Haberler

Birleşmiş Milletler İklim Konseyi'nde Varılan Sonuç

Tarih: 13 Şubat 2007 Kaynak: Eco.Gizmo, Spiegel, Stern Yazan: Nilgün Ersoy


Cenevre’deki Hükümetlerarası İklim Değişimi Kurumu (Intergovernment Panel on Climate Change), 1988’ten bu yana çalışan Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve yine BM’ye bağlı olan Dünya Metereoloji Organizasyonu (WMO) tarafından kuruldu. IPPC’nin başında Mayıs 2002’den bu yana Hintli Rajendra Kumar Pachauri bulunuyor.

Dünya İklim Konseyi olarak da tanımlanan IPPC, insanların yol açtığı iklim değişikliği üzerine ekonomik, teknolojik ve sosyoekolojik bilgileri; kapsamlı, nesnel ve sonuca yönelik olarak değerlendirme amacını taşıyor. Tüm dünyada yüzlerce bilimadamının çalışmalarıyla katkıda bulunduğu konsey, etkileri azaltmak ya da bu duruma nasıl uyum sağlanabileceği konularında iklim değişikliğinin sonuçlarını ve risklerini incelemek ve araştırmakla görevli.

IPCC, bizzat araştırma projeleri yürütmüyor, bağımsız denetleyiciler tarafından onaylanmış bilimsel açıklamaların sonuçlarını da analiz ediyor.

Çalışma Grupları
IPCC şimdiye kadar 1990, 1995 ve 2001 yıllarında iklim araştırmalarının durumu hakkında bilgi üretti. 2 Şubat’ta yeni raporun birinci bölümü açıklandı, ikinci ve üçüncü bölüm bu yıl içinde açıklanacak.

Bu rapora üç çalışma grubu katkıda bulundu: I. çalışma grubu, iklim araştırmalarının durumunu irdeledi, verileri ve bilgisayar simülasyonlarını toparladı ve ileriki gelişim hakkında tahminlerde bulundu. II. çalışma grubu, insan ve çevre üzerindeki olası sonuçları tartıştı, III. çalışma grubu da, olası karşı önlemleri geliştirdi.

Bugüne Kadar Çıkarılan Sonuçlar
IPCC’nin 1990’daki ilk iklim raporunda henüz insanların yayımları ile güçlendirilmiş olan sera etkisi söz konusuydu. 2001 raporu oldukça ileri gitti; insanların sera etkili yayım gazlarının ısınmanın baş sorumlusu olduğunu açıkladı. Gelecek gelişimin tahmini için devreye giren bilgisayar simülasyonları da IPCC’nin inanılırlığını geçerli hale getirdi. İklim Konseyi, bu açıklamasıyla devletler ve sanayicilerin sert eleştirilerine uğradı.

2001 IPCC raporunda dünya yüzey sıcaklığının global olarak 2100 yılına kadar 1,4 ile 5,8 derece kadar artacağı tahmin ediliyor. Bu arada uzmanlar 2 dereceden az bir ısınmanın dahi ekstrem hava olaylarında artışa yol açabileceğini ama bunun toplamda henüz kontrol edilebilir olduğunu söylüyorlar. İki dereceden daha fazla bir artışta ise felakete varan sonuçlar kaçınılmaz olacak.

2007 Raporu, yüzlerce model hesaplamaları, mükemmeleştirilmiş bigisayar modellemeleri, sayısız araştırma ve ölçümlerden oluşuyor. 450 başyazar, 1800 yılından beri atmosfer ısısını arttıran nedenler hakkında şimdiye kadar yapılan en ayrıntılı analizi sunuyor. IPCC’nin bu dördüncü araştırması için 2.500 uzman altı yıl boyunca çalıştı.

Rapor özetle gelecek 30 yıl içinde 0,7 derecelik bir artıştan söz ediyor. 2100 yılına kadar - sera etkisi oluşturan gazların miktarına bağlı olarak sıcaklığın 6,4 dereceye kadar yükselme olasılığı var.

Araştırmacılar en yüksek sıcaklık artışını yukarı kuzey enlem derecelerinde bekliyorlar. Arktika’da şimdiden iklim değişikliğinin dramatik sonuçları gözlemlenebiliyor. Buna karşın güney okyanuslar ve Antarktika daha az etkilenmiş durumda.

Dramatik Tahminin Ayrıntıları
IPPC altı senaryo sunuyor; en iyi durumda 2100’e kadar 1,1 ile 2,9 derecelik, en kötü durumda 2,4 ile 6,4 derecelik bir sıcaklık artışı beklenmekte. Büyük olasılıkla bu artış 1,7 ile 4 derece dolayında olacak. Deniz seviyeleri en iyimser 18-37 cm, en kötümser 26-59 cm yükselecek.

