Haberler

Tasarım Guruları Nerede Yiyor?

Tarih: 10 Ekim 2007 Kaynak: Observer Yazan: Andy Barker Çeviren: İlhan Düz

Yemek yediğimiz mekânların tabağımızda bulunanlar üzerinde oldukça güçlü bir etkisi var. Rahatsız bir ortamda yenen yemek elbette tam anlamıyla asla tatmin edici olmaz ama mesele bundan daha da fazlası. Mekânın samimi ya da resmi oluşu, duvarların rengi, koltuklarımızın ne yöne baktığı hatta ışığın tabağımıza nasıl düştüğü bile yemeğimizi etkiliyor. Evinizde rahat bir dağınıklık ya da sade bir düzen içinde ya da ikisi arasında bir yerde yiyebilirsiniz. Keyfinize göre kör edici bir aydınlık ya da loş ışık ayarlayabilirsiniz. Ama kamusal mekânlarda, havaalanı ya da restoran, sanat galerisi ya da köşe başındaki bir büfede, bizim adımıza kararları başkaları veriyor. Kamusal bir yemek yeme mekânı yaratan birisinin, çoğunluğun ne isteyeceğini düşünmesi gerekir. Kimi zaman -ki genelde öyle oluyor- bu sıkıcı ve tatsız bir şekilde sonuçlanabilse de kamusal mekânlarda yemek yemek git gide bir zevk halini almaya başladı. Vizyonlarından ve hayal güçlerinden ötürü mimarlara teşekkür etmemiz gerek.

Her zaman kamusal mekânların estetiğini ortaya koymak zorunda olanların evlerinde nasıl yediğini ve yemek yaptığını merak etmişimdir. Mutfakları neye benziyor ve evin diğer kısımlarıyla olan ilişkisi nasıl? Richard Rogers ışık ve mekân konusundaki becerisiyle River Café’yi ve Frank Gehry hislerimizi okşayan minimalizmiyle New York’taki Condé Nast çalışanları için kantin tasarlamış böylece mimarlara yemek mekânları ile ilgili bir dünya imkânın önü açılmıştı. Bir grup ünlü mimara estetiği ve iyi yemeği nerede bir arada bulduklarını sorduk. Daniel Libeskind Manhattan mutfağına dair gözüne ilişenleri, Thomas Heatherwick sahil kenarındaki yeni kafesi Littlehampton’ı gösterdi ve David Chipperfield bizi Galiçya’daki villasına davet etti.

Richard Rogers
Ödüllerini aldı. Bundan önceki projeleri arasında Millenium Dome, Paris Pompidou Merkezi, Galler Millet Meclisi ve Strasbourg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. River Café’nin sahibi Michelin ile evli.

İtalyan bir annenin oğlu olmak bir dert çünkü İtalyan anneler erkek çocuklarının yemek yapmalarına izin vermezler. Özellikle de benim kuşağımda. Beş oğlum da yemek yapıyor ve bir tek ben yapmıyorum, sadece yiyorum. Ailenin yüzkarasıyım.

Floransa’da doğdum ve kültürel olarak bir İtalyanım. Kanıma işlemiş. İtalya’da mümkün olduğunca çok zaman geçirmeye çalışıyorum. Annem gerçekten iyi bir aşçıydı, İtalyan bir Triestine. İngiltere’deki mutfağı sanırım tasarladığım ilk şeydi. Genç mimarların bir yerden başlaması gerek ve bu da genelde modernize edilmesi gereken bir mutfak oluyor.
Evimizde -Pienza’ya yakın- müthiş bir odun sobası ve dışarıda da bir mangal var. Aile ve dostlar arasında pizza yapma yarışmaları düzenliyoruz. Gerekli malzemeleri Ruthie buluyor, biz sadece yerleştiriyoruz. Bütün oğullarım, eşleri ve torunlar ziyarete geliyor. Yirmi kişiyi buluyoruz.

Tatillerde hep çalışırım, sabah erkenden. Annemlerin evine dair pek çok anım var, dört ya da beş yaşımdayken evin içinde muhasebeci için ayrılan masa ve sandalyeyi anımsıyorum. Bir kafede çalışmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüştüm. Henüz ben bunu becerebilmiş değilim ama oldukça yakın sayılırım. Neredeyse her gün River Café’ye gelip bir şeyle yiyor, işimle ilgileniyor ya da sadece bir şeyler tadıyorum. Benim de parçası olduğum topluluğun bir devamı. Oldukça şanslıydım. Her şey kendiliğinden oldu. Karşımıza fırsat çıktı, ortağımız yeri satın aldı ve biz de küçük bir restorana sahip olmanın iyi bir fikir olduğunu düşündük. İlk başta planlamayla ilgili çok fazla sınırlama olduğundan sandviç satan küçük bir kantin olarak başladık. Ruthie’nin bütün deneyimi evde yaptıkları sayesinde, bu yüzden her şey el yapımı ve şef yönetiminde; Rose Gray’i (River Café’de şef yardımcısı) on sekiz yaşından beri tanırım.

Menüde neler olacağını seçmiyorum ama yiyecekler hakkında oldukça konuşuyoruz. Pompidou bitmek üzereydi ve başka işte yoktu elimizde, Renzo Piano, Ruthie ve ben Seks, Yemek ve Mimarlık diye bir kitap yazmayı düşünmüştük. O zaman dahi bizim için oldukça önemliydi. Yemek ve mimarlık arasındaki ilişki hakkında oldukça sık konuşuyoruz. Yemeğin vazgeçilemez olması gibi bir avantajı var. Ama her ikisi de daha iyi bir hayat için. Yetmişlerin Fransa’sı pazarı ve atmosferi ile öncüydü. Sonradan işler İtalya ve İspanya lehine döndü çünkü daha basit yemek yapıyorlardı. Renzo benim en yakın arkadaşım. On gün sonra yetmişinci doğum gününde görüşeceğiz, bir hafta sonra da Cenova’da. İyi muhabbet ederiz.
Bence İngiltere son 20 sene içerisinde ciddi bir biçimde değişti. Yemek anlamında eskisine göre oldukça ileride, özellikle Londra. Belediye başkanının baş danışmanıyım, Londra için olabilecek en iyi kamusal mekânları yaratmaya çalışıyoruz. Sokak kamusal alanın kalbi ve güneşli bir günde keyif alabileceğiniz restoranlar, kafeler ve banklar sokağa çapalanmış halde. Yürüyebildiğiniz mekânları seviyorum. Şehirler insanların bir araya geldikleri yerler, öyle olmaları gerekiyor. Dostça bir çevre.

David Chipperfield
David Chipperfield (CBE) Richard Rogers ve Norman Foster ile çalıştıktan sonra 1984 yılında kendi ofisini kurdu. Yaptığı işlerin çoğu Almanya, Amerika ve Uzak Doğu’da olsa da İngiliz Film Enstitüsü ve Wagamama için tasarladığı bir restoran da var. İngiltere Margate ve Wakefield’daki iki yeni projesi sanat galerisi içeriyor.
Yemek yapma konusunda herkesin tavrı farklı ve bir mutfak tasarlarken insanların hayat şekillerine dikkat etmek gerek. Mutfakta ciddi zaman harcandığı artık inkar edilemez bir şey yani buraya da diğer odalar kadar özenmek gerek. Mutfak artık daha fazla evin kuytu bir köşesine atılamaz. Ben mutfağın evin ortasında olmasını sevsem de kimi insanlar bir kenara tıkıştırılmasını tercih ediyor.

İspanya’daki evde, mutfağın evin yaşanılan mekânı olması temel noktaydı. Yazın yedi sekiz hafta boyunca, her akşam onda yemek yaparım. Aslında sekiz gibi, midyelerden veya diğer kabuklulardan bir tencere bir şeyler yapıyorum. Galiçya kabuklu deniz canlılarıyla ünlü. Kalabalık gruplara yemek yapabilmek için sekiz tane tarifim var. Pek çoğu River Café’den Ruthie Rogers’la yazılmış ve kalabalık gruplar için adapte edilmiş şeyler. Galiçya İspanya’da gemileri ve balıklarıyla meşhur ve dünyanın en çok ahtapot tüketilen yeri. Eskiden balığı doğrudan teknelerden alırdık. Balıkçılar hala bize bir şeyler veriyorlar ama normalde bunu yapmalarına izin yok. Düzeni tutturabilmek adına her şey markette satılıyor. Çok gelişmiş bir yer değil ve hava her an değişebiliyor, Cornwall’a benziyor fakat oranın insansız hali. Pek çok müşterimizi ve ofisten insanları davet ediyoruz.

