Haberler

Son Kumsal

Tarih: 1 Temmuz 2008 Kaynak: Açık Radyo
Ömer Madra: Son Kumsal adlı belgesel filmin yapımcılarından Aydın Kudu ile beraberiz; aslında bu filmde beraber çalıştığı Rüya Arzu Köksal da bizimle olacaktı, ama gelemedi rahatsız olduğu için. Ona da geçmiş olsun diyelim. Aydın Bey hoşgeldiniz.

Aydın Kudu: Hoşbulduk, teşekkür ederim.

ÖM: Görüntü yönetmenliğini ve kurgusunu yaptığınız Son Kumsal adlı belgeseli son derece etkileyici bulduk. Bize biraz filmden söz eder misiniz?

AK: Film Karadeniz sahil yolu ile ilgili. Olayın özeti şu; yüzyıldan beri Karadeniz’in yola ihtiyacı var, buna hiç kimse itiraz etmiyor, ilk yol da Ruslar tarafından yapılmış 1915’te ve Ruslar’ın yaptığı o daracık yol hiç denize dokunmadan yapılmış, o sırada sahil aşağı yukarı 40 metre genişliğinde siyah kumsalla kaplıydı, hiç denize dokunmadılar. Bazen aramızda espri yapıyoruz; “keşke Ruslar biraz da fazla kalsaydı da biraz daha iyi bir yol yapsaydılar!” Keşke şimdiki bu yol yapılmasaydı da biz de hiç film yapmasaydık.

ÖM: İnsanın içine gerçekten hüzün ve biraz da öfke basıyor, çok aptalca bir iş gibi geliyor.

AK: Ne tarafından bakarsanız bakın çok üzücü bir şey, ben filmin kurgusunu yaparken gözlerimin yaşardığını hatırlıyorum.

ÖM: Ruslar doğal sahilin dokusunu hiç değiştirmeden, ona dokunmadan içeriden geçen bir yol yapmışlar.

AK: Evet, 100-200 metre, artık topoğrafyanın izin verdiği ölçüde. 50’lerde 60’larda yapılan yol ise tamamen tersi, sahile dolguyla geçmiş.

ÖM: Demokrat Parti zamanında mı başlıyor Karadeniz sahiline dolgu yolu?

AK: Sürekli tamir-yıkım, tamir-yıkım ve yeniden inşa. Hiç sonu yok, tam bir kısır döngü, çünkü deniz çok şiddetli, kışın da dalgalar en az 5-8 metre civarına çıkıyor, insan yapısı bir yol sonuçta ve deniz dalgasının ulaştığı heryerde mutlaka yıkım oluyor,

ÖM: Filmin sonlarına doğru bir balıkçıyla konuşuyorsuuz; diyor ki, “nasıl olsa 15 yıl içinde yine alıp götürecektir bildiğimiz denizse bu” diyor Karadenizli.

AK: Dayanması imkânsız diyor.

ÖM: Evet, “hiçbir kuvvet bunun önünde duramaz, yol mol tutunamaz” diyor, çok ilginç.

AK: Politikacılar genelde çok güçlü, yolu destekleyen kale gibi bir duvar yapıldığı zaman bir şey olmayacağını hep söylüyorlar, halbuki çelik duvar koyarsanız duvara bir şey yapamıyor deniz, ama ama altını oyuyor, aşağı düşürüyor, sonuç yine aynı.

ÖM: Filmde yine bir Karadenizli, “denizi doldurmak için kullanılan devasa kaya parçalarından bir iki tanesi oynadıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir, bu sadece bir zaman meselesidir” diyordu kendine özgü Karadenizli üslubuyla.

AK: Temel Reis.

ÖM: Adı da tam fıkralardaki gibi. Gösteriyor, “bakın iki kaya da şimdiden oynamış vaziyette, bu böyle gider” diyor. İnanılmaz bir şey.

AK: Karadeniz’de dağlar denize paralel gidiyor, dolayısıyla Akdeniz’de olduğu gibi düzlük tepelerden aşmıyorsunuz ve bu dağlar bazen çok dik iniyor sahile, bazen de hiç yol yapacak yeriniz yok tünelden başka. Ama bu yol yapılırken bazı yerlerde hiç umursamadan, genişçe yer olmasına rağmen, tamamen denizi doldurarak geçtiler. Çünkü bunu yapan firmalar ne kadar çok dolgu yaparlarsa o kadar çok para alıyorlar.

ÖM: Bunu da zaten filmdeki konuk edilen kişilerden biri söylüyor.

AK: Eski belediye başkanı Yunus Bey.

ÖM: “Müteahhitler için çok daha elverişli bir para kazanma imkânı sağlıyor doldurmak” diyor.

AK: Şöyle düşünebiliriz, bu yol aslında İtalya’dan Afganistan’a uzanan çok büyük bir otoban ve 80’lere kadar Karadeniz bunun bir parçası değildi. Mevcut olan, İstanbul- Ankara-Erzurum-İran yolu genişletilecekti, ama Mesut Yılmaz zamanında, aslında iyi bir niyetle, iyi bir düşünceyle, “Karadeniz üzerinden bunu geçirirsek hem Kafkaslar ekonominin içine çekilmiş olur hem de Karadeniz sahilinin yol sorunu ortadan kalkmış olur” düşüncesiyle 1984’te başladı bu proje, 87’de ilk kazma vuruldu.

ÖM: Mesut Yılmaz’ın adıyla anılan ilk proje bu mu?

AK: Evet. 20 yıl boyunca bu sahilin trafik sorununu ortadan kaldıracak bir proje, 10 yılı zaten tartışmayla geçti ve şu anda yapılan şeyin ömrü en fazla 10 yıl.

ÖM: “İyi niyetle yapılmıştı ilk proje” dediniz Mesut Yılmaz zamanında, buradaki iyi niyetten kastınız nedir, düşünülen proje yine doldurma yol muydu?

AK: Hayır, daha önceden ders aldıkları için, proje 70-250 metre arasındaki koddan yol geçirilmesiydi, viyadükler, tüneller falan gerekecekti. Böyle bir yolu yapmak için de belki biraz daha fazla paraya ihtiyacımız olmasının yanında, yolu yapacak firmaların teknolojik olarak yeterli olması gerekiyordu. 540 kilometrelik Samsun-Hopa arası 10 bölgeye ayrıldı ve 10 ayrı ihaleye çıktı bölge. Tabii büyükbaşlar ihaleleri ele geçirdi ama akla karaya dokunmadılar, bir sürü küçük taşeronlara verdiler işi. O firmaların da tünel, viyadük yaparak geçme şansları yok.

ÖM: Ne maddi olarak ne de teknolojik olarak.

AK: 3 seçenek var aslında, birincisi asıl projeye uygun bir şey yapmak, belki bir 10 sene daha fazla yaparsınız ama dalgalardan uzak, hiçbir şekilde yıkılmayacak bir yol olurdu o. İkinci olasılık, mevcut yolun genişletilmesi, bir çok yerde yer var, fiziki olarak mümkün yolun genişletilmesi; bir dezavantajı var, yollar kasabaların içinden geçiyor ve insanlar karşıya geçmekte çok zorluk çekiyorlar. İç Anadolu veya Ege gibi olsa veya Doğu gibi olsa sorun değil, bütün kasabalar, köyler, evler birarada, her otobandan her kasaba için bir çıktı verirseniz sorunu çözersiniz ama Karadeniz farklı, dağınık, her 20 metrede bir bir tane ev, bir otobandan kaç tane çıkış vereceksiniz, imkansız. Dolayısıyla evin önünde denize girenler şimdi 20-30 metre yol gitmek zorunda kalıyorlar.

ÖM: Filminizde onun da görüntüleri var, çok hüzün verici.

AK: Üçüncü ve en kötü olasılık maalesef uygulanmış olan proje oldu, daha doğrusu “kaydır-uydur” denir bizim o bölgede, sırf bu yol için icat edilmiş bir şey; iç bölgedeki dağlar dinamitleniyor, binlerce kamyonla sahile taşınıyor, sahil boyunca dolduruluyor, üstü düzleniyor, üstüne de asfalt vuruluyor, alın size yol! Yapılan yol bu.

Gökşen Şahin: 8 Mart’ta çıkan bir haber vardı, “ilk heyelan gerçekleşti bile” diyordu, “daha önce deniz kıyısına yol yapılamaz diyenlerin ilk korkusu gerçekleşti bile” diyordu. Bir gün süreyle yol trafiğe kapanmış. Daha da 4 Nisan 2007’de açıldı Karadeniz sahil yolu, üzerinden 1 yıl geçmeden hemen bir heyelan gerçekleşti ve yolun zaten çok da mantıklı ve verimli olmadığı ortaya çıktı gibi görünüyor.

AK: M.Ö. 12 bin’de son buzul çağı bitiyor, ondan sonra eriyen buzulların Akdeniz çanağını doldurması aşağı yukarı 4-5 bin yıl boyunca devam ediyor, neolitik çağa geldiğimiz zaman Karadeniz bugünkünün 2/3’ü büyüklüğünde ve bir tatlı su gölü, çıkışı yok, Boğaz henüz oluşmamış. Güneyden taşıp gelen sular Karadeniz’e doluyor ve Karadeniz’in seviyesini aşağı yukarı 150 metreye yakın yükseltiyor. Bugünkü Karadeniz sahili 7 bin yıl önce oluşmuş. Yani doğal bir yapı var, hiç dokunmasanız doğa hiçbir tahribat yapmaz. Şöyle düşünün; ilkel bir savaş yapıyorsunuz, iki tarafın da elinde sapan ve taştan başka bir şey yok, siz düşmanınıza bir sürü taş verir misiniz? Şu anda oluşan olay aslında o. Ben geçen ay bölgedeydim, herhalde literatüre geçecek bir durum var, otobanda gidiyorsunuz belki deniz tarafına levhalar konmuş “dikkat denizden taş gelebilir”.

ÖM: Bu ancak Karadeniz’de olurdu herhalde?

AK: Espri gibi, ama maalesef kötü bir espri.

ÖM: Çok tuhaf bir durum. Başbakan bir konuşmasındabunu Türkiye’nin cumhuriyet tarihinin en büyük modernizasyon ve kalkınma projelerinden biri olarak değerlendiriyordu. Sonunda da işi İstanbul’da üçüncü köprüye bağlayarak, Martin Luther King’in meşhur “I have a dream” sözündeki gibi, “benim de rüyam budur” diyor. İnsan hakikaten gülse mi ağlasa mı şaşırıyor. Bir modernizasyon projesi olarak bunun ne anlamı olabilir? Doğa tahribatı ve özellikle küresel iklim değişikliği açısından bütün bunların anlamını düşündüğünüz zaman bir şeylerin yanlış olduğunu görüyorsunuz.

AK: Öyle bir dezenformasyon yapıldı ki, ben orada kendi kardeşime bile dert anlatamıyorum “ya öyle diyorsun, ama bak ne güzel yol oldu, İstanbul’a hızlı gidiyoruz, Ankara’ya hızlı gidiyoruz” diyor. Kaybettiklerinin henüz farkında
değiller, çünkü o asıl projeyi gündeme getirdiğiniz anda onlar unutmuşlar, yol ya kasaba içinden geçecek ya sahil dolacak, iki seçenekten başka seçenek yokmuş gibi öyle hatırlıyorlar. Tabii insanların yol sorunu da var, onlara bir şekilde bu çözüm olarak sunuldu. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı filmde kullandık, Samsun-Hopa arasındaki 542 kilometrelik yolun açılışında yaptığı konuşmada söylediği, sizin de az önce aktardığınız sözler, biraz da devletin, belki de halkımızın çoğunun benimsediği bir yaklaşım aslında.

