![]() Fotoğraf: Worlviewcities Maket Fotoğrafı |
![]() Dolaşım Diyagramı |
Çağdaş kent hareketlidir. Geleneksel olarak sahip olduğu yoğunluğa ve canlılığa durağan bir zemin hazırlamak yerine canlılığın işareti olma yolunda ilerler. Kentlerin tarihine baktığımızda, gücü elinde tutan seçkin zümrenin, kontrolün ellerinde olduğunu belirtmenin bir yolu olarak kentin gelişimini teşvik ettiklerini görürüz. Bu çerçevedeki rehberliklerinden vazgeçme planlarının sonucu, kontrollerinin ana prensibi olan üç kavramı da etkiledi; düzen, homojenlik ve sınıflandırma. Yükselen merkez tabanlı, küresel piyasa çevresi koşulları karşısında gücün ortaya koyduğu eski yapının bozulmuş olmasına rağmen bir dizi yeni etken ortaya çıktı. Alışveriş merkezleri, medya ve telekomünikasyon şirketleri, sağlık ve turizm kuruluşları gibi yaygın ticari oluşumların etkisi ile kent, artık kralın, belediye başkanının ya da meclisin etki alanından çıktı.
Oslo, konusuyla ve günümüzde gelişiminin büyük bir bölümü ile bu güçlerin etkisinde. Fakat burada, büyük projeleri yapım aşamasında düşüren, ertelenmesine ya da tamamen dönüştürülmesine neden olan zor bir durum, özel bir karşı koyma da var. Bu nedenle, Oslo’nun kentsel yapılanışı, gerçekleşmesi için harcanan çaba sonucunda köklü bir hale gelmiş. Oslo’da gerçekleştirilmiş bütün büyük kentsel projeler birer “fiyasko”, buna rağmen bu fiyaskolar ödüllendilmiş ve kentin popüler kısımlarını oluşturuyor.
Muhtemelen kentin tarihi, günümüzdeki formunu da yapılandırdı. Bu formun temeli, koyun doğu yakasındaki Ekeberg Tepesi’nin eteklerinde atıldı. On bir büyük yangından sonra, kent koyun karşı yakasına doğru yer değiştirdi ve daha korunaklı grid bir yapı ile sınırlandırıldı. Bununla birlikte yeni koruyucusunun ismini aldı: Christiania. Fakat bu yeni kent dokusu, gezgin sakinleri ile düzensizdi ve gecekondu köylerinin büyümesi, yıllarca süren yıkımlara rağmen kontrol edilemiyordu.
Pek çok sakini için Oslo, klasik ve durağan bir formu hatırlatıyor fakat keskin gözlerle bakan bir gözlemci, Oslo’nun planlama hareketleri sonucunda bitiştirilmiş ve çeşitlilikle savrulmuş bir yapısı olduğunu farkedecektir. Oslo’da kentsel ölçekte yapılan çalışmalar, gerçekleştirilmeyen planlar, çıkarların uyuşmaması ve her yanı kaplayan bürokrasi gibi görünmez bağlamlar çerçevesinde tanımlanmış. Bu sessiz ama güçlü etkileri anlamak Oslo’nun verdiği en büyük mücadele.
Hollandalı mimarlar OMA ve onların Norveç’teki ortakları SpaceGroup, Oslo’nun merkezindeki en büyük iyileştirme projesi üzerinde çalışıyor. SpaceGroup’tan Gro Bonesmo ile bu görünmez bağlamlar üzerine konuştuk.

Thomas Mcquillan: Geçtiğimiz günlerde, Oslo Belediye Meydanı’nda yeni bir kütüphane ve kentsel planlama yarışmasını Office for Metropolitan Architectue (OMA) ve Space Group kazandı. Proje hem politik hem de mesleki açılardan pekçok tartışma yaratı. Projeye yaklaşımınızı ve üzerinde çalıştığınız konuları ana hatlarıyla özetleyebilir misiniz?
Gro Bonesmo: Öncelikle biz projeyi melez birşey olarak görüyoruz, çok yönlü ve karmaşık birşey olarak, her nasılsa iki durum arasında kalmış: Ne bir ana plan, ne de yalıtılmış bir bina projesi. Bizim “yoğun kentsel planlama” dediğimiz, bir yandan bir planlama aracı olurken, bir yandan da yüksek derecede yapısal belirlilik elde eden bu tam aradaki durum OMA’nın üzerinde çalışma geleneği olan birşey.