Müze ve sergilerde mutfakların yerleşimi yemek yapmakla çok da ilgili değil, daha çok ticari düşünülüyor ve genelde restoranın müze çalışma saatleri dışında, restoranın bağımsız olarak çalışması isteniyor. Almanya’da restoranın göreceğiniz ilk şey olmaması gerektiğine dair bir endişe, İngiltere’de ise restoranı görmediyseniz orda olduğunu bilemeyeceğinize dair ticari bir korku var.

Restoranlarda biraz kompleks bir atmosfer yaratmak gerek. Ivy iyi bir örnek ama ben olsam tam da oradaki gibi yapmazdım. Alan Yau için Soho’daki Lexington sokağında bir Wagamama tasarladım –kendisinin büyük bir hayranıyım, Busaba Eathai’sini çok seviyorum. Çoğu insan dört ya da beş restorana düzenli gidiyor ben de kendimi Jeremy King ve Alan Yau’ya bağlı hissediyorum. Miami’de Nobu, Soho’da Circus, ve New York’daki Bryant Park Hotel için restoran da tasarladım.

Alaska, Anchor’da bir müze tasarlıyorum. Bir seferinde balık tutuyorduk ve biri somon balığı yakalayıp orada pişirdi ama üzerine barbekü sosu atıp ziyan etti. Amerika’da böyle boğucu şeylere karşı bir düşkünlük var. Oldukça çok seyahat ediyorum ve St Louis ya da Barcelona’daysam yemeği müşteriyle yemek kaçınılmaz. Bundan biraz rahatsız sayılırım, bir sürü iyi restorana gidince insan şımarıyor ve artık tat alamaz hale geliyor. Yediğim en güzel yemeği bir restoranda yemedim sanırım.

Will Alsop
Will Alsop (OBE) SMC Alsop’un kurucusu. 2000 yılında Peckham Kütüphanesi ile Stirling Ödülü’nü kazandı. Pekin, Londra, Shangai ve Singapur’da yaptığı işler var.

Mimarlar çok fazla bina yapmıyorlar. Bir iş aldıysanız müşteri ile ilişkinizi beş sene boyunca sürdürmeniz gerek bu yüzden aynı masaya oturabilmelisiniz. Masalara bir şekilde kafayı takmış durumdayım. Normalde yapmayacağınız ama etrafta bir masa varsa söyleyeceğiniz ya da yapacağınız bazı şeyler var; işlevi ilgimi çekiyor. Oyuk bir masa düşünüyorum bu sayede yemeği doğrudan masa üzerinden servis edebilecek. Ortasında yemek artıklarını ya da çöpleri atabileceğiniz bir delik de olacak. Aklımda zamanı gelince gerçekleşecek böyle bir sürü fikir var. Belki daha düzgün bir formlarda.
İsimlerle çok ilgilenmesem de yaptığım işlere bir isim veriliyor ki bunlardan bazıları iyi. Manchester’daki yeni bir konut projemizin ismi “Cips” çünkü üç tane üst üste duran cipse benziyor. Üç cips şeklinde çünkü dokuz katlı bir apartman binası ve kütük gibi bir şey yaparsanız sadece dokuz katlı bir apartmana benzemiş oluyor. Kimi zaman çok dalga geçmekle suçlanıyorum ama bunun nesi yanlış? Bir şey sadece eğlenceli olduğu için onu dışlamanın hiçbir düşünsel temeli yok. Eğlencenin zıttı sıkıntı, keder ızdırap. Bu şekilde dünya daha yaşanası bir yer mi oluyor? Ben böyle düşünmesem de pek çok kişi bu görüşte. Mimaride çokça küçümsenmesine rağmen genelde alakasız kombinasyonları ve bileşenleri bir araya getirmekten hoşlanıyorum. İnsanlar köşeyi dönüyor ve bir de bakıyorlar ki, “O da nesi!”

