Haberler

İstanbul böyle bir skandal bekliyordu

Tarih: 29 Kasım 2007 Kaynak: Radikal Yazan: Ayşegül Sönmez
İstanbul Bienali'nin küratörlerinden biri olan Rene Block, Yapı Kredi'deki Güncel Sanat sergilerini düzenliyor ve 'ben buralıyım' diyor.

Rene Block, Hale Tenger sergisinin İlya Kabakov'a benzetilmesini 'kendine güvensizlik'e bağlıyor. 'Böyle bir benzerliğe sevinildi. Çorbada bir saç buldular ve bu saç telinden büyük bir skandal çıkardılar.' diyen Block'a göre 'İstanbul'un sanat ortamında çok fazla kıskançlık var'.

Hatırlatmak gerekirse, Rene Block, 1970'li yıllarda bir Fluxus haraketi yanlısı olarak Joseph Beuys'un galericiliğini yaptı. 1995 yılında gerçekleştirdiği İstanbul Bienali'nden sonra Kwanju Bienali'yle sanat dünyasını şaşırttı. Block, Setinya Bienali'nde de 'öteki'yi kucaklayan tavrını tekrarladı. Balkanlar'la ilgili Avrupalı küratörlü sergi geleneğini Harald Szeemann'la birlikte başlattı. Hem Kassel'de hem Belgrad'da uluslararası sergilerde daima Türkiye'den güncel sanatçılarla çalıştı.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından çıkan sizin editörlüğünüzü yaptığınız monografilerle başlayalım. Bir grup sanatçı seçtiniz. Hem kitaplar hem de sergiler için sanatçılara karar verirken kriteriniz ne oldu?

Çok uzun zamandır Türkiyeli sanatçılarla çalıştığım için fark ettim ki onlarla ilgili Türkçe yayın, monografi kitapları hemen hemen hiç yok... Bu benim için büyük bir kayıptı. Melih Fereli ve Ömer Koç, Türk sanatı için ne yapabiliriz diye bir toplantıda sorduklarında ilk aklıma gelen yayın yapalım demek oldu. Kriterim yıllardır çalıştığım Türk sanatçılar oldu. Daha doğrusu uluslararası ortamda Türkiye'den daha çok tanınan sanatçılar... Bu da tıpkı yayın olmaması gibi bir başka genel problem. Sanatçıların çoğu, yurtdışında burada olduğundan daha çok sergi açıyorlar. Burada tanınmıyorlar. Ben bu problemlerden yola çıkarak bu sergilere ve kitaplara başladım. Sık sık söylerim... İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü yaptığım sırada fark etmiştim bunu. Dışarıdan bakan bir insan olarak da şaşırmıştım. Türkiye'de bir dönem kadın sanatçılar, bana göre erkek sanatçılardan çok çok daha güçlü ve üretkenler... Bu seriyi bu yüzden Füsun Onur, Ayşe Erkmen, Gülsün Karamustafa, Hale Tenger kuşağı sanatçılara ithaf ettim.

Aslında İstiklal Caddesi'nde birden çok bankanın desteklediği yerli küratörlerin idare ettiği sanat merkezi var. Ama size kadar kimse böyle bir sergiler serisini yapmayı düşünmedi. Genelde Batı'dan gelen sergiler ve tematik grup sergileri yapılıyor. Hatta geçenlerde bir genç sanatçı arkadaşımız bunun tam bir trajedi olduğunu söyledi. Yine Türk sanatçılara Alman bir küratör sergi yapıyor, bizimkilerde tık yok, diyerek....

Trajedinin tersi komedi! Şaka yapıyorum elbette. Birisinin bunu yapması gerekiyordu. Ben Türkiye'ye kendimi bildim bileli çok yakın hissetmişimdir. İstanbul Bienali'nden sonra daha da yakın hissediyorum. Türk sanatçılarla on yılı aşkın bir süredir devamlı çalıştım. Kendimi o yüzden hiç de dışarıdan, bir yabancı gibi görmüyorum. Ben dışarıdan değilim.
Ama yurt dışından gelince çok daha net görüyorsunuz bazı şeyleri... Mesela çağdaş sergilerin Batı'daki kadar yaygın olmaması, kitapların basılmaması dışarıdan geldiğiniz zaman sizi şaşırtıyor. Bunu değiştirmek için bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Şans eseri benim biraz olsun bir şeyleri değiştirme şansım oldu. Çünkü fikirlerimi, doğru insanlara aktarabildim ve onların desteğiyle gerçekleştirebildim ne mutlu bana... Bu bir dönüşüm süreci.

Sizinle birlikte İstanbul Bienali, uluslararası bir kimlik kazandı. İlk uluslararası küratör sizdiniz. Daha sonraki kariyerinize İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü yapmış olmak nasıl etkiledi?


Her zaman tavrımı merkez dışından koydum. Hayatımda yaptığım ilk bienal Sydney Bienali'ydi. Avustralyalı sanatçılarla... Galerim varken kimsenin akıl sır erdiremediği alternatif bir akım olan Fluxus sanatçılarıyla çalıştım. Sonra bazıları çok moda oldular. İstanbul'da da aynı şekilde çok ilginç sanatçılar buldum. 1990'ların başında küçük bir sergi yaptık, Gülsün, Ayşe, Füsun, Hale'yle... Özetle, İstanbul Bienali sayesinde komşuları keşfetmiş oldum. Kassel'de, Kunsthalle Fridericianum direktörü olduğum zaman şöyle düşündüm: Benim için Kassel demek Documenta yani Batı sanatı demek... Okwui Enwezor'un Documenta'sının hemen ardından ona yanıt verecek onun sergisine almadığı Balkanlar'ı biz Kassel'e getirdik.

Büyük küratör Harald Szeemann da aynı dönemde Balkanlar'la ilgilenmeye başladı... Ne ilginç bir tesadüftür ki... Ya da şöyle sormalıyım: ilk kim Balkanlar'la ilgilenmeye başladı?

Aynı zamanda, paralel... O daha şanslıydı onun sergisi iki ay önce açıldı benimkinden. O da şöyle oldu... Çok komik bir hikâye. Ben Documenta 11'den sonra yapacağım ilk sergi Balkanlar'la ilgili olacak dedim. Çalışmalara başlandı, Şubatta açılması planlandı. Bu sırada bir arkadaşımdan Szeemann'ın da bir Balkan sergisi üzerine çalıştığını duydum. Onun sergisi de eylülde açılacaktı. Sonra Szeemann'ın bazı zorluklar ve ekonomik güçlükler nedeniyle sergiyi yapmaktan vazgeçtiği haberi geldi. Biz de acele etmemeye karar verdik, şubatta değil ağustosta açtık. Ama o arada Szeeman zorlukları atlatıp mayısta, bizden iki ay önce sergiyi açtı.

Peki küratörler arası rekabate inanıyor musunuz?


Tabii ki inanıyorum. Çok büyük bir rekabet var hem de. Aslında bu gördüğünüz bienallerin hepsi küratör yarışları. Bu bienaller mekan ya da bienalin gerçekleştiği kent için yapılmıyor. Artık sorun diyelim ki Şanghay'la ilgili büyük bir sergi yapmak değil. Ben bu sergiyi yaparım çünkü şu küratör bunu yapmıştı, ben daha ilginç olmalıyım hissiyatıyla yapılan bienaler bunlar. Garip bir gelişme bu maalesef..

Siz kiminle rekabet etmiştiniz?

Tarihin bir başka yöresinden (gülerek) geliyorum ben... 1968 kuşağı. Kimseyle rekabet etmedim. Ben büyük bir sergi yaparken oranın koşullarını, orası için ne yapabilirim sorusunu düşünüyorum. Böyle olması gerektiğine inanıyorum. Ama artık bu kalmadı. Bir serginin dramaturjisi olmalı.

O anlamda Yapı Kredi sergileri için nasıl bir dramaturji yaptınız?


Bu mekânın bugüne kadar muhafazakâr bir sanat programı olmuş. Dolayısıyla kendimi çok özgür hissettim. Büyük bir özgürlükle hareket ettim. Mekana öyle girdim.

Girer girmez de bir skandal gerçekleşti. Hale Tenger'in sergisiyle ilgili yaşananları kastediyorum. Tenger'in işine benzetilen Kabakov'un yerleştirmesini görmüş müydünüz?


Hatırlamıyorum, görmüş olsam hatırlardım.

Gördüğünüzü hatırlıyor olsaydınız, ne fark ederdi?

Eğer bu sergiden önce o işi görmüş olsaydım, Hale'ye söylerdim. 'Dinle Hale, böyle bir benzerlik var. Kabakov'la senin işin, her ne kadar bambaşka olsalar da, formal anlamda yakınlık olduğunu bilmen gerekir', derdim. Böyle böyle derdim. Bu durumda kararı onun, bunu bilerek vermesini sağlardım. Böylelikle, onun da Kabakov'dan farklı ne yaptığı daha netleşirdi. Baştan itibaren bu farkı bilerek, izleyicinin Kabakov'a gönderme yapmasına hazırlıklı olurdu. Kabakov harika bir sanatçı, ona neden referans vermeyelim, de derdim.

Sizin gibi deneyimli bir küratür için büyük sürpriz olmalı... Daha önce böyle bir şey yaşadınız mı?

Kabakov'la çalışmış bir küratör olarak bu işi bilmiyordum. Bu bir sürpriz. Eğer bilseydim dediğim gibi saklamak için herhangi bir nedenim olmazdı. Saçma olurdu saklamak... Maalesef bilmiyordum... Maalesef David Elliott da tam buradayken ve bu işi bir sergisinde kullanmışken bu oldu... İstanbul ama böyle bir skandalı bekliyordu. Buradaki sanat ortamında çok fazla kıskançlık var. Böyle bir benzerliğe sevinildi. Evet, çorbada bir saç buldular. Bu saç telinden büyük bir skandal yaptılar. Çünkü dikkat ederseniz iki iş arasında kavram ve işin niyeti açısından hiçbir benzerlik yok. Hale çok yıprandı. Şok oldu. Bunu bilmiyordu. Psikolojik olarak anlamanız lazım. Gece gündüz bu sergi için o kadar çok çalıştı ki. Etkileyici, coşkulu bir açılış oldu. Yeni bir başlangıç yapmışız, her şey güzel derken şoka girdi ve yüzleşemedi olayla... Çok fazla agresyon vardı. Hale Tenger vakası, buraya ilişkin, buradaki ortama ilişkin çok önemli bir şeyi gösteriyor. Çok tipik bir İstanbul vakası aslında... O da sanat ortamın henüz kendini bilmediğini gösteriyor. Başka bir örnek vereyim size. Joseph Beuys, keçe heykelleri yapardı. Yıllar sonra Robert Morris de keçeden heykeller yapmaya başladı. Paralel olarak görüldü evet... Birbirlerini biliyorlardı. Hatta bir dönem çok yakındılar. İstanbul'daki gibi bir skandal yaratılabilinirdi. Morris'in keçe heykellerini gördük ve bundan bir skandal yaratmadık. Neden? Çünkü bilinçliydik. Kendimize güvenliydik. Burada bu yok. Bu skandalı kendine güvensizliğin göstergesi olarak okuyorum. Çünkü bunu yaratanlar şöyle düşünüyor: Bizden birisi böyle bir sergiyi kendi kendine düşünemez, yapamaz. Ancak kopya eder. İşte ispatı...

Siz küratör değil de aslında bir kültür casusu musunuz?

Tabii ki bir ajanım... (Kahkahalar...) Bu bir iltifattır... Türkiye'de casusluk yapıyorum. Almanya'da bizim iyi yapamadığımız Türklerin iyi yaptığı neler var bunları Türklerin nasıl yaptığını bulup bilgiyi genç Berlin'li sanatçılara yolluyorum. Bu arada belki de seneye Berlin'de bir sergi açarım İstanbul'da casusluk yaptığıma dair... Çok iyi fikir verdiniz.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.