Haberler

Havza bazında yönetim

Tarih: 14 Ağustos 2007 Kaynak: Cumhuriyet


Artan nüfusa karşılık sabit kalan su potansiyeli planlı ve özenli çalışmayı gerektiriyor. Bu çerçevede, dünyadaki su politikalarının ana argümanı havza bazında yönetim olarak belirmektedir. Ülkemizde nüfusun sürekli artmasına karşılık su potansiyelinin sabit kalması, bu konuda bilimsel, planlı ve korumacı bir şekilde davranılması ve yeni teknoloji ve yöntemlerin kullanılmasına özen gösterilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yıl içinde mevsimlere göre değişen yağış-akış ilişkileri yıllar arasında da büyük farklılıklar göstermektedir. Bunun sonucunda; suyun, zamana ve miktara bağlı olarak, değişen ihtiyaçların karşılanması amacıyla yönetimi büyük önem taşımaktadır.

Bu süreç içerisinde yaz aylarında ihtiyaçlar pik seviyede iken, doğal su arzı minimum seviyeye düşmektedir. Ayrıca yaklaşık 15 yılda bir periyodik olarak görülen kuraklık önemli darboğazlarla karşılaşılmasına neden olmaktadır. Bu periyotlardaki ihtiyaçların karşılanması için dünyada olduğu gibi ülkemizde de su rezervine yönelik depolama tesisleri inşa edilmektedir.

Arz Yönetimi Uygulamaları
Ülkemizde kalkınma çabalarının sosyo-ekonomik faaliyetleri büyük ölçüde etkilemesi nedeniyle, bugüne kadar, su ve toprak kaynaklarının havza bazında etkili bir şekilde yönetilmesine yönelik bir yapısının kurulması mümkün olmamıştır.

Ülkemizde uygulanan su politikalarında; öncelikle, oluşmuş ihtiyaçların olabildiğince karşılanması amacına yönelik uygulamalar "arz yönetimi" olarak tanımlanabilecek proje bazındaki uygulamalardır. Bugün için ülkemizde su kaynakları alanında yürütülen faaliyetler; genel olarak, su kısıtlamalarına gereksinim duyulmadan önlemeyi hedeflemektedir. Ayrıca sosyo-politik faktörlerin etkisiyle talep yönetimini düzenleyici mekanizmalara tam anlamıyla yer verilememiştir. Söz konusu mekanizmaların geliştirilememesinde havza bazında etkili bir yönetim modelinin oluşturulmamasının önemli etkisi olduğu bilinmelidir.

İhtiyaç-Kaynak Dengesi Bozuldu
Diğer taraftan, entegre bir biçimde yönetilen su ve toprak kaynakları ile ekonomik kalkınma ve sosyal refah arasındaki ilişkinin varlığı bilinmesine rağmen, kaynakların sürdürülebilir anlamda kullanımına yönelik politikaların uygulanması da başarılamamıştır. Bunun bir sonucu olarak yerüstü ve yeraltı suları ile toprak kaynaklarının çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarında ihtiyaç-kaynak dengesinin bozulmasının beraberinde getirdiği çevresel etkiler, bu kaynakların doğal dengesini nicelik ve nitelik olarak zorlamaktadır.

Su kaynaklarının geliştirilmesindeki "havza bazında yönetim" modeli; havzanın uzun vadeli sosyo-ekonomik gelişme planı çerçevesinde tüm su kaynaklarının teknolojik, ekonomik ve ekolojik dengeleri gözetmesini amaçlar.

Model, farklı sektörler arasında tahsisi ve geliştirilmesine yöneliktir. Bu anlamda DSİ Genel Müdürlüğü, büyük ölçüde havza bazında teşkilatlanmış olmakla beraber, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinden sorumlu diğer kamu kurum ve kuruluşlarının da havza bazında birimlere sahip olacak şekilde yeniden yapılandırılması ve koordinasyonu gerçekleşmemiştir.

Bu durum, büyük ölçüde, kurum ve kuruluşların teşkilatlanma aşamasında yetkili ve sorumlu olacakları faaliyetler tanımlanırken eşgüdüm kavramına önem verilmemesinin bir sonucudur. Eşgüdüm eksikliği, faaliyet alanları dahilinde birbirinden bağımsız projelerin geliştirilmesine yol açmaktadır. Koordinasyonun zorunlu olduğu hallerde ise bu amaca uygun tanımlanmamış bürokratik yapılanma nedeniyle bir sonuca varılması oldukça uzun zaman almaktadır. Bu nedenle, geliştirilecek tüm projelerde; planlama, uygulama ve işletme aşamalarındaki sorunlar göz önünde bulundurularak, kurumlararası entegrasyonu sağlayacak değişiklik ve düzenlemelerin yapılması zorunlu hale gelmiştir.

