
Tel Aviv’e neden “Beyaz Kent” dendiğini anlayabilmek için kentin mimarlık tarihine göz atmak gerekli.
19. yy boyunca antik kent Yafa’ya süren Yahudi göçünün aşırı nüfus artışına neden olması sonucu doğan yeni yerleşke ihtiyacı, bölge halen Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetindeyken 1909 yılında Tel Aviv’in kurulmasıyla sonuçlandı.

Dünya Savaşı sırasında gelişim süreci kesintiye uğrayan kente Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği ve Yemen’den göçler devam etti. Nazilerin 1933’te Almanya’da iktidara gelmesi, Yahudi göçlerini de buna dahil etti. Kente gelen mülteciler arasında, Nazi baskısıyla kapatılan Bauhaus Mimarlık Okulu’ndan eğitim almış veya etkilenmiş mimarlar da vardı.
“Beyaz kent”i meydana getiren, bu koşulların biraraya gelmesiydi. Tel Aviv, mimari tarzı henüz oluşmamış ve farklı fonksiyonlara sahip birçok önemli yapıya ihtiyaç duyan bir kentti. Konut ihtiyacının tehlikeli boyutlara ulaştığı bir dönemde, kentte Bauhaus’ta eğitim almış işsiz bir grup mimarın bulunması, Tel Aviv’i gelecekte modern mimarinin önemli simgelerinden biri haline getirecekti. Böylece, Bauhaus stilini yansıtan yeni Tel Aviv oluşmaya başladı.

Fotoğraf: Tel Aviv 4 Fun
Kente gelen birçok mimar, tasarımlarında Le Corbusier, Mies van der Rohe, Walter Gropius ve Erich Mendelsohn’dan esinlendi. Savaş sonrası Avrupa’sında fonksiyonelliği yansıtan Bauhaus stili, Tel Aviv için çok uygundu. Yapıların zahmetsizce ve hızla inşa edilebildiği kente, Filistin’in sosyalist atmosferi de eklenince Bauhaus stili tüm potansiyeliyle konut tasarımına yansıdı. Tel Aviv, modern mimarinin temelleri için olağanüstü ölçekte bir deneyim alanı haline geldi.

Tel Aviv’deki yüzlerce binanın yansıttığı bu özellikler, “modern kent”in karakterini tanımlayan mimari bir stile dönüştü.
Kentte 4.000’den Bauhaus stilini taşıyan bina bulunuyor. Çoğunun yıllar önce yıkılmış veya şu an harap durumda olmasının yanı sıra, geri kalanlar da aslına uygun olarak son yıllarda restore edilmiş. Kent, 2003 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunuyor.