İslam coğrafyasındaki sanatçıların ve düşünürlerin izini, İranlı bir belgesel ekibi sürüyor. İran Sanat Akademisi ve İran TV çalışanlarından oluşan beş kişilik ekip, geçen hafta belgeselin ilk çekimleri için Türkiye’deydi.
İstanbul’da tarihçi Prof. İlber Ortaylı, yazar Cihan Aktaş, Eurimage Türkiye temsilcisi, sinema yazarı İhsan Kabil, ebruzen Fuat Başer ve Hikmet Barutçugil’le görüşen ve gördükleri karşısında heyecanlarını gizleyemeyen ekiple hazırladıkları belgesel üzerine konuştuk.
Tahran Sanat Akademisi müdürü olan ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde doktora yapan Hüseyin Lale, projenin fikir babası. Akademinin uluslararası çalışmalar dairesinde ortaya atılan fikir, İran TV tarafından da desteklenince sanat eleştirmeni-yapımcı Hüseyin Bulhari, yönetmen Ebulfazl Seferî ve teknik çalışanlardan oluşan belgesel ekibi yollara düşmüş. İlk hedefleri, sanatçıların birbirlerini dolaysız tanıyabilmesini sağlamak. Bunun önemini de bizzat kendi tecrübeleri gösteriyor. Bulhari “İran’dayken Türkiye hakkında düşüncelerim farklıydı. Kesinlikle bu kadar başarılı insanlar görmeyi beklemiyordum.” itirafında bulunuyor. İki ülkenin, birbirleri hakkında çarpıtılmış ve taraflı bilgilere sahip olduğuna dikkat çeken Bulhari, İran’dan bakıldığında Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda kendi kimliğinden ve değerlerinden tamamen uzaklaşmış bir ülke olarak tanındığını söylüyor. Türkiye denince akla gelenlerse Sibel Can ve İbrahim Tatlıses’ten ibaretmiş çoğunlukla. Bulhari’nin düşüncelerini başta saydığımız sanatçı ve ilim adamları değiştirmiş.
Genç yönetmen Ebulfazl Seferî’yi heyecanlandıran nokta da bu. Her ne kadar gençlerin, geleneksel sanatlara ilgisini yeterli görmese de Türkiye’nin taşıdığı potansiyeli keşfedeceğinden emin: “Çok güçlü, zengin bir kültürünüz var. Bunu mutlaka kullanmalısınız. Elbette geçmişin taklidinden bahsetmiyorum, onu bugüne uyarlayacaksınız. Ama bunu öyle yapın ki modernizm size baskı kurmasın, siz ona sözünüzü geçirin. Biz bunu İran resminde ve sinemasında yaptık, böylece adımızı dünyaya duyurduk. Türkiye’nin bunu yapmaması için hiçbir sebep yok.” Belgesel ekibinin amaçladığı tanışıklık bu kadarla kalmıyor; Hüseyin Lale’nin başka hedefleri de var. Mesela Hikmet Barutçugil’in Tahran’da bir sergi açması, Fuat Başer’in de İsfehan’a gitmesi planlanıyor.
Ülkeler arasındaki bu geliş-gidiş ve ortak çalışmalar arttıkça her alanda daha fazla eser verileceği muhakkak. Bu da belgeselin yapımındaki bir diğer hedefin gerçekleşmesini kolaylaştırıyor. Bu hedef; özellikle son zamanlarda bir propaganda gibi dünyanın dört bir yanını saran ve İslam’ı terörle, şiddetle bir tutan anlayışa karşı, sanat yoluyla gerçekleri gösterebilmek. “İslâm dünyasında yetişen nice kıymetli, yetenekli ve nazik isimler var. Ama dünya bunları görmüyor ya da görmek istemiyor.” diyen Lale şöyle konuşuyor: “Programın amacı da bu insanları göstermek. Ve ‘bu insanların amacı şiddet ve terör olamaz’ demek. Mesela burada Hikmet hocayla çekim yapıyoruz, herkes şaşırıyor! Çünkü böyle bir örnek bilinmiyor. Bu kadar başarılı bir sanatçı, tamamen kendi köklerine dayanarak eser vermiş ve bu eserlerde, bu insanın yaptığı işlerde asla şiddetle ilgili bir nokta bile olamaz.” Ancak o sırada İsrail’in Lübnan’a girdiği haberleri geliyor ve bir kez daha savaş, sanatın önüne geçiyor. Lübnan, normalde ekibin çekim listesinde yer alıyor. Eğer her şey planlandığı gibi giderse İran TV’den ve uluslararası yayın yapan Seher TV’den yayınlanacak belgeselle bu zengin kültürel birikimi tanımak mümkün olacak.