sonra sokağa çıkma yasağı vardı. O saate kadar da bir yerden başka bir yere gitmek istediğinizde yollarda defalarca durdurulur ve aranırdınız! Hayatım boyunca unutmayacağım, bir akşam kız arkadaşımla kalabalık bir caddede el ele dolaşırken bizi askerler durdurdu. Beni karakola, arkadaşımı da hastaneye bekaret kontrolüne götürdüler. Arkadaşımın babası karakola geldiğinde utancımızdan yerin dibine geçmiştik. Kavruk, pısırık ve depolitize bir gençlik olmamız istendi. Otorite bizi hep bu yöne doğru sürükledi. Sağlam, kişilikli bireyler olma çabamız her daim kösteklendi.

O günlerden beri, 20 yıl geçti aradan ve bu ülkede çok şey değişti. Şimdi siz aynı yaşlarda, sanal bir platformda, Belpelis City’i yaratıyorsunuz. Ellerinize, beyninize sağlık. Bu arada “Designer”ların “retro” kokulu fotoğrafları tek kelime ile muhteşem!

Lütfen değişmeyin, ama çok önemli bir konuyu da atlamayın. Çok çok çok okuyun, okudukça okuyun, şimdiden okuyun ki zaman kazanın. Birkaç yabancı dili, özellikle ingilizceyi çok ama çok iyi öğrenin. Bugün mimarlık okullarındaki öğrencilerin çok büyük bir çoğunluğu hiç okumuyor. Hiç de izlemiyor. Orta yerdeki mimarların da yarısından fazlasının hiç okumadığından adım gibi eminim.

Gelelim Aras’ın sorularına :
-Evet, kendimi Pritzker’i alırken hayal ettim, etmeye de devam ediyorum. Sonuna kadar da edeceğim.
-“Mimar Emre Arolat” olmadan önce, sırasıyla bakkallık, şoförlük, pilotluk ve otomobil yarışçılığı hayallerim vardı. Otomobil işi ciddi bir biçimde içimde kalmıştır.
-Hayallerim, engeller ve bizim ülkemiz ile ilgili benim deneyimlerim dahi henüz 38 yaşında olmama karşın çok eski. Yukarıda yazdığım olumsuzlukların çok büyük bir bölümü, bugün masal gibi. Hiçbir mazeretiniz olamaz, bizlerden çok daha yükseklere dikmelisiniz bayrağı. Sizler daha demokratik ve daha yenilikçi bir platformda dans eden yepyeni bir kuşaksınız. Haydi gayret!

arasburak

Belpelis

Merhaba,

İlgilenerek şehri incelediğiniz ve cevap yazdığınız için teşekkür etmek istiyorum ilk olarak.

Belpelis şehri aslında kafamda daha farklı bir işleyişe sahipti. Yani ben oyuncudan çok filmin yönetmeni olmak istiyordum. Benim gibi mimarlığı seven herkese kapıları açıktı (mimar yada degil), üstelik bazı gerçekler ve mâli problemler gibi kısıtlayıcılıklardan uzak, hayal gücünün sözünün geçtiği bir platform olarak 2000 yazinda fikri bulduğumda beni çok heyecanlandırmıştı.

2001'de simülasyonu başlattık, yani bu şehirde gerçek bir hayat başlamış gibi çalışacaktık. Yakın arkadaşlarıma anlattığımda "ilgilenir misiniz?" dediğimde ilgilenenler oldu. Ama İpek dışında da şehre aradığım (yoğunlukta) ilgiyi bulamadım pek. Yani diğerleri elinden geleni yaptı ve çok güzel şeyler yarattı ama sonuç olarak mimarlık onların gelecekteki hayali değildi, yani onlar bir yönetici, bir modacı veya matematikçi olarak ellerinden gelenin en güzelini yaptılar. Hepsi de katılımlarıyla beni çok sevindirdi. Ama mimarlığa gönül verenleri arıyordum daha çok. Anladım ki bulmak hiç de kolay değil. Yani ICQ'da ve okul panolarından 2001 yılı içerisinde yüzlerce kişiye projeden bahsettim ama aradığımı bulamadım açıkçası.

(Bu arada merak ettiğiniz okularımız da : Aras B., N.İsmail, A.Kozmidis, D.Korman, M.Kaskan: Işık Lisesi / İpek Uğurlu : Uluğbey Lisesi)

Bu nedenlerden dolayı Belpelis yavaş yavaş benim tasarımlarımı içine yerleştirdiğim sanal bir şehir oldu. Çünkü gerçekte bir tasarımı yapmak için araziyi ve çevresini iyi tanımanız gerekiyor ve ben de bu çalışmayı Belpelis üzerinde yapabiliyorum biraz ilkel de olsa

Tekrar teşekkür ediyorum ve iyi çalışmalar diliyorum. (Arkadaşlarım da yazınızdan büyük keyif aldı, onlar adına da teşekkür etmek istiyorum)


mithat  

Reşit Soley bir konusmasında bir pantolon alırken en az 7-8 konuya dikkat ederiz diyor. Bu aralar tasarlarken nelere dikkat ediyorsunuz? Teşekkurler

Emre Arolat

Reşit’in pantalonları iyidir zaten. 7-8 şeye dikkat ettiği belli oluyor. Şimdi biraz zayıflıyor, daha da iyi duracak üzerinde...

“Tasarlarken Üzerinde Durulması Gerekenler” diye bir listemiz yok doğrusu. Belki çok alışıldık bir cevap olacak ama, konu, yer, sorunlar, program ve bağlam hiçbir tasarım için aynı değil. Bu durumda da böyle “komprime” bir ilaçtan söz edemeyiz.


nedim 

Merkez Bankası binası ile ilgili gelişmeler nedir acaba?

Binanız uygulanacak mı?

Emre Arolat

Tüm proje ve yapım tarifleri, çok ayrıntılı bir biçimde hazır. Arazi hazır, belediye onayı hazır, biz de
hazırız.

Ancak yapı henüz uygulanmıyor. Bekliyoruz ! KRİZZZ !


cube

Emre Bey,

Arolat Mimarlığın mirasını devralıp bugünkü çizgiyi belirlerken ne kadar başarılı olduğunuz ortada. Ancak Uğur Bey'in tabiri ile "Türk Beşleri"nden biri olmanız size yeni bir kimlik sınırı çiziyor mu? Bu gruba dahil olma konusunda ne düşünüyorsunuz?