Baltık’ta bir sürü bir perdenin arasından geçip gizemli karanlık bir yere varmayı oranın da aydınlık bir mekâna açılmasını seviyorum. Bu çok tasarlanmış bir şey değil ve oldukça da minimal, hatta sinirlerimi bozacak kadar. Ben oldukça maksimalistim. Palestra binasının karşısında proje yapmak benim için gerçekten de büyük bir keşif oldu. Genelde pancar çorbası sipariş ediyorum, ayrıca oldukça güzel ciğer yapıyorlar. İyi bir kış mutfağına sahipler çünkü Baltık’ta kışlar oldukça uzun. Müthiş yazlar, ama kısa.

Çok kötü sigara tiryakisiyim. Toronto’da sigara içmek buraya göre uzun zaman önce yasaklandı. Her sene gittikçe de gaddarlaşıyor. İlk gittiğimde sadece avluda içilmesine izin veriliyordu. Sonraları üzeri 4,5 metreden daha alçak bir örtüyle kapatılmışsa, avlularda içilmesini yasaklamaya başlandı. Bu yüzden bunun farkına varan kimi iyi restoranlar tavanlarını yüksek tutuyor, ama bu da her zaman mümkün olmuyor. Manchester’da Dukes 92 diye bir barın 500 kişiye yetecek kadar tenteli ve sobalı bir avlusu var. Sigar içme yasağına bir tepki.

• Baltic Restaurant, 74 Blackfriars Road, London SE1; 020 7928 1111; www.balticrestaurant.co.uk  

Amanda Levete
Amanda Levete seksenlerde Richard Rogers ve Will Alsop için çalıştı. 1989’da Selfridge, Birmimgham ve NatWest Medya Merkezi gibi dikkat çekici projelere sahip Future Systems’in, 1999’da Stirling Ödülü’nü kazandılar, önemli bir parçası haline geldi.

Bir mimar bir restoranda pek çok işini halledebilir; bir şey kutlayacaksak, ekibimle birlikte ya da bir müşteri ile ya da sadece erkek arkadaşımla birlikte gidiyorum. Yemek tamamıyla iletişim ve fikir değiş tokuşu ile ilgili bir şey. İşimle zevklerim birbirine oldukça geçmiş halde. Hepsi tek bir şey halini alıyor ve bunun olduğu yer de bir restoran.

Richard Rogers’ın yanında çalışıyorken River Café bizim kantinimiz gibiydi. İlk başta ucuz bir çorba için annemi götürmüştüm sonra zamanla müptelası olduk. Daha başarılı oldukça, çalışanlar için özel şeyler yapmaya başladılar ve zamanla sadece orada yemeye başladık. Ruth’un bütün yemek kitaplarını aldım ve oldukça da sık kullanıyorum. Richard çok hoş birisi.

Çoğu restoranda genelde bir iş/tasarım bağlantısı kuruluyor. Scott’un müdürü, Mark Hix bizden kabuklu hayvanları koyabilecekleri bir yer, şampanya kova ve arabası, lavabolar ve buna benzer şeyler tasarlamamızı istedi. Bir nesne tasarlarken her zaman belirlenmiş bir işlev vardır ki bu oldukça öne çıkar. Geriye kalan şey ise ergonomi ve ürünün heykelsiliği. Bir servis masasındaki en önemli şey masaların arasında rahatça hareket ettirilebilmesi ve az yer kaplamasıdır. Aslında, bize Ivy için servis arabası ve Le Caprice için kova tasarlama işini bize Jeremy King verdi. Böyle şeylerin tasarımında, bir bina yaparken teknik ve işlevsel sebeplerden dolayı her zaman mümkün olmayan şeylere deneyebiliyor, estetiğin ve geometrinin sınırlarını zorlayabiliyorsunuz.

