Haberler

Ayağa kaldırılan tarihin öyküsü: Hattuşa

Tarih: 31 Mart 2008 Kaynak: Vatan Yazan: Tuğrul Tunalıgil
JTI Türkiye’nin katkılarıyla, 230 bin Euro’luk harcamayla binlerce yıl önce yok olmuş bir kerpiç yapı, dünyada ilk kez gerçeğe uygun olarak inşaa edildi. Çorum ili sınırları içinde kalan “Hattuşa”nın surlarının ayağa kaldıran Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde “Ön Asya” arkeoloji uzmanı olan Jurgen Seeher kitabı “Hattuşa”da surların yeniden yükseliş öyküsünü anlattı.

Alman Arkeolog Jurgen Seeher, Köln Üniversitesi’nde okurken hocasından bir teklif aldı. Hiç gitmediği, ama dünyadaki bütün arkeologların gözdesi bir ülkedeki kazıya çağırıyordu hocası... Fazla düşünmeden, “Macera olsun” diyerek kabul etti. Ama ilk kez 1976 senesinde geldiği Türkiye, hayatının dönüm noktası oldu. İlk gelişinde Eskişehir’deki “Demircihöyük” kazısına katıldı. Ülkesine döndükten bir yıl sonra, tekrar aynı kazıda çalışması istenince, doktora tezini “Demircihöyük Kazısı” üzerine yapmaya karar verdi. Tezi bitirebilmek için Eskişehir’de bir seneden fazla kaldı. Ve o süreçte, kendisi gibi arkeoloji öğrencisi olan Ayşe’yle tanıştı. Bir süre sonra, iki arkeolog evlenme kararı aldılar. Almanya’ya geri döndüler, uzun yıllar Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Mısır’ın başkenti Kahire’deki şubesinde çalıştılar. Ama Türkiye, hep gönüllerinde yatan yegane yerdi. Nihayet 1989 yılında, İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde Jurgen’e kadro açılınca, arkeolog çift, İstanbul’un yolunu tuttu. Dr. Jurgen Seeher, 2003 yılında deneysel arkeoloji alanında dünyada bir ilk olacak projeyi uygulamaya geçirme kararı aldı. Amaç M.Ö. 1200’e kadar olan dönemde, Hititlerin başkenti olan Hattuşa’daki Hitit Surlarını, binlerce yıl öncesine dayanan yöntemlerle inşa etmekti...

Almanlar’ın, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Hattuşa’ya 1907 yılından beri ilgi göstermesinin sebebi nedir?
Aslında bir tesadüf çünkü orada çivi yazılı tabletler çıkıyordu. Ve çivi yazı uzmanı bir Alman arkeolog, bölgede kazı yapmak istedi. O dönemde Avrupa ülkeleri kendi aralarında arkeolojik açıdan zengin ülkeleri paylaştırıyorlardı. Bir koloni çağı mantığı vardı... Ama o zaman ülkeler değil de, yerler dağıtılıyordu. Boğazköy’de (Hattuşa’nın içinde bağlı olduğu Çorum’un ilçesi) ilk kazıları bir Fransız yaptı 1893’te. Ama sonradan devam ettirmedi. Daha sonra da Almanlar geldi. Alman Arkeoloji Enstitüsü kurulunca, enstitü de işin içine girdi.

Hattuşa bölgesinin değerini ne zaman fark ettiniz?
Aslında bölgenin değeri her zaman biliniyordu. Çünkü orası Orta ve Son Tunç Çağı’nın en önemli imparatorluklarından olan Hititlerin başkentiydi. O dönemde Hititler, hemen hemen Türkiye’nin tamamına hükmediyordu. Bir arkeolog için orada kazı yapmak büyük bir olay. Almanlar, 1907 yılında orada kazıya başladılar. 1907’den 1931’e kadar ara verildi. Daha sonra da, o bölgede değişik kazı başkanları bayrağı devraldı. Ben de 1994 yılında bayrağı alarak, 12 sene Hattuşa’da kazı başkanlığı yaptım.

Hangi kalıntılara rastladınız?
Altın falan bulmadık çünkü uzun yıllar önce terk edilmişti o bölge. Ama bilgi bakımından değerli şeyler çıktı. Tapınaklar, saraylar, evler, yerleşim yerleri, tahıl depoları, su rezervleri... Şehir aslında bir organizma olarak çalışıyor. İnsanlar bir yerde oturuyorlar, bir yerde tahıllarını muhafaza ediyorlar, bir yerde de sularını rezerve ediyorlar. Şehir sistemleri nasıl gelişti, işte bunu tespit etmek için araştırıyoruz. Böylece, o zamanki yaşantıyla ilgili ipuçları da elde ediyoruz.