Aynı zamanda, müşterinin karşıt görüşleri ve projenin çerçevesine rağmen projenin bir seferde gerçekleştilemeyeceği çok açıktı. Proje alanı, Oslo’nun merkezinde son otuz yıldır az çok terkedilmiş ve park yeri olarak kullanılan bir yerdi. Burada şimdi birşeyler olmasının tek sebebi buraya kültürel bir program eklemek yönündeki kararın sonucuydu: Deichmanske Kütüphanesi. Bu, tabi ki kentsel planlamada iyi bilinen bir stratejidir – Tate veya Pompidou Center örnekleri gibi. Fakat Oslo hiçbir zaman çizim üzerinden bu ölçekte birşey inşa etmemişti ve süreç içerisinde birçok değişiklik olacağı rahatlıkla görülebiliyordu.
Dolayısıyla biz her durumda fark edilebilir olacağı ve değişken bir projenin değişmez noktası olarak alabileceğimizi düşünerek, kütüphanenin kendisine; projenin en özel kısmına yoğunlaştık. Bu binanın proje alanında bizim olabileceğini gözlemlediğimiz dolaşım modellerine cevap veren bir “kentsel düzenleyici” olduğu fikrini geliştirdik – demek istediğim; alanda varolan gerçek kullanımlar yoktu fakat biz burada ek hareketlerin nasıl geliştirilebileceğini ve alanın farklı taraflarına bağlanabileceğini anlamaya çalıştık. Buradan diğer üç programı; konut, ofis ve bir otel, kabul eden üç “oturum” ortaya çıktı.
Bundan sonra gerçekleştirici, yapısal çalışma başladı. Kütüphanenin projenin değişmez merkezi olduğuna ikna olduğumuz için orijinal Deichmanske binasında olduğu gibi sonuçta bitmemiş veya tamamlanmamış görünmemesi önemliydi. Kültürel programları tanımlayan sürekli çatıda çalışarak, bu kısım yardımcı programlardan bir, iki veya üç tanesinin uygulanmasından bağımsız bir varlık olarak tamamlanabilir ve hala bu bağlamların tamamında çalışan açık bir genel kavram olabilirdi.
![]() Kütüphane Detayı |
![]() Plan |
GB: Evet, bu bütün sürecin ironik kısmı. Üç oturum birbirinden bağımsız, Aker Brygge, Vika ve City Hall Square gibi yarışma alanına gelişen bağlamlarda kurgulamak için bir yaklaşımdı. Bu üç hareket sadece zamanla veya programla ilgili olarak değil mimari dille ilgili olarak da görülebilirdi. Buradaki düşünce, hem fiziksel hem de politik bağlamda, her ikisindeki işleyen güçleri okuyarak kullanıma hazır, esnek ve gerçekçi bir plan geliştirmekti. Fakat her iki taraf da çok zorlayıcı olduğunu kanıtladı ve projenin alana “yerleşimi” konusunda çok eleştiri oldu. Dolayısıyla bizim esnek ve bağlamsal varsaydığımız araç (hem fiziksel hem politik anlamda) bizim beklediğimiz etkiyi vermedi.
TMQ: Eleştirilerin çoğu yeni projenin, özellikle de Belediye Binası’nın ölçeği ve eklemlenmesiyle eski bağlamı tehdit eder görünüşte olmasına dayanıyordu. Bu iddiaları nasıl cevaplandırırsınız?
GB: Kentsel alanın kendisi oldukça çeşitli ve karmaşık, süreç içerisindeki pekçok planlama hereketinden ortaya çıkmış halleri içeriyor. Pekçok anlamda, proje alanı bütün bu hareketleri tekrar eden bir girdap gibi. Dolayısıyla burada bağlamsal olmak aynı zamanda var olan çözümlenmemiş ve birbirine karşıt durumlara cevap vermek anlamına geliyor.
TMQ: Ve yüksekliği Belediye Binası’nın yüksekliğiyle “yarışan” bir otelin varlığı finansal bir durumun sonucu: Belediye Binası kendi kütüphanesinin bedelini ödeyemiyor dolayısıyla kârlı bir ticari mekanı satmaya ihtiyaç duyuyor. Projenin “bağlam” kavramını sosyal ve politik alanlara genişletmesiyle bazı rahatsız durumları gün ışığına çıkarmış olması mümkün müdür?