İkinci sorum büronuzun çalışma sistemi ile ilgili. Bildiğiniz gibi Türkiye'de mimarlar mezun olup proje bürolarına girdikten sonra kariyerlerini Autocad ya da benzeri programları kullanma üzerine kurmak zorunda kalıyorlar. Okulda öğretilen tasarım becerilerini kullanma fırsatları hemen hemen hiç bir büroda verilmiyor. Siz yanınızda çalışanlara bu fırsatı tanıyor musunuz? Emre Arolat'ın bürosunda çalışmış biri kendini mimarlık dünyasına daha kolay kabul ettirebilir mi ileride?

Emre Arolat

 Arolat Mimarlığın mirasını aldığımı düşünmüyorum doğrusu. Tanrı korusun!

“Türk Beşleri” konusunda “arif”in de bir sorusu var. Bu konuya, o sorunun cevabında tekrar değineceğim. Ancak bu noktada, kişisel olarak çok önemsediğim bir konuyu vurgulamak istiyorum:
Türkiye’de mimarlık eleştirisi konvansiyonu, Türk tasarımcısının ürünleri üzerinden yapılma yönünde gelişmemiştir. Bunun sonucu olarak da “kuram” ve “pratik” sanki birbirlerinden kopuk iki ilgisiz bağlama dönüşmüş, Kuramcı-Pratisyen gibi iki ayrı kutup kendiliğinden oluşuvermiştir. İlk aklıma gelen, Bülent Özer, Suha Özkan, İhsan Bilgin, Gürhan Tümer, Aydan Balamir, Aykut Köksal, Mine Kazmaoğlu, Tansel Korkmaz, Bülent Tanju, Sercan Yıldırım ve Ali Cengizkan gibi isimler, bu türden, yani yerli tasarımcıların ürünleri veya mesleksel duruşları üzerinden değerlendirmeleri, evrensel nitelikte yapabilecek donanımda kişiler. Bu kişilerin eğitici ve eleştirici kimlikleri, tasarım üretme kimliklerinin önünde olmasına karşın, sözgelimi, yeni sonuçlanan bir yarışmanın projelerinin değerlendirilmesi pek de bu kişiler tarafından yapılmaz. Daha da kötüsü, Türkiye’de uygulamada gerçek düşünsel bir sancı yaşayarak üreten az sayıdaki tasarımcının ürünleri, bu eleştirel ortamdan nasiplenemezler bir türlü. Bu “iş”lerin ne kadar para kazandırdığı, ne kadar satılabilir olduğu gibi, düşünsel bir derinlik içermeyen, sığ bir zeminde tartışıldığı ile kalır genellikle bu ürünler.

Son dönemde, Uğur Tanyeli, Arredamento Mimarlık Profilleri üzerinden, bu kopukluğun ilacı olabilecek “köprü”leri kuruyor. Kendisinin bunu, yukarıda anlatmaya çalıştığım kopukluğa bir çareymiş gibi değerlendirip değerlendirmediğini veya böyle bir köprüyü kurmak gibi bir amacının olup olmadığını bilemem. Ama kişisel olarak çok iyi bildiğim bir durum, onun “profiller”deki değerlendirme yazılarının, “uygulayanlar” tarafından çok önemseniyor olduğu. Uygulamacının bu konudaki “aç”lığı, bu önemi körüklüyor. Bu yazıların, ortam için faydalı, dahası elzem olabilecek “polemik”leri yaratıyor olduğu da başka bir gerçek. Baksanıza, Bir “Türk Beşleri” saptaması üzerinden neler konuşuluyor...

İkinci sorunuza gelince;
Okulda, özellikle Türkiye’deki pek çok okulda, öğrencilerin hiç de iyi bir eğitim aldıklarını
düşüncesinde değilim. Öğrenciler bürolara hazır gelmiyor. Çok ayrıcalıklı birkaç örnek dışında, bırakın tasarımda ciddi bir rol almayı, projeyi okuma yetkinliğinden dahi yoksunlar. Durum böyle olunca, en başarılı yeni mezunların bile en az 3-4 yıl büro içinde eğitilmeleri gerekiyor. Bu eğitim de o büroda, o kişiye yapılan bir yatırımdır esasen ki, her dönemde de olanaklı değildir. Belirli bir tasarım niteliğine erişmiş bürolar için çok genel bir durumdur bu.

Arolat bürosu da -altını çiziyorum, Emre Arolat’ın bürosu değil- zaman zaman bu okul sonrası eğitimi yüklenmiştir. Ancak Büro’nun 41 yıllık geçmişinde yeteri kadar “eğitici” bir platform oluşturduğunu söyleyemem. Bu konu, birinci kuşakla çatışma konularımızın başında gelir ve son yıllarda bizler için gerçekten üzerinde durulan bir sorun olarak algılanmıştır. Bu dönemde, Barış Kansu, şu anda yapım aşamasında olan Bursa Fomara yapısında tasarıma ciddi bir katkı koymuş, İsmail Karatay’da Japonya’da yeni girdiğimiz bir yarışmanın tasarımında üst düzeyde sorumluluk almıştır. Alaaddin Öztürk ise1997 yılından beri bizlerle birliktedir ve bu dönemde üretilen pek çok yapının özellikle uygulama projesi aşamasında değerli katkılar koymaktadır. Barış, şu anda İsviçre’de büyük bir büroda önemli görevler üstleniyor. İsmail ise okul sonrası eğitimini bizim büroda birkaç yılda tamamlayacak ve böyle giderse iyi ve ahlaklı bir tasarımcı olacak. Alaaddin’in Arolat varoldukça çok önemli görevlere geleceğini düşünüyorum.

Hepsinin zaman içinde bu yapının gerçek ortakları haline gelmesi en büyük hedefim. Benim kafamdaki modelde, birlikte çalıştığımız bu arkadaşların, kendilerini mimarlık dünyasına, Arolat üzerinden kabul ettirmesi var. 5-6 kişilik, birbirini iyi tanıyan bir çekirdek grubun, 15 kişiyi aşmayan bir mimari personelle her türlü işin üstesinden gelebileceğine inanıyorum.


arif

Sevgili Emre

Uğur Tanyeli'nin ''İstanbul Beşlisi'' tanımı kuramsal bir birlikteliği
vurgulamaktan çok müşteri kazanmaya yönelik ortak bir
stratejiyi çağrıştırıyor.
Bu tanıma göre İstanbul'da yeni piyasaya çıkan metropol tipi müşteri profilinin rafine mimari isteklerine cevap vermek için gençliğin verdiği bir esneklikle senin de içinde bulunduğun ''eylemler'' adı anılan mimarları birbirine gerçekten bağlıyor mu? Yoksa ''İstanbul Beşlisi'' tanımı içinde farklılıkları mı barındırıyor?

