Fotoğraflar: Richard Perry-The New York Times
İşverenizin yeni binası hakkında yazı yazmak hassas bir görev. Eğer onu seversem, okuyucu, çeklerimi imzalayan kişinin gözüne girmeye çalıştığımdan şüphelenir. Eğer ondan nefret edersem, özgürlüğümü kibirle sergiliyor olurum.
Bu yüzden bu şekilde işin içinden çıkmama izin verin: Bir çalışan olarak, Sekizinci Cadde’de bulunan yeni binamızdan büyülendim. The New York Times’a neredeyse yüzyıldır ev sahipliği yapan, 43. Sokak’ta yer alan 18 katlı, eski, büyük, neo-Gotik yapının kendine özgü duygusal bir cazibesi vardı. Fakat, çalışmak için çok iç karartıcı bir yerdi. Labirent gibi dizilmiş yazı masaları ve sararmış gazete kağıtları yığınları gelenekleri anımsatıyor; fakat aynı zamanda bir tarih yanılgısı (anakronizm) olarak görünüyordu.
İtalyan mimar Renzo Piano tarafından tasarlanan, 40. ile 41. Sokaklar arasında bulunan yeni 52 katlı bina karşılaştırılınca bir cennet gibi. Seramik çubukların örtüsü içinde, cam ve çelik kaplamanın çok yüksek bir kompozisyonu, Modernizm’in eski bir sözünü yerine getiriyor, bizi yani bu durumda The Times’ı Karanlık Çağ’dan çekip alıyor.
Sabahları 40. Sokak ve Yedinci Cadde’deki metro çıkışlarından çıktığım zaman, binanın keskin kenarlarını ve net çizgilerini seyretmek hoşuma gidiyor. Lobi avlusunda, kıvrımlı gövdeleri yumuşak yosun örtüsünden filizlenen, gümüşi huş ağaçları kümeleri tarafından karşılanmayı seviyorum. Dördüncü kattaki, üçüncü kata hakim olan, dingin bir vaha gibi olan küçük odamı bile seviyorum.
Ayrıca, bu iri yarı, yeni bina kendine özgü nostalji ile de kaynaşıyor.
Son yüzyıl, evrensel dijital çağa nasıl adapte olacaklarından kaygılanan editör ve muhabirleriyle, gazetecilikte önemli, büyük ve ani değişikliğin geliştiği bir zaman oldu. New York’ta, 2001 yılıdaki terör saldırılarıyla artan endişe, birçok şirketin kendilerini süslenmiş kalelerin içinde siper almaları yönünde harekete geçirdi.
Piano’nun binası daha rahatlatıcı bir dönemde kök saldı: New York’ta 1950 ve 60’larda doruk noktasına ulaşan kolektif modernizm çağında. Eğer o dünya görüşünü yavaşça İnternet Çağı’na göre güncelleseydi, bina yine geçmişe gelecekten daha çok bağlı olacaktı.
Bir New York gökdelenini ne önemli yapıyor? Birçoğu, bizim derin hislerimizde şiddetle çekilir. Biz onları hem kendi duruşumuzu almamız hem de kendimizi pskolojik olarak şehir hayatına bağlamamız için silüette ararız.
Piano’nun kulesi böyle bir etkinin esinlenmesine pek olasılık vermiyor. Binanın en özgün oluşumu, güneş ışığını süzen ve dışarıya net ve düzenli bir görünüş veren; ince, yatay, seramik çubuklardır. Piano benzer bir cephe sistemini, sonuçlarını karşılaştırmak için, 1997’de Berlin’deki Daimler-Benz için Debis Kulesi’nde de kullanmıştı. The Times için, aylarca çubukların renk ve ölçeklerini ayarlamak çalıştı, ilk modellemelerinde sevimli ve ruh gibi bir niteliği vardı.
Bugün bir kenar sokaktan izlendiğinde, onlarda iyi ayarlanmış bir makinenin kesinliği ve dokusu görülür. Fakat, mimarın üstün gayretlerine rağmen, silüetteki görüntü düz ve cansızdır. Çubukların tekdüzeliği, hafiften bir tehditkar hava katıyor ve kulenin çelik çerçevesinin savaş gemisi rengindeki grisi ile sorun katlanıyor. Bunların donuk bitişleri, cephede ışık ve gölgenin canladıran oyunundan yoksun bırakıyor.
