Haberler

Dünya'da Gezi Rotamızı Değiştiren ya da Değiştirecek 22 Bina

Tarih: 12 Kasım 2007 Kaynak: Concierge.com Yazan: Suzanne Wales Çeviren: Gökçe Aras, Zeynep Güney


1997 yılında Frank Gehry, İspanya’nın kuzeyinde sakin bir şehirdeki, müthiş titanyum kıvrımlı müzesinin açılışını yaptı. Müzenin hem mimari hem de turizm üzerindeki etkisini çok az insan öngörebilirdi. On yıl sonra, “Bilbao Etkisi” olarak adlandırılan; orta tabaka kentlerin turizmi canlandırmak için ünlü mimarlarla anlaşıp, tasarım makyajı uygulamaları, Milwaukee ve Minneapolis’ten Newcastle İngiltere’ye kadar birçok yerde yapıldı. Sonuçlar karışık, fakat heyecan uyandıran yeni mimarinin insanları uçağa bindirecek kadar ilgi çektiği kesin. Bu nedenle, Guggenheim’ın 10. yıldönümünde, Gehry ve onun heyecanlı meslektaşlarının, kentlerin silüetini değiştiren veya değiştirecek projelerini inceledik. Herzog & de Meuron’un Pekin’deki Olimpiyat Stadyumu’ndan, Thom Mayne’nin Paris’teki Eyfel Kulesi’nden daha yüksek olması beklenen Phare Kulesi projesine kadar, Antik Roma döneminden beri görmediğimiz büyük çıkış yapan kamusal projeleri araştırdık. Bu projeler, hiçbir zaman ilginç olduğunu düşünmediğiniz, hatta avcunuzun içi gibi bildiğinizi iddia ettiğiniz kentleri ziyaret etmeniz için önemli birer neden. Bilbao’nun Guggenheim’ını bu anlamda parlak bir örnek olarak düşünebilirsiniz.

Norman Foster
Reichstag Kubbesi, Berlin
Görünüm: Kent silüetini değiştirecek kadar etkili, aynı zamanda zarif ve insancıl, yüksek teknolojili, cam ve çelik konstrüksiyon yapı.

1999 yılında İngiliz mimar Norman Foster tarafından tasarlanan ve Almanya’da bir sembol yapı haline gelen Reichstag Kubbesi, geleneksel ve modern mimarinin kaynaştığı en başarılı örneklerden biri. Birleşmeden kısa bir süre sonra Alman parlementosu Bundestag, Kutsal Roma İmparatorluğu’ndan kalma, orjinal merkez parlemento binasının simgesel yenileme işiyle Foster’ı ödüllendirdi. Bina 1933 yılında, Hitler’in karşı Komünist partiden teröristleri suçladığı yangında kısmen zarar görmüştü. Bu duygusal yükün verdiği ağırlıkla Foster, Reichstag Kubbesi'ni halkın kalbine ve mantığına açmayı uygun gördü. Şeffaf bir kubbe tasarlayarak, ziyaretçilerin kubbeden bütün Berlin manzarasını görmelerini sağladı. Ayrıca, gün ışığını doğrudan aşağıya yansıtan, kubbenin merkezindeki devasa parlak koniyle parlemento mekanını aydınlattı. Hükümetin merkezi ve şehir arasındaki bu bağlantı, kubbenin kendisinin yarattığı güçlü görsel etkiyle birlikte, Berlin’in en önemli atraksiyonlarından biri olarak önemli bir başarı yakaladı.