Emre Arolat

Sevgili Arif,

Kanımca, Tanyeli’nin “Türk Beşleri” tanımını neden “icat” ettiği ve neden etmediği Arkitera Forum’daki cevabında gayet açık.
Doğrusu bu tarif bence de kuramsal veya düşünsel bir birlikteliği vurgulamak niyetli değil. Ancak böyle olmamakla, müşteri kazanmaya yönelik ortak bir stratejiyi de çağrıştırdığını söyleyemeyeceğim. Burada olsa olsa benzer “duruş”lardan veya “cevap”lardan söz edilebilir ki bunun için de ne düşünsel ne de senin vurguladığın gibi müşteri kazanmaya yönelik bir ortak stratejiye gereksinim olmazdı.

Tanyeli’nin Türk Beşleri, müşteri kazanmaya yönelik ortak bir strateji belirlemiş olsalardı, bu yönleri ile, yani kazandıkları müşterilerin çokluğu ile ön planda olurlardı. Birinci kuşaktan çaldıkları roller de müşteri sayılarında kendini bulurdu.

Ancak sen de çok iyi biliyorsun ki burada anılan beş kişinin hiçbiri Türkiye’nin en çok iş yapan, en çok müşterisi olan mimarlık bürolarının sahipleri değiller. Tanyeli’nin tariflediği, yeni ve daha rafine bir metropol mimarlığını talep eden yeni müşteri, halen mimarlara iş dağıtan grubun içinde, çok küçük bir azınlık. Zira, rafine bir metropol mimarlığı talebinin kendisi de rafine bir eylemdir ki ne Türk İnşaat sektöründe ne de Merkez ülkelerinde bunun çoğunlukta olduğunu söyleyemeyiz.

Türkiye’deki talebin 85 sonrasında gündeme gelen yeni metropolleşme atılımı ile birlikte yeni bir mimari nefaset arayışını ortaya çıkardığını kabullensek de Casaba’ların, Kemer Country’lerin, Ritz Carlton dekorasyonlarının, oduncu kütüğü evlerin ve Topkapı Palace otellerinin maskelerinin düşmesine daha çok var. Hala pastişler ve “gibi olanlar” daha çok prim topluyor “piyasa”da. Bu beşlinin daha fazla müşteri kazanmak gibi bir öngörüsü olsaydı, “gençliklerinin verdiği esneklikle” bu yollara girer ve tozunu da attırırlardı, emin ol...

Öte yandan, Tanyeli’nin yazısında üzerinde durduğu, beşlinin söz konusu talebi karşılamaktaki becerisinin, aynı zamanda bu mimarlığın ortaya çıkış ve varoluş sebebi olmadığını da en azından kendi kişisel görüşüm olarak vurgulamalıyım. Başka bir deyişle, benim yaptığım mimarlığın, Tanyeli’nin tanımından bazılarınca yanlış anlaşılabileceği üzere, “refleksif” bir “iş” olmadığını belirtmeliyim. Senin sorun, aklıma bu türden bir yanlış anlama korkusunu getirdi.

Gelelim “eylem farklılıkları” meselesine. Evet, eylemler farklı. Bitmiş ürün üzerinden değerlendirildiğinde, yapılan da farklı. Tasarım yöntemleri, yaşam biçimleri, hatta giysilerimiz bile önemli farklılıklar içeriyor. İş alma, müşteri ilişkileri gibi konularda da her birimizin kişisel yöntem ve davranış biçimleri var. Ama tüm bunlar, Tanyeli’nin söylediklerini değiştirmiyor.


rennie

Atilla Yücel ile yaptığınız röportajın sonunda, Rem Koolhaas'ın uluslararası kimliğine atfen "birgün bir Türk olarak oralara gelebilecek miyiz?" diye sorarak bir anlamda ideallerinizi açıklamışsınız. Koolhaas'ın sadece bina değil, teori de üreten bir mimar olduğunu biliyoruz. Bir kaç kitabı, sayısız konferansı var.

Sizce hemen hemen mimarlık teorisi adına hiç bir şey üretmeyen bir ülkeden (Turgut Cansever hariç) "Batı"in kabul edeceği bir mimarlık çıkarmak mümkün mü?

Alpaslan Ataman, Arredemento'da sizin profiliniz için hazırlanan sayıda, mimarlığınızı anonim mimarlık olarak tanımlamış. Mimarın arka planda kaldığı, imalatın öne çıktığını ileri süren Alpaslan Ataman'ın bu yorumu bana epey miktarda yumaşıtılmış sert bir eleştiri gibi geldi. (Yanlış okuyorsam düzeltin lütfen) Bu yorum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu yoruma katılıyorsanız: mimarın kimliğinin ikinci planda kaldığı bir mimarlık ile batı mimarlık dünyasında kabul görmenin zor olacağını düşünmüyor musunuz?

Emre Arolat

Mimarlık teorisi adına hiçbir şey üretmeyen bir ülkeden “Batı”nın kabul edeceği bir mimarlık çıkarmak mümkün mü? Bu sorunun cevabı için Arredamento Mimarlık dergisinin Kasım sayısında Uğur Tanyeli’nin “Öngörünüm” yazısı ilginç ipuçları veriyor.

11 Eylül’den sonra, Merkez’in, İslam Dünyası’nın heterojen yapısını kabul etmek durumunda kalması, “Çevre” ülkelerinin birçok konuda yeni değer yargıları oluşturmasını ve en önemlisi de “kendine doğru” bakmasını zorunlu kılıyor. Bu bağlamda, sayısız konferans ve birkaç kitabın da tek başına yeterli olamayacağı açık.

Öte yandan, kişisel olarak bu ülkede mimarlık teorisi adına hiçbir şey üretilmediği fikrinde değilim. Bizden önceki kuşağın, 50’lerden sonra birdenbire hızlanan üretim eylemini çok da incelikli bir kuramsal zemine oturtamadığı bir gerçek. Hatta bu dönemde üretimin, çok ayrıcılıklı birkaç ürün dışında, hep kuramın çok önünde koştuğunu izliyoruz. Merkez’in Modernizm’in ilacı olsun diye öne sürdüğü tepkisel eylemlerin, postmodernizm, dekonstrüktivizm gibi kıyafetler giyip çeşitli denemeler yaptığı dönemde de Türkiye mimarlığı iyi bir izleyici olmaktan öteye gidemedi. Ancak küresel yaklaşımın egemen düşünce olup Merkez’deki Süpermodernite’nin etkileri birinci elden Türkiye’ye ulaştığı dönemde, -son 5 yıl denilebilir- Türkiye mimarlığı için aynı kuramsal yoksunluktan söz etmek haksızlık olur. “cube”un sorusuna verdiğim cevapta sözünü ettiğim akademia ile pratiğin, daha iç içe, daha bütünleşik hareket etmesi ile, bu gelişimin hız kazanacağını düşünüyorum. Bu kuşaktan, daha fazla Cansever çıkacağı fikrindeyim.