Rapor iklim değişikliğini sayısal olarak şöyle veriyor:
- Havadaki karbondioksit miktarı 1750’den beri %35 arttı. 2005 senesinde milyonda 280 partikülden milyonda 379 partiküle yükseldi. Bugünkü değer 650.000 seneden beri en yüksek değer. Yükselmenin %78’lik bölümü fosil yakıt kullanımına, %22’si örneğin ağaç kesimleri gibi bölgelerin tahribiyle ilgili.
- Metan ya da gülme gazı gibi diğer sera etkisi yaratan gazların, toplamda karbondioksite göre ısınma artışına yarı etkisi var. Metan ve gülme gazı konsantrasyonu 1750’den beri %18 arttı.
- İklim sisteminin değişimi şüphe bırakmayacak şekilde ortada. Küresel yüzey ısısı 0,74 derece arttı; son 12 yılın 11’i, kayıtların tutulmasından beri en sıcak yıllardı.
- Son 50 yılın sıcaklık artışı son yüzyıla göre çift kat arttı.
- Küresel ortalamada olduğu gibi Arktika iki kat daha fazla ısındı.
- Şiddetli yağışların sıklığı arttı.
- İklim rekonstrüksiyonları geçmiş 50 yılın sıcaklıklarının son 1300 yılın en yüksek derecelerine ulaştıklarını gösteriyor.
- Karla kaplı alanlar 1980’den beri %5’lik bir azalma gösterdi.
- Buzullar dünya çapında eriyor ve dünya denizlerini senede 0,3 mm’lik bir artışla yükseltiyor.
- Arktika’daki deniz buzu 1978 yılından beri %8 oranında azaldı ve bu yaz azalma %20’ye ulaştı. Buna karşın Antarktika’da gerileme gözükmüyor.
- Deniz buzlarının yanı sıra Grönland ve Antarktika’da kara buzları da azalıyor; erime ve buzul kırılmaları deniz seviyenin yılda 0,4 mm yükselmesine neden oluyor.
- Permafrost¹ yüzeyin üst katmanlarındaki sıcaklıklar 1980’den beri üç derece arttı, mevsimsel donan yerin alanı 1900’den beri baharda dahi %15 azaldı.
- Okyanuslar küresel ortalamada 3000 metre derinliğe kadar ısındı. Bu ısınma suyun genleşmesi ile deniz seviyesinin yükselmesine katkıda bulunuyor.
- Deniz yüzeyi 1993’ten beri senede 3 mm civarında yükseliyor. 20. yüzyılda bu yükseliş 17 cm civarında oldu. Bunun yarısından fazlası okyanusun ısısal genleşmesinden, %25 civarı dağ buzulların erimesinden ve yaklaşık %15’i buz plaklarının erimesinden kaynaklanıyor.

IPPC raporunda, iklim sistemi çok yavaş tepki verdiği için karbondioksit yayımlarının derhal durdurulması halinde bile sıcaklığın 0,6 derece artacağı belirtiliyor. Deniz seviyesi bundan sonra dahi “birkaç yüzyıl boyunca” artışını sürdürecek. Eğer 2100 yılına kadar sıcaklık artışı yıllık 3 derecelik bir artışla devam ederse Grönland‘ın tüm kara buzulları erimiş olacak ki, bu dünyanın kıyı bölgeleri için felaket sonuçlar doğuracak.

Ekranda Yaratılan Tufan
Potsdam İklim Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Hans Joachim Schlüter gibi bilim adamları deniz seviyesi için IPPC tahminini fazla iyimser buluyorlar. Schlüter, dünya çapında etkili önlemlerin alınmaması halinde su seviyelerinin 2100 yılına kadar iki metreye kadar yükselebileceğini söylüyor.

İngiliz Andrew Tingle’nin simülasyonu, değişen su seviyesinin kıyı bölgeleri üzerindeki olası sonuçlarını gösteriyor. Google Maps’teki haritaların üzerine, tüm dünyanın engebelerinin belirtildiği, NASA’nın erişime açık yükseklik verilerinde yükselti çizgileri geçirildi. Taşkın ile deniz seviyesinin yükselmesi halinde dünyanın nasıl olacağı gösteriliyor.

Metrelik kesitlerle dünyanın her kıyı bölgesinin sular altında kalışının simülasyonu ekranda sayısal olarak gözlemlenebiliyor.

Isı Değişikliğinin Ekonomiye Vereceği Zararlar
İngiliz Maliye Bakanı Gordon Brown’un isteğiyle Dünya Bankasının eski başuzmanlarından Nicholas Stern, Royal Society’e sunduğu İngiliz Hükümeti’nin iklim koruma girişimlerinin bir bölümü olan 700 sayfalık raporunda korkutucu veriler sundu: İklim değişikliğinin sonuçları dünya çapındaki gayri safi milli hasılanın %5 ila %20 arasını yutabilir ki bu otuzlu yıllardaki dünya ekonomik krizinin yarattığı sonuçlarla aynıdır. Stern, eğer insanlar harekete geçmezlerse 5,5 milyar Euroluk bir zararla karşılaşacaklarını hesaplıyor. İklim değişimine karşı koymak için şimdiden yıllık küresel gayrisafi milli hasılanın %1 kadarı, ki bu aşağı yukarı 270 milyar ediyor, harcanması gerekiyor. Eğer bu yapılmazsa 100 milyon kadar insan deniz seviyesinin yükselmesiyle evsiz kalacak, hayvan türlerinin %40’ı yer yüzünden silinecek ve kuraklık nedeniyle yüz milyonlarca göçmen oluşacak.