Yakında: Terminal 3, Pekin Havalimanı
2008 yılında insanlar 29. Olimpiyatlar’ı görmek için Pekin’e geldiklerinde havalimanından çıkmak istemeyecekler. Çok az sayıda mimar, bu büyüklükte bir projeyi üstlenip, dört yıl içinde bitirme sözü verebilir. Foster ise daha önce Hong Kong’un Chek Lap Kok Havalimanı’nı da tasarlamış olmasının verdiği güvenle bu işi tamamladı. Havalimanının büyüklüğü ve yarattığı etki, Çin hükümetinin Olimpiyatlar için duyduğu beklentilerin üzerinde. Yapının tam büyüklüğü hakkında bir fikir edinebilmek için şu sayılara bir göz atalım: İki mil uzunluk, 292 kontuar, 179 asansör, 98 adet hareketli yürüme bandı ve 2020 yılına kadar her yıl 55 milyon yolcu. Chek Lap Kok’ta olduğu gibi Foster burada da teknolojiyle estetiği birleştiriyor. Yüksek semender şekilli çatının altında dışarıya bakan geniş manzaralar ve içeride geleneksel Çin sembollerini ve renklerini çağrıştıran detaylar bulunuyor. Çatı açıklıkları, siz altından geçerken kırmızıdan sarıya doğru renk değiştiriyor.



Diller Scofidio + Renfro
Çağdaş Sanatlar Enstitüsü, Boston
Görünüm: Genellikle binadan çok sanat enstalasyonlarını andıran devrimci projeler.

2006 yılında, New York tabanlı mimarlık ofisi Diller Scofidio + Renfro (karı koca olan Elizabeth Diller ve Ricardo Scofidio ile birlikte Charles Renfro), Boston’un Çağdaş Sanatlar Enstitüsü’nün açılışını yaparak, çağdaş mimarisi pek bilinmeyen kentte bir sıçrama yaptı. Bu yer, görsel hilelerin yarattığı etkiye güveniyor: Örneğin ilk kattaki galeri, kendisini çevreleyen suyun üzerinde asılı duruyor, hatta farklı yönlerden bakıldığında oluşturduğu tehlikeli açıyla her an devrilecekmiş hissi yaratıyor. Adeta yapının tek desteği gibi görünen, yuvarlatılmış çelik bir kurdele, üst katlardaki galeriden aşağıdaki açık alana inerek cam lobinin içinden geçiyor. Binanın başarısı, suya bakan oditoryumdaki fantastik penceresi ve koltuklarında görülebileceği gibi, çevresiyle kurduğu ilişkide yatıyor.

Yakında: The High Line, New York
Diller Scofidio + Renfro’nun “yavaş bölge” olarak önerdiği the High Line’a, New Yorklular’ın alışmasını görmek ilginç olacak. (Yarattığı ilk etkiyle bile, birçok ünlü ismin desteğini gördüğüne göre, muhtemelen alışmaları zor olmayacak). Başarılı peyzaj mimarlarıyla birlikte Diller Scofidio + Renfro, Manhattan’ın Batı Yakası’ndan kent parkına uzanan, paslı, yükseltilmiş demiryolu hattını düzenlemeyi planlıyor. Bir buçuk mil uzunluğundaki alanda, Hudson Nehri’ne ve Manhattan’ın ünlü silüetine bakan bahçeler ve gezinti yolları olacak. Ayrıca proje, Jacob J. Javits Manastırı’yla mezbaha bölgesi arasında kalan yolu da trafiğe kapatıyor. Halen tasarım aşamasında olan ve üzerinde çalışılan projeye göre, eski rayların altından cam balkonlar sarkıyor ve geniş çiçek bahçeleri, Manhattan’ın beton kanyonlarının arasında sonsuz açık alan görünümü yaratıyor.



Frank Gehry
Guggenheim Müzesi, Bilbao
Bilbao’daki Guggenheim Müzesi, Kanada doğumlu Frank Gehry’nin kariyerinin işaret noktasıdır. 1997 yılında, ağzı açık bırakan bu yapı, İspanya’nın zor bir dönemden geçen ve tanınmayan endüstri kentini, uluslararası üne sahip bir şehre dönüştürdü. Bilbao’nun Guggenheim’ı devasa titanyum kaplı cephesiyle, bir fütürüstin eskiz defterindeki okyanus çizgisi gibi, Nervion’un nehir kenarının zarif hatlarını yansıtarak yapıyı süslüyor. İçeride ise, sergi salonlarında düz bir açı yakalamak çok zor. On yıl sonra bile, etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bu sıradışı örnek, (ünlü mimarlık eleştirmeni Paul Goldberger’ın da onayladığı gibi) 21. yüzyılın ilk büyük binası olma özelliğini taşıyor. Yapı, Norman Foster’ın metro istasyonlarından, Santiago Calatrava’nın Campo Volantin köprüsüne kadar, kentin farklı bölgelerinde kendini göstermeye başlayan çarpıcı projelerin başlangıcını oluşturuyor.

Yakında: Yeni Dünya Senfoni Binası, Miami Sahili
Miami Sahili’nin yerli Art Deco örnekleri ve parlak renkli binaları, plajlar ve gece hayatı kadar önemli birer turistik değer. Şimdi Gehry gibi birkaç yıldız mimar, kente imzalarını atıyorlar. Gehry, Yeni Dünya Senfoni Binası için konser salonu önerisiyle, Los Angeles’daki fantastik akustiği ve ışıklı DeCon (mimari dilde; dekonstrüktivist) yapısıyla, Walt Disney Konser Salonu’nun yarattığı pozitif etkiyi tekrar etmeyi hedefliyor. 2010’da tamamlanması öngörülen Miami projesi, beyaz betonarme kabuğun altında toplanmış, paslanmaz çelik küpler yığınından oluşan tasarımıyla Los Angeles’daki konser salonundan çok daha yapısal.



Renzo Piano
Parco della Musica Oditoryumu, Roma

Görünüm: Mimarlık, teknoloji ve profesyonelliğin, ışığın yaratıcı kullanımıyla birlikte lirik karışımı.

Gli Scarafaggi (hamamböceği) olarak isimlendirilen bir binanın itici olduğu düşünülebilir, fakat Renzo Piano’nun 2002 yılında Roma’nın kuzeyinde inşa edilen Parco della Musica’sı, şehrin en başarılı modern mimarlık örneklerinden biri olduğunu kanıtladı. Yerel kahramanın kendi memleketindeki en yüksek profilli projesi; bölgesel malzemenin (kırmızı tuğla duvarlar, traverten döşemeler) bolca kullanımı ve Roma açık hava tiyatrosuyla birleşimi sayesinde, kentin çağdaş mimariye duyduğu şüpheyi yenebilmiş (Romalılar, ikinci el yapıları tercih ediyorlar). Yapının lakabı ise kompleksin, balkon localardaki istenmeyen ziyaretçilere bakan, böcek şeklindeki üçlü oditoryumundan geliyor.

Yakında: Shard Londra Gökdeleni, Londra
2007 yılında, Thames nehrinin güney yakasında Piano’nun etkileyici, cam Shard gökdeleninin inşasının başlamasından önce, bu bölgede bulunan çirkin Southwark Kuleleri’nin yıkım işlemi gerçekleştirildi. Yerine inşa edilen, 305 metre yüksekliğindeki, iğne gibi zarif Shard gökdeleni, İngiltere’nin en yüksek binası olacak. Ayrıca şehrin silüetini belirleyen gökdelenler arasında, yüksekliği ve garip şekliyle en güçlü etkiye sahip olması bekleniyor. Piano bu projeyle ofisleri, dükkanları, konutları ve oteliyle (Shangri-La grubu tarafından işletilecek Avrupa’daki ilk otel) dikey bir şehir sunuyor. Londra’nın yeni, kamuya kapalı gökdelenlerinin aksine, Piano, orta sınıfa hizmet edecek altı kata yayılan kamusal alanları, metro istasyonu ve 7 gün 24 saat giriş olanağıyla halkı buluşturmayı amaçlıyor. Ancak bunun için 2011 yılını beklememiz gerekiyor.



Jean Nouvel
Torre Agbar, Barselona
Görünüm: Cam, ışık ve renk kullanımıyla, çevresini yansıtan cepheler.

Fransız mimar Jean Nouvel’in Barselona’da, 2005 yılında açılan Torre Agbar’ı, kısa süre içinde bir ikon olmayı başardı (Sagrada Familia’nın sivri kulelerini düşündüğünüzde bunun önemini anlayabilirsiniz). Yerel halkın, “puro”ya ya da küstahça “fitil”e benzettiği bu yapı sıklıkla Norman Foster’ın Londra’daki Swiss Re yapısı ya da diğer bir deyişle “kornişon”uyla karşılaştırılıyor. Mimari sağduyuya sahip bu şehirde (ayakkabılarınızı boyattığınız çocuk bile Jean Nouvel’in kim olduğunu bilir). Agbar, artık uçsuz bucaksız bir konut ve iş merkezi haline gelen Diagonal Mar’la birlikte kuzey kenarındaki hırslı genişleme alanlarını da sarmalar. Gece Agbar’ın cephesinde parlayan mavi, kırmızı ve pembe renk ışık dalgalarıyla, yapıyı sihirli, modern bir fenere dönüştüren aydınlatılmış alüminyum strüktür hayranlık uyandırır.

Yakında: Koncerthuset, Kopenhag
Nouvel, 2009 yılında tamamlanması planlanan, Danimarka Yayın Kuruluşu için tasarladığı yeni konser salonu, Koncerthuset projesiyle hareketli bir cepheyi bir kez daha ön plana çıkarıyor. 40x50 metre ölçülerinde, kobalt mavisi kaplamalı, çarpıcı kutu; gece gökyüzünde yüzen soyut sanat eserleri görüntüsü yaratan, geri projeksiyon olanağı sağlıyor. İçeride ise fuayenin üzerinde asılı duran ana oditoryum, yapının ağırlıksız olduğun hissini veriyor. Önünde oturan anormal uzunluktaki izleyiciler yüzünden gösteriyi izlemekte güçlük çeken konser dinleyicileri için, akıllı teraslama sistemiyle oluşturulan koltuk düzeni, oditoryumun en arka sıralarından bile net görüş olanağı sağlıyor. Ørestad kentsel gelişiminde ziyaretçileri, modern yerleşim bölgelerinden ve ticaret alanlarından bu banliyö bölgesine çekmek için, Koncerthuset’in bir anahtar olacağı düşünülüyor. Bu gelişmeyle birlikte, tasarım çılgınlığı yaşanan Kopenhag’da, güçlükle fark edilebilen çağdaş yapıların sayısında artış bekleniyor.



Santiago Calatrava
Ciutat de les Arts i de les Ciencias, Valencia
Görünüm: Sert mühendisliği gizleyen, heykelimsi, etkileyici yapılarıyla, yenilikçi köprüler ve binalar

Tıpkı diğer hayalperest mimar Antoni Gaudi gibi, Calatrava’nın binaları da Tabiat Ana’dan esinlenmiştir, ancak Calatrava’nın mühendislik altyapısı, bilim kurgu yaratıklarını anımsatan tasarımlarının inşa edilebilir olmasını sağlar. Calatrava hayvanlar aleminden ve biyonikten etkilenmiştir; yapılarında açılmış kanatları, fosilleri ve omurga sistemini anımsatan detaylar görebilirsiniz. Calatrava’nın marifet gösterisini deneyimlemek için memleketi Valencia’ya gidip, 2004 yılında tamamlanan Ciutat de les Arts i de les Ciencias’ı görmeniz gerekir. 87 dönümlük alanda yer alan gelişim, muazzam bir Bilim Müzesi, bir planetaryum ve son olarak eklenen kask şekilli konser salonundan oluşuyor. Bir kongre merkezinin de inşası devam ediyor. İspanya’nın üçüncü büyük şehri olan ve tasarım meraklıları için önemli bir merkez haline gelen Valencia, devasa açık alanlarında oldukça kapsamlı kültürel programlar sunarak, mimari zengini, rakip şehir Barselona’nın turistlerinin önemli bir kısmını bu bölgeye çekiyor. Fakat biz bu yapıların tek başına bile, ünlü İspanyol pilavı “paella” kadar görülmeye değer olduğunu düşünüyoruz.

