9 Nisan Sinan günüdür.
O gün Sinan anılır.
Benim anımsayabildiğim 1960’lardan beri bu anmalara orada burada konuşmacı olarak katılırım, radyoda TV’de konuşurum.
(Bir betiğimde Sinan’ı çocuklara da anlattım. Sayısız deneme yazdım büyükler için... Bir derleme betiği de yayınladım.)
Bu yıl da 7 Nisan’da Kayseri Erciyes Üniversitesi’ndeydim. 10-11-12 Nisan’da da Konak Belediyesi ile “Simge” adlı, sanatla uğraşan inşaat mühendislerinin bir kuruluşunun çağrılısı olarak İzmir’de idim.
Sinan, evrensel kütür-sanat ortamında yaratılarıyla yer alan, onaylanan belki de tek değerimiz, kimilerine göre.
İzmir’deki konuşmama bir sıkıntımı dile getirerek başladım. Neden miydi sıkıntım?
Şunca yıldır hep konuşuluyor bu konuda... Somut bir şeyler yaptığımız yok...
Bir Abdullah Kuran’ımız vardı. Sinan’ın yaptıklarını bir düzen içinde saptayan. Yitirdik... Bir Doğan Kuban’ımız var, konu üzerinde doğru dürüst bir bilim adamına yakışır biçimde çalışan. (Selimiye için oradaki medresede 9 ay kalarak incelemeler yaptı Sayın Kuban...) Sonrası mimarlık alanında Doğan Kuban’a da kendi yetiştirdikleri bile sataşmaya kalkışırlar. Böylece kendi duyulurluklarını artıracakların mı sanıyorlar ne? Ters konuşma adına kırmadıkları testi kalmaz...
Neyse, asıl söyleyeceğim bu değil...
Sinan üzerine, çoğu kez bilinenleri, yazılanları yinelemenin ötesinde, konuşmaktan başka, ona yaraşacak bir şeyler yapmıyoruz. Saydığım bir-iki, bilemediniz 3-5 kişi dışında bilimsel çalışmamız bile yok. Gençlerimizin anlayabileceği dilde, düzeyde yazılmış betiklerimiz de yok... Çoğu da övünmenin ötesine geçmeyen yazılar...
Bugünkü (12 Nisan Cumartesi) konuşmamdan sonra kendi kendime söz verdim. Söylediklerimi okuyucularıma kısaca özetleyeceğim diye... Çağın bir mimari, kültür uğraşısı içindeki bir kişisi olarak sorumlu olduğumu düşündüm. Gelecek yazılarımda yapacağım bunu...
Bütün yorumları forumda okuyun!