“Anomim Mimarlık” konusuna gelirsek;
Alparslan Ataman’ın Arredamento’daki yazısındaki yorumunun epey miktarda yumuşatılmış sert bir eleştiri olmadığını, tam da tersine, mimarın arka planda kaldığı bu tutumun o yazı ile olumlandığını biliyorum. Burada üzerinde durulan, mimarın arka planda “bırakıldığı” bir durumdan ziyade, arka planda “kalabilmeyi” amaçladığı bir tasarım biçimidir. Bu da bilinçli bir seçimdir ve kanımca başarılması çok zor olan, çok çaba gerektiren bir durumdur. Yalnızca bu zorluk bile, üstesinden gelinebildiğinde önemli ufukların açılacağının kanıtıdır. “Kabul Görme”nin de çok ötesinde bir uğraş...


fıstık

Wink

Sayın Arolat,

Son dönemde ülkemizde düzenlenen yarışmaların (örneğin Çevre Bakanlığı, Ankara ve İstanbul Belediye binaları) sonuçları ve yarışma jürilerinin mimari yaklaşımları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Sizce artık Türkiye'deki mimarlığın daha farklı açılardan değerlendirilmesi gerekmiyor mu?

Emre Arolat

 Mimari Proje Yarışmaları, birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de ciddi bir mimarlık zemininin oluşmasını; çok az miktarda ve kısa süreli de olsa, yarışma konusu yapı veya düzenleme üzerinden, meslek içi olduğu kadar, meslek dışı kişi ve kuruluşlarda da mimarlık konularının gündeme gelmesini, tartışılır olmasını sağlayan önemli bir kurum. Yazık ki “Merkez” ülkelere oranla Türkiye’de yarışmaların sayıları gittikçe azalıyor.

Örneklediğiniz 3 yarışmanın da içinde olduğu son dönem yarışmalarında alınan sonuçlar, esasen sorunuzun kanımca en can alıcı bölümünü içeren “jüri oluşumları” hakkında sorgulama yapılmasını gerekli kılıyor. Son dönem yarışmaların sık sık karşılaşılan kimi jürilerinin, yarışmaya katılan yeni kuşağın epey ardında kaldığını belirtmek doğru olacak.

Alışıldık kalıpları zorlayan, yeni soluklar getiren, çağdaş yaklaşımları yadsımayı, yerel bir defans mekanizmasına dönüştüren bu tür jüri üyelerinin birçok yarışmada çoğunlukta olması, düşünsel altyapısı üst düzeyde olan onlarca meslek adamının bu kurumun dışında bırakılmaya çalışılması, hep bu “iyi işleyen kötü çark”ın işi. Esas üzüntü verici olan da kişisel düşmanlıkların, dostlukların ve ilişkilerin, jüri-yarışmacı etiğini zorlar duruma gelecek kadar orta yere çıkması. “Ankara Büyükşehir Belediyesi Belediye Sarayı ve Sosyal Tesisleri” yarışmasında, bu türden bir düşmanlığın yanlış hedefe yönlenen okları, bu kere beni yaraladı.

Tüm olumsuzluklara karşın halen en temiz kalmış kurumlardan biri olduğuna inandığım Mimari Proje Yarışmaları’nın yepyeni bir jüri listesine ihtiyacı olduğuna, gönülden inanıyorum.


Arif BERHAZ 

9 palmiye konutlarının bahçesinden iski kanalı geçeceğini biliyormusunuz?

Emre Arolat

 Hiçbir bilgim yok.


bogachan

Kalamış'taki konut blokları üzerinden...

merhaba,

Kalamış'taki konut bloğu, çevresindeki yapılaşmalardan yükseklik ve büyüklük bağlamında oldukça ayrılmakta, çevre ölçeği düşünüldüğünde de kendini çok baskın bir ifade ile konumlandırmaktadır. Kendisini ayrıcalıklı biçimde konumlandırıyor duygusu uyandıran yapı hakkında,
(arredamento mimarlık sayı:2001/6 daki yapı tanıtımı yazınızda)
şöyle bir ifadeniz var;

"... 20 katlı yapının bulunduğu parsel üzerindeki kitlesel oluşumu, bir mimarlık kararı olmaktan çok, en fazla blok boyu ve yoğunlukla ilgili belediye verilerine dayanır. Diğer bir deyişle, kentin bu bölümünde 20 katlı bir konut yapısının yerinin olup olmadığının irdelenmesi ve bu doğrultuda kararların alınması, "kentsel tasarım" ı mimarlar üstü bir "bilim" olarak gören "şehir ve bölge planlama uzmanları"nın uhdesinde olup, mimarın görevi, kitlesel oluşum kararları verilmiş bu yapının nasıl tasarlanacağı ile sınırlıdır. Kent içinde tasarlanan "özel" yapıların çok büyük bir bölümü için geçerli olan ve hangi amaca hizmet ettiği çoğu zaman anlaşılmayan bir kurallar manzumesi, tasarımcı mimarları en azından kitlesel kararlarda edilgin bir tavra iter." aynı yazının son bölümünde de; " Bu yapının tasarımcıları, bu tasarım üzerinden, son dönemde büyük kentlerin mimarlık gündeminde önemli yer tutan " lüks apartman " yapılarının gerçek kentsoylu olduğu kuşku götürür "hedef kitle"ye kayıtsız şartsız teslim olmadan, gelenekselin "yapıştırma" öğelerinden medet ummadan ve rüküşleşmeden de gerçekleştirilebilir olduğunu vurgulamak ister. E.A."

Yazınızda siz de bu kentsel duruştan rahatsız olduğunuzu, ancak bu çaresizlik içinde yapılabilecek olanın yapının biçimlenme dili üzerinden hareket etmek olduğunu savunuyor...kendinizi bir verili durum üzerinden yapılanı meşru kılacak başka bir düzleme referans veriyorsunuz...

1. Sizce kentsel duruşu ile çevreyi yok sayan ve ezici bir kitle etkisi yaratan bir yapı kitlesinin ele aldığınız biçimiyle kente ve yaşayanlara bir şey kattığını düşünüyor musunuz ?