Kulenin tepesi de hayal kırıklığına uğratıyor. Çatıdaki mekanik donanımı saklamak ve kulenin gökyüzünde çözülüyor izlenimini yaratmak için, Piano ekranları, tam altı katın bina çerçevesini aşacak şekilde genişletti. Yine de, eksik kalmış bir etkisi var. Hareketi yükseldiği gibi sonuçlandırmak yerine, kulenin yolda kalmış gibi bir görünümü vardır.
Fakat eğer bina silüette görülmeye değer olmasa da, yere çarptığı zaman hayat buluyor. Piano’nun bütün üstün nitelikleri burada belirgindir – iyi oran algısı, yapısal detay sevgisi, sağlıklı kentsel sorumluluk duygusu.
Mimarın amacı; içeri ile dışarısı arasında, gazete yaşamı ile sokak yaşamı arasındaki sınırı bulanıklaştırmaktır. Lobi cam içerisine sokuluyor ve saydamlığı yükselen kuleyi destekleyen çelik kirişler ve köşeliklerin adalesel yapısına karşı zevkle oynar.
Sekizinci Cadde’den, TheTimesCenter oditoryumun kırmızı, gösterişli iç mekanına doğru binaya girenler, peri masalı tadındaki avlu bahçesi yolu boyunca ve ötesinde, aşan asansör sıralarını görebiliyor. Oditoryumdan, geriye doğru, ağaçların arasından görkemli lobi mekanına bakıyorsunuz. Aslında, lobinin kendisi devamlı bir kamu gösterisidir. Lobiden uzanan insanlarla, saydamlık hissi güçleniyor. Akım, erken 20. yüzyıl devinimin gurur veren simgeleri olan Büyük Merkez Terminal Binası’nın Büyük Salonu’nun veya Rockfeller Merkezi’nin dinamik enerjisini hatırlatıyor.
Mimari olarak, The New York Times Binası, Skidmore, Owings & Merrill’in Lever Evi veya Mies Van der Rohe’nin Seagram Binası gibi yenilikçi değerleri ve başarılı Amerika’nın endüstriyel gücünü somutlaştıran tasarımlara, savaş sonrası dönüm noktası binalarına borçludur. Düzgün biçimli cam ve çelik biçimleri, makine çağı verimliliğindeki güveni ve açık, dürüst, demokratik topluluğu ilan ediyor.
Gazetecilik de bu tarihçenin bir parçası oluyor. Saydamlık, bağımsızlık, bilginin serbest akışı, ahlaki açıklık, objektif doğruluk düşünceleri, The Times gibi gazetelerde geçen yüzyılda ele alındı ve gelişti. Gazetecilerin doğruları konuşmaya alıştırdıkları ve kamunun muhabirleri hala tarafsız gözlemciler olarak kabul ettikleri, kamu hakları hareketlerinden Vietnam Savaşı’na ve Watergate skandalına kadar uzanan dönem boyunca, birçoğu için bu idealizm doruk noktasına ulaştı.
İdealist bir zamana olan özlem, ana haber merkezinin içine sızıyor. Üçüncü ve dördüncü katların içine sızan günışığı ile, kuzey ve güney yönlerinden baskı yapan çevre binaların cephelerinin varlığına rağmen, haber odasının ilgisiz ve ayrılmış bir havası oluyor. Ağırlık merkezi olarak asıl işlevler, gazetenin kuvvetli noktasına dikkat çeker. Yazı masalarının birçoğundan, avludaki huş ağaçlarının ince dallarını seyretmenin keyfini de çıkarabiliyorsunuz.
İç merdiven kovaları, etkilişimi güçlendirmek için çeşitli haber merkezlerini birleştiriyor. Çalışma odaları, çoğu herhangi bir işe atanmamış olan ve özel telefon görüşmeleri ve önceden planlanmamış toplantılar için kullanılabilen camla kapatılmış ofis sıraları ile çevreleniyor. Masa ve sandalye gruplandırmaları, çeşitli sosyal alanlar oluşturmak için ortaya serpiliyor.
