reklam

Abdi Güzer'den
Diyalog 2002
> Merih Karaaslan

Tarih: 19 Mart 2002
Yer: Arkitera Forum

İKİ MERİH KARAASLAN
Arredemento Mimarlık, 1993-3, syfa 91
C.Abdi Güzer

Yenilenmesi, değişmesi büyük ölçüde teknolojiye, ekonomiye, kültürel ve sosyal değişimlere bağımlı olarak gerçekleşen mimarlığın uluslararası eğilimlerinin Türkiye'ye gelişi kaçınılmaz olarak gecikmiş bir yansıma biçiminde gerçekleşiyor. Bu belki de gelişmekte olan tüm ülkelerin karşı karşıya kaldıgı bir alın yazısı. Bir ulusal mimarlık, bir alt kültür kimliği tartışmalarının hala yaşandıgı mimarlık ortamında medyasıyla, vatan tanımayan sermayesiyle teknolojisi ve üretilmiş bilgisi ile gelen "uluslararası kimlik" herşey gibi mimarlığı da dogrudan etkiliyor. Türkiye'de de özellikle 80 sonrasında çok genel bir tanımla serbestlik ve çoğulculuk temalarının altında toplanan "modern sonrası" mimarlık anlayışlarının yansımalarını gözlemek olası.

"Modernizm" sonrası anlayışın uluslararası kültürün jeneratörü konumunda olan ülkelerin dışında, bu kültürü ithal eder konumda olan ülkelere yansıma süreci bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. İlk bakışta içinde barındırdığı serbestlik anlayışından çıkarak alıntı yapma ve yapıştırmaya açık yapısı ile yöresel kimliklerin uluslararası kimliklerle yanyana yeralabilirligini, ulusal kimlik arayışlarının uluslararası tutumlar ile uzlaşabilirliğini getiriyor gibi görünen bu anlayış yıllardır "uzlaşmaz", hatta, karşıt olarak algılanan iki ayrı mimarlık anlayışının biraradalığına ne kadar olanak tanıyor? Sanırım, Merih Karaaslan'ın içinde oldugu mimarlık tutumu böyle bir tartışmanın zeminini hazırlıyor.

Ancak, bu tartışmaya girmeden önce Karaaslan'ın Türk mimarlığına mutlaka altı çizilmesi gereken iki katkısına değinmek kaçınılmaz. Bunlardan birincisi, geleneksel anlayışlar dışında arayışları mimarlık ortamının bir parçası haline getirmeye yönelik araştırmacı çabaları; bu doğrultuda Bayındırlık Bakanlığı uygulamalarından küçük yap-sat konutları ölçegine uzanan kanıksanmış birçok süreci zorlaması. Ikincisi ise bunun bir uzantısı olarak birçok mimarın alışılagelmiş sıradanlığı içinde küçümsendiği ve dışlamaya çalıştıgı oysa kentsel çevrenin oluşumunda agırlıklı girdi oluşturan "apartman" ölçegindeki yapılara gösterdigi duyarlılık ve arayışlar. Böyle bir algılama içjnde Merih Karaaslan'ın en ayırdedici özelliği bir kişisel kimlik arayışından çok yapı özelliğine özgünlük arayan ve hemen her yapıda yeniden ve baştan aranan bir kimliğin peşinde olması. Bu tutum bir yandan kalıplaşmış stil ve tutumların birine bağlanma tehlikesini dıştalarken, biryandan da yapıların özgün programlarına çözüm bulabilme zeminini genişletiyor. Belki de Merih Karaaslan'ın mimarlığını, yalnızca böyle bir genelleme içinde ele alındığında, Kenneth Frampton'ın tanımı ile "contextual" olma şansını açık bırakan bir mimarlık olarak görmek olası.