Seldfridge’in giriş katında bir istiridye bar, pastane, meze tezgâhı var ve bir bakıma oldukça hareketli bir buluşma noktası haline geldi. Bir mağazada yemek bir restoranda yemekten oldukça farklı. İnsan uzun oturmak istemiyor. İnsanların tek başlarına ya da küçük bir grup halindeyken kendilerini rahat hissettirebilmek bizim için oldukça önemli. Bu yüzden taçyaprağı şeklinde tasarımlar yaparak tek başına oturmaya ya da karşılıklı oturmaya imkân sağladık. Yemek katında aradığımız temel şey, bir pazara benzemesiydi. Raf yok. Her şey Fas pazarlarındaki gibi rasgele yerlere serili. Tasarım tamamen açık ve akışkan.

Geniş bir ilgi alanına sahip bir aile için Dublin’de şimdi bir konut yapıyorum. Bütün mobilyaları ve mutfak eşyalarını tasarlıyoruz yani neredeyse restoran gibi; tamamıyla kaliteli ve huzurlu bir ortam yaratmalı ve aynı zamanda mimarisiyle de heyecan vermeli. Her zaman bir restoran tasarlamayı istedim, eminim iç mekân tasarlamak istediğimi düşünüyorsunuz. İç ile dışın nasıl olup da ayrılabildiğini anlayabilmiş değilim.

Restoratör Alan Yau ile birlikte, satılmadan önce Elektrik Santrali için bir öneri yapmıştık. Alan’ın aklına genelev ve restoran melezlemesi bir gece kulübü yaratmak gibi müthiş bir fikir geldi. Kabinleri kiralayabileceğiniz, 24 saat işleyen bir yer olacaktı. Çılgın bir önerinin önünü açan çılgın bir fikirdi.

En sevdiğim yemekler Scott’s’da oluyor. Kızartılmış sinirotuyla servis edilen levrek, dil balığı ve izmarit. Başlangıç olarak önceden morina balığı dili vardı, Mark’a niçin kaldırdıklarını sormam gerek. Yediklerimden dolayı suçlu hissetmem. Koyu çikolatayı severim ama başlangıç ve ana yemekten sonra çikolatalı mantar ve yanında kahve almayı tercih ederim. Yediklerimden bugüne kadar hiç hasta olmadım ama maceracı da değilim. Yeni yerleri götürülmeyi sevsem de doğal olarak bildiğim yerlere gidiyorum.

• Scott's, 20 Mount Street, London W1; 020 7495 7309; www.scotts-restaurant.com

Terry Farrell
Sir Terry Farrell 40 senedir kendi işini yapıyor. Londra’da yaptığı işler arasında Embarkment, MI& genel merkezi ve halen devam eden Grenwich Yarımadası master planı var. 2004’de Edinburgh gelişim planı için yarışmada birinci seçildi.
Binalara isim takmak yeni moda oldu çoğunlukla yiyeceklerle ilgili şeyler buluyorlar: Turşuluk hıyar, peynir rendesi. Chicago’da yuvarlak balkonlu birkaç bina var hemen mısır koçanı diye isim taktılar. Önceden binalara takma isim sadece dalga geçmek için kullanılırdı. Anca bir “nükleer füze” turşuluk hıyar diye adlandırılabilmeli.

Çoğu mimarın proje ismini tasarım aşamasında bulduğuna inanıyorum çünkü küçük bir nesne ile iletişim kurup onu sevmek daha kolay. Embankment’ı yaptığımda asla basit bir isim verilemezdi çünkü bir binadan daha kompleks bir şeydi. Ama bugünlerde binalar daha düz gibi, teknolojik açıdan daha karmaşık olabilirler ama dil olarak sanki biraz daha zayıflar.
Edinburgh için açılan yarışmada, York Place’deki apartmanımıza danışma kurulu ve deneyimli çalışanlar için yemekleri dışarıdan getirttim. Menüyü önceden bilmeyi tercih etsem de işi sekreterlerim kadar ileri götürmüyorum. Böyle şeylere gerçekten kafayı çok takıyorlar. Bir de şimdilerde bir sürü farklı tercih var. Vejetaryenler mi? Alerjikler mi? Eskiden önünüze ne getirilse yer ve bunu için minnettar olurdunuz.