Su kaynakları yönetimi
Ülkemizdeki "Su Kaynakları Yönetimi (SKY)" nin kurumsal yapısı, belirlenen kalkınma hedeflerine uyumlu ve büyük ölçüde talep faktörüne cevap verilmeye çalışılarak aşamalı oluşturulmuştur. Bu yapı içerisinde en önemli rol DSİ Genel Müdürlüğü'ne düşmektedir. DSİ; esas itibarıyla, su kaynaklarını geliştirme kapsamında proje geliştirme, yatırım ve işletme uygulamalarına yönelik çalışmalar yapmaktadır. Su kaynaklarını geliştirme sürecinde; dünyadaki gelişmelere paralel olarak yakın geçmişte çevre faktörüne de DSİ tarafından yer verilmiş ve bu kapsamda; Çevre Kanunu'na dayalı olarak "Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği" ve "Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği" yürürlüğe konmuştur.

İlk merkezi yapılanma
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, içme suyu konusunun ilk olarak 1926 tarih ve 831 sayılı "Sular Hakkındaki Kanun" la düzenlendiği görülmektedir. 1934 tarih ve 2443 sayılı "Nafıa Vekâletinin Teşkilat ve Vazifelerine Dair Kanun" la ilk defa merkezi bir yapılanma öngörülmüş ve merkezi hükümete belediye içme suları ile ilişkili olarak yardım ve denetleme vazifesi verilmiştir.

Ülkemizde su ve toprak kaynakları potansiyelinin nicelik ve nitelik olarak belirlenmesine yönelik ilk çalışmalara ise 1930'lu yıllarda başlanmıştır. Konunun bilimsel düzeyde ele alınması, 1950'li yıllardan başlayarak günümüze kadar gelmektedir. DSİ Genel Müdürlüğü başta olmak üzere, bu tarihten itibaren kurulan bazı kamu kurum ve kuruluşları çeşitli görevler üstlenmiştir. Ülkemizde, su kaynaklı çalışmaların ana sistematiğini merkezi planlama oluşturmaktadır. 1954 yılında kurulan DSİ, kuruluşundan itibaren, ülkemizin 26 hidrolojik havzasında; potansiyel ve ihtiyaçları belirleyerek projeler geliştirmektedir.

En büyük kullanım payı sulamanın
Su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi sosyo-ekonomik kalkınmanın temel unsurlarından biridir.

Doğal kaynaklarımızın sürdürülebilir ve verimli kullanımının yanı sıra çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarında, teknoloji-ekonomi-çevre konularında sağlanacak entegrasyona paralel olarak; ihtiyaç-kaynak dengesinin kurulması, belirlenen hedeflere ulaşılabilmesi açısından önemlidir.

Ülkemizde su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetiminde kaynakların rasyonel kullanımı ve sürdürülebilir kalkınmaya yönelik politikalar, sosyo-ekonomik ve kurumsal nedenlerle etkin olarak uygulanamamaktadır.

Ülkemizdeki su kullanımında en büyük payı dünyada da olduğu gibi sulama suyu almaktadır. Bunu içme kullanma suyu ve sanayi suyu takip etmektedir. Tablo 2'de de gösterildiği gibi Türkiye'de bugün yüzde 75 olan sulama suyunun toplam kullanım içindeki oranının, uygun teknolojiler kullanılarak 2030 yılında yüzde 65'e düşürülmesi hedeflenmektedir.

Ülkemizin brüt su potansiyelinin yüzde 36'sına karşılık gelen yıllık ortalama 66.4 milyar m3'ünün sınır aşan altı su havzamızda meydana geldiği ve bu havzaların beşinde memba ülkesi olduğumuz göz önüne alınırsa; ülkemizde havza bazında su yönetimi ve sınır aşan su politikalarına daha fazla önem verilmesi gerektiği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Egemenlik savaşı suya da sıçradı
Dünyada nasıl petrol ve doğal enerji kaynakları üzerinde asırlardır süren bir egemenlik savaşı varsa su kaynakları üzerinde de aynı savaş başlamış bulunmaktadır. Bugün dünyadaki güç paylaşımında geçmiştekinden daha farklı yöntemlerin etkili olduğu bir küresel süreç yaşanmaktadır. Bu süreç sonunda; doğal kaynaklardan oluşan güçlerini stratejik ağırlık merkezi olarak kullanabilen ülkeler kalıcı başarı sağlayabilecektir. Dünyadaki bu hegemonya savaşlarının üzerinde yoğunlaştığı doğal kaynakların korunması konusu, ulusal güvenlik stratejisinin de ayrılmaz bir parçasıdır.