Eylem Yerine Tartışmalar - IPPC Raporuna Devletlerin Müdahelesi

Rapor hazırlanırken Çin delegasyonunun girişimi ile iklim değişikliğindeki insan sorumluluğunu bağlamlandıran bir dip not eklendi. Metin, ısı artışının başlıca nedeninin insanlığın sera gazı salınımı olmasının “oldukça olası” olduğunu belirtirken, dipnot12’de geri kalan tereddütün güncel metodolojilere dayanmış olduğu belirtiliyor. Bu cümlenin bilimsel açıdan hiçbir değerinin olmamasına rağmen, delegelerden biri Çin’in bunda ısrar etmiş olduğunu belirtiyor.

ABD ve Japonya, kasırga konusundaki sözcük seçiminin değişmesinde ısrar etmişler. Öte yandan IPCC raporu küresel ısınma sonucunda siklonların kuvvetlerinin artabileceğini vurguluyor. Bunu bir dizi bilgisayar modelleriyle gösteriyor. Ancak aynı paragrafta güncel modellerin, yetmişli yıllardan beri özellikle giderek artan kuvvetli fırtınaları açıklayamadığı da belirtilmiş. “Pasifik alanından oluşturulan üç veri dizisi birbirleriyle çelişkili,” diyor Trenberth.

Ancak ABD - Japon taktiğinin arkasında bulunan siyasi motivasyon açık: Washington ve Tokyo hükümetleri, fırtına felaketleri ile iklim değişikliği arasında bağlantı kurulmasından hoşlanmıyor çünkü tıpkı “Katrina” fırtınasının New Orleans’taki tahribatı karşındaki tepkilerde görüldüğü gibi hatırı sayılı iç siyasal sonuçlar olabilir. TV talkshow ve gazete başlıkları birden iklim değişikliği konusuyla dolup taşmıştı. Bu ABD’nin 2005 yazına kadar hiç görmediği bir olaydı.

Çin delegasyonu için iklim araştırmasındaki tereddütün vurgulanması önemliydi. IPCC raporundaki bir grafik, güneş ışınımına göre insan katkısının 13 kat daha fazla etkili olduğunu gösteriyordu. Ancak bu bilginin ne kadar güvenilir olduğu sorusunun karşılığı raporda ”düşük” olarak belirtiliyor.

Bilim adamları ayrıca hükümetlerin iklim değişikliği konusunda yeterli bilgiye doymuş olduklarını belirterek, iklim araştırmalarına ait para kaynaklarını kısmalarından endişe ediyorlar.

American Enterprise Institute (AEI) adlı muhafakazar bir kuruluş IPCC’nin sonuç bildirilerine karşı çıkacak olan bilim adamlarına 10.000 Dolarlık bir ödül vereceğini açıkladı.

AEI yeni muhafakazarların en etkili “Think Tank”larından biri ve Irak savaşında kilit rol almıştı. Birçok finansöründen birisi de petrol tröstü Exxon Mobil. Guardian gazetesinin haberine göre Exxon, Mobil AEI’ye 1,6 milyon Dolar’dan fazla finans sağlamış.

AEI; ABD, İngiltere ve diğer ülkelerdeki bilim adamlarına mektuplar göndererek, BM raporuna karşı çıkan makaleler yollamalarını istemiş. Gezi masrafları ve diğer masrafların karşılanması da buna dahil.

Bu mektuplara imza atan Keneth Green, IPCC uzmanlarının hiç bir “mantıklı eleştiriyi” kabul etmediklerini, “özetlenmiş sonuçlar” çıkarttıklarını söyledi. Enstitü, işbirliği yapmak isteyen araştırmacılardan “iklim modellerinin sınırlarını” belirlemelerini istedi. Şu sıralar bu tartışma fazlasıyla kutuplaştı ve bu durum rasyonel bir siyaset için iyi değil.

Greenpeace’ten Ben Stewart, Exxon Mobil tarafından finanse edilen enstitüyü şiddetle kınıyor; “AEI bir düşünce fabrikasından ziyade Bush hükümetinin entelektüel bir Cosa Nostra’sı gibi çalışıyor. Beyaz Evin iklim değişim konusuna kara çalma temsilcisidir. Ekonomik ve ahlaki açıdan kaybettiler. Sahip oldukları ise para dolu bir davuldan başka bir şey değil.”