2. Sadece görsel olarak şık bir yapı kitlesi 'lüks apartman' örneği olarak ( yazınızın son paragrafta dile getirdiğiniz gibi ) bir referans olabilir mi ?

3. Kalamış konutlarını direk referans vermeyen ancak aşağıdaki düşüncelerin örneği olarak kullanan başka bir konu da şu;

Arolatlar,yayınlardan ve sergilerden takip ettiğmiz kadarıyla (göreli olarak) büyük ve çok sayıda iş yapma potansiyeline sahip bürolardan biri...bu durumun iş konusunda seçici davranma olasılığı ve şansı verdiği açık...Ancak, 'etik' kaygılar barındıran ve bunları mimarlık ortamında açık biçimde ifade eden ve araştıran bir mimarlık ofisi olmaktan çok, şık binalar yapan,son teknoloji ve malzemeleri yapılarında, yabancı dergilerde eş zamanlı olarak kullnanan, bilgisayar sunum tekniklerini güncel sunum dilleri ile paralel kullanan, mimarlık medyasını bunları teşhir etmek ve meşruiyet zemini yaratmak amacı ile kullanan bir ofis izleniminde...
( bu izlenimi veren tek örnek olduğunu söylemek haksızlık olur... )

Seçici davranıyor ve bu mimarlık adına kaygılar taşıdığınızı biliyoruz...Peki bunlar neden çoğunluğu biçimsel kaygılar taşıyan şık binalar ve sunumlar ardına gizleniyor... ?

(not: Buradaki gizlenme sorunsalı proje okuma ya da okuyamama sorunundan çok değerlendirilenin bize sunulanla görülen arasındaki farkların çelişkisi üzerine kurulmuştur.)

Saygılar...

Emre Arolat

 1.Kalamış’taki konut blokunun kentsel duruşu ile çevreyi yok sayan ve ezici bir kitle etkisi yaratan bir yapı olduğunu düşünmüyorum. Alıntı yaptığınız yazının tümünü dikkatlice okuduğunuzda, yapının kent ile olan ilişkisinin çok önemsendiğini fark edeceksiniz. Bu yapının yakın çevresinde bulunan ve neredeyse tümü son yirmi yıl içinde inşa edilmiş olan diğer konut yapılarının kente ve yaşayanlara sizin deyiminizle “bir şey kattığını” ve bu yapının “katmadığını” ise hiç düşünmüyorum.

Yukarıdaki düşüncelerden hareketle, yazıdan çıkarmış olduğunuz sonuca da itiraz edeceğim. Yazınızın alıntı yaptığınız bölümlerinde üzerinde durulan düşünce, farklı dönemlerde, farklı yönetim mekanizmaları tarafından ele alınan “kentsel tasarım” disiplininin yeniden sorgulanmasını sağlamak amacı ile kurulmuş idi.

2.a. Bu yazıda “şık” kelimesini hiç kullanmadım.
b. Biçimin tek referans olduğu çok kişisel bir yargı oldu. Ben öyle düşünmüyorum.

3.a. Seçici davrandığımı ve mimarlık adına kaygılar taşıdığımı söylüyorsunuz, teşekkür ederim. Size sunulanla görülen arasındaki farkların çelişkisi de kişisel bir yargı. Ben çok “doğrudan” sunduğumu düşünüyorum.
b. Sunum tekniklerinin güncel sunum dilleri ile paralellik kurması konusunda da inanın, hiçbir endişem yok. Kendi elimle de çizerim gerekirse.
c. “Mimarlık Medyası”nı “Ürüne Meşruiet Zemini Yaratmak Amacı İle” kullandığımızı söylediğinizde, medyanın işlevlerini çok azımsamış olmuyor musunuz?


bogachan

yanıtınız üzerinden...

Tekrar merhaba,

yanıtlar için teşekkürler... ancak bazı noktaları yanıtlarınız üzerinden tekrar açmak istiyorum...

1. Sorumun açıklama kısmına baktığınızda sizin iddia ettiğiniz gibi 'diğerleri birşeyler katıyor', 'bu yapı ne katıyor ?' gibi bir yorum taşmıyor.
sorum; Kalamış Konutlarının ( iyi ya da kötü ) yapılaşmış çevresinden ölçek olarak çok farklılaştığı...üzerine kuruluyor...Siz de yanıtınızda 'bu yapının bir şey katmadığına katılmıyorum ' diyorsunuz...ve Kentle kurulan ilişkisini önemsediğinizi söylüyorsunuz ...Ama neyi önemsediğnizi ve bu yapı biçimlendirirken bunun ona ne kattığını yanıtlamıyorsunuz...Konuyu yapının biçimlenmesine etkisi bağlamında biraz bize açar mısınız...sizce ne katıyor ?

2. Biçimin tek referans olmadığını biliyorum...Aslında sorum biçimlenme mantığı üzerine kuruluyor...Belki Yukarıdaki açıklamaya vereceğiniz yanıtınızla bunu da yanıtlamış olursunuz... (Biçimlenmeyi yapıyı oluşturan süreçler ve onun sonucunda ortaya çıkan ürün bağlamında ele alırsanız sevinirim...)

3.Mimarlık medyası işlevlerini azımsamıyorum...Onun genel olarak kullanılma biçimini ve algılanma biçimini eleştiriyorum... (sadece size yönelik bir ifade değildi...) Bu sizin neyi neden anlatmak istediğiniz ile ilgili bir durum...Ama bahsettiğim çelişkileri yansıtması anlamında açıklayıcı olduğunu düşünüyorum.

saygılar.

Emre Arolat

 Kalamış Konutu'nun kentle olan ilişkisi hakkında.

Bu yapının inşa edildiği bölge,hepimizin alışkın olduğu, hatta çok da iyi bildiği, "komşudan 3, önden 5 metre çekilecek, içine yapı tıkıştırılacak" diye buyuran imar durumu ile biçimlenmiş bir konut dokusu ile gelişirken, ara yerde yeni bir imar durumu beliriyor ve farklı boyutları olanaklı kılıyor. Bu tam bir metropol gerçeği.

Ölçek sırası ile gidersek, yapılar, yapı adaları, ilçeler, kentler ve bunlara paralel olarak da yapılaşma mantığı dönüşmekte. Bu dönüşümden korkmakla, dönüşümü planlamak ayrı işler. Bu dönüşümün içinde ölçek kopuklukları olduğu gibi, izlenim ve hatta yaşam tarifi kopuklukları da var. "Büyük Kötüdür" diye şartlanmış domestik yapı geleneğinin de sorgulanabilmesi, ancak bu dönüşüm üzerinden olanaklı.