Bu nedenle, günümüzde doğal kaynakları korumayı ve ondan sürdürülebilir şekilde ulusal çıkarlar doğrultusunda yararlanmayı öncelikleri arasında bulunduran bir kalkınma anlayışı büyük önem taşımaktadır. Sınırlı doğal kaynaklar olan "toprak ve su kaynakları"; evrensel boyutu dışında, geçmişten geleceğe aktarılan ekonomik değere sahip ulusal mirastır. Bu nedenle su kaynakları yönetimi, ulusal güvenliğin yanı sıra, kamu yararı, kamu güvenliği açısından da önemlidir.

Yarı kurak bir iklim kuşağında yer alan ülkemizde yağış yılda ortalama 501 milyar m3 suya tekabül etmektedir. Yıllık ortalama yağış miktarı ülke genelinde 250 mm'den 2500 mm'ye kadar değişmektedir.Ülkemizin toplam yenilenebilir yeraltı ve yerüstü su potansiyeli brüt 234 milyar m3'tür.

Günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, tüketilebilecek toplam su potansiyeli ise 98 milyar m3 yerüstü, 12 milyar m3'ü de yeraltı suyu potansiyeli olmak üzere, yılda ortalama 112 milyar m3'tür. Ancak bu miktar, bölgesel ve mevsimsel olarak ülkemizde dengesiz bir şekilde dağılmaktadır.

Bugüne kadar, mevcut su potansiyelimiz olan 112 milyar m3'lük suyumuzun yüzde 38'i farklı amaçlara yönelik olarak geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Geriye kalan yılda 67 milyar m3'lük su potansiyelimiz ise halen kullanılamamaktadır.

Kurumsal Yapı ve Yasal Mevzuat
Anayasada su kaynaklarının ülkenin doğal zenginliği olduğu ve devletin yönetiminde toplum yararı için kullanılacağı temel hüküm olarak belirtilmektedir. Anayasanın 168. maddesine göre doğal servet ve kaynaklarımız "devletin hüküm ve tasarrufu altında" dır. 56. maddede herkesin sağlıklı bir çevrede yaşaması gerektiği, 166. maddede de, tüm kaynakların verimli kullanılmasının esas alınacağı ve yatırımlarda toplum yararları ve gereklerinin gözetileceği ifade edilmektedir.

Anayasamız su kaynaklarını ortak ve özel kullanıma mahsus olmak üzere iki kategoride değerlendirmektedir: Özel kişilerin sahip olduğu küçük kaynaklar dışında yeraltı suyunu da içeren su kaynaklarının geliştirilmesi devletin sorumluluğu altındadır. Bununla birlikte yeraltı suyu kaynakları ilgili akiferin (yeraltı suyu doğal deposunun) emniyetli üretim limitleri içinde kalınması kaydıyla kullanıcıların talebi doğrultusunda devlet tarafından lisans verilmesini öngören özel bir yasayla düzenlenmiştir. Yeraltı suyu kullanım hakkı, satılamadığı gibi başkalarına da devredilememektedir.

Ülkemizde su kaynaklarının yönetimi, planlı gelişimi ve korunması konusunda çeşitli kamu ve özel sektör kuruluşları görevlendirilmiş bulunmaktadır. Kurumsal çerçevede bu yapı; karar vericiler, yöneticiler ve kullanıcılardan oluşmaktadır. Başbakanlık, DPT ve Bakanlıklar karar mekanizmalarında yer alan; Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİEİ), İller Bankası, İl Özel İdareleri ve benzer kuruluşlar yönetim ve geliştirme yapan; çiftçiler, Su Kullanıcı Birlikleri ve diğer su tüketicileri de, su kullanan aktörlerdir.

Su yönetimi konusundaki yatırımcı kurum ve kuruluşlar; DSİ, EİEİ, Çevre ve Orman Bakanlığı ve İller Bankası'dır. Başlıca izleyici-denetleyici kurum ve kuruluşlar ise; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, İl Özel İdare Müdürlükleri, Belediyeler, Çevre ve Orman Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Özel Çevre Kurumu Başkanlığı, DPT Müsteşarlığı, TUİK ve üniversitelerdir.

Tarihsel olarak Anadolu coğrafyasında en sistemli su yönetimi modeli Osmanlı İmparatorluğu dönemindedir. Bu dönemde sulama ve içme suyu hizmetleri ağırlı olarak vakıflar kanalı ile sağlanmaya çalışılmıştır.

Su yönetimi 1914 yılında " Umumu Nafia Müdüriyeti Umumiyesi'' nin (Bayındırlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün) kurulmasıyla başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan kuraklık ve artan kentleşme nedeniyle su işlerine daha çok önem verilmeye başlanmıştır.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.