Yeni dünya iklim raporundan sonra 46 devlet daha fazla yetkinlik göstermesi gereken yeni bir BM-Çevre Organizasyonu’nun oluşturulmasını istedi. Hatta Fransız Başkanı Jacques Chirac “dünyanın kurtarılması için bir devrim” istiyor. Ancak korkulan karşı atak bir kaç saat içinde gerçekleşti. Dünyadaki sera etkili gazın yaratıcıları işbirliği yapmak istemedi. ABD, Çin, Rusya ve Hindistan bu plana karşı çıktı. Amerikalılar karbondioksit salınımını ayarlama yasalarına kesinlikle karşı. Hindistan ve Çin ekonomik büyümelerini zora sokmak istemiyor.

Sonuncular IPCC raporunu resmi olarak yorumlamadılar bile. Çin basınında Paris konferansından söz edilmedi. Hindistan ise IPCC’nin sadece bilimsel bir mutabakat sunduğunu ve bir siyaseti belirlemediğini işaret etti.

ABD Enerji Bakanı Samuel Bodman, ABD’de yasal karbondioksit sınırlarının konulması tartışmalarının başlatılması konusunda umutsuz olduğunu belirtti. Bodman Paris’te ABD’nin sera gazı salınımındaki katkısının “az” olduğunu belirtti. Oysa ABD, küresel CO2 yayımının aşağı yukarı dörtte birinden sorumlu.

Uluslararası Enerji Ajansına (IEA) göre 2030 yılına kadar sera gazı CO2 yayımı 40 gigatona ulaşacak ve böylece bugünkü düzeyinden %55 fazla olacak. Ajansa göre 2010 yılına varmadan Çin tahmin edilenden on yıl önce ABD’yi bu konuda geçecek.

İklim felaketi uyarıları giderek sertleşmesine karşın güçlü devletler, çevreden ziyade iş yerlerini korumaya çalışıyor. "Union of Concerned Scientists" tarafından açıklanan bildiride ABD hükümeti son yıllarda 150 iklim araştırmacısının çalışmalarına müdahale etmiş. Uzmanlar, politikaların sıcaklık çöküşünün önüne büsbütün geçilebileceğinden şüpheliler.

Bilimadamları ve mantıksal düşünme eğiliminde olan çağdaş bakış açılarına göre, insanlık sera etkisi yaratan gazların frenlenmesine ilişkin acil önlemler almadığı takdirde iklim değişikliğinin kaçınılmazlığı ve felaketle sonuçlanacağı konusunda hiç şüphe yok. IPCC raporunda yüzlerce bilimadamı tarafından yapılan uyarılardaki sertlik şimdiye kadar pek görülmedi.

Münih’li siyasetbilimcisi Mir Ferdowsi’ye göre; iklim değişikliği şimdiye kadar olan hiçbirşeyle karşılaştırılamaz. Örneğin ozon deliği, sonuçları açısından daha çok bölgesel bir problem oluşturmuştu ve soğuk savaştaki silahlanma yarışı sadece bir grup ülkenin sorunuydu. Ancak iklim değişikliğinden tüm devletler etkilenecek.

İklim araştırmacılarını ve siyaset uzmanlarını, dünyanın en güçlülerinin bu kadar büyük boyuttaki bir problemle baş edecek durumda olup olmadığı sorusu meşgul ediyor.

İngiliz Guardian gazetesine göre ABD, geçen sene aldığı IPCC raporunun ön kopyasına verdiği yanıtı Birleşmiş Milletler’e iletmiş.Yanıtta, yayınlanacak IPCC raporunun bir bölümünün siyasete, güneş ışınımına direkt bir müdahale olanağının tanınmasını içermesi gerektiği vurgulanmış. ABD önerisinde, “Sera gazları yayımlarının azalması sağlanamadığı takdirde güneş ışınımının değiştirilmesi önemli bir strateji olabilir” diye belirtiliyor. “Bu strateji kullanımının sonuçlarını değerlendirmek için gerekli araştırma ve gelişimi sağlamak önemli ve pekiştirilmiş bir güvence olacaktır”

Bunun dışında Washington, IPCC raporunun “iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarını abarttığı” konusunda yakınmakta. ABD yönetimi aynı zamanda, her ne kadar General-Electric Müdürü Jeffrey İmmelt’in geçenlerde vurguladığı gibi ABD tröstleri bile “iklim korumasında açık hedeflere” sahip olmak için yasal düzenlemeler istediği halde, ekonomide gönüllü yükümlülüklerin etkisini vurgulayacak bir pasaj için ısrar ediyor. Ancak ABD büyük farkla dünyanın en büyük karbondioksit oluşturucusu. Çin Kyoto Protokolüne imza atmış olsa da gelişen bir ülke olarak kabul edildiği için 2012 yılına kadar sera gazı azaltımına mecbur edilmedi.



Geoengineering
Bu arada iklim korunması için gerekecek sert müdahaleler bilim adamları tarafından ciddi bir şekilde tartışılıyor. Güneş ışığının bir yüzdesini uzaya yansıtarak, sanayii devriminden beri açığa çıkartılmış sera gazlarının iklimsel etkisini kompanse edebilecek hesaplamalar yapılıyor. Bu bağlamda üretilen senaryoların adına da Geoengineering deniliyor.

