Haberler

Türkiye’nin Tasarlanmamış Camileri

Tarih: 25 Aralık 2007 Yazan: Ahmet Turan Köksal
“Mirasyedi”lerin En Başarılısı
Şu andaki Mısır halkının, dünya uygarlığının zirvesindeki Mısır halkı ile bir bağı olmadığı gerçeği kabul edilir durumdadır. Daha üzücü olanı, İslam mimarisini ve estetiğini bir yerden bir yere getirmiş ecdada sahip bizlerin, sanki onlarla bir bağımız yokmuşçasına “İslam ülkelerindeki en kötü cami mimarisi Türkiye’de” * gerçeğini ortaya koyma halimiz. Evet, tehlike çok büyük, her yönden bir gerileme bu.

“Ah eskiden ne güzeldi buraları, nerdeee eski mimarlar ya da binalar” diyecek yazacak değilim, ya da Türk’lere “Türk”ler diyen Türk’lerden olmadığımdan daha objektif bakabilirim sanırım. Objektif olduğum halde Türkiye’de artık neredeyse “tasarlanmış” cami yapılmamakta diyebilirim.


Mersin Muğdat Camii, Kaynak: wowTURKEY

Mimar ve Cami ve Teknoloji
Mimar, aslında halk için vardır. Ve tapınakları inşa eder ki, tanrı ile tapınan arasında mekânsal bir köprü kursun. Bu köprü, bir şekildir, hacimdir. İçine girilir hissedilir. İnanan için o anda içinde var olduğu hacim, inancını sunduğu bir boşluktur, mimarın yaptığı sınırlar bu boşluğu kucaklar. Bunlar duvardır taştır kubbedir. İnancın sunulması esnasında mekânsal kurgu, kullanıcının düşünemediği göremediği haldedir ama mimar bunu düşünür önceden tahayyül eder. Bu önceden düşünme ve tahayyül etme işi o kadar değerlidir ki mekâna kimlik kişilik katar bu katkılar kullanıcının benimsemesi ile kemikleşir ve tapınak ölümsüzleşir kutsallaşır herkesin gözünde.

Söz konusu mekânı oluşturan parçalar değerli değildir. Şu an için Ayasofya gibi bir mabedi değerli kılan dünyanın her yerinden gelen bilmem kaç ton mermer midir? Yoksa o kaç ton mermeri oraya kadar taşıyıp onu kutsal olması için kullanıma açan irade ve bu iradeyi kontrol edip mekânsal kurguya dönüştürüp onun kutsal sayılmasını sağlayan mimarın eşsiz fikirleri mi? Bir mimar olarak mimarlara abartı payeler vermiyorum. Sırtında taş taşımadığı halde zamanın en önemli kaynağını, din adına harcatan yaratıcı kişilik, mimar olamayan biri için de önemliymiş ki saygı duyulmuş. Mimar Sinan’ımız ve tüm yan ekleri ile beraber dağarcığımızda o erişilmez yeri nasıl kazanmış ve nasıl kaybeder. Ve aslında nasıl belki gerçekte olmadığı kadar gerçek ve tartışılmazdır artık bizim için.

Farklı dinler için, farklı hallerdedir. Ancak genel olarak dinin getirdiği inanç yükünü, kültürel ve halkın genel referans çerçevesi ile yoğurup kimlikli bir hale getirir.

İslam mimarisinin temel yapıtaşı cami ve bu yapı taşının da çok belirgin olguları Osmanlı Dönemi’nde olgunlaşmıştır. Bu olgunlaşma o kadar kemikleşmektedir ki, betonarme cami inşaatları o hale benzemeye çalışmakta ama gittikçe kötü taklitlerinden öte saçmalamaya başlamaktadır.

Zamanın büyük ustaları, yine zamanın yapım tekniklerini zorlayarak ortaya çıkardıkları mekânları, yetkin olmayan hiçbir şeyden habersiz ehil olmayan kişiler tarafından kopyalanmaktadırlar. Estetik kaygılarının olmasını bırakın caminin formunun değişmemesi gerektiğini bunu bozmanın “gereksiz bir saygısızlık” olduğunu kabul etmezler ve bunu tartışmayı hele hele kutsal bir mekân olan camiler konusunda tartışmayı istemezler.

Teknolojinin gelişmesi ile artık basit bir betonarme apartmanın yapım teknolojisi ile rahatlıkla mahallenin camisi de yapılabilir. Kalıp farklılığı vardır o kadar.

Ancak teknolojinin gelişimi mimari yönden de bize bas bas bağırmaktadır. Bir şeyler söylemektedir. Beylerbeyi Sarayı’nı düşünün. Boğaz kıyısında şahane bir yapı. Her tarafı süslü, her tarafı ihtişam içinde. Pekiyi. Çatısı saçaklı değil. Çünkü o kadar süslü bir binada saçak yapılması hele hele çatının görünmesi ayıp sayılmış. Sırf bu yüzden o alın duvarından sonra çatı gözükmesin diye kurşun çatıda bir sürü anlamsız ve yanlış dere işçiliği yapılmış. Mimar nasıl olsa bu çatı gözükmüyor diye mahya kotunu indirmek için bir sürü ufak çatıcık yapmış.

Ancak nereden bilebilirdi ki, bir milyona yakın İstanbullu her gün bu yanlış ve çapraşık çatı çözümünü, hem de kuşbakışı köprüden geçerken seyredecek. Ben her geçtiğimde bu çatıya bakar gülerim. İşte teknolojinin binayı öyle değil böyle göstermeyi becerdiği önemli bir örnek.

Dini bir yapının öyle değil böyle bir şekle sokulması ancak evrensel tasarım kurgusuna sahip mekanlar için geçerli. O yüzden Osmanlı Camileri’nin bu yüzüne hayran kalıyor, hala içindeki ilklimlendirmeyi, ışık değerini ve akustiğini, organikliğini, oranlarını ve insalcılığını övüyoruz. Bu tür iyi öğeler ancak “tasarlanmış” binalarla, tahayyül edilmiş, tecrübe edilmiş bu birikimin aktarılmış ve USTA elinden çıkmış haliyle mümkün.

Artık herkes istediği an cami yapabiliyor. Bunun için sadece arsa tahsis edilmesi gerekiyor. Para da toplanıyor, hatta izin de alınıyor kolaylıkla. Bir şekilde arsa bulunduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na başvuruluyor, ödenek isteniyor. Genelde kabul görmüyor, bunu başkaları finanse ediyor. Tabi kendi istedikleri şekilde…

Dernek
Türkiye’de ciddi sayıda cami inşa ediliyor. Bunların çok büyük bir bölümünün projesi dahi yok. Kimse de bundan rahatsız değil. Belediyeler camilerin inşaatlarına dokunulmazlık sağlıyorlar. “Dernek” denilen bir olgu var. Genelde isimleri “X Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği” yani bu “yaşatma” kavramı ilelebet kalacak ve neredeyse o caminin sahibi olacak demek aslında.

Yenihayat isimli yerel gazetenin bir haberi: “Tarakçı Köyü’ne yaptırılan 1000 kişilik cami için köy halkı seferber oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından herhangi bir ödenek gelmediği için kendi imkânları doğrultusunda caminin yapımına başladıklarını söyleyen, Tarakçı Köyü Cami Yaptırma Derneği Başkanı Hüsnü Karakaş, 924 milyar Lira'ya mal olacak cami için bugüne kadar 3 milyar Lira para toplandığını belirtti. Ramazan ayında camiye gelen vatandaşlardan yardım talep ettiklerini, ayrıca kapı kapı dolaşarak vatandaşlardan yardım istediklerini dile getiren Karakaş, 'Tarakçı Köyü 4 parçadan oluşuyor 70 haneli ve 350 kişilik bir nüfusa sahip. Caminin inşaatı hayırseverlerin desteğiyle devam ediyor. Caminin bitirilebilmesi için 30 ton kurşun, 300 metreküp beton ve 20 ton demir gerekiyor' diyor."

