Haberler

BM İklim Değişikliği Konferansı

Tarih: 5 Aralık 2007 Kaynak: Açık Radyo Yazan: Semra Cerit Mazlum
BM İklim Değişikliği Konferansı, 3 Aralık'ta Bali'de başladı. Semra Cerit Mazlum, Konferans'a ilişkin haber ve yorumları bizimle paylaşıyor.

Ömer Madra: Oldukça önemli, hatta ölüm kalım meselesi diyebileceğimiz bir konuda, iklim değişikliği konusunda uluslararası bir bir toplantı, BM İklim Konferansı Bali'de başladı.

Semra Cerit Mazlum: Bali’de bu sene İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 13., Kyoto Protokolü’nün de 3. Taraflar Konferansı gerçekleştiriliyor. Konferans bir kaç saat önce başladı. Açılış konuşmalarında, bu meselenin ölüm kalım meselesi olduğu bir kere daha dile getirilerek, ülkeler mutlaka beklenen kararı almaya çağırılarak başladı.

Güncel bir haber vererek başlayalım; Avustralya Kyoto Protokolü’nü onaylamış.

ÖM: Müthiş bir şey, çok şaşırtıcı.

SCM: Yeni hükümetin ilk iş olarak Kyoto Protokolü’nü onaylanmış olması sembolik bir anlam taşıyor. Yalnızca bu Protokol’ü onaylamakla kalmayıp, Avustralya için ülke hedefleri de dile getirilmiş. Avustralya’nın kendi emisyonlarını 2050’ye kadar %60 oranında azaltma hedefi belirleyeceği ve %25 oranında da yenilenebilir enerji kaynaklarının payının arttırılacağı belirtilmiş bu açıklamayla birlikte. Hepsi kendi başına büyük önem taşıyan adımlar bunlar.

ÖM: ABD için 2050’ye kadar %80 talep ediliyordu bilimsel raporlar doğrultusunda.

Avi Haligua: Aslında BM Kalkınma Programı’nda (UNDP) tüm gelişmiş ülkeler için bu şekilde belirtiliyordu değil mi?

SCM: 2050’ye kadar bütün gelişmiş ülkelerin emisyonlarını en az %80 oranında azaltmasını öngörüyor.

ÖM: Biraz az belirlemişler Avustralya’da ama ne yapalım.

SCM: Bu hedefin dile getirilmiş olması irade göstermek açısından önemli bir girişim.

ÖM: Önemli bir irade değişikliği var yani?

SCM: Evet, siyasi iktidarın değişmesiyle birlikte ülkenin pozisyonu da değişmiş oldu.

ÖM: John Howard, eski başbakan seçilemedi, milletvekili de olamadı.

SCM: Milletvekili olamadığını bilmiyordum, ama hükümet değişikliği dolayısıyla zaten görevi bırakmak durumunda idi.

Avi Haligua: Parti başkanı da hemen bir gün sonra değişti, siyaset geleneği açısından olumlu bir hareket.

ÖM: Kyoto Protokolü ve iklim değişikliiği konusu, bir ülkede iktidar değişikliğine yol açtı, en azından bu açıdan çok ilginç tabii.

SCM: O benzer değişikliğin Amerika’da da gerçekleşmesi herhalde anlamlı olacak.

ÖM: O zaman Türkiye tek başına kalacak.

SCM: Evet, o zaman anlamlı bir uluslararası çözümden, uluslararası anlaşmadan söz etmemiz daha kolay hale gelecek. Tabii Avustralya’nın attığı bu adım, bugün başlayan toplantıya da önemli bir ivme kazandırmış olacak. Alınması beklenen kararlarda hızlandırıcı bir etki doğurabilir.

EK1 ülkeleri içinde Türkiye ve Amerika kalmış oldular yalnızca Kyoto Protokolü’nü imzalamayan. Avustralya imzalamıştı anlaşmayı ama onaylamamıştı, dolayısıyla onay işlemi daha çabuk gerçekleşebiliyor hükümet değişikliği ile birlikte. Aynı durum Amerika için de geçerli. Türkiye’nin ise imzası yok, tamamen tamamen farklı durumda bu iki ülkeye göre.