GB: Daha önce bu şekilde düşünmüş olmamakla bereber, bir noktada haklı olabilirsiniz. Tartışmaya daha basit bir cevap olarak aynı Belediye Binası’nın kendi zamanında Oslo bağlamı için alışılmadık olması gibi bu proje de oldukça yenilikçi ve bence bu basit cevap gerçeğe yakın. Proje bağlamındaki hiçbir şeye benzemiyor. Yeni bir ölçek getiriyor. Mimarlar ve kentsel planlamacılar bu bağlama yol açan hareketleri anlayabiliyorken, sokaktaki kişi için sadece tanıdık olanlar ve olmayanlar var. Kişilerin düşüncelerinin daha fazla bilgi veya sadece projeyi defalarca görerek nasıl değiştiğini gördüğümden, bu doğru cevap olabilir. Bu özellikle politik anlamda doğru. Belki biraz safça ama bence doğru -ve bu anlamda projenin kritiği çok derin değil.
Fakat elbette sadece kendine gönderi yapan bir anıt tarafından şaşırtılmak daha kolay. Eğer bununla başlayıp buna yoğunlaşırsanız, durumla ve bunların nasıl çözümlenebileceğiyle karşı karşıya kalan konuların uzağından bakabilirsiniz. Yarışma çalışması sırasında bazen arazinin tam ortasındaki birşeyi yıkıp geçme eğilimi gözterdiğimizi itiraf etmeliyim. Fakat kütüphane çalışmalarıyla ilgili bazı deneyimlerimiz var, ve OMA’nın böyle programlardaki çalışmaları onların kurumsallıklarını sonlardırmak üzerine-kütüphaneleri bir şekilde bilgi mağazaları veya bilgiyi biraraya getirme odaları gibi düşünerek kentsel bağlamlarıyla daha fazla ilişkili hale getirmek üzerine. Fakat projeyi bir anıt gibi düşünmek bu süreci etkisiz hale getiriyor. Projeyi daha çabuk inşa etmek daha verimli olabilirdi ama pekçok önemli yönünü kaybedebilirdik. Yoğun kentsel planlama kurumsallığı yok etmeye ve Belediye Binası’nın dış mekanıyla denge kuran bir çeşit “kentsel yaşam odasına” izin vererek bu çeşitli bağlam ve durumlara cevap veriyor. Programın ve bağlamın karmaşıklığı bu çeşit yoğun kentsel planlamayı getiriyor.
TMQ: Bu zorluklar Oslo’daki yapılar ve planlama özellikleri mi?
GB: Yöntemlerin etrafında beliren tartışmadaki esas zorluk, politik ve ekonomik olarak ne tür önceliklerin varolacağına dair bir netliğin oluşması. Projenin değişik olmasının en kötü düşman olduğunu söyleyen bir kesim var. Bu sosyal demokrat sistemin merkezi manzarası ve tüm partiler de onların söylemine sahip. Burada, bu tür bir projeye tüm aşamaları ile önderlik edebilecek merkezi yönetim oldukça güçsüz. Fakat Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde, diğer sosyal demokrat yönetimlerin daha etkili bir biçimde projeleri yönettiğini de görüyoruz. Yarışmayı kazandığımızda aklımıza takılan ilk soru; “Bu yapıyı büyük bir heyecanla gerçekleştirmek ve yönetmek isteyen kim?” oldu. Hemen farkettik ki böyle birisi yok. Bu durumu Çin Merkez Televizyon Binası projesi ile karşılaştırmak öğretici oldu. Söz konusu olan OMA tarafından 575,000m²’lik bir alanda yapılmış oldukça büyük bir proje. Çin’deki proje uygulamaya konulmuş bile.
Bazı durumlarda Oslo, hala nasıl gelişim göstereceğini anlamaya çalışıyor. Bence, kentin şu anki en büyük mücadelesi, evrim içinde olduğunu görmeye başlamasıdır. Kent durağan birşey değildir. Büyük değişim karşısında en küçük ortak paydayı beklemek gibi bir eğilim mevcut. İsteksizce risk alarak ve kentin hareket noktalarını tıkayarak değişmesini bekleyemezsiniz. Oslo’daki çeşitlilik üzerine çokca konuşuldu fakat bunun ne anlama geldiği ve nasıl yer tuttuğu konusunda çok az keşif var.
Konuyla İlgili Linkler