Yakında: PATH Terminal, NYC
Dünya Ticaret Merkezi civarındaki Calatrava tarafından tasarlanan yeni PATH Terminali’nin, Hudson Nehri’nin karşısındaki trenle birlikte New York raylı sisteminin ana transfer merkezlerinden biri olması bekleniyor. Kazıklar projeye yükseklik etkisi veriyor, fakat proje hem mimari kriterleri hem de estetiği ile göze çarpıyor ve takdir topluyor. Proje; Calatrava’nın ilk çalışmalarından biri olan uçmaya hazırlanan bir kuşu andıran Lyon’daki ünlü TGV İstasyonu’nu hatırlatıyor. Fakat 2009’da tamamlanacak olan PATH Terminali’nde konsept bir adım daha önde. Sıcak New York öğleden sonralarında cam ve çelikten oluşan hareket edebilen sivri “kanatlar”la doğal hava ve ışık da yeraltındaki terminale ulaşılabilecek.



Zaha Hadid
Lois & Richard Rosenthal Çağdaş Sanatlar Merkezi, Cincinnati
Görünüm: Tamamen farklı ve kaotik olan tasarım parçalanma ve akışkanlığı vurguluyor

Bağdat doğumlu fakat Dünya çapındaki tasarımları ile tanınan Zaha Hadid bu sefer teorik olarak nispeten daha çok düşünülmüş bir projeye imza atıyor. Hadid’in en büyük hamlesi Cincinnati Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin 2003 tarihindeki açılışından sonra gerçekleşti. Her ne kadar şu anda sonraki akıcı önerilerine nazaran daha sade bir bina olsa da – zaman zaman kullandığı erimiş metal malzemeler bu etkiyi verse de – bu proje onun hünerini gösteren iyi örneklerden birisi. Hadid’in bu projesinde; oldukça alçak bir şekilde arsaya yerleşen dikey galeriler, binayı muazzam bir şekilde bağlayan yüksekli alçaklı bina bloklarına benzeyen ve bir “kent halısını” anımsatan temiz beton yaya yolu ve fuayedeki akıcılığı da vurguluyor. Hadid, “umarım bu bina çağdaş sanatları takip edenlerin sayısını arttırır” diyerek bu tasarımında kentte yaşayanları binaya çekmeyi vaadediyor. Müzede 90’lardaki Mapplethorpe sergisinin de sergilenmeye devam ettiğini hesaba katarsak bunun olmaması pek de mümkün değil.

Yakında: Opera Evi, Guangzhou
1999 – 2000 yıllarında Pet Shop Boys Dünya Turu Sahne Tasarımı’nı azimle tasarlayan Hadid bu çalışması ile tiyatro tasarımları konusunda oldukça büyük bir birikim elde etti. Halen inşaatı devam eden Guangzhou Opera Evi’nin 2008 yılı sonunda bitmesi hedefleniyor. Güney Irak’tayken yaptığı gezilerden esinlenerek tasarladığı kum tepesi forumundaki bu projede, Zaha’nın projelerindeki giderek artan çekicilik de vurgulanıyor. 1800 dinleyici kapasiteli Opera Evi, tamamen koyu renklerle boyanmış iki engebeli “taşlık”la, eski Çin operalarını çağrıştırıyor. Dünya standartlarındaki bu bina yalnızca gurur kaynağı olmakla kalmıyor, Çin’e alışık olmadığı metropol havasını da veriyor. Hadid’in 12 yıl önce Cardiff’te tasarladığı Opera Evi’nin idare ksımı kati bir şekilde reddedilmiş. Fakat şimdi Hadid’in tek ideali bütün dünyadaki binalara biçim vermek. Onlardan İntikamını mimarlıktan en büyük zevki alarak alıyor.



Richard Rogers
Madrid Havaalanı, Terminal 4
Görünüm: Eğlenceli ve fonksiyonel: Strüktürel elemanlar tasarım elemanları olacak, ve binaların içi – dışı değişecek

İngiliz mimar Richard Rogers’ın İspanya’ya bir düşkünlüğü var. Kente düşkün olanların da katkılarıyla başta şehir plancılığı ve mimari projeler de gittikçe önem kazanıyor. Rogers küçük bir mucize ve sonrasında zevkli bir yolculuğun adresi olan eski Barajas Havaalanını dönüştürme projesine başladı. 2005 yılında açılan, Madrid’in Terminal 4’ü yeni bir devri de beraberinde getirdi. Korunmuş zarif iniş – çıkışlı bambu çatı çelik “ağaç” larla desteklenmiş ve terminalin içindeki bölünmüş mekanlarda şık aydınlatma şaftları var. Bütün fonksiyonel elemanlar tasarımcı bir elden çıkmış.

