Haberler

Açıkhava’lar da yıkılırlar

Tarih: 5 Nisan 2007 Kaynak: Akşam Yazan: Engin Ardıç
Adını kısaca Açıkhava Tiyatrosu yapmışlardı, ne kadar yaratıcı bir buluştu doğrusu!

Taş sırası vardır, sahnesi vardır, sofitası yoktur, doğru dürüst kulisi yoktur, “akustiği” yoktur. Dünyada bir imparatorluk sarayının kıçına futbol stadı yapıştırmış ilk ve tek rejim olmayı başaran anlı şanlı Milli Şef yönetimi, akustiği olmayan, içinde ses duyulmayan tiyatro yapmayı da becermişti!

Orada Sofokles falan oynayınca (tekst elbette beyaz kapaklı Maarif Klasikleri’nden, fiyatı otuz beş kuruş) çağdaşlık olacaktı...
Açıkhava Tiyatrosu, “eski Yunan” tarzı bir tiyatrodur. Keşke akıl edip de “eski Roma” tarzı, yani hem çevresi kapalı hem sahne arkalığı yüksek yapsalardı...

Şimdi birtakım enteller, AKM için, Harbiye Tiyatrosu için, Açıkhava için “bize Lütfi Kırdar’dan, partimizin tek tabanca iktidarı döneminden, altın devrimizden yadigârdır, yıkılamaz” diyorlar... Nostaljik takılıyorlar. Bunun ardında “dinci belediyeye gıcıklık etme” çabası da yatıyor. Boğaz Köprüsü’ne karşı çıkanlar, Bedrettin Dalan’a Haliç kıyılarını temizlediği için bozulanlar falan, hep aynı takımdır.

Elbette altmış yıl önce o yamaçlar bağlık bahçelikti... Bomboştu... Hemen dibinde lahana ve kıvırcık salata yetiştirilirdi... Tiyatronun içinde ses duyulmuyordu ama hiç olmazsa “dışarıdan” yabancı ses de bulaşmıyordu...

Sonra çevre doldu taştı, önce Hilton Oteli’nin ışıklı gölgesi düştü geceleri temsillere, sonra da Küçükçiftlik lunaparkının şıngırtıları, hökürtüleri... Şimdi de trafik gürültüsü.

Ben orada Romeo ile Juliet’in balkon aşkını izlerken (Cüneyt Türel ve Tijen Par tabii) bir yandan, aşağılardan, kendine İtalyan süsü vermiş panayır maskarasının çığlıklarını da dinlediğimi hatırlarım: Seksen paket makarniyaa!... Doksan paket makarniyaa!... (Ödül dağıtıyor.)

Hele o altmışlı yılların, izdiham yaratan, kapı kırdıran, bütün bir gençliği, o zamanın tıfılları olan hepimizi mıknatıs gibi çeken o eşsiz, o unutulmaz uluslararası folklor şenlikleri... TMGT düzenlerdi bunları, o zamanki söyleyişimizle “Tımgıt”... Başında da rahmetli ağabeyimiz Oktay Arayıcı... Bu kadirbilmez memlekette bu adı hatırlayan var mı?

Zeynep Hanlarova gelip “Laleler” türküsünü söylemişti de, “aa, kadın ne kadar güzel Türkçe biliyor” diye şaşmıştık... O kadar habersizdik dünyadan...

Anasını satayım, İstanbul’un temmuz sonu, ağustos başı mutlaka bastıran kalleş bir de sağanaklı fırtınası vardır, ortalığı sel götürür... Ya Açıkhava’da yakalanır sırılsıklam olurduk kaçışana kadar, ya Rumelihisarı’nda...

O zamanlar Rumelihisarı’nda da Shakespeare falan oynanırdı, kale içi mahallesinin cami yıkıntısından kalan, sahne yapılmış yuvarlak boşlukta... Beşinci sınıf lumpen şarkıcılarıyla varoş eğlendirme modası daha sonra çıkmıştır.

Gerçi Muhsin Ertuğrul’un Darülbedayi tarzı tiyatro anlayışının ne kadar kaliteli olduğu da çok tartışılır da, ben orada Derek Jacobi’den İngilizce Hamlet de seyrettim yahu...

Açıkhava’ya dönelim, orada “amfitiyatro” olmaz.

Üstünü kapatmak belki bir çözümdür ama o zaman da “açıkhava” niteliği ortadan kalkacaktır.

En iyisi yıkmak, ama uygun ve kolay ulaşılır bir yerde yeni ve daha büyük bir açıkhava tiyatrosu yapmaktır. Orası neresidir bilmem, mimar değilim.

Adını sosyaldemokrat bir yaklaşımla hıyar gibi Demokrasi Tiyatrosu mu, Özgürlük Tiyatrosu mu koyacaksınız, yoksa Osmanlı tadı verip diyelim Musahipzade Celal Tiyatrosu, ya da İsmail Dümbüllü Tiyatrosu mu yapacaksınız, bunun kavgasını sonra kendi aranızda edersiniz...

İnönü Stadı, İnönü Gezisi gibi İnönü Tiyatrosu yapın da gülelim.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.