Delikatesn New Town’da oldukça küçük, köşe başı bir dükkân. Bize menü bırakmamış olsalardı, hayatta fark etmezdim. Benim için ev gibi bir yer çünkü Londra’da bir Portekiz mezecisine bitişik oturuyorum. Evim Lisson Grove, NW1’deki eski bir mobilya fabrikasının üstünde. Bir defasında 150 kişilik bir parti vermiştim ve sokağın karşısındaki İspanyol restorandan büyük tavalarda payellalar gelmişti. İsmi Don Pepe’nin Yeri ama biz kantin diyoruz, cuma günleri çalışanlarıma iyi vakit geçirmeleri için orda yemek ısmarlarım. Yerel işleri severim. Özellikle benim alanımda, böyle şeylerin biraz desteklenmesi gerekiyor.

Mimarlık kariyeri boyunca her çeşitten mutfak yapılabilir. Edinburgh’da yaptığım konferans salonu 1.000 kişilik, yani mutfaklar hızlı bir servise imkân verebilmek için yemek alanlarının hemen dibinde. Bir seferinde Rules Restoranı için ek bir bina yapmıştım. Sanırım Londra’daki en eski restoran. Mutfağı yan binayla birleştirerek iki katına çıkardık ve eski mutfakla uyum içinde yaptık böylece ek olduğu hissedilmiyor. Royal Institution’ın ilahi bilimlerle ilgili konferansların verildiği kütüphanesi için bir restoran yapıyordum ve divanlar, masa örtüleri ve perde asmak konusunda ısrar ettim ama yönetim yerlerde yemek lekeleri olacağını, masa örtülerini habire yıkamak gerekeceğini ve perdelerin de yemek kokacağını söyleyip reddetti. Son zamanlarda restoranlarla ilgili bir devrim nasıl daha çok kafe gibi görünecekleri konusunda oldu. Sert yüzeyler ve keskin akustik moda oldu. On sene önce bu asla güzel bir şey sayılmazdı.

• Delikatesn, 1a York Place, Edinburgh EH1; 0131 556 1133; www.delikatesn.com  

Rafael Viñoly
Rafael Viñoly Uruguay’da doğdu, Arjantin’de eğitim gördü ve 1978’de New York’a göç etti. Yaptığı projeler arasında Londra’daki 20 Fenchurch Sokağı, Las Vegas’taki Vdara Condo Hotel’i ve New York Mimarlık Okulu var.
Yemek yemek kesinlikle öncelikli zevklerim arasında değil, ünlü restoranları pek bilmem. Bir şeyi aşırı deneyimlemeyi sevmem. Aptalca şeylere kesinlikle tahammülüm yok ve kendini beğenmişliğe hemen tepki gösteririm. Ofiste her şeyi tek bir yerden –Mezzogiorno- hallederim ya da müşteri beni nereye götürmek isterse. Bale gibi, bale izlemenin müthiş bir şey olduğunu biliyorum ama ben bu konuda yeteri kültüre sahip değilim, yemek için de aynısı geçerli. Eminim çok büyük şeyler kaçıyorumdur.

Mezzogiorno ofisten üç blok ileride. Pek fark edilmeyen bir yer ama oldukça samimi ve amacına uygun. Güzel bir İtalyan mutfağına sahip, seksenlerin dekoru, Floransa’dan resimler ve heykeller ve sahipleri tarafından oluşturulan inanılmaz, sempatik bir atmosfer. Ne istediğimi ve ne yediğimi bilirler. Aceleci biri değilimdir.

New York’un merkezindeki evimizde oldukça iyi genç bir Brezilyalı aşçımız var. Eşim, Diana, New York’un en iyi yemek okullarından birine gitmesine yardımcı oldu. Yolculuğa çıktığımız zaman onun hazırladığı yemekleri yiyoruz. Bizi her akşam şaşırtıyor. Bir şey seçmenize gerek yok, oturuyorsunuz ve bir şeyler hazırlanmış oluyor. Çok Japon tarzı. Japonya’da bazı restoranlar var hiç reklâmlarını görmeme rağmen gidebildiğim için şanslıyım –sadece bir mutfak ve altı sandalye. Ve seçme şansınız yok: adam size ne verirse onu yiyorsunuz. Her seferinde tamamen farklı ve Hotel Bel-Air’e göre çok daha pahalı.

