Haberler

Sir Peter Cook ile Söyleşi

Tarih: 1 Şubat 2008 Kaynak: Architectural Record Yazan: Bryant Rousseau Çeviren: Ebru Durmaz

Kunsthaus Graz Fotoğraflar: Nicolas Lackner, Eduardo Martinez

1970’lerin başında kariyerinin bitmesine rağmen Peter Cook, Archigram Mimarlar Grubu’nun kurucu üyelerinden biri olarak halen zamanımızın en önemli mimarlarından biri. Record’un yazdığı gibi ”Mimarlığın Beatles'ı olarak Archigram, 1950’lerin uyumlu mimarlığını kırdı, zamanının katı kurallarını süpürüp geçti.”

Ancak Archigram dağılmış olmasına rağmen, Cook saygı duyulan bir öğretici olarak o zamandan beri mimarlar için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Peter Cook, Frankfurt’taki Staedelschule’nin, Avrupa’nın en önemli mimarlık okullarından biri olmasına yardımcı oldu, Bartlett’te uzun yıllar mimarlık fakültesinin başı olarak görev yaptı ve bu üniversiteden 2005 yılında emekli oldu.

2002 yılında RIBA Altın Madalyası’nı kazanan Archigram, teori ve çizimleriyle mimarlığın gidiş yönünü değiştirdi ve Cook’un birçok projesi de uygulandı. Bunların en önemlilerinden biri olan Kunsthaus Graz, 2004 yılı Stirling Ödülleri’nin kısa listesinde yer aldı.

Cook, şu anda 2012 Olimpiyat Oyunları için tasarlanması düşünülen Londra Olimpiyat Stad’ı için HOK Sport’a danışmanlık görevini yürütüyor. Bu yılın başlarında, mimarlık alanına hizmetlerinden dolayı “Sir” ünvanıyla ödüllendirildi.

Bu derinlemesine söyleşide, Cook, Archigram’daki günlerinden, Olimpiyat Stadı tasarımıyla ilgili fikirlerinden, mimarlık okulları için önerilerinden, takdir ettiği ve etmediği kentler ile mimarlardan bahsederken ne kadar iyi ve esprili bir hikaye anlatıcı olduğunu da kanıtladı. Ek olarak, mimar olmayı seçmede onu neyin etkilediğini, bugün mimarlık mesleğinde karşılaşılan en büyük sorunları, dijital ortamın yarattığı dezavantajları, Amerikan mimarlığında hoşlanmadıklarını ve bir zamanlar çok abartıldığını düşünüp ancak bugün gerçekten sürekli iyiye gittiği kanısına vardığı Amerikalı mimarın kim olduğunu konuştuk.

Bryant Rousseau: Peter, Archigram’ı mimarlık dünyasında bu kadar önemli kılan asıl sebebi nasıl açıklayabilir misiniz?

Sir Peter Cook:
İki temel sebep var. İlki getirdiğimiz yenilikler. Tekrarcılığı, gereken iletişim durumlarını, model yaratma kaygısını bir kenara bırakarak yeniliklere odaklandık. Diğeri ise öğrenci boyutunda sahip olduğumuz iyimserlik. Hafife alınan yenilik ve iyimserlik konularının gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum.

BR: Archigram’ın karakteristiklerini yansıtan Centre Georges Pompidou gibi güncel yapıların dışında Archigram’ın ruhuyla ortaya çıkan diğer binalar hangileri?

PC: Japonya’da son 30 yıldır büyük işler yapılıyor. Toyo Ito’nun hem uygulanan hem de sadece projelendirilen işleri var. Geçen uzun yıllarda yaptığı hoş binaların yanında gerçekten ihtiyaca cevap veren mimarlık ürünleri de bulunuyor.

BR: Hangi yapıları göze çarpıyor?

PC:
En önemlisi belki de The Tower of the Winds. Ayrıca bazı kabuk önerileri ve şu anda yapıyor olduğu hoş tasarımlar bulunuyor. Tabii bir de (Sendai) Mediatheque var.

BR: Takdir ettiğiniz başka Japon mimarlar var mı?

PC: Bazı eğlenceli favorilerim var. Masaharu Takasaki ve Shigeru Ban... Tabi artık çok popüler olmasa da Itsuko Hasegawa’yı da unutmamak gerekir. Atelier Bow-Wow gibi firmaların tutumları da oldukça iyi. Kentsel anlamda Japonların bakış açısı ilginç.

BR: Archigram her zaman mimarlığın Beatles’ı olarak anılıyor ve Beatles da müzik yapmak için zamanında bir arada bulunarak büyük bir dinanizmi yakalamış bir grup. Archigram’ı bu denli etkileyici ve başarılı kılan dinamikler neler?

PC: 10 yıldan uzun süredir varız. Hiçbirimiz aynı okullardan değildik. Farklı insanların psikolojileri de geniş bir yelpaze sundu. Ayrıca içeride ufak da olsa rekabet vardı. Yani içerisi aslında bir öğrenci stüdyosu gibi... Etrafınızdakilerin yaptıklarına bakıyorsunuz ve “İlginç, şimdi ben de birşeyler yapmalıyım” diyorsunuz.

BR: Peki siz bu dinamizmi nasıl etkilediğinizi düşünüyorsunuz? Sizin temel girdiniz ve etkiniz ne oldu?

PC: Ben gayretli olandım. Mike Weber dahi olan. Ron (Herron) çok üretkendi. Warren (Chalk) bir savaşçıydı. David (Greene) şair... David (Crompton) teknoloji uzmanıydı. Herkes biraraya gelebilir, bu en basit versiyonu.

BR: Londra Olimpiyat Stadı, HOK Sport, Buro Happold ve başka grupları barındıran büyük bir takım çalışması. Peter Cook’un tasarım elemanları neler? Bana göre, sökülebilir oluşu, dış giydirme ile çatıyı kaplayacak olan imajlar gibi detaylar tasarıma sizin ruhunuzu katıyor.

PC: Evet, ayrıca kabuk benzeri elemanlar, diskler ve tipik yapılarda olmayan değişik parçalar var. Bunlar daha çok karavan, kulübe, çadır ya da mantar benzeri şeyler.

BR: Londra Olimpiyat Stadı’ndaki mimari hedef ne? Birkaç kere bunun gerçekten keyifli bir yapı olmasını istediğinizden bahsetmiştiniz.

PC: Eğer geçici bir durumsa, kente sirk gelmesi durumunun avantajlarından faydalanabilirsiniz. Anlık kentin bir model oluşturduğunu söyleyebiliriz.

BR: Halktan birinin stadyum bittiğinde ne söylemesini istersiniz? Onların ne hissetmesini, düşünmesini istersiniz?

PC: Favori takımları kaybetse, favori atletleri o kadar yükseğe atlayamasa bile büyük keyif almış olmalarını isterim. Oraya gidiyorlar ve plajda, sirkte ya da fuarda bir gün geçirir gibi keyif almak istiyorlar.

BR: Stadyum projesinin bütçesiyle ilgili tartışmalar var.

PC:
Bir laf vardır, "İngilizler para biriktirmek için harcamazlar". İngilizler (Herzog de Meuron) Pekin Olimpiyat Stadyumu’nu televizyonda gördüklerinde “Aman Tanrım, biz de en az bunun kadar hatta daha iyi birşey yapmalıyız” dediler. Sonra da bu harcamanın doğruluğunu kabul ettirmek için büyük çaba harcadılar. Zaten para harcamayacaksanız olimpiyatlara ev sahipliği yapamazsınız. Ne zaman taksiye binsem ya da halktan biriyle konuşsam bunun çok pahalı olduğunu söylüyorlar. Bu da tasarım ekibinde karmaşa yaratan bir durum.

BR: Zamanında teknolojik olarak yapılamaz denilen Archigram projeleri ya gerçekleştirildi ya da onların benzerleri yapıldı.

PC:
(Kunsthaus) Graz’dan öğrenilecek derslerden biri de bu. Buna benzer bir proje yıllar önce çizilebilirdi, eğer uygulanması imkansız değilse bilgisayar destekli denemeler olmadan bu çok pahalıya gelirdi. Ayrıca akıllı camlar, katmanlar ve gömülü tesisatlar da önemli. Archigram’da doğru kabul ettiğimiz çevresel ihtiyaçlara cevap verme durumunu defalarca tekrar ettik. Bugün yaşadığımız dünya böyle bir şey.

BR: Sizce, kariyeriniz boyunca gördüğünüz en büyük teknolojik değişim nedir?

PC: Bir zamanlar hassas çevre ile ilgili hayal ettiğimiz her şey gerçekleşti. Ama şöyle bir gerçek var ki hala bir şemsiyeyi katlayamıyoruz. İnsan isterdi ki herşeyi katlayıp cebimizde taşıyabilelim. Bugün olduğumuz noktada biz konuşurken bile dijital dünya o hızla gelişmeye devam ediyor.