Bazı Geoengineering Senaryoları
- Amerikalı astronom Roger Angel’in planı kozmik bir konfetiyi andırıyor. 60 cm çapında ve sadece bir gram ağırlığındaki transparan PVC diskler dünya ve güneşin arasına yerleştirilerek güneş ışığının %1,8 lik bölümünü yansıtılıyor. 25 yıl içinde bu PVC diskler hazır hale getirilip 800.000’lik paketler halinde uzaya fırlatılabilecek. Eğer 20 adet fırlatma rampası on yıl boyunca her beş dakikada bir bir paket fırlatabilirse 16 milyar küçük disk 100.000 km uzunluğunda bir kuyruk oluşturarak devasa bir güneş şemsiyesi halini alabilir. Bu kozmik konfetiden oluşan güneş şemsiyesi güneş ve dünyaya göre relatif sabit bir pozisyonda kalabileceği dünyadan 1,5 milyon km uzaklıktaki Langrage noktasında salınacak.

Angel’in değerlendirmesi şöyle: Bir çeşit GPS navigasyonu, kendi solar hücreleri ve ufak bir yön düzenleme aygıtıyla donatılmış sayısız disklerden oluşan bu güneş şemsiyesi, on yıllar boyunca aynı pozisyonda kalabilir. Bunun maliyeti “bir kaç milyar Dolar” olsa da 25 yıla bölününce dünya çapındaki gayrisafi milli hasılanın sadece yarısını oluşturuyor.

Bu proje bazılarına fazla tuhaf ve gerçek dışı gözükebilir ama NASA, Ekim ayında Angel’den projesinin ayrıntılı bir planını oluşturmasını istedi.

- New York Colombia Üniversitesi’nden Wallace Broeker, güneş ışığının bir kısmını bloke etmek için seksenli yıllarda stratosfere jumbo jetler tarafından büyük miktarda kükürtdioksitin salınmasını önerdi. Tıpkı volkan patlamalarından sonra tespit edildiği gibi yapay hava kirliliği de atmosferi serinletecekti. Hidrojen bombasının mucitlerinden biri olan Joseph Teller de bu fikri doksanlı yılların sonunda açıkça destekledi. Ancak Mainz Max-Plank Enstitüsünden Nobel ödüllü kimyager Paul Crutzen, bu senaryonun daha inceltilmiş bir versiyonunu açıkladığı zaman büyük tepkiler aldı. Eleştirmenler bir anlık toplu artışı önlemek için bir çok nesil boyunca atmosfere kükürt püskürtme gerekliliğini sorguluyorlar.

- ABD Colorado eyaletinde Atmosfer Araştırmaları Ulusal Merkezi’nde (National Center for Atmospheric Research) atmosfer fizikçi olan John Latham ve çevresindeki araştırmacılar büyük miktardaki deniz suyunu püskürtme fikrini geliştirdiler. Böylece alçak bulutların uzaya daha fazla ışığı yansıtması sağlanmış olacak. Şimdiye kadar devlet desteği bulamadılar.

- Bremerhaven’deki Alfred- Wegener Enstitüsü Deniz Araştırmaları Bölümü’nün bilim adamları 2000 ile 2004 yılları arasında üst yüzeydeki yosun büyümesini teşvik etmek için Antarktik denizinde 200 kilometrekarelik bir alanı demir sülfat ile gübrelediler. Böylece, phytoplanktonlar ileride büyüdükleri zaman derinlere gömülecek ve böylece atmosferden uzaklaştırılacak olan karbondioksiti bağlayacak.

- Başka bilim adamlarının hesaplamalarına göre okyanuslarda yüzen PVC diskler ve çölde beyaz plastik paneller ile de güneş ışığının bir bölümü uzaya yansıtılarak küresel ısınmaya karşı önlem alınabilir.



Batı'ya Büyük Sorumluluk Düşüyor

Uzmanlar daha yüksek bir enerji etkinliğinin enerji tasarrufuna daha fazla katkı sağlayacağını düşünüyor. Nükleer enerji ve yenilenebilir enerjilerin daha fazla kullanılmasıyla, fosil enerji kaynaklarının kullanımı ve böylece salınımlar azaltılabilir.
Siyaset bilimcisi Tanja Brühl, batılı endüstri devletlerine, Çin ve Hindistan gibi devletleri modern teknoloji ve finans transferi ile destekleyerek iklim korumasına dahil etmelerini öneriyor. Bu öneriye diğer uzmanlar kuşkuyla bakıyor. Ferdowsi’ye göre, büyüyen ülkelerde geniş anlamda çevre koruma tedbirleri alınırsa büyümeleri frenlenecek ve dünya pazarında rekabet edemeyecekler. Ayrıca batının teknik desteğinin bağımlılığa yol açmasına, Çin ve Hindistan karşı çıkıyor. En sonunda batılı hükümetlerin böyle eylemlere hazır olup olmadıkları, eğer hazırlarsa bile bunu ne kadar çabuk gerçekleştirilebileceği sorusu ortaya çıkıyor.

