Haberler

New York’ta Anti Kentleşme - 1

Tarih: 15 Mart 2007 Kaynak: WNYC Radyosu Çeviren: Melis Göker


New York’un resmi radyo istasyonlarından WNYC Radyosu’nda yer alan Julie Burstein’in sunduğu Leonard Lopate Show adlı programda Priceton Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “New York’ta Anti Kentleşme” adlı kitaptan yola çıkılarak şehir, kentleşme, soylulaşma kavramları ele alındı. Programın konukları ise kitaba birer makaleleriyle katkı sağlayan Neil Smith ve Suzanne Wassermandı.

Soylulaştırma(gentrification) veya daha genel tanımıyla kentsel soylulaştırma alt sınıfa ait, kötü durumdaki mahalle veya yerleşimlerin daha zengin yerleşmeciler ve daha iyi altyapı hizmetleriyle daha değerli alanlara dönüştürülmesi sürecini anlatan bir kavram. Elbette bu durumda eski yerleşmeciler bu alanı terk etmek zorunda kalıyor. Bu teoriyi ortaya atan isimler arasında Neil Smith de yer alıyor.

Julie Burstein: New York’lular etnik restoranlara ve mahallelere alışkın. Birçok yerleşim biriminde etnik restoranların, Starbucks ve benzeri kahve dükkanlarının ve çeşitli kentsel değişikliklerin sayısı her geçen gün artıyor. “New York’ta Anti Kentleşme” adlı yeni çıkan kitapta 14 yazar New York’un kent planının nasıl değiştiğini sorguluyor. Bu yazarladan ikisi şu anda bizimle; New York Şehir Üniversitesi’nde antropoloji ve coğrafya profesörü olan Neil Smith ve tarihçi ve film yönetmeni Suzanne Wasserman. Hoşgeldiniz. İlk sorum “banliyöleşme” terimiyle neyi kastediyorsunuz? Sizin için ne ifade ediyor?

Neil Smith: Benim için banliyöleşme, şehirde soylulaşma anlamına geliyor. Çünkü biz soylulaşmayı sadece banliyölerde gerçekleşen bir durum olarak düşünmüyoruz. Tüm şehri ve şehir ekonomisini, şehir kültürünü etkileyebilecek bir durum olarak görüyoruz.

JB: Ben de bir banliyöde yaşıyorum ve tamamen şehirden taşınarak, banliyölerde yaşamaya başlamak nasıl bir şey olacak? Oldukça gelişmiş banliyöler olmasına rağmen kentin birçok nimetinden yoksun banliyöler de var. Sizin soylulaşmayla kastettiğiniz kentte var olan alışveriş ve yaşam olanaklarının banliyölerde de varlığını sürdürmesi mi?

NS:
Aslında benim kastettiğim tam olarak böyle bir şey değil, soylulaştırmanın benim için tam karşılığı banliyöler değil. Bu daha çok New York şehrinin güvenliğiyle ilgili bir durum. Biz banliyölerin tipik kenarda olması durumunu, merkezi kontrolden uzak kalmalarını engellemeye çalışıyoruz.



JB: Bir makalenizde bu kenarda olma durumunun yok edilmesinden, güvenlik sorunlarının kaldırılmasından bahsediyordunuz. Peki yüksek güvenlik ve yaşam koşullarına sahip banliyö örnekleri var mı?

NS:
Sanırım esas nokta da bu. Makaleyi Deborah Corrent’la birlikte kaleme aldık. Evet, bu gerçekten de şehirdeki kenarda olmak ve güvensizlik duygusuyla ilgili bir durum. Mesela eskiden bir benzin istasyonu vardı. Biz oraya satın alarak kendi galerimiz olarak tasarladık ve o benzin istasyonu artık “benzin istasyonu” adında bir galeri haline geldi. Bu da bu tip bir değişimi anlatıyor. Uluslararası mimarlar ve tasarımcıları biraraya getirerek ilham verici bir yer tasarlamak istiyoruz. Wall Street’te yaşamaya alışmış insanlar oldukça kıyıda bulunan benzin istasyonunda da yaşayabilecekler ve kendilerini hala aynı koşullarda hissedecekler.

Suzanne Wasserman: Bence banliyöleşme ve kitabın başlığı da olan anti kentleşme kavramları birer yem. Sizin de söylediğiniz gibi banliyö birçok farklı anlama gelebiliyor. Yüz yıllık, iki yüzyıllık oldukça eski mahalleler de birer banliyö olabiliyor. Bu yüzden de biz bu kelimeyi biraz yem olarak kullanıyoruz. Bence hem benim makalem hem de kitapta yer alan diğer makaleler bu kavramla daha çok bir mekan duygusu yitimini, komşuluk ilişkilerinin yitirilmesini ve aynılaşmayı anlatıyor. New York’un yaşadığı bu tip sorunlar için kitap bir uyarıcı.

JB: Suzanne Wasterman, makalenizde günümüzde kaybettiğimiz kente dair hayallere sahip olma durumuyla ilgili düşüncelerinizi bulmak mümkün. Mesela, eskiden New York’un sokakları çok daha düzgündü ve canlıydı. 1980’de New York’a taşındığımda her apartman bloğu kendine has bir sokak panayırına sahipti. Bu günümüzde değişti.

SW: Ben de New York’a aynı yılda, 1980’de taşındım. Bahsettiğiniz şey, sokak panayırlarını oluşturan düzenlemlerin orijinleri ve etnik çeşitliliği kaybolmuş durumda. 1970’lerde ortaya çıkan ekonomik kriz durumunda insanların komşularına sokak panayırları düzenleyerek yardımcı olduğu dönem sona erdi.

JB: Bütün şehrin ekonomik bir kriz içerisinde olduğu koşullarda semt sakinleri kendi yaşam alanları, apartman blokları için biraraya geldiler.

SW: Evet tam olarak böyle oldu. O dönemde şehir meclisini arayarak kendilerine göre bir panayır için izin istemek de oldukça kolaydı. 1970’lerin sonlarına doğru panayırların maddi getirilerinin hiç de fena olmadığı keşfedildi. Bu maddi olanakları farkeden şehir yönetimi bu işlerle ilgilenecek bir komisyon kurdu. Bu noktadan sonra süreç kar topu gibi büyüdü. Şu anda sokak panayırlarının sayısı o kadar arttı ki, mesela panayır düzenlenmesine sadece Kasım – Nisan ayları arasında izin verilmesine rağmen geçen sene toplam 367 tane sokak panayırı gerçekleşti. Yani neredeyse günde iki tane panayır yapıldı. Burada en can sıkıcı olan ise bu panatyırların orjinal panayırların bir devamı olmasına rağmen günümüzde her türlü mekan ve aidiyet duygusundan tamamen kopmuş olmaları. Mahalleler mekan ve aidiyet duygularını kaybediyorlar. Ben hala New York’un dünyadaki en muhteşem şehir olduğunu düşünüyorum ve kitabın amaçlarından bir tanesi de New York’un böyle kalabilmesi için insanları mmücadele etmeye çağırmak.

JB: Silmeye, temizlemeye ve paraya dair bu tür bir açıklama, 1980 ve 1990’lardan kalma bir kouşma. Mahalleler de değişti. Fakat bahsettiğiniz mücadele sadece burada ve bu yüzyılla ilgili bir mücadele değil. Bu mücadele New York ilk kurulduğundan beri süregelen bir mücadele. Peki gelecek için umutlu mu, yoksa endişeli misiniz?

NS: Ben umutlu değilim. Suzanne gibi düşünmüyorum, New York benim gördüğüm en heyecan verici yer değil. Bunun bir sebebi çok karmaşık olması, çok farklı yerlerden insanların bulunması ve bunun planlı yürümemesi. New York’un banliyöleşmesi bu farklı ve karışmış insanları bir anlamda planlamayı hedefliyor. Elbette banliyöler şehirin dışında birimler, bu hikayeyi zaten biliyoruz. Sorun sadece bir aidiyet kaybı değil aynı zamanda insanların kafa olrak şehrin dışında olmaları.



JB: Ben bütün banliyölerin şehrin dışında olduğu konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Fakat böyle bir şehirde eninde sonunda banliyöye taşınmak zorundayım. Böyle bir şehirde bir aile olmak, çocuk büyütmek neredeyse imkansız. Fakat bana öyle geliyor ki hem sizin anlattıklarınızın hem de Suzanne’in anlattıklarının merkezinde para yatıyor. Mesela Suzanne’in bahsettiği sokak panayırlarının kökeni de aslında para kazanmakta değil mi?

SW: Şehir konseyi de para kazanmak zorunda olduğunun farkında. Aldıkları vergiler sayesinde yılda 1,5 milyon Dolar gelir sağlıyorlar. Yani sokak panayırları işinde iyi para var. Bunu gören bazıları da geliyor ve biz sizin için bu işi düzenleyebiliriz diyor. Bunu yaparız fakat karın %60’ını biz alırız. Bu tip girişimcilerin web sitelerini incelediğimizde New York sokaklarının altın kaplı resmedildiğini görüyoruz. Bu oldukça ironik çünkü bu imge zamanında göçmenleri şehre çekmek için kullanılıyordu. Ben de New York şehrinin geleceğiyle ilgili umutlu değilim. New York şehrinin kendini toparlayabilmesi için iki şeye ihtiyacı var, öncellikle gençler banliyöleşmeye ayak uydurmalı. Ben bu şehre 1980’de geldiğimde oldukça gençtim ve New York gerçekten de çok pahalıydı. Yasadışı bir şekilde bir apartmanda yaşadığımı ve daha sonra oradan atıldığımı, ortalıkta kaldığımı hatırlıyorum. Aslında bu hikaye herkese tanıdık geliyordur. Bu şehir her zaman çok pahalı oldu. Fakat ayakta durmayı başardım ve şu anda asla Manhattan’a geri dönmeyi düşünmüyorum. Günümüzde bu şehre gelebileceklerin gençler ve parası olanlar olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların, şairlerin, dansçıların, yönetmenlerin New York’a gelmesi daha olası çünkü bu insanlar, göçmenler ne Manhattan’da ne de Brooklyn’de New York’taki gibi uygun koşullarda yaşayabilirler. Bu New York’u New York yapan önemli özelliklerden biri. Ayrıca bu banliyöleşme kavramını ele alırken referans noktalarımızdan biri. Bir diğer önemli durum da, eğer bu insanlar New York’ta yaşamayı ekonomik olarak kaldıramazlarsa ne olacak? Bugün hala mahalle olarak kalabilen yerler yaşamaya daha uygun olan Chinatown, Richmond Hill veya Queens gibi yerler, yani hala New York’a benzeyen mahalleler. Eğer göçmenler veya gençler bu şehirdeki yaşam koşullarını kaldıramayarak bu şehre gelemezlerse New York birçok önemli özelliğini kaybeder.

NS: New York’ta banliyöleşmenin en önemli noktalarından bir tanesi şehrin geçmişten beri yüksek oranda göç alıyor olması. Fakat günümüzde şehre gelen göçmenler geçmişte gelen göçmenlerden çok daha fazla toplumsal ve kültürel farklılık barındırıyor. İstatistiklere baktığımızda Manhattan’ın zenginleştiğini ve büyüdüğünü ve göçmenlerin artık ilk olarak Queens’e, Brooklyn’e veya Bronx’a geldiğini görüyoruz.

JB: Sizce insanlar bu şehirde yaşayabilmek için kendilerinden ve rahatlarından ödün veriyorlar mı?

NS: Ben bu görüşe tamamıyle katılıyorum. İnsanlar için bu şehirde rahat yaşayabilmek her geçen gün biraz daha fazla para gerektiriyor ve işçi sınıfından insanlar için her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Madolyonun her iki yüzünü de görmek gerekiyor, hem evsiz insanları hem de bu şehirde yaşamak için her gün biraz daha fazla para harcayanları.

JB: Ben de buraya 1980’de taşındım ve o yıllarda birçok banliyöde ısıtma sistemi yoktu, banliyölerde yolda yürümek bile güçtü. Fakat hepimiz daha önceden bu koşullarda da yaşayabilmiş olduğumuzu biliyoruz.

SW:
Bir kadın olarak, ben de söylediklerinize katılmadan edemeyeceğim. Ben de buraya ilk taşındığımda birçok arkadaşım gibi zor zamanlar yaşadım. Chicago’da büyüdüm ve bir genç olarak suç dünyasına aşinaydım. Evet artık daha farklı bakıyorum New York’ta yaşamaya fakat o zamanlardan kalan şeyler de var, mesela hala yolda yürürken korkuyorum. Ben de oldukça depresfim New York’un bu tehlike ve suça yatkın durumuyla ilgili fakat bu depresyonun New York’un dönüştürülerek tekrar yaşanılır bir hal almasını sağlayabilecek tek şey olduğunu düşünüyorum. Belki de özlediğimiz şeyleri bu şekilde geri döndürebiliriz. Bir kadın olarak ki eminim birçok kadın da böyle düşünüyor, gerçekten de geri dönmesini istemediğim şeyler var.

Söyleşinin ikinci bölümü yarın yayınlanacaktır.

 

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.