BR: Bunlar sizce olumlu mu? Bilgisayar gücünün sizce dezavantajları var mı? Hayal gücü üzerindeki etkisi nedir?

PC: Bazı ürünlerin üretilme kolaylığından dolayı kaliteleri düşüyor. Birkaç düğmeye basıyorsunuz ve diğer taraftan düş gibi birşey çıkıyor, durmanıza ve düşünmenize gerek bile yok. Sadece dijitalin birşeyler sunma özelliği bazen derin düşünmeyi engelleyebilir. Karar vermek kolaylaşıyor ve herkes sallanan titreşen binalar yapabileceğini düşünüyor.

BR: Binaları katlayıp cebimize koyacak bir zaman gelecek mi bilmiyorum ama sizce önümüzdeki yıllarda ne gibi teknolojik sıçramalar gerçekleşecek? Sizi en çok heyecanlandıran şey ne? Dirimkurgu mu?

PC: Evet, binanızın malzemesinin gözünüzün önünde büyümesi çok heyecan verici birşey. Capcanlı birşeyler yaratma düşüncesi, birşeyin aynı anda sebze, kaplama, bina, makine, yaşam desteği olabilmesi... Televizyon görüntüsünün bir yaprağın üzerinde olması, ya da sandalyenizin yenebilmesi. Tüm bunlara çok yakınız. Archigram zamanında buna benzer yarattığımız eski bir şey arabaya dönüşebilen bir salon koltuğuydu. Bu bugün yapılması kolay bir şey.

BR: Bir eğitmen olarak büyük enerji harcadınız ve iki mimarlık okulunu dönüştürdünüz. Mimarlık fakültesi dekanlarına ne gibi radikal değişiklikler yapmalarını önerirsiniz?

PC: Akademik personele direnmeliler. Hatta kurum içinde akademik olmayan, uygulamada yer alan mimarların sayısını arttırmalılar. Doktora derecesi konusunda ısrarcı olmak zararlı olabilir. Özellikle Amerikan okullarında, mimarların entellektüellere karşı sahip oldukları aşağılık kompleksleri çok zarar verici. Ben olsam seçilen mimari ofislerle okulların ilişkilerini güçlendirirdim. Okullar bazı ofisleri bağırlarına basmalı. Aynı şey ofisler için de geçerli. Bartlett’te beni ve iş arkadaşlarımı sinirlendiren şeylerden biri, ofisleri yeni mezunlarla doldurmamız ama onların okulda, öğrenci sergilerinde en iyileri eleştirme vakti geldiğinde acımasız olmaları. Ayrıca okullar arasında daha fazla açık yarışmalar olmalı. Bu İngiltere’nin iyi olduğu konulardan biri. RIBA Ödülleri okulların saklanmasını önleyen bir şey çünkü sadece bir iki en iyi öğrencinin katılımı olduğunda o okulla ilgili düşünceler pek olumlu olmuyor.

BR: Peki ya öğrenci tipleri? Sizin öğrenci olduğunuz dönemden farklı olarak sizce insanlar neden mimarlık fakültelerine giriyor?

PC: Evet, komik. Öğrenciler çok daha kurnaz ve politik. Üçüncü yılda hangi grupta yer alınmalıdır, dördüncü yılda hangi adım atılmalıdır gibi konularda daha özenliler. Hangi öğretmenin daha ilginç olduğunun yanında hangisinin iyi bir diploma vereceği de önemli görülüyor. Bu, iyi bağlantıları olan bir kız arkadaş seçmeye benziyor. Bu üzücü ama gerekli. İnsanlar kalpten değil de beyinden hareket eder hale getiren bir durum. Bu halde ben aşırı romantik kalıyorum.

BR: Sekiz yaşınızdan beri mimar olmak istediğinizi belirtmişsiniz. Bu kadar erken yaşta sizi bu mesleğe çeken ne oldu?