ÖM: Dünyada hakikaten benzersiz bir konumu var Türkiye’nin.

SCM: Bu anlaşma bağlamında kendine özgü bir yer işgal ediyor Türkiye şu anda. Konferans’ın gündeminde en öncelikli ve önemli konu, 2012 sonrasına dönük olarak bir anlaşmanın müzakerelerine başlanıp başlanamayacağı. Müzakereler Bali Konferansı’nda başlasa bile içeriğinin önümüzdeki 2 yıl içerisinde oluşması bekleniyor. Konferans’ta müzakerelerin resmen başlatılması en önemli beklenti ve hangi çerçevede bu müzakerelerin yürütüleceği, yükümlülüklerin nasıl tanımlanacağı, tarafların nasıl oluşacağı, yükümlülük süresinin hangi dönemi kapsayacağı en önemli başlıklar. Yine Kyoto gibi 5 senelik bir anlaşma dönemi yerine, daha uzun, örneğin 2050’lere kadar uzun vadeli bir perspektif içinden kısa dönemli hedefler takvimi benimsenmesi öngörülüyor. IPCC’nin raporları da bu çerçevede idi zaten, uzun dönemli bir bakışın içerisinden kurulmadığında,, anlaşmanın etkin olamayacağı saptamaları sözkonusuydu.

Böyle bir beklenti olmakla birlikte, bunun hangi çerçevede yapılacağı da kendi başına önem taşıyor.

2012 anlaşmasına yön vermek, ona temel oluşturmak üzere bir kaç tane süreç var şu anda; bunlardan bir tanesi Konvansiyon İklim Değişikliği Sözleşmesi altında yürütülen görüşmeler. Bir diyalog oluşturulmuştu Montreal’deki toplantıda, bu diyalog toplantıları da 2006’dan bu yana sürdürülüyordu, bu toplantıların sonuncusu Bali’de yapılacak. Özellikle Ağustos’ta Viyana’da yapılan toplantı sonrasında, bütün ülkeler bu diyalog sürecinin çok yararlı olduğu görüşünü dile getirdiler ve devam etmesi yönünde görüş bildirdiler. Bali’de yapılacak toplantılar sırasında bu diyalogun devam edip etmeyeceği, yönünün, içeriğinin ne olacağı da belirlenecek. Aynı zamanda, biraz sonra konuşacağımız öteki süreçlerle nasıl birleştirileceği konusu da tartışılacak.

İkinci süreç, Kyoto’nun 3-9 maddesi çerçevesinde, yani gelişmiş ülke yükümlülüklerinin ikinci döneme ilişkin olarak belirlenmesi hükmünün çerçevesinde kurulan geçici çalışma grubuydu. Bu çalışma grubu da 2006’dan bu yana çalışmalarını sürdürüyor, dördüncü toplantıyı yapacaklar şimdi Bali’de. Diyalog bütün ülkeleri kapsarken, sözleşmenin bütün taraf ülkelerini kapsarken, çalışma grubu yalnızca Kyoto’ya taraf ülkelerin asıl üye olarak katıldıkları bir süreç. İkisinin gündemi farklı olmakla birlikte, 2012 sonrası anlaşmasına şu anda Ek1 grubunda olmayan ülkelerin de bir şekilde değişik yükümlülüklerle katılması beklendiği için, bu iki sürecin bir şekilde birleşebilmesi gerekiyor.

Üçüncü süreç de, 2012 sonrasına temel oluşturabilecek olan, Kyoto Protokolü’nün 9. maddesi, anlaşmanın iklim değişikliği ile mücadele açısından yeterli olup olmadığının gözden geçirilmesi sürecini belirleyen bir hüküm. Geçen sene Nairobi’de yapılan toplantıda birinci gözden geçirmesi yapıldı Protokol’ün, daha fazla biçimsel bir gözden geçirme ile sonuçlandı. Protokol’ün genel olarak başarılı olduğu ve uluslararası iklim mücadelesi için önemli bir zemin hazırladığı, fakat bazı noktalarda güçlendirilmesi gerektiğini söylüyordu. Geçen sene daha kapsamlı bir gözden geçirme üzerinde anlaşamadı taraflar, özellikle gelişmekte olan ülkeler, G7, Çin ve AB tarafı farklı görüşlere sahipti bu konuda; dolayısıyla böyle biçimsel bir gözden geçirme ile yetindiler. İkinci gözden geçirme, önümüzdeki sene Polonya’da Varşova’da yapılacak. Dolayısıyla bu seneki görüşmede, bu ikinci gözden geçirmenin içeriğinin ne olması, derinliğinin ne olması gerektiği konuşulacak. Bunun da büyük olasılıkla az önce söz ettiğimiz iki süreçle birleştirilebileceği bekleniyor. Yani Protokol gözden geçirilirken Ek1 yükümlülükleri dışında, yeni yükümlülük türlerini de tanımlayacak şekilde bir gözden geçirme olacak.

ÖM: Kyoto Protokolü bir çok açıdan yetersiz kalıyor, 1990 şartlarında, henüz küresel iklim değişikliğinin dehşet verici boyutları bilinmeden ortaya konulmuş bir anlaşmaydı. Hava ve deniz taşımacılığı da yok bunların içinde, ki çok yüksek emisyon oarnlarıyla, küresel ısınmaya büyük bir katkı sağladığı biliniyor bu sektörlerin. Onların da katılması söz konusu olacak mı?

SCM: Önemli gündem maddelerinden bir tanesi de, üzerinde artık görüş birliği oluşmuş olan, havacılık ve deniz taşımacılığından kaynaklanan emisyonların da içerilmesi gerektiği. Hatta bazı ülkeler bu iki sektörden kaynaklananan emisyonlarla ilgili bildirimlerini de gönderdiler sekreteryaya. Yükümlülüklerin gözden geçirilmesi çerçevesinde o madde de görüş gündemi içerisinde yer alıyor, büyük olasılıkla anlaşmanın çerçevesine dahil edilecek; fakat büyük olasılıkla ülkelerin kendi ulusal emisyonlarından farklı bir şekilde değerlendirilmesi gerekecek olanların. Belki ülkelerin karbon bütçeleri içine dahil edilmek yerine, sektör olarak onlara ilişkin bir hedef konulabilir, çünkü ulus-aşırı boyutları da söz konusu. Ayrı bir sektörel anlaşma gibi düzenlenebilir.

ÖM: Zaten bu yönü gerekçe gösterilerek sokulmuyorlardı, “çok sayıda ikili anlaşma var, yüzlerce, hatta binlerce ikili anlaşma var bu alanda, dolayısıyla bu hiçbir şekilde düzenlenemez” deniyordu ama pek öyle değil anlaşılan.

SCM: Öyle değil, düzenlemenin yolları var. Amerika özellikle karşı çıkıyordu; AB, Amerika ile AB arasındaki ikili ilişkiler çerçevesinde bunu önerdiğinde, bunun havacılık sektörünü olumsuz etkileyeceği, ticaret ilişkilerini ters yönde etkileyebileceği gerekçesiyle güçlü bir şekilde karşı çıktı ABD. Bu yeni yükümlülük döneminde sektörel anlaşmalar galiba epeyce sayıda olacak. Daha önceki programlarda da söz etmiştik; özellikle Ek1 dışındaki ülkelerin, yani gelişmiş ülkelerin, 2012 sonrasında herhangi bir yükümlülük çerçevesine dahil edilebilmesinin yollarından birisi olarak görülüyor bu. Bazı sektörler için bu ülkelere bir karbon bütçesi verilip, şimdi olduğu gibi belirli sayısal hedefler almalarının beklenmemesi dolayısıyla, kabul etmedikleri için özellikle, oldukça zor çünkü şu anda yapılabilmesi. Bu ülkelerin, en azından bazı çok kirletici sektörlerine ilişkin olarak hedefler belirlemesi, yalnızca o ülkelerle sınırlı kalmayıp uluslararası düzeyde bu sektörleri düzenleyen bir çerçeve çizilip o çerçevenin içinde gelişmekte olan ülkelerin de kendi ulusal hedeflerini koymaları bekleniyor. Bu hedeflerin de şu andaki gibi yaptırımlarla sınırlanmaması, yine niyet beyanı olarak, yani konulan hedefleri aşmaları durumunda büyük yaptırımlar uygulanmamsı şeklinde olması yönünde görüşler var. Sektörel anlaşmalar bu anlamda önemli, özellikle çimento ve termik santraller başta olmak üzere enerji sektörü içinde öne çıkabilecek.

ÖM: Türkiye gözlemci statüsünde katılabiliyor ancak yanılmıyorsam?

SCM: Sözleşme görüşmelerine tam üye, yani taraf olarak katılıyor, Kyoto Protokolü’yle ilgili görüşmelerde ise şu anda gözlemci ülke durumunda.

ÖM: Amerika ile beraber, Çin ve Hindistan gibi, hızla hem büyüyen ve kirleten ülkelerin durumunun nasıl bir düzenlemeye tabi tutulacağını öngörüyorsunuz?

SCM: Çin, Hindistan, Brezilya, Kore, Endonezya gibi ülkeler açısından bakıldığında, bu ülkelerin Kyoto tarzı bir yükümlülüğe razı olmadıkları, şimdiye kadarki, özellikle 2007 içinde yapılan bu çok taraflı girişimler içinde dile getirdikleri pozisyonlardan anlaşıldı. Böyle bir sistem kurulumayacak büyük bir olasılıkla, az önce söylediğimiz gibi sektörel düzeydeki anlaşmalara daha fazla istekli ve razı olabilecekler, çünkü Çin de, Hindistan da özellikle bir kaç haftadır yaptıkları açıklamalarda, “önce gelişmiş ülkeler sonra biz” diyorlar. Fakat hem IPCC’nin raporları, hem onun dışındaki öteki uluslararası çalışmalar ve bütün tarafların eğilimleri dikkate alındığında, tamamen dışında kalmaları da mümkün olamayacak, yani Avustralya, Japonya, Kanada ve Rusya önemli belirleyici aktör tarafları çünkü Kyoto’da. Onlar gelişmekte olan ülkelerin bu şekilde tamamen hedefsiz kalmalarını, yani yükümlülük dışı kalmalarını kabul etmiyorlar; dolayısıyla bir ara yol bulunacak. Sektörler anlaşmalar bu bağlamda önemli bir açılım sağlayabilir. Başlangıç olarak 5-10 senelik kısa dönemlerde böyle bir ara yol bulunup, ondan sonraki dönemde onların da sayısal hedeflerine katılması şeklinde düzenlemeler yapılabilir. Bir de 2012’den sonra boşluk oluşmaması için 2009’da sonuçlanması gerekiyor bu görüşmelerin mutlaka.

ÖM: Çünkü Kyoto da bitmiş olacak.

SCM: Evet, bir de onay ve imza süreci var bu yapılacak olan anlaşma için, dolayısıyla 2009’a geldiğimizde elimizde mutlaka bir anlaşmanın olması gerekiyor. O aradaki boşluğu engellemek için, olası bir gecikmeyi engellemek için bazı koalisyonlardan da söz ediliyor. Özellikle AB’nin, bu uluslararası çabanın devamlılığını garantiye almak için, benzer şekilde düşünen ülkelerle birlikte Kyoto’lu ya da Kyoto’suz yeni anlaşmanın adı ne olursa olsun, bir uluslararası çerçeve çizip, onun içinde kendisini bağlayarak devam etme yönünde bir eğilim içinde olduğu söyleniyor. Bunu yapabilmek için büyük ya da küçük koalisyonlar şeklinde dile getirilen farklı seçenekler sözkonusu. Gelişmekte olan ülkeleri mutlaka o koalisyonların içine dahil etmeye çalışacak AB. Bu nedenle de onları ikna edecek bazı ödünler verilmesi gerekiyor. Büyük olasılıkla, bu ülkeler belli tür yükümlülüklerin içine girecekler, fakat istediklerini almak koşuluyla olacak bu. Endonezya’nın, Brezilya’nın, özellikle son 1 yıldır şiddetle bastırdıkları bir gündem maddesi var; bu ülkeler, dünyanın oksijen kaynaklarına ev sahipliği ediyor olmalarını, yani yağmur ormanlarının tropikal ormanların bu ülkelerde olmasını bir pozisyon aracı olarak kullanıyorlar- Ormansızlaşma %20-25 arasında bir küresel emisyona yol açıyor, dolayısıyla ormansızlaşmadan kaynaklanan emisyonların da düzenlenebilmesi lazım. Bu ülkeler, kendilerine yönelik bir destek mekanizması kurulmadan emisyonlarla ilgili düzenleme yapılmasına karşı çıkıyorlar. Bali’de gündeme getirdikleri, ilk defa Montreal’de önerilmişti. Ormansızlaşmanın önlenmesine dönük olarak atılabilecek adımlar Bali’de ayrıntılı olarak görüşülecek. Bu ülkeler, bir uluslararası fon oluşturulmasını ve Endonezya’nın, Brezilya’nın, öteki ormanlara sahip olan ülkelerin ormanları korumak üzere uygulayacakları ulusal politikaların bu fon tarafından tazmin edilmesini öneriyorlar.

ÖM: Yanılmıyorsam Yeni Gine hükümetinden İngiltere’ye böyle bir öneri yapıldı geçtiğimiz günlerde.

SCM: Evet. Zaten Montreal’de de bu öneriyi sunan Yeni Gine’ydi. Daha sonra öteki ülkeler de fazlasıyla sahip çıktılar. Bu başlıca gündem maddelerinden bir tanesi.

Türkiye’ye gelindiğinde; Türkiye Kyoto tarafı olmadığı için, görüşmelerin içinde bulunuyor, fakat Kyoto sonrası yükümlülüklerle ilgili gelişmelere taraf olarak katılamıyor. Taraf olmayan ülkelerin Protokol görüşmelerinde, genel gidişatı belirleyici şekilde katılmalarına pek hoş bakılmıyor; hatta daha geçen haftalarda Endonezya hükümetinin görüşmelerdeki temsilcisi, Avustralya için böyle bir şey dile getirmişti. “Hükümetin değişmesi çok iyi oldu, yoksa Kyoto’ya taraf olan ülkelere söz vermeyecek” diye bir açıklama yapmıştı. Dolayısıyla, Türkiye de o genel çerçeve içerisinde yerini alamıyor beklendiği gibi. Fakat bu sene içinde, hükümetten de gelen bazı açılımlar var. Hatırladığımız kadarıyla, BM Genel Kurul toplantıları sırasında Başbakan’ın yaptığı açıklama önemli bir kırılma noktasını oluşturuyordu; ilk defa hükümet düzeyinde resmi bir ağızdan, uluslararası bir platformda Kyoto’yu düşünmeye başladığı dile getirildi Türkiye’nin. Aslında başka beklentiler de vardı, Bali’ye gitmeden Türkiye’nin bu konuda resmi olarak, taraf olabileceği dair bir açıklama yapacağı bekleniyordu.

ÖM: Ama yapmadı.

SCM: Bu gerçekleşmedi. Türkiye 2012 sonrası görüşmelerin tamamen dışında kalmaktan da kaygı duyuyor. Bu dengeyi sağlayabilmek için Bali’de şöyle bir adım atılabilir belki; Avustralya’nın yaptığı gibi, onaylayarak gitmemiş bir ülke olarak, kısa bir süre içinde Kyoto Protokolü’nü onaylayacağı belirtilebilir. Bu bir açıklama olarak gündeme getirilir ve Türkiye’nin uluslararası girişimin bir parçası olduğu ilan edilebilir dünyaya.

ÖM: Böyle bir şey bekliyor musunuz?

SCM: Açıkcası, “onaylanarak Bali’ye gidileceği yönündeki beklentinin gerçekleşmemesi üzerine, böyle bir olasılık söz konusu olabilir ya da olmuştur karar vericilerde” şeklinde bir tahminim söz konusu. Tabii bilemiyoruz, nasıl bir hazırlık yaparak gitti Türkiye’nin delegasyonu Bali’ye. Fakat önceki hafta, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu toplandı ve Bali için pozisyon belirlemeye çalıştılar o toplantıda. Türkiye’nin özel koşullarının ne olduğu ve bunun nasıl bir müzakere pozisyonu haline getirilebileceği asıl gündem maddesini oluşturuyordu bu toplantının. Fakat ondan sonra bir açıklama yapılmadı.

ÖM: Onun için bilmiyoruz.

SCM: İki eğilim var; bir tanesi, bu özel koşulların ne olduğu üzerinde fazla durmadan, bu ayrıntıya girmeden, “özel koşullarımız var, dolayısıyla biz bu özel koşullara göre taraf oluyoruz” diyerek bir açıklama yapılması. Onun dışında da örneğin temiz kalkınma mekanizmasının Türkiye’de de uygulanabiliyor olması, yani Türkiye’nin niyet sahibi ülke olarak kabul edilmesi şekilde, ayrıntılandırılmış bazı özel konum yaklaşımları var. Gerçekleşebilir gibi geliyor bana. Heyet de önemli tabii, nasıl bir heyetle gidildiği. Örneğin Endonezya hükümeti bu görüşmelere 70 kişiyle katılıyor, oldukça kalabalık bir heyet bu ve oluşturulma süreci de ilginç. Özellikle IPCC raporunun çıkışı da beklenerek bu heyet oluşturulmuş, IPCC raporunun görüşmelere etkisi dikkate alınarak, Endonezya hükümetini ilgilendiren konularda uzman olan belli başlı insanlar seçilmiş bütün bakanlıklardan. Bu sayının iki katı rakam önerilip onun içinden elenerek bu sayıya ulaşılabilmiş. Türkiye’de bu kadar ayrıntılı bir heyet oluşturma süreci izlenmiyor biliyorsunuz.

ÖM: Kaç kişiyle katılıyor Türkiye heyeti? Biliyor muyuz delegasyonu?

SCM: Bu sene bilmiyorum, fakat geçmiş senelere göre kalabalık olacak büyük olasılıkla. 2005’ten bu yana heyetler daha kapsayıcı ve sayısı fazlalaşmış olarak gönderiliyor.

ÖM: Tabii sayıdan çok nitelik önemli.

SCM: Tabii, bu sene niteliği değiştiren bir yanı daha var, ilk defa iki tane STK görüşmelere akredite oldular, bunlardan bir tanesi TEMA, öteki de Enerji Ekonomisi Derneği. 1992’ten 2007’ye kadar, 15 sene sonra ilk defa gerçekleşen bir şey. Hep dile getirdiğimiz bir eksiklikti, STK’ların bu uluslararası müzakere süreçleri içerisinde yer alması gerektiğini hep söylüyorduk. Böyle olumlu bir gelişme söz konusu oldu. Geçtiğimiz 2 sene içinde bazı STK temsilcileri heyetlere dahil edilmişlerdi, ama bir aktör olarak orada yer almıyorlardı, bu da olumlu bir gelişme.

ÖM: Merakla takip edeceğiz. Tabii bir de tam bunların ortasında, 8 Aralık’ta, yani önümüzdeki Cumartesi günü, dünyanın pek çok şehrinde, Bali’deki bu iklim zirvesine paralel olarak, küresel iklim değişikliğine karşı gösteriler olacak. İstanbul’da da olacak tabii, Kadıköy’de saat 11:00’de. Ayrıca İzmir’de bu hafta içinde olmuş.

Avi Haligua: Hem Ankara’da hem İzmir’de birer tane miting oldu, ama Ankara’dakinden çok fazla haber alamadım, İzmir’dekinde en az 1000 kişi olduğunu ve seslerin çok memnun geldiğini söyleyebilirim. Ciddi anlamda mutluydular.

SCM: 8 Aralık’a da ivme vermiş oldu bu ön gösteriler.

AH: Evet, o amaçla yapılıyordu zaten.

SCM: İstanbul’daki yürüyüş dünyayla eş zamanlı olarak gerçekleşecek. Hep Kyoto’dan söz ediyoruz, ama Kyoto bütçe dönemi daha başlamadı. 2007’nin sonundayız artık, 1 Ocak 2008’de Kyoto bütçe dönemi de başlamış olacak. O da, bu hafta başlatılması öngörülen müzakereler açısından önemli, çünkü bu 5 yıllık bütçe döneminde ne yapıldığı, bundan sonra ne yapılabileceği konusunu belirleyecek, hem kapasite hem niyet hem de başarılıp başarılamayacağı konusunda da önemli bir gösterge oluşturacak. Dolayısıyla 1 Ocak 2008’den itibaren ülkelerin izleyecekleri yöntemleri ve politikaları da takip etmek lazım. İkisi paralel yürüyecek, ilk 2 sene görüşmeler devam ederken.

ÖM: Bu arada Türkiye’nin de, Avustralya ve İngiltere gibi, 2050’ye kadar kısıntı hedefini belirlemesi gerekecek.

SCM: Enerji ile çevreyi ayrı alanlar olarak görme eğiliminden artık vazgeçildiğini de söylemek lazım. Bakanlıkların bütçe sunuşlarını okuduysanız eğer, orada bariz bir şekilde ortaya çıkıyor bu. Örneğin Enerji Bakanı’nın Meclis’te yaptığı konuşmayı okudum, Haluk Şahin de “Enerji Bakanı’nın edebiyatla sorunu ne?” diye soruyordu, çünkü konuşmasını büyük ölçüde edebiyata dayandırmıştı. O çok uzun konuşmanın içerisinde, Enerji Bakanlığı’nın iki oturum süren bütçe görüşmeleri sırasında Kyoto Protokolü bir kere bile gündeme gelmemiş. Bakan, yalnızca “çevreye zararı olmayan enerji yatırımları”ndan söz ediyor, fakat bunun iklim değişikliği ile bağlantısını kurmuyor, özellikle Kyoto Protokolü konusunda Enerji Bakanlığı’nın görüşü, tutumu konusunda hiçbir işaret bulmak mümkün değil.

AH: Kyoto’dan bahsetmiyor olabilir, ama sera gazı emisyonlarını düşürmekten bahsediyordu herhalde değil mi?

SCM: Öyle bir ifade yoktu, yalnızca çevreyi dikkate aldıklarını söylüyordu.

ÖM: “Çevreyi dikkate alıyoruz” diyorlar, ama nasıl aldıklarını da açıklamaları gerekiyor. Aksi takdirde, herkesin fevkalade çevreci, herkesin çok iyi niyetli olduğunu söylememiz mümkün, ama somut olarak herhangi bir şey göremeyince, Kyoto’dan bahsetmeyince, hedef nedir, nasıl kısacağız, kısacak mıyız, bunları anlatmayınca, çevre ile enerji meselelerini birbirinden tamamen bağımsız konular olarak ele alınca, çok tatmin edici olmuyor doğrusu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası’nın genel kurulunda yaptığı konuşmada, büyümeden, metrolardan, barajlardan, otoyollardan, alışveriş merkezlerinden söz ediyordu en çok.

AH: Şunu söylüyor; “Türkiye’de defans oyuncuları çok, ama biz ofansif yaklaşım arıyoruz, bunlara ihtiyacımız yok” diyor, durdurma politikalarından bahsediyor, “niye nükleer santral yapıyorsunuz, termik santral niye yapıyorsunuz?” diyenler için “duvar örüyorlar” diyor.

ÖM: “Küçülmemizi istiyorlar” diyor, dolayısıyla da çevre meselesine hiç bakmıyor.

AH: “Bu nehirler bizim emrimize denize dökülsün diye verilmedi” diyor.

ÖM: Nehirler başka nereye dökülebilir?

