Haberler

Doğu Karadeniz'de mimariden yola çıkarak!

Tarih: 14 Mayıs 2007 Kaynak: Birgün Yazan: Ali Rıza Kılınç, Şehmus Diken
"Ksenophon, olağanüstü bir şey olduğunu anladı.

Atına bindi,

Lyktos ile süvarileri yanına aldı,

koştu, ve çok geçmeden

askerlerin coşkulu haykırışlarım duydu:

Su! Su!..."

Ksenophon/ANABASİS

Ne zaman Karadeniz konusu olsa nedense yeşil anımsanır. Yeşil, doğanın rengi ve bir coğrafya ile buluşmasının rengi, ahengi olarak anımsanır.

Bir de çay!

Bir de çılgın dalgaların denizin kıyısını öfkeyle dövüşü!

Bir de hıncını, bulabildikleri avuç içi kadar toprak parçasından alırcasına ayakları ile toprağı döverek oynayan, horon tepen insanların görüntüsü.

Bir de hamsi!

Bir de mısır ekmeği!

Bir de, bir de toprağın kıymeti...

Ne hüzünbaz bir hal'dir ki, son yıllarda bu güzelim Karadeniz görüntüsünün üzerinde "Kara bulutlar" pervane geziyor. Bu kara buludar günün hangi saatinde çıldığı hemen her Karadenizlinin bildiği Karadeniz doğasının yeşilinin sebebi hikmeti, yağmur yükünün sonrası güneşe gebe "yağmur yüklü buludar" değil. Basbayağı kapkara ceberut buludar.

Hangi Kürde sorsanız "Karadenizliyi ya da daha özel Laz'ı tarif et!" diye. Size hemen tek cümlecik tarifini hem de yürekten inanarak yapar: "Kürdün deniz görmüşüdür, lo" der.

Şimdilerde hâlâ öyle midir bilinmez! Eskiden hangi Karadenizliye sorsaydınız o da; Kürt için "Laz'ın deniz görmemişidir, da" derdi. Bu hep böyle idi. Bu durum ve bu tarif iki kardeş halkın yine halk bilgeliği ile tarifinin ifadesiydi/ ifadesidir...

Ama ne olduysa bir şeyler girdi araya. Kaderleri de mücadeleleri de ortaklıklarla, paydaşlıklarla dolu iki toplum epeyce uzak düştüler birbirlerinden. Oysa ne kadar çok ortak yanları vardı.

İskider, Makronlar, Kolkhlar, Driller, Mossy-noikler, Tibarenler, Argonodar, Gürcüler, Ermeniler ve Lazlar Karadeniz kıyılarından geçerken; Huri-Mittaniler, Medler, Persler, Asuriler, Urar-tular, Eyyubiler, Akkoyunlular, Osmanlılar ve daha nicelerinin yolları Anadolu'da iki kavmin mekânlarında kesişmedi mi, örtüşmedi mi?

Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında "Lazistan" mebusları ile "Kürdistan" mebusları genç Cumhuriyeti birlikte, diğer ortakları ile hep beraber tesis etmemişler miydi? İki toplumun yaşadıkları mekânlar ne kadar çok uygarlıklara ev sahipliği yapmıştı. Daha dün değil miydi; Ksenophon kendi tarihini yazarken Onbinlerle birlikte Kürt coğrafyasından kapı komşusu Karadeniz'e geçip suya kavuşan. Şimdi kimileri geçmiş kültürlerin izinden yürüyenlere, yürümek isteyenlere yeni bir tektip tarih yazıcılığında ısrar ediyor.

İşte belki de bu sebepten olsa gerek; adını "Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari" koydukları Küratör Amelie EDGÜ'nün fotoğraf sanatçısı Ali

Konyalı ile kotardığı sergi çok anlamlı bir "iş" olarak karşımıza çıkıyor.

Sergiyi Diyarbakır'da yine sergiye emek verenlerle birlikte izlemek manidar oluyor.

Meğerse ahşap, taş bir de demiri birlikte işleyip mekâna dönüştürürken halklar ne kadar ortaklıklar kurmuşlar! İşte size kanıdan; Böhrenk (Diyarbekir'de Poxrenk- Tuğlaya kiremitten su yolu, ark), Cağ (Diyarbekir'de de aynı- Daha çok demirden yapılma merdiven parmaklığı, korkuluk), Çardah (Diyarbekir'de Cardax- Üstü kapalı yanları açık balkon mekânı), Dalda (Diyarbekir'de de aynı- Yağmurdan ve güneşten korunmak için siperlik yer), Hapenk (Diyarbekir'de Xepenk- Eski evlerde kilere inmek için açılan kapı), Loğ (Diyarbekir'de de aynı - Toprak damlı evlerde toprağı sıkıştırmada kullanılan yassı si-lindirik taş), Örtme (Diyarbekir'de de aynı- Sokaklarda üstü kapalı önü ardı açık mekân), Pin (Diyarbekir'de aynı- Kümes) ve daha nicelerini sıralamak mümkün.

Evler, camiler, kiliseler, mahalleler tümüyle doğanın, yeşilin bilcümle tonunun içinde, çok canlı olarak arzı endam ediyorlar Ali Konyalı'nın görüntülerinde. Zirkale, Fırtına Deresi, Arhavi, Sürmene, İşhan ve Tibet kiliseleri, Kuçen, Bazgi-ret, Kusiva, Makrevis daha dün boşaltılmış ve sahiplerini melül mahzun bekler gibi.

Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari'nin ana teması "gidiş", "terkediş", zamana direnememe-nin "yokoluşu" sanki. Az da olsa evini, mekânını direnerek terk etmeyen için yaşlı bir ninenin "o beton yeni evlerde yaşamayı" onuruna yediremeyenin tudoıluğu direngenliği. Sonsuz ışık, yeşilin binbir coşkusu ile bir zamanlar yaşanan binbir yaşam evlerinin sahipleri bırakıp gidince rengin, ışığın da beraberinde kaybolması! Sonra bir beyit:

Taşlardır beka

Taşlardır ebediyet

Taştan başka

Geriye ne bırakır medeniyet.

Nitekim sosyal belgesel niteliğinde olan bu fotoğraflar, farklı kültür, kimlik ve dillere sahip bu insanların izlerine- yüzlerine de, hırpalanmış, örselenmiş bir çocuk yalnızlığında yansıyor.

Bu bakımdan Konyalı'nın fotoğrafları, hikâyeleri Karadeniz'in doğasında paslı bir çivi gibi;

onurlu ama hırçın, garip ama girdaplı, bir o kadar da muzip bir ihtiyarın yüzünden akıyor dersek abartı olmaz. Ama bütün doğanın sessizliğinde izlenen fotoğraflar, en çok da mekanları bile ağlatan göçertilmenin bir başka yüzünü ortaya koyuyor.

Zira Diyarbakır mekânlarında Doğu Karadeniz fotoğrafları izlendiğinde, iç içe geçen başka hikâyelerle başka anlamlar insanla buluşuyor. Düşünmeden edemiyorsunuz; Ali Konyalı'nın fotoğraflarını eline alıp Diyarbakır'ın herhangi bir mekânında gezindiğini düşündüğünüzde, göçün birinci dereceden muhatap olduğu kavramları; zamanı, mekânı, kimlikleri ve bir de bunları da içeren bütün kültürel dokuların uğradığı keskin tahribatı hissetmekten sanatçı dahil kimse kendini alıkoyamaz.

Karadeniz'den bakıldığında, hikâyelerini mekânlarına bırakan, doğadan da sesiz, çaresiz, dilsiz kimliklerin izleri yansıyor. Ama bunun Diyarbakır'daki sarih yüzü, vakitsiz inen bir uğultu gibi, sokaklarına, taş evlerine; daha taşkın, daha gergin kimliksizlerin yüksek sesli sessizliği gibi duruyor.

Doğrusu 2007 Türkiye'sinde, "Hopa - Diyarbakır Kültürler Buluşması"nm önüne, ufuksuz politikacılar ile çapsız bürokradarca Laz Mabiru-lar ile Kürt Dengbejlerinin birlikte seslerini dünya aleme duyurmalarına konulan engellere inat "Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari" sergisini izler ve de Milli Reasürans Sanat Galerisi'nce yayınlanan kitap-albümü okur ve gözlerken, küratör Amelie Edgü ile sanatçı Ali Konyalı'nın ne kadar önemli bir iş yaptıklarının sevinci paylaşılmalı ve eksik kalmamalı.

Değil mi ki; siyaseten kapatılan kapılar kültürün yarenliği ile açılır.

Bu iki farklı coğrafyadan aynı yöntemlerle olmasa da aynı politikanın aynı azabı olarak okumak hiç de zor olmasa gerek. Belki de her iki duyguya bir noktadan İtalyan şair Sandro Pen-na'nın şu dizeleri yanıt olur;

"Puslu bir güneşle tutuşuyor ayrılışım.

Uzak çağdan

ak, lekesiz ayrılış.

Şehir puslu söylende

katılmış."
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.