Yakında: Leadenhall Binası, Londra
Rogers mimarlığa Londra’nın finans bölgelerinden birisi olan Leadenhall’daki yapıları ile başlamış. Saint Paul's Katedrali’nin yanındaki yeni şaşırtıcı gökdelen ve oldukça kapalı bir mekanda konumlanmış olan simgesel Lloyd's Building. Paris’teki Pompidou Merkezi’ni tasarladığı zamanlarda (Renzo Piano ile birlikte), Rogers’ın şöhreti binaların dış mekanları için yaptığı değişik çalışmalardan geliyordu (Lloyd's Building de onun zirveye çıkacağını gösteriyordu). 2011 yılında bitmesi planlanan Leadenhall binasında; şık cam kaplı strüktür eğilerek koruma altındaki ünlü katedralin cephelerini de muhafaza ediyor. Proje insan eliyle sınırlandırılmış izlenimi de veriyor. Kritikler onun çalışmalarını oluklar, borular ve asansörleri açıkta bırakması ile tanımlıyor. Rogers çalışmalarında endüstriden esinlenerek koyu renkleri de kullanıyor.



Thom Mayne

Hypo Alpe-Adria Merkezi, Klagenfurt
Görünüm: İkonları tasarımlarıyla, sorunları geleneksel fikirleriyle, formları ise fonksiyonlar ve organizasyon şemaları ile çözüyor

Los Angeles’lı mimar Thom Mayne 2005’de Pritzker ödülünü kazanana kadar yurt dışında çok tanınmıyordu. Onun mimari çözümleri temiz çözülmüş cevaplara karşın genellikle birçok soru işareti içeriyor. Bu noktada konu 2002 yılından önce tasarladığı güney Avusturya’daki Hypo Alpe-Adria Merkezi’ne geliyor. Klagenfurt’un çevresindeki bu alışveriş ve ofis kompleksi tuhaf konutlar ve çiftliklerin arasına konumlanıyor. Tehlikeli bir açıya konumlanacak olan bu bina iki araziyi birleştirerek, kırsal bahçe kamusal alanı tonozlu bir çatıya sahip olan bu devasa binayla içine alacak. Müstakil olarak acayip görünen bu bina çevreye duyarlı olmasının yanında, halkın kırsal kesimini kent merkeziyle de bütünleştirecek.

Yakında: Phare Tower, Paris
Paris gökdelenleri sevmez. 118 yıl önce Eyfel Kulesi’nin inşasından itibaren hiç yüksek bina yapılmamıştı. Fakat 2012 yılında bitirilmesi planlanan Mayne’nin şiirsel önerisi ile bu durum değişecek. Fransızca’da ışık evi anlamına gelen Phare’de Mayne’nin radikal tutumunun biraz yumuşadığı söylenebilir. Bu tasarım Paris’in iş merkezlerinden oluşan bölgesi olan La Défense’de gökyüzüne doğru yükselen beyaz bir zümrüdü anka kuşunu andırıyor. Bu bina aynı zamanda çevreye de duyarlı; Çatıda bulunan çarklar enerji üreterek binadaki ısıyı düzenliyor, hareket edebilen cephe ise güneş ışığının en iyi şekilde içeri girmesini sağlıyor. Bütün bunlar bir yana Phare bu yüzyılda görünen en büyüleyici binalardan da birisi.



Rem Koolhaas
Prada, New York
Görünüm: Arka plandaki tasarım ve fikirlerin yanında güzelliği ile tahrik edici bir bina.