SCM: Yatırım projelerine karşı çıkanlar, yani İstanbul’a su getirilmesine değil, ama bunun yapılış biçimine karşı çıkanları yine, bir kere daha, ideolojik olmakla suçladı dün Başbakan. Sizin de söylediğiniz gibi, onların büyümeye karşı oldukları, yani insanların ihtiyaçlarının karşılanmasına karşı oldukları gibi bir izlenim uyandırmaya çalışılıyor; “her şey insan için, insandan daha değerli ne olabilir, daha kutsal ne amaç olabilir?” gibi bir açıklaması vardı Başbakan’ın. Fakat bunun böyle olmadığını BM Kalkınma Programı’nın bu hafta yayımlanmış olduğu raporunda bir kere daha açıkça gördük; rapor, çevresiz kalkınmanın olamayacağı, iklim değişikliğini önlemeden insani bir kalkınmadan söz edilemeyeceğini çeşitli kanıtlarıyla ortaya koyuyordu.

ÖM: Bu yalnız vicdani bir mesele de değil, ayrıca, maalesef Başbakan’ın ya bilmediği ya da yeterince bilgilendirilmediği önemli bir husus olduğu ortaya çıkıyor; gerek sizin sözünü ettiğiniz BM Kalkınma Programı İnsani Gelişme Raporu’nda da açıkça söylendiği gibi, ya da Dünya Bankası Baş Ekonomisti Nicholas Stern’in raporunda da söylendiği gibi, iklim değişikliğinin müthiş bir ekonomik küçülmeye, resesyona, büyümek şöyle dursun, yıkıma yol açacağı ve iki dünya savaşının toplamından daha fazla zarar vermesi söz konusu. Dünya gayri safi hasılasında, küçülmek filan değil, yıkım anlamına gelecek, %20’lik bir küçülmeden bahsediyor. Dünyanın önemli bilim çevreleri de ekonomik olarak da feci bir gidişten söz ediyorlar.

SCM: Dünyanın küçüldüğü bir durumda, herhalde tersine Türkiye’nin büyümesi mümkün değil. Bu ekonomik hesaplamaların da gözönüne alınması lazım. Geçen çevre bakanı döneminde ve Meclis’te komisyon çalışmaları sırasında dile getirilen maliyetler vardı, onlar ortadan kayboldu, şimdi çok fazla duymuyoruz o türden söylemleri. Bu çevre bakanının daha fazla dile getirdiği, Türkiye’nin masum olduğu; yaptığı bütün açıklamalarda Türkiye’nin öteki ülkelere göre masum olduğunu söylüyor.

ÖM: Halbuki emisyonları en hızlı artan ülkelerden biri.

SCM: Evet, karşılaştırmalı olarak bakıldığında, Avustralya’dan çok da farkı olmadığını görüyoruz Türkiye’nin. Küresel emisyona katkısı açısından neredeyse yakın orandalar Avustralya ve Türkiye. Dolayısıyla çok da özel bir yerde durmuyor Türkiye; oysa tam tersine politikalar izleniyor, geçtiğimiz haftalarda açıklanan karayolu ve köprü projelerine bakacak olursak.

AH: Nükleer santral ve termik santral projesini ekleyelim.

SCM: Evet onlar da var. Beklentilerin tersine politikalar izlemekte olduğunu görüyoruz Türkiye’nin. Bu yapılması planlanan yeni otoyolların 20 milyar dolar değerinde yatırımlar olacağından söz ediliyor; Türkiye Kyoto’ya taraf olursa karşısına çıkabilecek olan rakamlarla neredeyse eşdeğer. O önlemleri almayıp, yerine yeni karayolları yaparak Türkiye’nin karbon bütçesini daha da yükseltmek söz konusu.

ÖM: Bali’deki iklim zirvesi ilgili olarak, sizinle ayrıca bir takip programı da yapmalıyız önümüzdeki hafta içinde.

SCM: Görüşmelerin beklenti yönünde sonuçlanması dileğiyle diye kapatalım.

(3 Aralık 2007 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.