Uzmanlar tek bir konuda birleşiyor: Siyasetin acil ve kararlı bir şekilde küresel ısınmaya müdahele etmediği kesin.

“Siyasetin 30 yıllık ya da daha fazla bir zaman diliminde düşünebildiğinden kuşkuluyum. Ulusal devletler, yasama dönemindeki zaman aralığından fazlasını planlayamıyor ve buna otokratlar da dahil. Eğer başka türlü olsaydı, devletler 1992’de Rio de Janeiro’da yapılan çevre zirvesindeki kararları devreye sokmuş olurdu. O zaman dışarıda kar olabilirdi, şimdi ne yazık ki her yer yeşil” diye belirtiyor Ferdowsi.

“Halkın baskısı buna yardımcı olabilir ancak çevre bilinci her yerde yok. Bir Alman, buzu temizlerken arabanın motorunu çalıştırdığında eleştirilir, ancak Çin’de yüz milyonlarca insan, ayrıntıları uzaktan yakından önemsemeden, ilk önce bir araba sahibi olmak istiyor.

Birçok ülkede hızlı bir siyasi değişim için aleni baskı eksik kalıyor, bu Almanya için de geçerli. Herkes kendisine dokunulmadıkça iklim korumasının öneminden yana.”

Ferdowsi, insanlığın aklının başına gelmesi için Asya’daki Tsunami’den daha büyük felaketlerin gerekeceğini, belki de tüm Bangladeş’in sulara gömülmesi gerektiğini, ki o zaman ortaya çıkacak 200 milyon göçmen ile iklim değişikliğinin ciddi bir siyaset konusu olacağını ve endüstri devletlerinin bu probleme yakından ilgi göstereceklerini söylüyor.

Kasım 2006’da Alman Çevre Organizasyonu Germanwatch tarafından açıklanan etkileşimli grafik:

En Büyük CO2 Yayıcıları
 Ülke  İklim Koruması*  Dünya Çapındaki CO2 Yayım Yüzdesi (%0- %25)
 İngiltere  2  2,02
 Almanya  5  3,19
 Hindistan  9  4,15
 Japonya  26  4,57
 İtalya  31  1,74
 Rusya  42  5,75 
 G. Kore  48  1,74
 Kanada  51  2,07
 ABD  53  21,82
 Çin  54  17,94
 Toplam    64,99

(*) iklim koruma endeksi: CO2 salınımın yanı sıra ulusal ekonomik çerçeve verilerini gözlemler.

Arabalar ile Karbondioksit Yayımı Arasındaki İlişki
Ekonomi Araştırma Enstitüsü (DIW), küresel karbon dioksit yayımının 2005’te %2,5 arttığını ve bu miktarın bugün Kyoto protokolünün iklim koruma hedefleri ile ilgili temel alınan 1990 yılından %27 fazla olduğunu hesapladı. DIW’e göre Avrupa da hedeflediği karbondioksit miktarını azaltımını tutturamayacak çünkü İspanya ve Avusturya gibi ülkeler, her zaman olduğu gibi iklim korumasında işbirliği yapmıyor. Metinde açıkça şöyle deniliyor; dünya, eğer radikal olarak iklim frenine basılmazsa ısınmaya devam edecektir.

Karbondioksit emisyonunda özellikle araba endüstrisinin büyük bir sorumluluğu var. Greenpeace’e göre dünya çapında 500 milyon otomobil, salınan yıllık toplam miktarın %20’sine denk gelen 4 milyar ton CO2 havaya salımlamaktadır. Ancak durum daha da vahimleşecek. Heidelberg Çevre Tahmin Enstitüsünün (UPI) araştırmasına göre, 2030 yılına kadar otomobil sayısının 2,3 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.

Otomobil üreticilerinin dörtte üçü yayım yükümlülüklerini yeteri hızda yerine getirmemektedir. Fiat tek üretici olarak şimdiden 140gr/km’nin altına ulaşmıştır. Araştırma, üreticilerin tek tek iklimi koruyan modeller sunmasının bir şey ifade etmeyeceğini, tüm üretim paletlerinin CO2 açısından fakir olan arabalara dönüşmesi gerektiğini vurguluyor.

Sürücülerinin çoğu kullandıkları bir litre benzin ile atmosfere aşağı yukarı 2,3 kilogram karbondioksit salımladıklarından habersiz. 10 litrelik kullanılmış benzin 23 kilogram CO2 salımlamakta. Üç dolu depo, sera gazının 1/4 tonundan fazlasını üretmektedir.

Araba Üreticilerinin Durumu
Araba üreticileri, 2008 yılına kadar yeni arabalardaki karbondioksit yayımını kilometre başına 140 grama düşürme hedeflerini gerçekleştiremedi. Şu sıralar bu yayım ortalama 160 gramın üstünde. AB Komisyonu, şiddetli tepkilere rağmen üreticileri 2012 yılına kadarki miktarı kilometre başı 130 grama düşürmeleri yönünde zorluyor.