ÖM: Bence trajedinin başlangıç noktalarından biri de orada. Bu yanlış anlayışın kırılması gerekiyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bir kulak verelim isterseniz:

“Bu yol T.C. tarihinin gerçekleştirdiği en büyük modernleşme, kalkınma projelerinden biridir. Adım adım ülkemizin kalkınma hedeflerini gerçekleştirdiğimizin en açık göstergesidir. Eşsiz tabiat güzelliklerine kavuşamayan milyonlarca vatandaşımız bu yol sayesinde nasıl da zengin ve güzel bir ülkede yaşadıklarını görecekler anlayacaklar. Benim rüyam şu, bu 542 kilometrelik yolu tamamıyla sahilden İstanbul’a ulaştırmak. İnşallah bu Karadeniz sahil yolu İstanbul’un üçüncü köprüsüyle de bütünleşecek.”

ÖM: Bu konuşma filmde de var, biz bunu duyduğumuzda bayağı sarsılmıştık ve kendi sesinden vermiştik Başbakan’ın. Burada hangi tarafından tutacağınızı bilemeyeceğiniz pek çok unsur var; üçüncü köprü ayrı, modernizasyon rüyası ayrı, bir de “doğanın ne kadar güzel olduğunu göstereceğiz bu yolun yapılmasıyla size” diyor ki, bence en büyük ironi de, trajikomedi orada yatıyor olabilir. Çünkü sizin filminizden çok net olarak da görüldüğü gibi, doğal güzellik olarak tam bir yıkım manzarası söz konusu, gerçek anlamda bir felaketle karşı karşıya kalıyor Karadeniz halkı, bütün kumsal tarumar oluyor ve insanların içindeki yaşama sevincinin yok olduğunu da an be an izleyebiliyorsunuz filmden. Karadeniz insanının denizle olan olağanüstü bağlantısını, nasıl derinden kopardığını denizden tamamen ayırdığını görüyorsunuz.

AK: Ama hükümet açısından başarılı bir proje oldu aslında. Ben Vakfıkebir’liyim, Trabzon’un 40 kilometre batısından, fındık çiftçisiyiz, üç sene önce 6.5 milyona sattık 1 kilosunu fındığın, 2 sene önce 3.5 milyondan sattık hemen bu yol açılmadan evvel. Dünyada fındığın %73’lük miktarı Türkiye’de yetişiyor. Böyle bir durumda, bir ülke tekel olduğu bir üründe %40 kayıp veriyorsa, hükümetin o bölgeden oy alma şansının olmaması lazımdı, ama oylar ikiye katlandı. Bunun iki nedeni var, bunun bir modernlik projesi olarak sunulması ve insanların inandırılmaları, ikincisi de şu; kasabada bütün arkadaşlara, tanıdıkları sorduğum zaman, herkesin borcu var, o borçlar da belli bir faiz yüzdesine bağlanmış durumda, herkesin korkusu o faiz yüzdesinin değişmesi, o zaman bayağı bir zor durumda kalacaklar, çünkü fındıktan başka geliri yok kimsenin. Bir şekilde sıkıştırılmışlar böyle bir durumu kabul etmeye.

ÖM: Ben modernizasyon projesine çok inandıkları için böyle bir şeye yatkın olduklarını düşünme eğiliminde değilim şahsen, özellikle Karadeniz bölgesi insanının hızlı düşünebilme yeteneğine genelde sahip olduğunu ve meselelerin çok farkında olduğunu biliyorum. Bir kaç defa oraya gittiğimde de bunu gözlemledim şahsen. Dediğiniz gibi, hem fındıkta düşen fiyatlardan hem de borçlarının artmasından dolayı içinde bulundukları açmaza karşı bir destek arayışı olarak hükümeti destekledikleri düşünülebilir. Çünkü bu yolun getirdiği büyük yıkımı görmemelerine imkân yok, ders çıkarılmaması imkânsız aslında.