Lüks bir marka, biraz mimari yama ve çekicilik işte tasarım merkezi olan bir dükkanı en iyi şekilde anlatmanın denklemi bu. Son günlerde New York’daki mağazalara gösterilen en iyi örnek Hollandalı mimar Rem Koolhaas tarafından tasarlanan Prada Mağazası. Prada’nın New York Mağazası 19. yy’ın ilk yıllarında dökme demirin ilk defa kullanıldığı yapılardan birinin yenilenmesiyle 2001 yılında açılmış. Koolhaas bu tasarımında yüksek teknolojiye sahip cihazlarla organik tasarımları birleştirmiş; mağazanın merkezine yerleştirilen aynı zamanda teknolojik donatıları da örten dalga şeklindeki dev ahşap eleman, sarkık şekilde duran mankenler ve tel kafeslerden sarkan fiyatları., etkileşimli soyunma kabinleri ve uzaktaki ürünlere de ulaşmayı sağlayan kablosuz sistem.

Yakında: Dee and Charles Wyly Tiyatrosu, Dallas
Bir teorist, yazar ve profesör olan Koolhaas’ın önerileri genellikle radikal ve beklenmedik oluyor. Fakat bazı zamanlarda ise önerileri sadelikleri ile göz dolduruyorlar. Gelenksel yerleşim şemasından tamamen farklı olarak tasarlanan 5 değişik mekanı ile 2009 yılında açılması beklenen Dee ve Charles Wyly Tiyatrosu Dallas’ın yeni Performans Sanatları Merkezi olmaya aday. Bu tiyatroda, genellikle sahne arkasına sıralanan servisler tamamen farklı olarak toplamda on katlı sahnenin altına ve üstüne yerleştirilmiş. Bunun yanında açılıp kapanabilen dış duvarlar bir sahne perdesini anımsatıyor. Dinleyiciler şovdan sıkıldıkları zaman dışarıya bakarak kenti de seyredebilecekler.



Herzog & de Meuron
The Tate Modern, Londra
Görünüm: Modernist ve dış cephesindeki malzemeleri ile çığır açan

Jacques Herzog ve Pierre de Meuron bu projeyle “eski bir binaya yeniden işlev verme”nin Avrupa’da yapılacak en iyi işlerden biri olacağını iddia ediyorlar. Tate’in diğer kentlerdeki binaları, metruk enerji istasyonlarının iyileştirilerek yeni bir kültür merkezi haline getirilmesiyle oluşmuş. Fakat 1995’de Tate’in yönetici kurulu, birçok orjinal binalarının özelliklerini taşıyan az bilinen İsviçreli ikili Herzog & de Meuron’un önerilerini seçmiş. Ana girişte geniş açılı bir oyuğun içinde sergilenen çarklar ve galerilerle bütünleşen kazan dairesi. Bunlara ek olarak doğal ışığın rahatça iç mekana girebildiği ve Thames Nehri’nin eşsiz manzarasının izlenebildiği iki katlı cam çıkma kat da yapılmış. 2000 yılında açılan Tate Modern 12 ay içinde 2.000 ziyaretçiyi ağırladı. Bundan bir yıl sonra da Herzog de Meuron Pritzker Ödülü’nü kazandılar ve star mimarların arasında yerlerini aldılar.

Yakında: Olimpiyat Stadyumu, Pekin
Bir olimpiyat stadyumu tasarlamak her mimarın hayalidir. Başka hangi proje bu kadar işlevi bir araya getirebilir? Herzog & de Meuron 2008 Olimpiyatları için Pekin’de bir stadyum tasarladı. “Kuş yuvası” olarak adlandırılan sporcularla birlikte 91.000 izleyici kapasiteli bu stadyum büyük çelik ağlardan oluşuyor. Çatı kısmında bu çelik ağlar arasındaki boşluklar; yağmur suyunu ve ultraviyole ışınlarını geçirmeyen yarı saydam bir membranla örtülüyor. Geliştirilmiş özelliklerle doğal havalandırmanın sağlanması için ise mağazalar ve restoranlar ana kabuktan bağımsız olarak ayrı ayrı tasarlanmışlar. Bu stadyum olimpiyat için yapılmış binalardan sadece bir tanesi. Buna ek olarak bir havaalanı, bir Olimpiyat Su Merkezi (su küpü olarak adlandırılan), Rem Koolhaas tarafından tasarlanan Çin Merkez Televizyonu Projesi ve Paul Andreu tarafından tasarlanan Ulusal Büyük Tiyatro da Pekin’de olimpiyatlar için tasarlanan binalar.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.