Arabaların Karbondioksit Yayımındaki Son Durum
Volkswagen:
Avrupa’nın en büyük araba üreticisi 1997’den beri karbondioksit yayımını %11 azaltmasına rağmen Golf, Passat ve benzerlerinde bu miktar 159 gr/km.
Audi: Yayımı %13 azaltabilmiş olsa da 177gr/km’lik bir karbondioksit yayımı ile Audi Alman araba üreticilerinin en büyük çevre suçlularından biri olma durumunda.
Seat ve Skoda: Yayımı %13 azaltabilmiş 150-152gr/km.
Mercedes - Benz: Yayımı her ne kadar %38 azaltmış olsa da 185gr/km ile Avrupa’nın en büyük iklim suçlularından biri.
BMW: Yayımı %23 azaltmış olsa da 192gr/km ile Alman markaları arasında en kötü durumda.
Fiat: 1997’den beri emisyonu 1/3 oranında azaltabildi ve şu sıra 139gr/km ile AB hedefini neredeyse yakalamış durumda.
Citroen: 144gr/km.
Renault: Sekiz yıl içinde yayımı 1/4 oranında azaltabildi 151gr/km.
Toyota: Her ne kadar yayım 1/4 oranında azaltılsa da hala 163gr/km.
Suzuki, Honda Nissan,Mazda,KIA: 166gr/km.
Volvo: Yayımı 1/4 oranında azaltsa da 195 gr/km ile çevreyi kirletenlerin başını çekiyor.

Araba Üreticilerinin Tutturabildikleri CO2 Hedefleri
Üretici  CO2 Kesiti 1997  CO2 Kesiti 2005  Hedef  Tutturulan
 Fiat  169  139  -21  140
 Citroen  172  144  -24  115
 Renault  173  149  -25  100
 Ford  180  151  -30  95
 Peugeot  177  151  -28  94
 Opel  180  156  -30  81
 Toyota  189  163  -35  76
 Kia  202  170  -44  72
 Skoda  165  152  -19  71
 Seat  158  150  -13  63
 Honda  184  166  -31  60
 Mercedes  223  185  -64  59
 Hyundai  189  170  -34  57
 VW  170  159  -22  48
 BMW  216  192  -58  40
 Volvo  219  195  -61  39
 Audi  190  177  -38  35
 Mazda  186  177  -32  27
 Suzuki  169  165  -20  22
 Nissan  177  172  -26  20

Yenilenebilir Enerji
Greenpeace ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Endüstrisi'nin (EREC) araştırmasına gore, yenilenebilir enerjilerin devreye girmesiyle sera gazı yayımları 2050 yılına kadar yarı yarıya azaltılabilir. Araştırmaya gore; güneş, rüzgar ya da biyokütle, belirli şartlar altında diğer kaynaklarla rekabet edebilecek hale gelebilir. Ancak bunun için yeterli siyasi istek gerekiyor; hükümetler, fosil ve nükleer enerjilere sağladıkları sübvasyonları geri çekmeli. EREC Müdürü Oliver Schaefer’e göre böylelikle dünya ısınmasına ait ortalama iki derecelik kritik sınır 2100 yılına kadar geçilmeyebilir. Bunun için dünya çapındaki enerji tüketimindeki yenilenebilir enerjilerin payını %13’ten %50’ye çıkartmak gerekiyor. Schaefer’e göre yenilenebilir enerjilerin dünya pazarı 2050’ye kadar büyüyebilir ve büyüklüğü bugünkü fosil enerjilere eşit olur. Rüzgar ve güneş enerjisi teknolojisinin büyümesi her üç yılda bir ikiye katlanabilir.

Schaefer, yeni teknolojilerin hayata geçirilebilmesi için teknolojik ve ekonomik kısıtların bulunmadığını sadece siyasi iradenin bir eksikliği olduğunu vurguluyor. Bu doğal olarak otoyollardaki hız sınırı ya da uçak biletlerindeki çevre vergisi gibi siyasi gerçeklik karşısında başarısızlıkla sonuçlanan diğer tasarılar için de geçerli.

Yenilenebilir Enerjiye Örnek: Rüzgar Türbinleri
2004 yılında MIT araştırmacıları ABD Yenilenebilir Enerji Laboratuarı’nın (NREL) rüzgar türbini uzmanlarıyla birlikte, kıyıdan uzaktaki petrol donanımlarına benzeyen yüzen platformlu bir rüzgar türbini için çalıştı. Tasarımda çelik zincirlerin platform köşelerini okyanus tabanınında bir şamandıraya bağlayan gergi ayak platform (TLP) kullanıldı. Türbinler kıyıdan 50-150 km uzakta 30-200 metre derinlikteki sularda çalışabiliyor ve büyük oldukları için ekonomik açıdan avantajlılar. MIT-NREL tasarımıyla 5,0 megawatlık bir enerji üretimini hedefleniyor (kıyıdaki üniteler; 1,5megawat, halihazırda kıyıdan uzaktaki üniteler 3,6 megawat enerji sağlayabiliyor). Rüzgar kulesi 90 metre yüksekliğinde, pervaneler ise 140 metre çapında. Bunu denizde kurmak fazla pahalı olacağı için kıyıda muhtemelen bir tersanede hazır hale getirilerek bir römorkör ile nakledilecek. Her platformu sabit tutmak için içindeki silindirler beton ve suyla dolduruluyor, her bir yanına önceden yerleştirilen zincirlere bağlanıyor. Bu zincirler yüzen platformun aşağı yukarı değil, yan hareket etmesini sağlıyor. Bilgisayar simiüasyonları, kasırga koşullarında her biri 30 metre çapında olan yüzer platformların 1-2 metre kayabileceğini ve türbin bıçaklarının tepesinin en yüksek dalganın üstünde kalacağını gösterdi.