AK: Bence halk başına tam gelmeyince anlamıyor olayın ne olduğunu, ben kendi kardeşime anlatamadım. Şöyle düşünüyorlar; “şehirde yaşıyorsunuz, eğitim görüyorsunuz, yılda 2 kere buraya geliyorsunuz, habire bize ders veriyorsunuz. Gelip burada durun o zaman o kadar ilgiliyseniz burayla.” Böyle sivil karşı çıkışlarda çok sabırlı olmak gerek, dava uzun süre savunmalı, çünkü o çıkar dünyası, o ahtapot o kadar sabırlı ki, mesela SİT kurulları izin vermiyor, onlar bekliyorlar bir kaç sene kurulun üyeleri değişiyor, yeni üyeler bir şekilde izin veriyor veriyor. Şengül Aydıngül isimli bir arkadaşımız var, hem benim gibi profesyonel rehber, hem de arkeolog, kendisi şu anda Karadeniz için SİT kurulu üyesi ve kurulun Trabzonlu olmayan tek üyesi. Bütün projelere karşı çıkan tek kişi de o, bütün diğer üyeler kabul ediyor projeleri. Dün akşam kendisiyle görüştüm, son olarak TOKİ’nin Uzungöl’ün etrafına 5 bin konutluk bir projesi var, bir tek kendisi şerh koymuş, öbürleri “bu modernleşme bölgeleri kalkınsın” diye onaylamış. Aslında Tirebolu’da bu firmalardan bir tanesinin merkezi vardı, kasabadan bizim belediye başkanından alamadım hiçbir şekilde proje ile ilgili detay, “buranın halkından biriyim ve ben projeyi görmek istiyorum, 5 sene sonra bu sahil nasıl olacak?” dedim, “Proje bizde yok, henüz bize gelmedi, karayollarına gidin” vs. diyorlar.

ÖM: Çok önemli bu söylediğiniz, şeffaflık da yok.

AK: Hiç yok.

ÖM: Bence bir başka önemli şey de sizin az önce söylediğiniz gibi, ancak ömür boyu sürecek bir aktivizmin sonuç verebildiğini görüyoruz. Yani bu demokrasi mücadelesi gibi, devlet yorulmuyor, kişiler değişebiliyor, kurumlar ayakta kalıyor, devleti de etkileyen çıkar grupları da hiç yorulmuyorlar şüphesiz.

AK: Kesinlikle, çok sabırlı bu devlet kurumları, sivil yapıların da en az onlar kadar sabırlı olması lazım.

Bu 500 kilometrelik sahil boyunca, sahilini kurtaran 2-3 kasaba var, Ordu, Perşembe, Tirebolu ve onun dışında hiçbir yer kurtulmadı. Tirebolu çok iyi, orada mimar bir arkadaş var, yöre halkı “kaçık” der herhalde, bir alternatif proje geliştiriyor, halka bunu dağıtıyor, anlatıyor, benimsetiyor, her Pazar günü veya daha sıklıkla yolları kapatıyorlar, hiç vazgeçmediler, hatta anladığım kadarıyla firmayı da tehdit etmişler “gerekirse yakarız makinenizi” diye. İnşaat firmasını tünel yapmaya razı ediyorlar en sonunda.

ÖM: Bu çok ilginç, güzel bir örnek. Başka da bir yol görünmüyor, ben de tam bunu söyleyecektim, yani yerel halkın bilinçli ve sabırlı mücadelesi sonucunda yolu yaptırmaması çok güzel bir örnek. Tarihte gördüğümüz çeşitli örnekleri var, çünkü alttan gelen baskılara kimse dayanamayabiliyor uzun süreli sebat edebilirse.

AK: Firmalardan bir tanesinin merkezine gittim, adını da söyleyebiliriz sorun değil; Limak. Baş mühendisle 1,5 saat sohbet ettik, iki şey kaldı aklımda yaptığımız sohbetten, birincisi şu; “Biraz daha fazla parayla, biraz daha iyi düşünerek bu yolu içeriden yapardık hiçbir sorun olmazdı.” ve “Şimdiki yolun, yolu yapan firmanın sorumluluğu 5 yıl, yani 5 yıl sonra bu yolda oluşan bütün hasarlar için bir ihale daha açılacak.” Müteahhitler için de bu 7 göbek beslenebilecekleri bir şey.