PC: İkinci Dünya Savaşı sırasında ufak bir çocuktum ve Birinci Dünya Savaşı’nda orduda subay olan babam daha sonra yeni iskanı düzenleme işini aldı. Üç veya dört yaşımdan beri onunla birlikte seyahat edip yeni oturulabilir binalar aramaya gidiyordum. Babam binalara bakıyordu ve ben de onunla beraber bakıyordum. Bu şekilde ilk heyecanlarımı yaşadım. Ayrıca bir çocuk olarak kale ve katedral koleksiyonum vardı. Kentten kente gezerken, yeni bir yere adapte olma durumuna adapte olur hale geldim. Okula giden yeni yollar, yeni dondurmacı dükkanları, benzin kokan ya da kokmayan yeni yerler... Böylece, tecrübeyle, yeni binalara ve çevrelere hassas bir repertuara sahip oldum. Modern mimarlığın içine de çok erken girdim. On altı yaşında yerel bir mimarlık okuluna girmeden önce kütüphanelerde Pevsner, Corbusier ve benzerlerini okudum. Bu okulda drenaj, taş işçiliği gibi eski bilgileri öğrendik. Ben zaten bir modernisttim çünkü kale ve katedralleri on yaşımdayken yapmıştım. On üç yaşımdayken, 40 Ortaçağ Kilisesi'nin bulunduğu Norwich’de bir modernisttim.

BR: Birçok kez hala iyimser olduğunuzu söylediniz. Sizce mimarlık mesleği bugün en çok hangi konuda iyimser olmalı?

PC: Mimarlık; siyasetin, toplumun, paranın gözünde çok da popüler değil. Yani karamsar olmak isteyen olabilir. Ama iyi mimarlar yaratmak isterler ve her şeyin içindedirler. Bence hep de böyle olacak. Farklı disiplinlerin ve insanların da mimarlığa katkısı olduğunu söyleyebildiğiniz sürece yaratıcılık daha güzel hale gelir. Sadece tekrar şeyleri isteyenlerin veya para kazanmayı umanların burada yeri yok.

BR: Peki bunun tersi ne, bugün mimarlıktaki en yanlış şey nedir?

PC: Para, para. Her zaman parayla mücadele ediyoruz. Artık amatör ruhuyla davranamamız çok kötü, buna izin verilmiyor. Okul belgeleri, senin ve benim ülkemde çok fazla değer verilen şeyler.

BR: Şu anda üç yarışma projesinde çalışıyorsunuz. En çok yapmak istediğiniz proje tipi hangisi? Müze yaptınız, sosyal konut projesi yaptınız...

PC: Bazı kentsel projeler yapmak istiyorum. Bir dizi bina veya yer... Berlin’de Potsdamer Platz’ı görünce ürküyorum. Times Square ya da Canary Wharf’ın çok farklı versiyonlarını yapmak isterdim. Onlar korkunç. Canary Wharf bir trajedi. Kimliksiz... St. Louis’i alıp Londra’nın doğu ucuna koymuşlar gibi. Çok kötü, çok sıradan.

BR: Peki sizin favori kentiniz neresi?

PC: Her zaman söyleyebileceğim bazı kentler var çünkü bunlardan hala hoşlanıyorum. Bu kentler Los Angeles, Tokyo, Berlin ve Londra.

BR: Los Angeles oldukça ilginç bir seçim.

PC: Los Angeles son derece hoşuma gidiyor. Belli şeyler saklı. Herşeyi yapmak için bir havuz. Ne zaman Los Angeles’a gitsem yüzümde bir gülümseme oluşur. Oranın küçük ölçeğini seviyorum. Los Angeles’ın kent merkezini sevmiyorum, orası zaman kaybı. Ama Hollywood tepelerinde gizemli bir şeyler var. Çok kere Los Angeles’a gittim ama hiçbir zaman tamamen keşfedemiyorsunuz. Ayrıca çok ölçülebilir bir yer, eğer belli otoyolları kullanırsanız çevrelerindeki yerleşimleri de tespit edebilirsiniz. İlk kez 1960’ların sonunda Los Angeles’a gittim ve sonra yaklaşık 10 - 11 yıl gitmedim. Hayal kırıklığına uğrarım sanıyordum ama aksine daha da iyi oldu. O zamandan beri bulabildiğim her fırsatta senede en az bir kere giderim.

BR: Peki ya en az beğendiğiniz kent?

PC: Kendilerini çok öven kentler. Roma, Kudüs, Washington... Çok kendilerini beğenmişler. Daha az popüler olan ikincil kentler daha ilginç. Göteborg, Antwerp, Glasgow, Chicago gibi asıl gücün orda olmadığı ama girişimciliğin olduğu kentler. Karmaşık bir yerin girişimci ruhuyla yeni fikirler yarattığını düşünün. Bazen çok ilginç şeyler ortaya çıkabilir.

BR:
“Keşke ben yapmış olsaydım” dediğiniz bir bina var mı?

PC: Ito’nun Mediatheque’inin gerçeğini görmedim ama gördüğüm kadarıyla çok beğeniyorum. Clorindo Testa’nın, Buenos Aires’teki Bankası oldukça etkileyici. Yirminci yüzyılın en önemli yapılarından biri olan bu binayı birkaç kere gördüğüm için şanslıyım. Şu anda modası geçmiş olsa da Itsuko Hasegawa’nın Shonandai Kültür Merkezi’ni gördüğümde de çok heyecanlanmıştım çünkü sıradışıydı. Çok saçma ama aynı zamanda çok da harika. Kansas’a son gittiğimde ise henüz o zaman tamamlanmamış olsa da Steven Holl’ün müzesini gördüm. Bence bugüne kadar yaptığı en iyi iş. Holl ilginç çünkü onun her zaman fazla abartıldığını düşündüm. Ama gün geçtikçe iyiye gidiyor. Tipik bir amerikalı değil.

BR:
Yani...

PC: Yani, kimliksiz değil. Klasik de değil. Amerikalı mimarlar hala École des Beaux-Arts’a aşık. Bu yüzden Canary Wharf’ı görüyoruz.

BR: Kendi evinizi kime tasarlatmak isterdiniz? Hangi mimar yaşamak için ilginç bir yer yapabilir?

PC:
Enric Miralles, eğer hala yaşıyor olsaydı. Onun hep tanıdığım en olağanüstü mimar olduğunu düşünmüşümdür. Geçen gün Fransa’da bir öğrenci konferansında çok şaşırdım çünkü sadece yüz kişiden ikisi onu tanıyordu. Ayrıca Neil Denari, çok fazla popüler olmamış bir mimar. Diğerlerinin yapıyor olduğu birçok şeyi yapmış ama öncelikle çizim olarak yapmış. Bir Thom Mayne evini de geçemem tabi. O tanıdığım en düşünen mimar. “Olması gereken mimar” olarak tanımlayabileceğim, yaratıcı anlamda acı çekmiş biri. Sadece düğmeye basmayan her anlamda savaş veren biri.

BR: Siyasi arenada kaliteli mimarlığın destekçisi olarak göze çarpan bir başbakan ya da hükümet var mı?

PC:
Bu komik bir soru. Daha önce hiç düşünmemiştim. Ben apolitik biriyim. İşçi Partisi eğilimliyim çünkü en az kötü olan o. Zaha (Hadid) ve ben, Gordon Brown hakkında sohbet ediyorduk ve Zaha dedi ki ”Onunla tanıştım ve mimarlık konusunda oldukça bilgi sahibi”. Bu konuyla ilgili olan çok az siyasetçi var. Zaha’ya bu konuda güvenirim çünkü aptal insanlar konusunda oldukça serttir.

BR: Prens Charles da mimarlık konusunda oldukça bilgili...

PC: Onu belirtmek yersiz. İçimde korkunç bir his var. Bir ay sonraki törende tayinimi onun yapması ihtimal. Umarım yerine Kraliçe olur.

BR: Dokusunun veya yarattığı hissin etkisi ile favori bir yapı malzemeniz var mı?

PC: “Gludge” denen imkansız malzeme... Sadece parlak değil aynı zamanda güzel kokuyor, bağlantı kuruyor, yenilebiliyor, konforlu ve dayanıklı.

BR: Apolitik olduğunuzu söylediniz. Mimarlık gerçek sosyal değişimleri etkileyebilir mi?

PC: Sanırım evet. Şu açık ki otoriter olmayı seven bir mimari yaklaşım mevcut. “Bırakın yapsınlar” yaklaşımındaki bir mimarlıkta yaratmak zor. Çünkü bırakınız yapsınlarcı olmak birçok toplumda hoş karşılanmamaktadır. Bu ortaya para koyan insanlarca da benimsenmez.

BR:
Diğerlerinin sizin stilinizi tanımlamak için hangi iki ya da üç kelimeyi kullanmalarını isterdiniz?

PC: Heyecanlı mekanizma.

BR:
Mezar taşınızda ne yazmasını isterdiniz?

PC: İyi bir adamdı. Bir de İngiltere’de harika bir deyim var: “He was a bit of a geezer (Biraz garip biriydi)”. Bunu biliyor muydun?
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.