Son zamanlarda güncele çok fazla takıldık. Böyle zamanlarda bu takıntı öyle boyutlara ulaşır ki, geçmiş ve gelecek neredeyse silinir; farkında olmadan, her şey birkaç gün önce başlamış ve birkaç gün sonra da bütünüyle yeniden biçimlenecekmiş gibi görünür. Oysa toplumsal yaşamda olan bitenlerin geçmişe dayanan temelleri vardır ve hiçbir şey ansızın ortaya çıkmaz, bir anda değişmez. Olumlu ya da olumsuz olarak nitelediğimiz değişim / dönüşüm uzun süreli bir evrimin günümüzdeki kesitidir yalnızca. Nitekim temellerinin geçmişe dayandığını söylediğimiz bugünkü olay ve olgular da gelecekte yaşanacaklar için bugünden atılmış temellerdir. Bir büyük filozofun dediği gibi “geleceği görmek için önce geçmişe bakmak gerekir”.
Bu genel kabulün en somut örnekleri kentlerde görülür; çünkü kentsel yaşam bizden önceki kentlilerce oluşturulan kent mekânında sürdürülür. Bizden sonrakiler de bizim ürettiğimiz alanlarda yaşayacaklardır. Bugünkü yaşamı kurgularken ve bugün olan bitenler üzerine düşünürken bu gerçeği göz ardı etmediğimiz sürece gelecek için atacağımız temeller bize bırakılanlardan çok daha güçlü olacaktır. Ancak, kentte ve kentsel yaşamda yapılanlar / yapılacaklar için bütünüyle özgür olmadığımız da bir başka gerçekliktir; çünkü kent yalnızca kenti yönetenlerin ve o kentte yaşayanların iradesiyle biçimlenmez. Ülke genelindeki egemen politikaların ve tercihlerin kentin ve kentsel yaşamın biçimlenmesinde etkileri vardır.
Geleceğin İzmir’i üzerine kestirimlerde bulunabilmek için, her şeyden önce ülkemizin geleceği hakkında temel kabullerimiz olmalıdır. Yakın, orta ve uzak gelecekte nasıl bir ülkede yaşayacağımızı varsaymadan İzmir’in geleceği için öngörüde bulunmak yalnızca “kâhin” olmaya soyunmak; yani boş işlerle uğraşmakla eş anlamlıdır. Bilindiği gibi, ülkemizde, gelişmenin temel ilkesi, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir; bundan başkası gaflettir ve dalalettir” cümlesiyle tanımlandığından beri, kâhinleri kimse ciddiye almaz olmuştur. Buna karşılık, son zamanlarda günlük gelişmelerin yarattığı yılgınlığın uzantısı takıntılarla bir takım insanların kâhinliğe soyunduklarını ve İzmir’in geleceği için kimi kehanetlerde bulunduklarını görüyoruz. Kâhinler ülkede olan bitenlere bakarak, bu gelişmelerin kalıcı / değişmez / değiştirilemez olduğunu varsayıyor ve İzmir’in geleceğinin de buna göre biçimleneceğini söylüyorlar. Kâhinler kendilerine söyletileni mi, yoksa gönüllerinden geçeni mi söylüyorlar bilemiyoruz ama derin bir yanılgı içinde olduklarını görüyoruz. Yanılgı içindeler, çünkü bu ülkenin insanlarına güvenmiyorlar; Türkiye halkını, bu coğrafyadaki öteki uluslardan ayıran temel özellikleri göz ardı ediyorlar. Bu ulusun, alt yüz yıllık köhnemiş sisteme seksen beş yıl önce son verdikten sonra bugün yeniden geri dönmeyi kabul edeceğini varsayıyorlar. Oysa yakın tarihi iyi okuyan herkes Türkiye halkının Anadolu Devrimi ile kazandığı hakların elinden alınmasına asla izin vermeyeceğini kolaylıkla öğrenebilir. İzmir ve İzmirliler de o tarih içinde üzerlerine düşeni her zaman fazlasıyla yerine getirmişlerdir. Geleceğin İzmir’i düşünülürken bu gerçek bir an bile göz ardı edilmemelidir.