Gene Karaaslan'ın tasarım tutumu içinde tekrar eden bir başka özellik ise hemen her projede tasarımın yapı ölçeğini aşarak kentsel ölçeğe taşınmaya çalışılması, yapı ölçeği ile kentsel ölçeğin içiçe ele alınmaları; Bir başka deyişle yapılaşan bir dış mekan anlayışı ile kentselleşen bir iç mekan anlayışının birarada varlığı. Özellikle son dönem çalışmalarında giderek belirginleşen bu özelliklerin üzerinde tartışılabileceği üç örnek: Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kaysu Genel Müdürlük binası, Batıkent Çarşısı ve Sosyal Merkez Dizisi ve Terasevler. Üç örnekte de son dönem mimarlık ortamının meşrulaştırdıgı serbestçe biçim seçme ve bunları serbestçe biraraya getirme özgürlüğü, yalnızca bir mimari dil kurmaya yönelik olarak degil, ayrışan yapı parçaların aracılıı ile bir üst ölçekte kentsel bir mekan kurmak amacı ile de kullanılıyor. Terasevlerin iç bahçesi, Batıkent çarşılarının iç avluları, Kay-u'nun içinde yöresel referanslı biçimler barındıran toplanma ve dağılma mekanı kentsel ölçekle yapı ölçegi arasındaki birer geçiş mekanını oluşturuyorlar. Bağımsız biçimleri biraraya getirme yoluyla kurulan bir mimarlık dilinin ölçeği ve çevresel ilişkileri denetleme gibi başka imkanları da getirdiğini açıkça gözlüyoruz.

Örneğin terasevler özellikle yurtdışında örnekleri sıkça sınanmış bir tipolojinin tekrarı olmasına karşın Ankara'da içinde taşındığı doku içinde yeniden değerlendirildiğinde parsel büyüklüğünün getirdiği yeni imkanlara sırtını çevirerek inatla alışılagelmiş "apartman" tipolojisini büyüterek ve hantallaştırarak tekrar eden "oran yolu" dokusuna ciddi bir karşı çıkış ve "alternatif" olarak özgünlük kazanıyor. Gene terasevlerde altı çizilmesi gereken bir başka mesaj da giderek pahalı malzeme ve süslemelerde aranan "ayrıcalıklı konut yapısı" anlayışnın dogrudan mimarlığın kendisi aracılığı ile aranabilir olduğunun hatırlatılması. Batıkent çarşılarında da oldukça geleneksel ve basit inşaat teknolojisi ve malzeme kullanımına rağmen mimari zenginlik ve anlam tasarımın kentsel ölçeğe taşmması ile aranıyor. Burada başta başlatılan tartışmaya dönülecek olursa Merih Karaaslan Türkiye'de "modernizm" sonrasında beliren serbestlik ve çe-şitlilik ortamını en çok kullanan mimarlardan biri. Bu da onun binalarını yalnız dikkat çekici kılmakla kalmayıp birçok mimarlık tartışmasının hedefi haline getiriyor. Tüketim toplumununu herşeyde oldugu gibi mimarlıkta da üretimi daha çekici kılmak üzere meşrulaştırılmış klişeleri Türkiye ortamına taşırken bazı yöresel değerleri ve özgün bir kimliği aramak olası mı? Yoksa elektronikleşen Afrika müziği, "fast-food" haline gelen Çin mutfagı gibi bir kültür illüzyonu kaçınılmaz mı? Sanatla "kitsch'in, gerçekle imajın, moda geçiciliği ile kalıcılığın birbirine karıştığı çogulcu bir platformun üzerinde yer almak onun getirdiği serbestliklerin yanısıra bu deger çelişkilerini de barındırıyor. Belki de bu çelişki Karaaslan'ın Kapadokya Kur oteli, Anka-ra'daki Örnek otel gibi bazı başka yapılarını aynı deneyselliğin ve araştırmacılığın sürekliliği içinde algılamaktan alıkoyuyor. Kur oteldeki biçim anolojisi, Örnek oteldeki cephe grafigi mimarlığı bir imaj gösterimine indirgemenin ötesinde Kaysu ve Batıkent çarşılarında tartışıldığı anlamda çok boyutlu bir tasarım zemini oluşturmuyor. Burada "yeni" mimarlığın barındırdığı ve ince bir çizgiyle ayrılan uç değerlerin biraradalığını gözlüyoruz. Bir yanda anlamsal zenginlik, yöresel kimlik ve yeniden sanatla buluşmak için bir şans, öte yanda yalnızca bir imaj dünyası. Bir yanda özgün koşullara ve çevresel girdilere cevap verecek değişkenlik ve esneklik olarak algılanan bir "yöresellik", öte yanda biçimlerin imaj gücüne indirgenmiş bir "yöresellik". Belki de bu ince çizgi üzerinde yürümeyi göze almanın bedeli olarak karşımıza çıkan bir ikilem.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz