Geçici mimarlık, birçok başka şeyin yanında, hareketli, hafif ve düşük fiyatlı olarak algılanır. Mimarlık dendiğinde genel olarak anlaşılanın aksine, kalıcı olması beklenmez. Bu özelliği ile geçici mimarlık heyecan verici ifadeler kazanabilir. İngiltere’nin önde gelen popüler sanat merkezlerinden Serpentine Gallery, 2000 yılında ortaya çıkan Mimarlık Projesi ile mimarlara, bu potansiyeli yapı yaparak etüd etme imkanı tanıyor.
Halihazırda dünyada bir benzeri daha olmayan Serpentine Gallery Mimarlık Projesi aslında bir ihtiyaçtan doğmuş. Hükümet desteği sona eren galeri, gelir getirmek için her yıl düzenlediği parti için alelade bir çadır kiralamak yerine ünlü bir mimara geçici bir yapı tasarlatarak popülaritesini ve gelirini arttırmayı amaçlamış. İş verilecek mimarların, mimarlığa daha deneysel yaklaşımlarda bulunabilecek ve daha önce Birleşik Krallık sınırları içinde yapı yapmamış olanlar arasından seçilmesi düşünülmüş. Galerinin müdürlerinden Julia Peyton-Jones tarafından ortaya konmuş olan bu proje dahilinde bugüne kadar sekiz yapı inşa edildi.
Bunlardan ilkinin tasarımı ülkemizde Kartal Kentsel Dönüşüm Projesi dolayısıyla adından sıkça söz edilen Zaha Hadid’e ait. 2000 yılı yaz ayları boyunca kullanımda kalan yapı, bilinen çadır formundan yola çıkılarak, basit çelik strüktürler ve köşeli düz panellerle inşa edildi. Bu sade yapı strüktürüyle, taşıyıcı elemanlar ile bölünmemiş 600m2 büyüklüğünde bir örtülü alan gerçekleştirilebildi.
Bundan bir sonraki yıl iş, o sıra Victoria & Albert Müzesi Ek Binası tasarımı tartışılmakta olan Daniel Liebeskind’e verildi. İşi alır almaz Liebeskind, kendisine verilen kısa zaman zarfında nasıl bir yol izleyebileceklerini tartışmak üzere, müze ek binasında da birlikte çalıştığı, Arup’tan Cecil Balmond’u aramış. Konsept olarak müze ek binası tasarımında da geçerli olan “mekanı sarmalamak” fikri üzerinde karar kılarak ve bir haftalık bir çalışmanın ardından binanın bir dizi spiral şeklinde birbirine kenetlenen düzlemlerden oluşmasına karar vermişler. Yapısal olarak alüminyum taşıyıcı strüktür ve kaplama levhalarından oluşacak olan binada, 1mm kalınlığındaki levhaların doğrudan strüktürel çerçeveler üzerine uygulanmasıyla mimarlık ve strüktürün bir olması, tek bir şey haline gelmesi amaçlanmış.
Saat yönünde: Liebeskind, Hadid, Ito'ya ait tasarımlar.
Kaynak: Serpentine Gallery, Arup
Bu pavyonun tasarımı ve gerçekleştirilmesindeki katkıları fark edilen strüktür mühendisi Balmond, 2002 yılında tekrar, bu kez ünlü Japon mimar Toyo Ito ile birlikte çalışmak üzere davet edildi. Daha sonraki yıllarda bir gelenek haline gelen mühendis - mimar birlikteliğinden doğan bu yapı, yine yenilikçi strüktür tasarımı ile dikkatleri çekti. Görünüşte rastgele çizgiler ile parçalanmış bir küpten ibaret olan yapının kuruluşu değişken oranlarda bölünen küplerin spiral şeklinde dizilmesiyle meydana gelen bir algoritmaya dayanıyordu. Fiziksel ifadesi, cam ve beyaz opak paçalarıyla dinamik bir satranç tahtasını andıran yapı, 6 ay gibi kısa bir sürede, yine ağırlıklı olarak alüminyum taşıyıcılar ve kaplama malzemeleri kullanılarak inşa edilmiş.
Bu üç yapıya baktığımızda yapı strüktürü ve yapım türünün tasarımda belirleyici olduğu görülüyor. Geçici bir süre için kullanımda olacak bir yapıda binanın yapım süresi ve yapım maliyeti bina performansından daha önemli bir hal aldığından, bu yöneliş anlamlı hale geliyor.