Dernek başkanı usta bir müteahhit gibi gereken demir ve kurşun’un hesabını yapmış ama 350 kişilik bir köye neden 1000 kişilik cami yaptırıldığı hesabını yapmamış. Bir de cami için gerekli demirden daha fazla kurşun ihtiyacı var. Bu da şaşırtıcı.
Dernekler ne isterlerse o oluyor. Kendi kafalarına göre her şeye karar veriyorlar. Hatta şaka gibi; dernek başkanı hangi futbol takımını tutuyorsa minare ve şerefe o takımın renklerine boyanıyor ya da alem çift renk boyanıyor.


Zonguldak merkez ilçeye bağlı Muslu Beldesi Cumhuriyet Mahallesi Camii Minaresi Dernek Başkanı koyu Fenerbahçe’li olduğundan sarı lacivert renklere boyanmış. - Trabzon Akçaabat’ta bordo mavi renklere sahip alemi olan minare.

Hatta Darıca Bayramoğlu’na E-5’ten giderken yol üzerindeki camide, çift minare ve her minarede üç şerefe vardır. Bunda bir gariplik yoktur. Alıştık artık. Ancak işin ilginç yanı, dernek, söz konusu şerefeleri, plastik doğrama ile balkon kapatır gibi kapattırmıştır. Nedenini sorduk, cevap bulamadık.

Yine Darıca’da yapılmakta olan cami, kendine has özellikleri olan bir Boğaziçi camisi, Dolmabahçe Camii’nin neredeyse birebir kopyasıdır. Dernek öyle uygun görmüş, mimarı da bu camiyle, Türk mimarisini Darıca’da da yaşattığı için övünmektedir. Birkaç dernek üyesiyle ayaküstü sohbet ettik ve çoğu üyenin cami yapılmadan önce fotoğrafını gördükleri Dolmabahçe Camii’nin mimarının Mimar Sinan olduğunu zannetmekte olduklarını fark ettik.

Türkiye’de şu anda toplam sayısı 35.000’i geçmiş olan bu derneklerden diyelim biri bir şekilde para topluyor sonra bir arsa bulunuyor. Ancak bundan sonrası meçhul. Eşten dosttan ya da başka derneklerden A4’lerle fotokopiler geliyor. Bunlar cami planları. Ya da fotoğraflar. Sonra bir kalfa bulunuyor. Kalfanın namazında niyazında olup olmadığı ya da derneğin kurucularından birinin evini yapmış olması ya da belki akrabası olması gerekiyor. Sonra para toplanıyor çimento, kum, tuğla alınıyor ve cami yapılıyor. Ne bir statik projesi ne de bir izin alma zorunluluğu. Diyanet sadece ben ödenek ayırmam diyor o kadar. Yapmak isteyenlere de karışmıyor. Cuma namazlarında söz konusu inşaatın evreleri hakkında cemaate bilgiler veriliyor hatta bazen kapı kapı dolaşılıp bağış toplanıyor. Bazen bağış toplayanlar bu hizmetleri karşılığı yüzde ile bile çalışabiliyorlar. Bizim için bunlar şu an için önemli değil bizim önem gösterdiğimiz ama inatla dikkate alınmayan en önemli husus caminin tasarımı.

Derneklerin takıntıları da var. Mesela her biri köyüne, semtine, mahallesine, bir “Selatin Camii” yaptırmak ister gibi. “Selatin” kelimesi “sultan” kelimesinin çoğulu. Genelde birden fazla minareli ve şerefeli oluyorlar. Sultan sefere gittiğinde oradan getirdiği ganimetlerin parası ile bu binaları yaptırıyor. Sadece cami değil başka bir sürü bina ile beraber kurgulanıyor ve inşa ediliyor. İşte dernekler, betonarme teknolojisi ellerinde, kendi kafalarına göre bu tür selatin camileri yaptırmak istiyorlar. Sultan soyundan gelmeyen birinin yaptırdığı camide tek minare ve tek şerefe olduğu kuralını bilseler de bilmeseler de çiğniyorlar.

Örnekler o kadar çok ki: İlk örneğimizi Diyanet’ten veriyoruz. Merak edilen şu; Diyanet’in tutumu nasıl. Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı en büyük iyiliği yapıyor, ya “tip proje” veriyor ya da proje hazırlıyor. Evet bir mimari büro gibi cami projesi üretiyor.

TBMM Genel Kurulu'nda Cami ve Din Görevlileri Haftası nedeniyle gündemdışı konuda cevap veren, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, “Camilerin, genel geçerliliği olan mimari tarza uygun, daha derli toplu yapılması için Diyanet İşleri Başkanlığı'nın çalışmaları olduğunu ifade etti. Cami yaptırmak isteyen hayırsever vatandaşlara tip proje verildiğini” belirtti.

Mahmutlar Merkez Cami
Mahmutlar Merkez Cami Projesi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlandı. Cami klâsik Osmanlı - Türk mimarisi üslûbunda 1 ana kubbe, 4 yarım kubbe, 9 tali kubbe, 2 minare ve 1 şadırvandan oluşan bir plana sahip.



Mahmutlar Merkez Cami Projesi Genel Bilgiler

Kapasite: 1600 Kişi
Yapı Cinsi: Betonarme karkas / 23,40 x 678,6
Metrekare: 5.500 m2
Minare: 2 adet
Minare Özellikleri: Çift şerefli, 35 m yüksekliğinde
Ana Kubbe Ebatları: 11 m çapında, 5,75 m yüksekliğinde
Yardımcı Kubbe Ebatları: 5,30 m yarı çapında, 5,74 m yüksekliğinde
Toplam Kubbe Sayısı: 14 adet
Mahfil Sayısı: 3 adet
Otopark Kapasitesi: 66 araç

Yukarıdaki 1600 kişilik caminin yapılacağı beldenin Müslüman nüfusu yaklaşık 13.500. Caminin Eylül 2007’de açılması planlanıyor. Bu arada söz konusu beldede bir hastane bile yok ancak beldeye bir hastane yapılması için yoğun imza kampanyası devam ediyor.

Bir cami için “Osmanlı-Türk mimarisi üslûbunda” olması ne demektir. Ve “Osmanlı-Türk mimarisi üslûbunda” olmayan camilerimiz nelerdir? Oranları nelerdir? Bunları bilmek isterdim.

Diyanet’in bir mimari ekibi mi var? Varsa diyanet neden böyle bir ekip tutuyorda söz konusu binaların projelerini yarışma ile belirlemiyor?

İşte burada Diyanet’in "Tip Projesi" var. Mimar üreten bir toplumda nasıl olur da tip proje yapılır. O zaman devlet bir hastane, bir okul, bir cami ve bir de devlet dairesi binası tip projesi yapsın hatta bir de ideal konut projesi biz mimarlar başka işler arayalım. Mimarın hakkını kim arayacak peki?


Proje Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sitesinden kaldırılmış. Arkitera Forum’da söz konusu tip projenin yapıldıktan sonraki hali de var.

Durum o kadar kötü ki, tip projeyi bile kabul edeceğiz. O kadar vahim.

Olanlar bitenler bunlar. Her dernek bu şekilde çalışır bütün camiler de bu şekilde yapılır demiyoruz ama çoğunluğunun böyle olduğu aşikar. Peki farklı bir durum yok mu? 

Modern Cami ve Modernize Form 
Modern lafı dilimize oturdu. Sık kullanılıyor. “Yeni” olan her şey “modern”dir düz mantığı. Bir fırından poğaça aldım, fırın içindeki masalara oturdum. Tüketiyorum. Fırıncı konuşkan. O konuşuyor ben dinliyorum.

- Afiyet olsun
- Sağolun
- Ne işle iştigal?
- Mimarım
- Aaa, iç mi dış mı?
- Benim içim de dışım da birdir.
- Eh anlamadım ama peki nasıl olmuş.
- Ne nasıl olmuş?
- Bak buraları “modernize” ettik. Masalar değişti. Sandalyeler filan.
(Masalar plastik beyaz masalardan, ancak sırtlığında pastanenin amblemi oyulmuş KROmaj ayaklı ahşap sandalyeler var)
- İyi. Çok iyi. Modernizeleştirdiklerebildiklerinizden olmuş.

“Modern” konusu bu kadar yandan yemiş, ortadan ısırılmış ve üstten traşlanmışken bir de “modern cami yapacağız, sıra dışı olacak” diye zorlayanlar var. Tabi gerçekten kötü şeyler çıkıyor.


Kozyatağı Modern Mehmet Çavuş Camii (Evet, isminde nasıl “Kozyatağı”,“Mehmet”, “Çavuş” gibi isimler varsa “Modern” de var. Evet, bu bir isimmiş) Kaynak: wowTURKEY


Ve tabi ki Amerika Birleşik Devletleri Hava Gücü’nün bize hediye ettiği casus uçaklardan birini kamufle etmek için kullandığımız İstanbul Yedpa Çarşısı Camii. Kaynak: wowTURKEY

Modern cami yapma isteği doğuyor tabi ister istemez. Bu istek bir gelişme olarak kabul edilebilir. Yani artık kubbe ve minare olmayan cami taşlanmayacak. Ancak bu tür isteklerin yarışmayla projelendirilmesi hem de 1 milyon YTL’ye mal olacak bir bina için çok büyük bir lüks mü sizce? Umarız iyi bir şey çıkar.

15 Mart 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden alıntı: "Ankara’da zenginlerin sitesi olarak bilinen Angora Evleri’ne ilginç mimari özelikleri olan bir cami yapılmasına karar verildi ve 'cami yaptırma ve yaşatma derneği' kuruldu.

Alışılmış cami görüntüsünden uzak olan caminin yapılabilmesi için oluşturulan kurulda, eski milletvekilleri ve bir de emekli Yargıtay Başkanı bulunuyor.

1 milyon YTL’ye mal olması planlanan, 2009 yılında bitirilecek Angora Camii’nin site için bir gereklilik olduğunu belirten Angora Evleri’ni yapan Kooperatif-18’in Başkanı eski milletvekili Ertekin Durutürk, '10 bin kişinin oturduğu sitenin ihtiyacını karşılamak için bu camiyi yapıyoruz. 320 kişi kapasiteli, mimarisi tamamen özgün bir yapıda, altında konferans salonu, resim sergisi olan bir cami olacak' dedi."

"Benzersiz" Angora Camii’nin mimarı Ahmet Can Ersan "Bittiğinde eşi benzeri olmayacak" demiş. Nasıl bir cami ile karşılaşacağımızı oldukça merak ediyoruz.

Süs
Camide süs takıntısı da fena bir konu. Süssüz cami olmaz mantığı inanılmaz yerleşmiş. Her tarafında bir süs, bir bezeme olan camiler var. Artık bunları Corel Draw formatında internetten bulup kesici plotterlar yardımı ile reklamcıda çıkartan, modern camii yaptıran dernekler de var.

“Süs, felakettir” demiyoruz ama bu kadarının felaket ötesi olduğunu da belirtmekten kendimizi alamıyoruz. Dersten sıkılan çocuk defterinin her sayfasına saatlerce uğraşıp kenar süsü yapar ya, bu tür binalardaki bu garip süsler de sanırım binaya değer katmış oluyorlar.







Oransızlık, Yersizlik
Bir de inadına oransızlık var. Ben bunu anlayamıyorum. Hiç mi çizilmiyor bu camiler? Belki de hiç çizimleri olmuyor. Yani çizilince bu tür binaların “oransız” olduğunu görmek çok kolay. Bu hiç mi görülmüyor? Böyle bir camiye bu minareler.

Oranı yakalamak bir yana, onu doğru dürüst “taklit” edebilmek bu kadar mı zor?

Trabzon’da eşsiz bir güzelliği olan Uzungöl yaylasını bilmeyenimiz yoktur. Tam gölün dibine ve dibine çirkin oransız bir cami yapıldı. Bu cami hakkında ve yersizliği konusunda bir eleştiride bulunsam sanki din düşmanlığı yapıyorum gibi, gözlerini büyükçe açıp beni susturuyorlar. Eleştiremezmişim. Ancak bunu yapan belli ki vasıfsız bir inşaat ustası. Eğer mimarı varsa çıksın anlatsın oranlarını, neden gölün dibine bu kadar girdiğini.



Hemen arkasından köy içinde mütevazı ve bir o kadar da yerine uygun bir cami varken hem de. Çok yakın. Böyle bir doğa güzelliğini “Bakın biz müslümanız” diye beton yığını ile kirletmek çok anlamsız. Ve bunu kutsal saymamız gereken bir bina ile yapmak ise en balında ayıp. Camilere karşı imiş görünmek durumunda kalıyoruz ama bu cami hemen yıkılmalı. Nasılsa eski bir bina değil. Tarihi eseri bırakın, sadece eser bile değil. Hem oransız hem de yersiz.

Yersizlik konusuna değinmişken; bu oransız saçma sapan bina aynen Trabzon’da da yapılabilir, aynısı kalkıp Bodrum’da bembeyaz evlerin arasında da olabilir veya İstanbul Ümraniye’de gecekondu zamanında planlanmamış olarak ortaya çıkan bir mahallede olabilir. Her yerin, her iklimin, her alt kültürün farklı bir camisi olamaz. Selatin camilerinin çoğu İstanbul’dadır. Herkesin derdi kötü bir Süleymaniye kopyasının yapılması. Nerede olursa olsun büyük ve heybetli olması. Süslü püslü olması.

İyi Örnekler
Hep kötü örnekleri gösterip gülecek miyiz? Hiç mi iyi örnek yok? Tabi ki var. Öncelikle çok tepki aldığı hatta caminin taşlandığını bildiğimiz yüz akımız var.



Derinkuyu Park Camii. Şaşırtıcı ama tasarımcısı bir mimar değil bir heykeltıraş. Ama çok yönlü bir sanatçı. İstanbul’u bırakıp memleketine dönüp belediye başkanlığı yapmış Hakkı Atamulu.

Sonra Kınalıada’da çok hoş minik bir cami vardır. Ondan sonra Refiye Soyak Camii var. Mutlu Çilingiroğlu’nun tasarladığı.

Tabi Kocatepe’ye yapılması için düşünülen yarışma birincisi Vedat Dalokay’ın tasarımını saymadan geçmek olmaz.

Üzücü olan, iyi örneklerin sayısı ne yazık 10’u geçmiyor.

Acil Öneriler 
- Her önüne gelen cami yaptırma derneği kurmamalı.
- Her önüne gelen bağış toplayamamalı. Vergiden muaf olmamalı ya da çok iyi denetlenmeli.
- Her canı isteyen cami yapmamalı. Bunun bir sosyal planlaması yapılmalı. Hastane, okul, kütüphane gibi ihtiyaçları karşılanmış beldelerin camileri olmalı.
- Her canı isteyen her yere cami yapamamalı. İmar planlaması diye bir olgu var. Var değil mi?
- İzinler, çalışmalar, anketler yapılmalı ve bir şekilde yöre halkının istekleri toplanmalı. Caminin büyüklüğü ve yeri çoğulcu kararlarla kabul edilmeli.
- Artık ülkemizde saltanat olmadığından ve saltanat soyundan olan kalmadığından, görmemişlik yapıp 3-4 minare onların üzerinde ikişer üçer şerefe yapıp görgüsüzlük yapılmamalı.
- Tip proje olmamalı. Camiler projelendirilmeli, hatta istisnasız hepsi yarışmalarla projelendirilmeli.
- Dernek kendi kafasına göre iş yapmamalı, her kararı kamuoyuna sunmalı. Önemli kararlarda onay almak zorunda olmalı.
- Cami bir kent mekanı yaratmalı, nivelman vermeli, kimlikli ve oranın parçası olmalı.
- Cami üretimi kontrollü olmalı.

Ancak görünen o ki, bu tip fütursuzca yapılan camiler her yönüyle, mimar olan olmayan çoğu kişiyi rahatsız etmekte. Çok çok fazla var. Gerçekten çok geç kaldık. İslam mimarisi örnekleri olan ancak pek de çekemeyen ülkeler, Türk’lerin İslam mimarisine olan katkılarını tartışıyor olabilirler ama tartışılmayan şey, artık İslam mimarisinin en kötü örnekleri ülkemizde bulunmakta ve gittikçe kötüye gidiyor. Bu konuda tartışılacak bir durum bile kalmadı.

* Doğan Kuban, 15 Ocak 1990 Cumhuriyet Gazetesi, Alpay Kabacalı’yla yaptığı söyleşiden.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.