The Times’ın ortak ofislerine ve geliştirici Forest City Ratner’a ait 22 kata ev sahipliği yapan üst katlardan, görüş alanı daha geniş oluyor. Arabalar, Sekizinci Cadde boyunca hızla akıyor. Her yönden, ilan tahtaları ve elektronik işaretler beliriyor. 14. kattaki kafeteryaya ulaştığınız zaman ise, kuzey, güney, doğu ve batı yönlerinden göz kamaştırıcı görünümü ile bütün şehir, odak noktasına girmeye başlıyor. Kafeteryanın çift katlı mekanının içerisi, sizin şehir merkezi silüetinin içerisinde yüzmekte olduğunuz izlenimini güçlendiren uzun ve ince balkon tarafından sarılıyor.
Birçok iş arkadaşım, en başta binadan şikayet etti. Haber merkezi içerisinde çok fazla boş alan var olduğundan, eski binanın samimiyetini özlediklerinden yakındılar. Bazıları, cam ofislerin izole edilmiş göründüğünü ve kimsenin onları kullanmayacağını söylediler.
Ben, hepsinin uyum göstereceğinden şüphe ediyorum. Büyük, yeni bir binanın içinde çalışmanın hazlarından biri, onun kişisel gelişimini izleyebilmek. Haftadan haftaya, siz daha fazla yalnız figürü, cam ofislerde, ayaklarını bir masaya uzatarak cep telefonlarıyla konuşurken izleyebiliyorsunuz. En aksi iş arkadaşım bile şimdi, biraz günışığının ve temiz havanın çok da kötü bir şey olmadığını kabul ediyor.
Yine de, siz hiçbir zaman binanın geleceği tüm kalbiyle sarıldığını hiçbir zaman hissetmezsiniz. Geçmişin ötesine gitmek yerine, Renzo Piano bunu iyi ayarlamıştır. Işığın içeriye akımını düzenleyen bilgisayarla donatılmış olan panjur ve jaluziler gibi en yeni oluşumlar, mimari ürün olmak yerine tamamiyle teknolojinin yenilikleridir; iç mekan tasarım firması Gensler tarafından seçilen, ahşap panellerle üretilen özdeş odaların düzenlenmiş sıraları, “Başkanın Bütün Adamları” (All The President’s Men)nın 2007 versiyonunun, sadece 1970 modeli saç modellerinin eksik olabileceği bir sahnesinin seti olarak kullanılabilir.
Bu, kuledeki hafif melankoli esintisini belki izah edebilir.
Günümüzün birkaç itibarlı mimarı, saflık ve açıklık düşüncesini destekler. Daha önceki bir neslin daha çok sonuçsuz araştırmalarına, mimarlıktaki sosyal değişimleri etkilemek için şahit olanlar, en iyisine karar verir: çalışmalarında, daha öncekilerin arındırdığı ruhsal gerilimleri ve karmaşıklıkları açığa vurmak. Yüzeye mücadele eden güçleri getirerek, güncel hayatın açık sözlü bir okunuşunu sergilediğini ikna ederler.
Gazetecilik de ilerledi. Gerçekçi televizyon, anonim blog site kurucuları, küresel medya şirketlerinin ideolojik tehditleri, bu güçler gazetelerin geleneksel görevine zarar verir. Yeni evlerine alışan The Times’ın gazetecileri bile, kendi gelecekleri konusunda endişe ediyor. İlan boyutları azaldıkça, gazete tam anlamıyla çekiyor; Ağustosta sayfa genişlikleri küçültüldü. Ve, bundan sonraki nesilde, gazetelerin yazılı olacağı konusunda bile bazı şüpheler bulunuyor.
Sizin bakış açınıza göre, The Times Binası nostaljinin acı bir dışavurumu veya belirsiz bir gelecekle yüzleşen gazetenin, üstün özelliklerini yeniden ispatı olarak okunabilir. Veya, daha çok, ikisinden de bir parça olarak.