2003 yılına gelindiğinde Serpentine Gallery Mimarlık Projesi dünya çapında ünlenmiş, bundan sonra her sene işin kime verileceği mimarlık ve inşaat çevrelerinde yakından takip edilir, merakla beklenir, belli olduğunda da haber niteliği taşır hale gelmişti. New York Times gazetesi 2003 yılı pavyonunun tasarım işinin Modern Mimarlık’ın ikonlarından Oscar Niemeyer’e verildiği haberini “Günümüz mimarlığını teşhir etmenin en iyi yolu resimlerini duvara asmak değil, inşa etmektir” diyerek duyurdu. İşi aldığında 95 yaşında olan Brezilyalı efsane mimarın o zamana kadar Birleşik Krallık sınırları içinde inşa ettiği bir yapısı bulunmuyordu. Başta Brezilya’nın futuristik başkenti Brasilia olmak üzere dünyanın birçok yerinde imzası bulunan Niemeyer’i ilk elden İngiliz halkına göstermek Julia Peyton-Jones’a göre heyecan verici bir fırsattı.
Ne var ki, projenin maliyeti Serpentine Gallery yetkilileri de dahil olmak üzere birçok kimseyi düşündürüyordu. Amaçları galeriye gelir getirmek olan pavyonlar o güne kadar, işlevlerini tamamladıktan sonra inşa maliyetlerinin %40’ını karşılayacak şekilde satılabilmişti. Peki, yapılarının çoğu Brezilya’da olması sebebiyle diğer pavyon tasarımcılarına nazaran İngiltere’de daha az tanınan Niemeyer’in pavyonu da satılabilecek miydi? Kafaları kurcalayan soru buydu.
Niemeyer ve Sizo - De Mouro iklisine ait tasarımlar.
Kaynak: Serpentine Gallery
Serpentine Gallery’nin çok da olumlu sonuçlar doğurmayan bir diğer cesur girişimi 2004 yılında işin, Hollandalı radikal mimarlık ofisi MVRDV’ye verilmesi oldu. MVRDV’ye verilen ihtiyaç programı, bundan öncekilerle aynıydı: “İçinde bir oditoryum / kafe bulunan 300m2’lik bir yapı inşa edin.” MVRDV, galeri binasının yanında, parkın yeşili üzerine bir pavyon inşa etmek yerine, galerinin tamamen içinde kaldığı 23 metre yüksekliğinde yeşil bir yapay dağ oluşturma fikrini seçmişti. Bu, şimdiye kadar yapılanlarla karşılaştırıldığında en deneysel ve radikal yaklaşım oldu. Her ne kadar galeri yetkilileri bu fikrin gerçekleştirilebilirliği konusunda ciddi şüphelere sahip olsalar da Serpentine Gallery Mimarlık Projesi’nin deneysel ruhuna gem vurmamak adına projeye devam etme kararı verildi. Peyton-Jones kararlılığını su sözlerle dile getirmişti: “Perspektif değiştirmek o kadar önemli ki... Bunu aslında hepimizin her gün yapması gerekir ama çok zor. Bu proje sizi, sadece şehre değil, şehir içindeki yerinize bakmaya zorluyor. Mükemmel bir fikir ve bir gösteriden öte bir şey.” Gerçekleştirilmesi için öncekilere göre daha fazla zaman, bütçe ve işbirliği sağlanmasına rağmen bu tasarım hayata geçirilemedi.
Mimarlıkta deneysellik denince inşa edilmesi imkansız strüktür çalışmalarından bahsetmek gerekmiyor her zaman. Arup’tan Cecil Balmond’un katkılarıyla gerçekleştirilen dördüncü pavyonda, mimarlığın önemli yapı taşlarından olan “ışık” ön plana çıkıyor. Güneşi bol Portekiz’den gelmeleri yüzünden midir bilinmez, mimarlar Alvaro Siza ve Eduardo Souto de Moura, iç mekanda doğal ve yapay ışığın ahenk içinde kullanıldığı, gündüz ve gece görünüşleri arasındaki fark ile de dikkat çeken bir bina gerçekleştirdiler. Son derece gelişmiş teknolojilerle bina için özel olarak tasarlanan aydınlatma sistemi, güneş enerjisini yapay ışığa çevirmesiyle mimarlıkta bir diğer önemli konu olan sürdürülebilirlik kavramı üzerinde duruyordu.