Hattuşa kentinin tarihi surlarını gerçeğe uygun olarak inşa etme fikri nasıl çıktı?
Tunç Çağ’da evler genelde kerpiçten yapılıyordu. Kerpiç, dayanıklı bir malzeme değil. Dolayısıyla, duvarlar çürüyor ve yıkılıyor. Genellikle iki boyut uzunluğunu ve genişliği buluyorsunuz ama yüksekliğini bulamıyorsunuz. Çünkü örneği yok olmuş. Ama proje başladığında “Ne yapabiliriz” diye düşündük. Üç ihtimal vardı: Tapınak, saray ya da sur yapabilirdik. Ama sur yapmak en kolayıydı. Çünkü surları gösteren maketler vardı elimizde. Ama ne saray maketi, ne de tapınak maketi bulamadık. O yapıların nasıl olduğu konusunda bir bilgimiz yoktu. Surları ise çömleklerin üzerine yapmışlardı. Yani gerçeğini yapmak mümkündü.

Hattuşa inşaatına Çorumluların tepkisi ne oldu?
Böyle bir şey yapacağımızı açıklayınca önce şaşırdılar. Hatta başladığımız zaman ilk sene surların bir kısmını ayağa kaldırdık. İnsanlar baktılar ki, kocaman bir blok duruyor arazide... Ama bir şeye benzetemediler. Fakat ikinci sene o kuleler yükseldiği ve pencereler çıktığı zaman, herkes heyecanlandı ve ilgi gösterdi. Zamanla işçilerin de şevki arttı. Birçoğu köylerinin hemen yanında yükselen bu anıtsal yapıyla özel bir bağ kurdular.

Yapının gerçeğe uygun olmasını göz önünde tuttunuz mu?
Bizimle çalışan kerpiç mimarı dedi ki; “Bugün endüstride kerpiç için çok iyi katkı maddeleri üretiliyor. Sağlamlaştırmak için bunu kullanırsak hiç derdimiz olmayacak.” Ben de ona “Böyle bir şey olmaz. Biz inşaat bittikten sonra bu sur ne kadar dayanıyor diye takip etmek istiyoruz” dedim. Çünkü sıva ne kadar zaman içinde çürüyecek, buna da bakacağız. Biz yapıyı halen takip ediyoruz. Asıl amacımız, deneysel arkeolojiydi. Biz Hititliler gibi çalıştık.

Sonuçta ortaya çıkan surlar gerçeğe ne kadar yakın?
O çömlek modeline bakıldığı zaman, “Yüzde 80-90 yaklaştık” diyebiliriz. Ama yükseklik konusunda fazla fikrimiz yok. Bu kuleleri biz 13 metre yaptık. Ama birisi gelse, “15 metre olması lazım”, ya da “10 da yeter” dese, bir şey diyemeyiz.

Türkiye için projenin önemi nedir?
Bu Türkiye’ye bağlı tabii... Bence “Hattuşa Suru” şehrin yakında sembolü olacaktır. Turizm açısından değerli. Çünkü ilk kez Tunç Çağ’a ait bir şehri üçüncü boyutta görüyorlar.

“Eşim surdan düşecekti”
İnşaat için 3 mevsim çalıştık. Birinci mevsimde sadece surun taş temellerini sağlamlaştırdık, kerpiç tuğlalar ürettik. Çünkü kerpiç tuğla yapmak zaman istiyordu... İlk önce yapılıyor, sonra güneşte kurutuluyor. Ve yeterli kerpiç olmadığı zaman inşaata başlayamazsınız. 2004 senesinde yapının inşaatına başlandı. Ama aynı zamanda kerpiç yapımı devam etti. Bizim fabrika her gün 500- 600 kerpiç üretiyor. Aynı zamanda 5 bin tane kerpiç de yerde yatıyor. Sonra bir bakıyoruz ki, hava raporunda yağmur yağacak deniyor. En hassas dönem döküldükten sonraki ilk 1-2 gündür. O sırada kerpiç yağmur yerse, eriyip gidiyor. Biz de üzerine naylon örtüyoruz. Bir keresinde gecenin 3’ünde çıktık, herkes felaket ıslandı. Özellikle eşim Ayşe’nin başından kötü bir tecrübe geçti. Naylonu surun üzerine örttüğünüz zaman, yerinde durmuyor ki... Rüzgar çıkınca koca naylonlar bir anda havaya kaldırıyor. Üzerinde de Ayşe duruyordu, o da az kalsın aşağıya uçmak üzereydi. Çok korkunç bir badire atlattı. Çünkü duvar 5-6 metre yükseklikteydi ve oradan düşerse büyük ihtimal sakat kalabilirdi. Bir keresinde de kerpiç tuğlaların üzerinden motosiklet yarışçısı geçti. Kazlar ve köpeklerle de uğraştığımız oldu.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.