MIT’de makina ve gemi inşaatı profesörü olan Paul. D. Simon Sclavounus, kıyıdan uzaktaki güçlü rüzgarlar nedeniyle bu sistemin şu an çalışan rüzgar türbinlerine göre yılda iki kat daha fazla elektrik üreteceğini ve türbinlerin denize sabitlenmediği için kolaylıkla başka yerlere taşınabileceğini belirtiyor. Sclavounus yarım ölçekteki bir prototipi, Cape Cod’a kurmayı hedefliyor.

21 Aralık 2006’da İngiltere’nin Kent kıyısından 20 km uzakta dünyanın en büyük rüzgar çiftliğinin kurulması için bir plan hazırlandı. Tamamlandığında, 1.000 megawatlık rüzgar çiftliğinin 341 türbini, 90 milkarelik bir alanı kapsayacak ve 750.000 evin elektrik ihtiyacını karşılayarak, her yıl 1,9 milyon tonluk karbondioksit salınımını ortadan kaldıracak.

İngiliz hükümeti 2010 yılına kadar %10 oranında yenilenebilir enerji ve 2020’de iki katını elde etmeyi hedefliyor.

İklim Değişikliğinin Diğer Etkileri
Hastalık kaynağı ve taşıyıcı olan sivrisineklerin yaşam alanlarındaki ısı artışı yüzünden tropik hastalıkların yayılması ve bu yayılmanın Avrupa’ya kayması bekleniyor. Alplerin kuzeyinde kışların daha ılıman geçmesiyle taşıyıcıların daha geniş yaşama ortamları oluşacak. Avrupa’da iki önemli taşıyıcı sinek türü görülmeye başladı bile; kum sivrisineği Güney Almanya’da 1999’lardan bu yana bulunuyor. Sıtmayı taşıyan sivrisinek Anopheles ise, Almanya’da altı türüyle uzun süreden beri bulunuyor. Topik hastalıkların en kötü taşıyıcılarından biri olan kaplan sivrisineği Belçika ve Hollanda’ya yerleşti. Çok ağrılı ısırışı olan çizgili sineğin korkutucu bir hastalık bulaştırma cephaneliği bulunuyor; hepsi ölümle sonuçlanabilecek 22’ye kadar virüsü taşıyabilir.

2003 yılında yayınlanan bir araştırma raporuna göre Bonn’daki parazitologlar iklim değişikliğinin etkiler bağlamında, Almanya’da insanlara bulaştırılan hastalıkları derinlemesine araştırmışlar ve bundan sonra daha dikkatli gözlemlenmesini istemişler.

İngiltere’de yapılan bir araştırma da beyin zarı hastalıklarının %60’ının nereden geldikleri kesin olarak bilinmeyen virüsler tarafından oluşturulduğunu gösterdi.

Almanya’da, olası iklim değişikliği yüzünden ilk defa güney ülkelerde bulunan çok tehlikeli bir zehirli örümcek türü ortaya çıktı ve tropik kökenli mavi yosunlar da görülmeye başlandı. Bu yosunların bazıları suda eriyen bir zehir üretiyor ve uzmanlara göre içme suyu şebekesinin bu zehirle başa çıkabilecek bir güçte olup olmadığının incelenmesi gerekiyor.

Ayrıca uzun sürecek sıcaklık dalgaları nedeniyle bir sıcaklık alarm sisteminin de kurulması gerektiği belirtiliyor. Bu tür bir sistem Almanya’nın Hessen eyaletinde oluşturuldu. Alman Meteroloji Enstitüsü; hastaneleri, yaşlı bakım evlerini ve buna benzer kuruluşları, bir çok insanın hayatına mal olan sıcaklık dönemlerine karşı uyarıyor.

Ayrıntılar: Intergovernmental Panel on Climate Change Web sitesi

(¹) Permafrost: Sıcaklığı en az iki yıl sürekli olarak 0 derecenin altında bulunan ve böylece sürekli donmuş olan zemin ya da tabaka.

------------------------------------------------------------------------------
Kaynaklar

Stern - 12.09.2006
Spiegel - 1, 2, 3, 6, 8.02.2007 - 25, 27.01.2007 - 30.10.2006 - 6.11.2006
Eco.Gizmo
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.