MVRDV'nin gerçekleştirilmeyen yapay dağı.
Kaynak: Dutch Architects
Farklı disiplinlerin işbirliği ile mimarlıkta neler yapılabileceği konusunda bir etüd teşkil edebilecek bir başka pavyon yapısı, Pritzker ödüllü mimar Rem Koolhaas’ın önderliğinde gerçekleştirildi. Bu kez, mimar - mühendis ikilisine bir de görsel sanatçı eklendiği görülüyordu. Disiplinlerarası çalışmalarla mimarlık alanında birçok yeniliğe imza atmış olan Hollandalı mimar, Cecil Balmond ve Thomas Demand ile birlikte projeye bir başka boyut kazandırmayı amaçlamış. Mimarlıkta olağan iç-dış ilişkisini olağandışı bir şekilde sorgulayan bu yapı, alüminyum taşıyıcılar arasında polikarbonat levhalardan oluşan silindir şeklinde bir alt yapı üzerine hafifçe oturan, helyum dolu büyük bir balondan meydana geliyordu. Hava koşullarına bağlı olarak veya istendiğinde oturduğu yerden yükselen balon sayesinde dışardaki hava, üst sınırı Demand’ın tasarımı olan “yeşil” altından kayarak içerdeki mekana doluyor. Bu esnada kavramsal olarak, iç dış, dış da iç oluyordu.
Demand ve Koolhaas
Kaynak: Serpentine Gallery
Gerçekleştirilen son iki Serpentine Gallery yapısı, galerinin yine cesur fakat bu kez temkinli yaklaşımı sonucu aynı sene, yanyana kullanıldılar. 2007 pavyonunun tasarımı bir önceki yıl edinilen olumlu tecrübeye dayararak yine bir mimar – mühendis – sanatçı üçlüsüne verildi. Arup’un yanında, İzlanda - Danimarka - Almanya üçgeninde yetişmiş, 2003 yılında Tate Modern’de gerçekleştirdiği The Weather Project isimli enstelasyonuyla tanınan sanatçı Olafur Eliasson, Norveçli ünlü mimar Kjetil Thorsen tarafından tasarlanan pavyon, bu birlikteliğin üçüncü meyvasıydı. Ortak noktalarını, “mekanın yapısal bir elemanı olarak geçiciliğin kabulü ve mekan tecrübesine duydukları ilgi” olarak belirleyen ikili, ışığıyla, kokusuyla, titreşimiyle insanın her duyusuna hitap eden bir yapı ve mekan yaratmayı amaçladılar.
Hadid ve Eliasson- Thorsen iklisine ait tasarımlar.
Kaynak: Serpentine Gallery
Diğerlerine nazaran daha karmaşık ve büyük olan, ve geçicilik fikrinden oldukça uzak kalan bu pavyonun yapımının planlanlanan tarihte tamamlanamayacağı anlaşıldığında galeri yetkilileri çareyi Serpentine Gallery mimarlık projesinin en başına dönerek, geçicilik kavramı içinde vazgeçilmez olan hızlı ve düşük maliyetli bir alternatif proje üretmek üzere tekrar Zaha Hadid’e başvurmakta buldular. Hadid “Lilas” isimli strüktür çalışmasıyla kendisinden bekleneni fazlasıyla karşılamış oldu.
2008 yılı pavyonunun tasarım işi Amerikalı ünlü mimar Frank Gehry’ye verildi. Gehry’nin konuya yaklaşımı ve tasarımı merakla bekleniyor.
- Oscar Niemeyer'in Londra'daki pavyonu açıldı
- Alvaro Siza ve Eduardo Souto Moura İngiltere'deki İlk Binasını Serpentine Gallery için Tasarlıyor
- Pritzker Ödüllü Mimar Rem Koolhaas 2006 Serpentine Galeri Pavyonunu Tasarlayacak
- 2006 Yılı Serpentine Galerisi Pavyonu'nu Rem Koolhaas ve Cecil Balmond Tasarlayacak
- Frei Otto'nun Serpentine Galerisi Pavyon Tasarımı Kjetil Thorsen'in Tasarımı için Ertelendi
- Serpentine Pavyonu Geciktiği için Zaha Tasarlıyor
- Hyde Park'ta Kuzeyli Çadırı
- Zaha'nın Serpentine Pavyon'u açıldı
- Serpentine Galeri'nin Bir Sonraki Pavyonu'nun Mimarı Frank Gehry