GŞ: Deniz yola zarar verdiğinde, yeniden tamir etmek için bir daha ihaleye girme şansı var.

AK: Evet sürekli bir iş. Bir de, “buraya insanlar daha çok gelecek, ticaret artacak” vs. deniyor, hiç alakası yok, çünkü o kadar çok, 3-4 kilometrede bir kasaba var ki, çıkış alamıyorsunuz, yani sahilini binlerce tır geçsin diye kaybeden başka bir ahmak halk olmadığını düşünüyorum, bayağı bir ahmaklık. Bizim Vakfıkebir ekmekleriyle ünlü, hiçkimse iş yapamıyor şu anda, eskiden sahilde dolaşarak giderdim, fırının yanında dururdum, bir şey alırdım, şimdi duramıyorum, yoldan çıkamıyorsun ki. İnsanlar hâlâ denize ulaşmaya çalışıyor, insanlar ölüyor. Bizim Vakfıkebir iyi bir direnç gösterdi, ama sonunda oldu bittiye getirdiler. Bizim bölge birinci derece sit alanıydı ve hiç umursamadılar.

ÖM: Birinci derece sit alanı kavramını da kaldırdılar, değiştirdiler değil mi?

AK: Aslında değiştiremiyorlar, sit alanında inşaat izni veriyorlar.

ÖM: Nasıl olabiliyor bu?

AK: İşte veriyor! Nasıl İstanbul’da her tarafta yasadışı bir çok şey yapılıyorsa.

ÖM: Temel Reis’in “yapılacak da bir şey kalmadı bizim için” dediği yer çok hüzün vericiydi, yani bitti bu iş.

AK: Bilseydik böyle yapacaklarını “bunların akıllarından zoru var” derdik diyorlar.

GŞ: “30 yıl önce söyleselerdi böyle bir şeyi bunlar deli derdik” diyorlar.

ÖM: Bir kaç sese de kulak verebiliriz filmden. Sırada Temel Reis var:

“Hayatımız ta çocukluğumuzdan beri sesine endekslenmiş, görüntüsüne endekslenmiş, tuzuna endekslenmiş, yüzmesine endekslenmiş, kumsalına endekslenmiş, bu yüzden Karadeniz bizim için vazgeçilmez bir deniz. Fakat galiba birileri onu bize çok görüyor ve o insanlar denizsiz yaşayan insanlar, denizi bilseler, denizi anlasalar, gerçekten denizin ne anlama geldiğini yüreklerinde, beyinlerinde, tüm hücrelerinde hissedebilseler denize bu ihaneti yapmazlardı, maliyeti ne olursa olsun yapmazlardı.”

“Biz ne desek de boş oluyor, hâlâ yol çalışmaları devam ediyor gözümüzün önünde, insanlar denize girerken o tarafı gördüğünde herkes üzülüyor sonuçta. Her denize bir taş atıldığında herkesin yüreğine oturuyor sonuçta.”

“Şurada tatlı bir koy vardı o kadar güzeldi, deniz, kumsal, kumsaldan çıktığın zaman hemen arkası ağaçtı, zeytinlik ağaçları, kızıl ağaçlar, bayağı denizden çıktın mı gidip serinde durabiliyordun, kumsalda ve serinde durabiliyordun. Şimdi burada öyle bir serinlik değil, denizden çıktıktan sonra kum olmadığı gibi onun dışında ağaçlar bile yok, tamamen bir taş kumul olmuş, herhangi bir şey yok burada. Evvelden bunu hayal etmek, ‘böyle yapacaklar, böyle olacak’ deseler herhalde bizim aklımıza, herhalde üşüttüler kafayı derdik. Böyle bir şey olması mümkün değildi ama oldu.”

“Bir yerden insanın çok sevdiği birisinin ölmesi gibi bir şey, bana çok acı geliyor. Ben çok üzüldüm, çok duyguluyum aslında o konuda.”

ÖM: Temel Reis’in de söylediği gibi, “bize 15-20 sene önce söyleselerdi böyle bir şey olacak diye, kafayı üşüttüler derdik” diyordu ya, arada da oranın sakinlerinden bir genç kızın da hayatla ilişkisinin nasıl koptuğunu anlattı bu yol yüzünden. Bir kaç konuşmaya daha yer verdik. Ortada oldukça önemli, mücadelesine devam edilmesi gereken bir şey var, aslında bırakılacak bir durum yok. Size bir de filmin encamını soralım, bu filmi siz ne zaman bitirdiniz?

AK: 2 yıl önce başladım, ama aslında film yapmaya niyetimiz yoktu. Bizim kasaba iyi bir savaşım verdi, bizim 7 kilometrelik Vakfıkebir kurtarılmıştı aslında, sit alanı olduğuna güvendik en çok da.

ÖM: O da insanın aklına gelmez tabii, sit alanının da elden gideceği.

AK: Her gittiğimde sorardım, “arkadaşlar sorun yok değil mi?” diye, “hiçbir sorun yok, sit alanı” diye düşünürdük. Daha önce başka bir film yapmıştık biz “Yollar Çimen Bağladı” diye, yaylaya göç eden insanların yürüyerek göç etmelerinin bir filmi idi. 2006’da o filmin son çekimleri için gidiyordum, sahilde bir baktım bir kaç yüz metre ileride buldozerler başladı denizi doldurmaya. Ne oldu, ne bitti, ne var derken kimse birşey bilmiyor “haberimiz yok” dendi. Ben hemen röportajlara başladım, 500 metrelik siyah kumdan bir kumsal var; voleybol, top oynayın, binlerce insanın girebildiği bir yer ve 7 kilometrelik koy boyunca 50 bin kişinin denize girebileceği tek yer burası, “son bir görüntümüz olsun burası eğer kaybolacaksa” diye başladık, tüm sahili anlatmaktansa, o koy aslında işin özetiydi bir çeşit. O nedenle çekimlere başladık, Şubat 2008’de de filmi bitirdik.

ÖM: Bu filmin Karadeniz sahil yolunun geçtiği ve geçeceği heryerde gösterilmesinin bir faydası olabilir belki insanların kendi kaybetmek üzere oldukları temel değerlerin neler olduğunu farketmesi açısından. Böyle bir projeniz de var galiba.

AK: Aslında biraz da vicdanım sızlıyor, bilseydik böyle olacağını gider uğraşırdık, kazanamasak bile uğraşmış olurduk. Yani biz kanunlara, seçilmişlere, atanmışlara güveni kaybettik, işin özeti bu. Şu anda AKP başa geldiği zaman 2002’de yolun sadece %35’lik bölümü bitmişti, %65’ine dokunulmamıştı. İnisiyatif kullanıp o doğal dokunun bir çok kısmını, plajları kurtarabilirlerdi. Bence asıl proje denize giren insanlar değil, hele kadınlar için, denizi seyretsinler yeter. Bir an önce bitirmek bir başarı zannedildi ve öyle sunuldu insanlara. Şimdi biz ne yapabiliriz? Samsun-Hopa bitti 540 kilometre, bu işin %50’si, geçen yıldan bu tarafa Samsun-İstanbul arası inşaat devam ediyor şu anda. Genelde İstanbul’daki arkadaşlara anlattığım zaman pek dinlemiyorlar, dinleyenler de “canım cahil halk plajın değerini bilmedi, sahiller onlar için önemli değil, orada herkes yaylaya kaçıyor, direnselerdi kurtarırlardı” diyorlar. İstanbul’da 3. köprü şu anda gündemde, ona bağlanacak zaten, dolayısıyla lüksleri yok. Biz şimdi, bizim başımıza gelen başkasının başına gelmesin diye bizim başımıza geleni onlara göstermek istiyoruz. Bu nedenle, henüz tam bir program yapamadık, ama konu hakkında duyarlı olan, herhangi bir şekilde katkıda bulunabilecek kurumları, kişileri, maddi, manevi bizimle iletişime geçmelerini bekliyoruz.

ÖM: Bir de mail adresi verelim.

AK: [email protected]. Telefon: 532 244 71 41, benim şahsi numaram bu.

ÖM: Son Kumsal filmini aslında bir belgesel film olmanın ötesinde, Karadeniz halkının denizden koparılışının hikâyesi ve bunu engelleyebilmek için bir eylemin de başlangıcı olarak görmek lazım. Eski belediye başkanlarınızdan biriyle yapılmış bir konuşma vardı, o hem filmin hem de olayın en iyi özetlendiği noktalardan birini oluşturuyordu. Ona da kulak vererek belki bitirebiliriz.

“Devletin yaklaşımı, müteahhitlerin kâr hırsı, halkın duyarsızlığı, elitlerin anlayışsızlığı ve günü kurtarma çabaları, STK’ların verdikleri mücadelede usanmaları, bıktırılmaları, devlet kapısından hukuk yoluyla tersyüz edilmeleri neticesinde maalesef sahil, sahil projesi yolu kapsamında kaybedilmiştir.”

AK: Yunus Hacımollaoğlu, kendisi bizim din ve ahlak hocamızdı, beklemezsiniz böyle geçmişi olan bir insandan böyle bir mücadele vermesini, çok uğraştı, kesinlikle izin vermedi yolun oradan geçmesine, ama bu sözleri söylediği zaman dozerler 300 metre uzağındaydı. Ondan 1 hafta sonra yol kapandı, plaj, daha doğrusu sahil kapandı.

Yunus Hacımollaoğlu’nun sözleri, durumu felsefi ve politik olarak çok iyi özetliyor. Bunlar hep spontane sözler, filmdeki hiçbir röportaj önceden planlanmış değil, tamamen doğal olarak insanların duygularını aktardığı sözler.

ÖM: Evet zaten bütün konuşmalar insanı hakikaten canevinden vuracak derecede, içtenlikle yapılmış. Mesela bir genç kızın büyük bir hayat sevinciyle horon teptiği yerde, sonra bir daha artık asla eskisi gibi olmayacağını söyleyip, yolu geçmeye çalışan görüntüsü uzun süre gözümün önünden gitmeyecek, sağa sola bakıp denize ulaşmaya çalışması... Yine de mücadeleye devam diye bitirmemiz iyi olabilir herhalde. Son Kumsal filminden kalkarak yaptığımız bu konuşma için çok teşekkür ederiz, bize bu bilgileri de verdiğiniz için. Son olarak ne söylemek istersiniz?

AK: Temmuz ayı içinde, İstanbul’dan çıkıp Samsun’a kadar bütün sahil boyunu dolaşıp, Son Kumsal’ı ve benzer çevre projelerini, filmleri, kasabalarda, köylerde, kahvelerde, her türlü yerleşim yerinde gösterip, insanları bilinçlendirmek için bir adım atmak istiyoruz. Kimseyi bulamazsam tek başıma yapacağım. Yeterli sayıda arkadaş bulursak iki katlı bir otobüsümüz var, onu kullanabiliriz, kenarından perde indirip projektörle filmi gösterebiliriz, bir sürü filmi gösterebiliriz. Çünkü Batı Karadeniz sahiline gidenler bilir, şu anda kurtarılmayı bekleyen bir çok plaj var orada, maalesef onlar da gidecek birşey yapmazsak. Biz 1 sene sonra yeni bir film yapmak zorunda kalmak istemiyorsak bu yıl son yıl, 2 yıl sonra şansımız yok.

ÖM: Açık Radyo’dan da bizi ararlarsa size ulaşmalarını söyleriz, çok teşekkür ederim.

AK: Ben teşekkür ederim bu fırsatı verdiğiniz için.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.