Metropollerde ortaya çıkan bu bölgesel dönüşümler, yerine tekrar konması olanaksız, "patina"sı zaman içinde olgunlaşmış dokuları zedeleyip yerle bir etmediği sürece, korkup kaçınılması değil, planlanması gereken bir durumu yaratıyor.

"Kent İçin Yeni Büyüklükler"in tasarımının, çok önemli bir uğraş olduğunu düşünüyorum. Bugün, çağdaş bir meslek adamının, kaçınılmaz olanı görmezden gelmek yerine, çözümü bunun üzerinden aramasının, tıkanıklıkları zorlamak için doğru bir yol olduğu fikrindeyim. Kalamış Konutu için, çevrede bu dönüşümden azade tutulması gerekecek nitelikte bir dokunun bulunmadığı gerçeğinden hareketle, biz de bu yolu denedik.

Bu sorunun cevabı olarak, yükselme ile elde edilen yeşil alan, siluet etkisi, yansıma ve geçirgenlik araştırmaları gibi, bu yapıya ait, "özel"durumlara girdiğimizde, "ana" konuya, yani kent için yeni büyüklüklerin tasarlanması sorununa haksızlık etmiş olacağız. Bu yapı üzerinden kent ilişkilerini değerlendirirken, burada bitmiş ürünün kendisine oranla daha fazla önemsenmesi gereken, konvansiyon dışı bir yaklaşım olduğunu ve metropolün gerçekliğinde, çözümün bu mecrada aranmasının geçerliliğini vurgulamalıyım.

Cevap neredeyse sorunuzun içinde. Biçimlenme mantığı, ölçek ile ilintili. Biçem ise tasarım sürecinin son aşamalarında bir yerlerde, bizim sorularımızın bir cevabı olarak orta yere çıkıyor


zeynep 

Ankara Büyük Şehir Belediyesi

Emre Bey,
web sayfanızın girişinde tek imaj olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin cephesini görüyoruz. Arolat mimarlık bu kadar çok projeye imza attı, siz içinden bu binayı öne çıkardınız. 608 metre uzunluğundaki iddialı binanın, sizin mimarlığınızı en iyi anlatan projeniz olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Emre Arolat

 Bu proje, son dönemde gerçekleştirmiş olduğumuz ve bizim için önemli olduğunu düşündüğümüz adımlardan biridir. Ortaya koymaya çaba gösterdiğimiz mimarlık düşüncesinin epey “katıksız” olarak kendini bulabildiği bir tasarımdır. Buna karşın, herhangi bir tasarımının bir mimar tarafından “idolleştirilmesi”ni de çok tehlikeli buluyorum. Evet, bu proje önemli bir adımdır, bu adım atılmış ve arkada kalmıştır.

Web sayfamız da sanal zeminin dünyaya verdiği en zehirli hediyelerinden biri olan “geçicilik” gerçeğinden nasibini alacak ve yakında “yenilenecek”tir elbet.


bigman 

Mimarin özelligi

Emre bey,
Sizce mimarlik bir yetenek isimi yoksa bir teknik isimidir?
Siz kendinizde hangi özelligi baskin olarak görüyorsunuz?

Emre Arolat

 Mimarlıkta “yetenek” konusuna pek inanmıyorum. Olsa olsa “yeteneksizlik” önemli bir olumsuz etki yaratabilir. Yeteneksiz olmayan bir “normal yurdum insanı”nın bilgi ve görgüsünü arttırarak, çok çalışarak, çok okuyarak başarılı olabileceğine inanıyorum. Ben de bunun için çabalıyorum.


publisher

Dolaysız kendini aktaran mimarlık...

Merhaba Emre Bey;

Öncelikle belirtmek istediğim bir konu şu: Atilla Bey ile yaptığınız söyleşi, bazı yerlerinin üzerinde birkaç kez yeniden düşündüğüm, "evet, işte bunun da altı çizilmeli" dediğim bir yazı idi. Net, içten ve bir mimarın kendisini dürüstçe ortaya koymasının da etkisi olmalı bunda diye düşünüyorum şu an…(örneğin Amerika'da ofiste yaşadıklarınızı aktarışınızdan, mimarların özel yaşamlarında diğer disiplinlerdeki insanlar kadar düzenli ve standart olamayışlarına dek))…Söyleşide bir kaç ifadenizde, yüksek lisans yıllarından itibaren kendime yönelttiğim ve bugün kendime verdiğim kimi yanıtları görmekti güzel olan: "Mimarlığın çok da bilinmezlerle dolu olmadığını düşünüyor oluşunuz, yapının çok doğrudan olması gerekliliği, mutlaka bir şey anlatıyor olması gerekmediği, anlatıyorsa da bu mesajın çok doğrudan olması gerektiği" yolundaki ifadeleriniz vs…Nedenine gelince: yüksek lisans çalışması sırasında -eğitim gördüğüm yıllarda etkin olmasından ötürü- dekonstrüktif düşünce ve mimarlık ilişkisini bir örnek olarak ele alıp, mimarlık ve diğer disiplinler arasındaki ilişkinin "sınırlarını" kavramaya çalışan, sonra da buna "kimi noktalarda" oldukça eleştirel bir noktada kendini bulan bir mimar oluşum olsa gerek. Ve o birkaç yıl yoğun "kurcalama" döneminden sonra söyleşide kullandığınız ifadelere geldim…Merak ettiğim nokta şu ki: Her mimarı, ifade ettiği anlayışa getiren zorlu bir süreci var. Peki, sizi, mimarlığın bu denli dolaysız ve kendini direkt aktaran bir disiplin olduğu bilincine getiren süreç nasıl işledi?

…Teşekkürler…

Meral Ekincioğlu

Emre Arolat

Merhaba Meral Hanım.

“Her mimarı, ifade ettiği anlayışa getiren zorlu bir süreç olduğu” fikrinize yürekten katılıyorum. Sizin ifadenizle, beni de mimarlığın bu denli dolaysız ve kendini direkt aktaran bir disiplin olduğu bilincine getiren bir sürecin varolduğunu da kabul ederek doğal ki...

Bu süreç, her mimarda farklı bir işleyiş gösterse de kanımca pek çok deneyimin ve birikimin belirli bir hızda içselleştirilmesi, herkes için geçerli olan ortak bir durum. Deneyimlerin, algıların ve içselleştirme sırasındaki kişisel katkıların farklılıkları, bu prosesin hızı gibi değişkenler de sonraki duruş, tavır ve reflekslerdeki kişiselliği doğuruyor.

Benim de biriktirdiklerimle olan kişisel ilişkim, ürünler üzerinden okunabilecek bir gelişme ile bugün ifade etmeye çaba gösterdiğim noktaya getirdi. Yine sizin deyiminizi kullanacağım, çünkü tam yerine oturuyor : “Kurcalama” bir alanda kendi kendine azalırken, diğer bir alanda inanılmaz bir hızla artıyor. Ne keyif ama !


publisher

Tasarım disiplinine dair...

Tasarımlarınızda belli bir disiplin olduğu gözlemleniyor. Kütleler son derece tanımlı, ucu açık bırakılmış, belirsiz, tanımlanmaktan uzak bir mimari bileşen ya da ifadelere yer vermeyen, ayakları yere "sağlam basan" bir duruşları var. Bu çerçevede merak ettiğim: Mekan kurgusu, yapım sistemleri ve malzeme tercihlerine nasıl yaklaştığınız? Tasarımda ve uygulamada kimi alışıldık tercihleri zorlamayı, yeni öneriler getirmeyi mi benimsiyorsunuz; yoksa bu rasyonel tavrınız içinde eldeki mevcut verilerle en optimum olan çözümü mü arıyorsunuz? Örneğin mekanı kurgularken kimi bildik öğelerin, kavramların dönüşümleri var mı; yoksa bu kurgular da öznenin günlük yaşamında tanışık olduğu tercihler mi? Ya da yapım sistemleri, malzeme kullanımında alışık olduğumuz tercihlerin dışına çıkan tasarımlarınız oluyor mu?….Yoksa kimi sınırlar içinde de yeni stratejiler geliştirerek, zor olanı mı alt etmeye çalışıyorsunuz? -ki, kanımca bu da ayrı bir başarı ve performans gerektiriyor. Başarılı mimari her zaman sınırların ötesinde değil, kimi zaman sınırlar içinde kalarak da kendini gösterebilir diye düşünüyorum açıkçası…-

Emre Arolat

 Tasarım disiplinine dair...

Sorunuza doğru cevap verebilmek için önce sözünü ettiğiniz “sınır”ın nereden çekildiği konusunda anlaşmalıyız sanırım. Tüm sorularınızı okuduğum için sizinle bu çizginin “yer”i konusunda anlaşacağımızdan kuşkum yok. Ancak diğer okuyucuların yanlış hükümlere kapılmamaları amacı ile bu sınırın “mediokr” olma noktasından ötelerde bir yerde olduğunu en baştan vurgulamalıyım.

Bu saptamadan sonra, iç rahatlığı ile diyebilirim ki, “Evet sınırlar içinde kalmamak, taşmak” gibi bir önyargı içinde değilim. Bugünün mimarlık dünyasında, “icat”lardan ziyade “keşif”lerin olduğunu düşünüyorum.


publisher

Mimarlar ve kalemleri....

Bir diğer sorumsa: profilinizde yer alan bir yazıda mimarlığa bakışınız Derrida-Eisenman ilişkisinden yola çıkarak aktarılmaya çalışılıyor ve buradan Rorty'nin pragmatizmine göndermeler yapılıyor. Burada özellikle Rorty'nin, mimarlığa dair daha temel yanıtlar verilmesi gerektiği ve felsefeden medet umulmaması gerektiği yolunda görüşlere şiddetle katılmakla birlikte, bu yazıyı okuduktan sonra aklıma takılan soru şu oldu: Farklı coğrafyada uğraş veren bir mimarı ve tavrını açıklamak için bizi kalkıp da Batıdaki söylemlere başvurmaya iten etkenler nedir?…Neden uygulamalarıyla öne çıkan mimarlarımızı bile, mekanlarını çözümleyerek, tekniğini kavramaya çalışarak vs. anlamak yerine başka alanlara baş vurarak tanımlamaya çalışıyoruz?…Nitekim kimi zaman İngilizce olan, birçoğu Türkçe'ye çevrildiğinde, okunup kavranması zor olan kimi kavramları barındıran metinler çıkıyor karşımıza .Kuşkusuz, bu görüşüm, o yazının kendisine dair eleştirel bir duruş değil asla. Bir çoğumuz aynı çemberin içindeyiz. Buradaki sorum ve beni rahatsız kılan nokta: o yazıyı okuduktan sonra elimdeki "yapıbozum ve pragmatizm" adlı kitaba gittim ilk anda. Nitekim burada Rorty ve Derrida'nın karşılıklı görüşleri yer alıyordu. Ancak sonra bir şey beni durdurdu. Arolat mimarlığını anlamak için Rorty'nin pragmatizmini mi kavramalıydım?…Buna verdiğim yanıt hayır olunca kitabı bıraktım. Mimarlarımızı, tavırlarını anlayabilmek için elbette kuramsal açılımlara ihtiyacımız var. Ancak akademisyenler kadar, bu alana uygulamanın içinden gelen insanların da girmesi gerektiğini, kendi düşüncelerini, diğer meslektaşlarının tavrını açıklamak için biraz daha kaleme sarılmaları gerektiği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Emre Arolat  

Mimarlar ve kalemleri...

Kendi adıma da, Rorty'nin Pragmatizmi'ni "sindirebilmek" noktasında hatırı sayılır oranda güçlük çektiğimi belirtmeliyim. Sizin sorunuz ile konu ettiğiniz metnin yazarı Bülent Tanju ile, yazmadan önce büroda yaptığımız birkaç söyleşide, çoklukla ben konuştum ve bu konuşmalarda, tasarıma yaklaşımımdaki kişisel tercihlerimi aktarma çabasında oldum. Tanju bu metinde, üzerinde önemle durulması gereken, "şeyleri yeni kılma" ve "-günün konvansiyonları betimlemesi-nin taşırılması ile uzlaşma alanının dışına çıkılması" saptamaları ile bir yandan "uzlaşı duvarı"nı sorgularken, öte taraftan da benim "söylemsel hata"m üzerinden, Rorty'nin Pragmatizmi'ni orta yere koydu. Sevgili arkadaşımdan beynimin bu konuda karanlık kalan girintilerine ışıyabilecek ek açıklamalar isteyeceğim. Biraz da onu konuşturacağım şimdi...

"Mimarlarımızı ve tavırlarını anlayabilmek için, elbette kuramsal açılımlara ihtiyacımız var" savınızdan hareketle, -ve buna da gönülden katılarak- "cube"a verdiğim cevapta üzerinde durduğum kopukluğa geri dönmek gerekecek galiba. Siz, bu soru ile benim vurgulamak niyetinde olduğum soruna, diğer ucundan değiyorsunuz şimdi.