Las Vegas’da 14 restoranlı devasa bir otel yapıyorum. Bu sektördeki insanların, bir müşteri gözüyle söylüyorum, yaptıkları şeyi altı ay sonra değiştirecekleri düşüncesiyle inşa etmeleri oldukça ilginç. Bana bu pek iyi bir şeymiş gibi gelmiyor –eğer işe yarıyorsa niye değiştirilsin ki? Ama sırf imaj yenilemek için değiştiriyorlar. Oldukça tehlikeli bir alan. Üstünlük sağlayabilmek için böyle mevsimlik değişiklikler yapılmamalı. Böyle yaparak Shakespeare olamazsınız.

Thomas Hearherwick
Thomas Heatherwick tasarımcı, kendi kendini yetiştirmiş bir mimar, sanatçı ve Londra Paddington Limanı Rolling Köprüsünde, İngiltere’nin en uzun kamusal heykelinin, Manchester’daki “B of the Bang” ve Littlehampton’daki East Beach Kafe’nin sahibi oldukça yetenekli bir hayalperest.

Yerine özgü şeyleri seviyorum. Bir şeyin sürdürülebilir olması için, yerine özgü olması gerek çünkü bir bina temel olarak asla geri dönüştürülemiyor. East Beach Kafe bir kamu yapısı değil ekstra bir geliri de yok. Temelde bir Mr Whippy makinesinden başka gelir getirici bir şey yoktu biz de bunu yaşayabilir bir şey haline getirmenin yükümlülüğü altındaydık.

Sahibi Jane Wood ile bir partide tanıştım. Bana kumsalda bir kafe yapma hayalinden bahsetti ve olabilecek her türlü fikre açıktı. Yelkenliler ve yatlar gibi klişelere takılmama konusunda hemfikirdik. Yerleşim yeri denize, binadan daha yakındı, bu yüzden koruma zorbalığı ile boğuşmak zorunda kalmadık. Kendimize denizin özünü oluşturan şeyin ne olduğunu sorduk. Ve denizin, kayalıkların ve çakılların arasında bulduğunuz ıvır zıvır şeylerden oluştuğuna sonucuna vardık. Binanın güzel olmasına gerek yoktu ama çocukların, kumun ve martıların üstesinden gelebilmeliydi.

Üzerinde yapılaşamadığımız uzun bir yürüyüş yolu ve arkada bir yüksek basınç kanalizasyon hattı gibi oldukça somut koşullar vardı. Arkada arabalar olduğundan dolayı bu tarafta pencere olsun istemedik bununla ilgili olarak biraz mağara hissi yaratmaya çalıştık.

Şu aralar genelde bina yapıyoruz, geçen sene Kontsam’la (Londra King’s Cross’da bir restoran), başladık, bir iç mekân projesi ki bu proje için binanın tamamı da diyebiliriz buna. Şimdi Hong Kong’da bir restoran yapıyoruz.

Bir restoran servisi kadar iyidir. Tasarım listede üçüncü sırada yer alır. Şeflere bayılıyorum. Her zaman keskin bir zekâya sahip olmaları lazım. Bana göre dehşet verici bir şey çünkü ben çok yavaş düşünürüm. Bina tasarlayan biri olunca fikirlerinizi demlendirmeniz gerek. Bir şef her gün en iyi işini yapmak zorunda.

En iyi fikirlerimi tartışarak buluyorum. Birbirimizin fikirleri arasında sıçrayabileceğimiz bir yol arıyorum; yeni stüdyoda uzun, açık bir mutfak ve yemek salonu var. Toplantılar sanki mutfakta oluyor gibi. Temel amaç mümkün olduğunca çok farklı grubu birbiriyle kaynaştırabilmek. Stüdyoda mimarlardan oluşan kalabalık bir grup var ama sahne tasarımı gibi farklı arka planları olan insanlar da var.

Küçüklüğümden beri bina yapmak ilgimi çekerdi. Binalar çok etkileyiciler çünkü pek çok farklı konuda uzmanlık gerektiriyorlar.

• East Beach Cafe, Littlehampton, West Sussex; 01903 731903; www.eastbeachcafe.co.uk  

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.