Bu soru, öznel bir tavır almaktan kaçınmadan değerlendirilmeli. Türkiye'de yapıtlarının arkasında durup, düşünsel bir uğraş göstererek tasarladığını savunabilecek mimar sayısı çok az. Evet bu sayı az ama, onların yapıtlarını irdeleyerek kuramsal açılımlarını bir üst tartışma boyutuna taşıyabilme, böylece tasarlayanın varlığını sürdürebilmek adına kendine çeki düzen vermesini sağlama yetisine sahip akademisyenlerin sayıların da "yüz"lerle olmadığı açık.

Ben bu kopukluğun yarattığı soruna, dahası pozisyon boşluğuna, hem akademisyenlerin, hem de sizin tarifinizle, uygulamadan gelen insanların neden olduğunu düşünüyorum. Mimarlar kaleme sarılmalı tabii. Ama akademisyenler de pozisyon hatası yapmamalı. Yoksa hep Rorty'lere sarılıp Koolhas'larla avunacağız!

publisher'a özel

Meral Hanım,
Henüz cevaplayamadığım birkaç sorunuzun daha olduğunu biliyorum. Emek harcanarak hazırlanmış sorularınızı, en az o kadar emekle cevaplamalı. Bunun için de süreye gereksinimim olacak. Anlayışla karşılayacağınızdan eminim. Teşekkürler!


publisher

Tasarım ve ölçek...

Tasarımda farklı ölçekler arasında çalışmaya dair ifadenizde;
"Bir şeyden bir adet yapmakla 120 adet yapmak arasında bazı noktalarda hiçbir fark yoktur" diyorsunuz. Bu bazı noktalar nelerdir sizin için?…

Emre Arolat

 


publisher

Metropol ve taşra...

Metropol ile taşra dediğimiz daha küçük, belli konvansiyonları olan, metropole göre daha az çözülmüş yerleşim birimlerinde tasarım yapmak arasında kimi farklılıklar olduğunu düşünebiliriz sanırım. Siz de söyleşinizde Gazipaşa'da bir projenizden bahsediyorsunuz. Sonucunu sizin de merak ettiğinizi belirttiğiniz bu tasarımın ait olduğu bağlama karşı duruşu, yorumlayışı nasıl gerçekleşecek ya da gerçekleşiyor?….

Emre Arolat

 


publisher

Tasarımda detay...

Beni düşündüren ve bir parça da rahatsız eden bir konu var: Yayınların bir çoğunda mimarların projelerini görüyoruz. Ancak nedense bir çoğunda bu görsellerin kenar süsü gibi kaldığını düşünmüyor da değilim çoğu zaman. Projelere dair birkaç bilgisayarda yapılmış nitelikli çizimler, sunuşlar, etkileyici fotoğraflar var…Ancak ben o projelerin çoğunun mekan kurgusunu, bunun cepheye olan etkisini, ait olduğu çevreyi, mimarın o projesi için ürettiği varsa özel sistem detaylarını da merak ediyor, bilmek istiyorum…En çok da son dönem mimarlarımızın detay konusuna nasıl yaklaştıklarını…kendilerine özgü detay dili olup olmadığını…Sizin tasarım süreciniz nasıl işliyor?…Büyük ölçekten başlayıp, noktalara mı bir gidiş var?…Yoksa her ikisi de eş zamanlı mı işliyor?…Detay konusunda ne gibi yeni arayışlara gidiyorsunuz? Örneğin Kalamışta'ki binanızın cam açıklıkları için arabaların kayar kapı mantığından esinlenmeniz dikkat çekici. Bu tür "esinlenmenizden" bir kaç örnek verebilir misiniz?…

Emre Arolat

 


publisher

İnternet ve iletişim...

Bir Türk olarak oralara (Merkez ülkeleri kastediyorsunuz anladığım kadarıyla) çağrılıyor olmayı hedefliyorum diyorsunuz. Ama onların kolay kabulleneceği bir Türk gibi değil galiba diye de ekliyorsunuz…Dışardan bir izleyici olarak bizim de en büyük temennimiz, kayda değer çalışmalarıyla öne çıkan mimarlarımızı, tasarımcılarımızı artık farklı platformlarda görmek…Çünkü bu konuda pek eksiğimiz olmadığına inanıyorum. Ancak bir eksikliğimiz, acaba mimarlığımızı Merkez ülkelere aktaracak iletişim kanallarımızın yavaş işlemesi olabilir mi?…Örneğin bugün evrensel anlamda hitap edebilecek, İngilizce bir mimarlık dergimiz bile yok açıkçası…Yurtdışındaki bir kaç fuar ve kuruma gittiğimde, elimdeki yayınları ilgililere aktardığımda dergilere ne yazık ki dilini anlamadıkları için boş gözlerle bakıyorlardı biraz da…İran'da yayınlanan "Iranian Architecture" dergisinin bile 12 sayfa İngilizce bölümünü gördüğünüzde bunu daha çok düşünüyorsunuz…Ve düşünüyorum: Ben İranlıların dergisine dilini nasıl ki anlamadan bakıyorsam ve pek bilgi alamıyorsam, Batı'daki biri de bizim kimi çalışmalarımıza bir anlamda öyle bakıyor...Merak ettiğim nokta şu: Bu konuda internet sitenizin ne gibi faydaları oluyor?…Basılı yayın araçlarının yetersiz kaldığı noktalarda, bu siteler tanıtımda sınırları gevşetme adına ne denli etkili olabiliyor?….

Emre Arolat

 


publisher

Genç mimarlar...

Geçenlerde Gökhan Bey (Avcıoğlu) ile bir görüşmede merak edip sormuştum: Kendisiyle çalışan ve zamanla kendi dilini ortaya koyarak, çıkışını yapabilecek arkadaşların henüz olup olmadığını…Var demişti umutla…Onlar da bir kaç yıl içinde kendilerini ortaya koyacaklar demişti…Sizin de birlikte çalıştığınız, kendi dilini ortaya koymasında bugün ya da ileride destek vereceğiniz arkadaşlarınız var mı?…Çünkü yetenekli pek çok genç insanın kendini ortaya çıkarabilmesi, gördükleri destekle de çok ilgili….Tepe'nin düzenlediği genç mimarlar sergisi anlamlıydı mesela. Acaba diye düşünüyorum: Bu tür sergileri daha genç yaştaki arkadaşlar için de ilerde belli periyotlarla düzenleyebilir miyiz?…Böyle bir potansiyel sizce daha genç bir kitle için söz konusu mu?…

Teşekkürler....

Emre Arolat

 

son sayfa >>

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz