“Sıradan” banliyö evlerinden gökdelenlere, kapalı eğlence merkezlerine, yüksek teknolojiye sahip üretim tesislerine ve basınçlı uzay modüllerine kadar hiçbir şey, havalandırma ve soğutma sistemleri olmadan varlığını sürdüremezdi. İklimleme teknolojileri, dışarıya kapalı yapay iklimler yaratarak, çalışma ve dinlenme düzeninde değişiklikler yaparak ve coğrafi değişiklikleri çevresel bağlamda “anlamsız” hale getirerek insanın doğayla olan ilişkisini köklü biçimde değiştirdi. Kapalı alışveriş merkezleri, spor salonları, tema parkları ve gazinolar, iklimleme sistemleri sayesinde var olabildi. Penceresi olmayan ve dışarıdan “tecrit” edilmiş bu yapılar, aynı zamanda dışarıdaki gerçek dünyadan uzaklaşma anlamına da geliyor. Böylece, iç mekan aktiviteleri tüm yıla yayılıyor. Bu değişimin en belirgin şekilde yaşandığı sahne ise tabii ki kentler.
Yapay soğutma sistemlerinin kent kültürünü ve mimarlığı nasıl etkilediği, 2000 yılında ABD’deki National Building Museum’da düzenlenen “Stay Cool! Air-conditioning America” adlı sergide ele alındı. Sergide, fotoğraflar, reklam filmleri, görseller ve ilk üretilen iklimleme aygıtlarından örneklerle bu sistemin kente katılımının beraberinde getirdiği kültürel değişimler gözler önüne serildi.

Sınırlı İmkanlar
İklimlendirme sistemlerinden önce Amerika’da yaşam, hava durumunun belirlediği döngüsel sezonlara göre planlanıyordu. Sıcaklık ve nemin artmasıyla çalışanların verimi düşüyor, yaz mevsiminin en sıcak günlerinde dükkanlar erken kapanıyor, işçiler evlerine dönüyordu. Bu koşullar altında bir insan topluluğunu ağırlaması mümkün olmayan kapalı mağaza ve tiyatrolar ise hava sıcaklığının ve nemin yüksek olduğu yaz mevsiminde uzun süreli olarak kapanıyordu. Kentlerden dağlık bölgelere ve deniz kenarına kaçış anlamına gelen bu dönemlerde, düşük teknolojiye sahip çözümler sıcakla başetmek için kullanılan tek seçenekti. Kullanıcının gücüyle veya elektrikle çalışan pervaneler, hava hareketi sağlıyor ancak nemi kontrol edemediği için yeterli olmuyordu. Bilindiği üzere, yazın sıcaklığın rahatsız edici olduğu bölgelerde konut ve ofis binaları, doğal hava akımı oluşturabilecek bileşenlerle tasarlanıyordu, ancak bu da insanların tüm günü verandalar ve yangın çıkışlarının çevresinde geçirmesi anlamına geliyordu. Başvurulan çözümlerin bir diğeri ise “ıslanma” idi. Plajda zaman geçirmek veya havuza girmek bir yana, söz konusu dönemde yangın söndürme sistemleri dahi “ıslanarak” serinlemek için kullanılan yardımcılar arasında karşımıza çıkıyor.

1901 yılında Willis Haviland Carrier, Brooklyn’deki Sackett-Wilhelms Matbaa Şirketi için icat ettiği sıcaklık ve nem kontrol cihazıyla yapay iklimleme sistemlerinin ilk önemli adımını attı ve 1906’da buluşunun patentini aldı. Çalışmalarına devam ederken ortaya çıkan Dünya Ekonomik Bunalımı, sistemlere olan talebin azalmasına ve üretimin durma noktasına gelmesine neden olsa da Carrier, 1939 yılında düzenlenen Dünya Sergisi’nde tanıttığı “Eskimo Kulübesi” ile iklimleme sistemlerinin geleceği hakkında ipucu verdi. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle tekrar kesintiye uğrayan çalışmalar, Carrier’in şirketini 1930’lu yıllarda New York’a taşıması ve Güney Kore ile Japonya’da Toyo Carrier and Samsung Applications şirketini kurmasıyla sürdü ve gelişti.
Yapay İklimli Kentler ve Yapılar


Aslında ticari kaygılar, yapay iklimleme sistemlerinin gelişme sürecini başlatan önemli etkenlerden. Sıcak ve nemden etkilenen tütün, makarna, tekstil, çikolata ve renkli baskı üreticilerinin varlığı, mekansal soğutmada ilk ve en önemli deneysel çalışmaların yapılmasını sağladı. Bu şekilde oluşan endüstri sektörünün ürünlerin gerek saklanması, gerekse de üretimi için gereken serin, temiz ve sabit özelliklere sahip mekan talepleri, 20. yy’ın başından beri artarak devam ediyor. Günümüzde ise yapay iklimleme sistemleri, yüksek teknoloji ürünleri ve ilaç sektörü dahil olmak üzere neredeyse her ürünün üretilebilmesi için gereken temel mekan bileşenlerinden.
“Modern Yaşamın Vazgeçilmez Bileşeni”

Bu sistemlerin konutlarda kullanılması, geleneksel mimari anlayışların da değişmesi anlamına geliyordu. Mekanlarda hava akımını doğal olarak sağlamak için tasarlanan dar koridorlara ve havalandırma boşluklarına, geniş sayvanlara, verandalara, kalın duvarlara ve yüksek tavanlara artık ihtiyaç duyulmayacaktı. Bir konutun peyzaj düzenlemesinde, kullanıcının yazın gölgeden ve hava akımından en iyi şekilde faydalanabilmesini hedeflemek de artık anlamsızdı çünkü mekanik donanımlar, iç mekanı tasarımdan tamamen bağımsız hale getiriyor ve iklimlendirebiliyordu. Müteahhitler ise, bu yeni teknolojinin gereksizleştirdiği bazı yapısal bileşenleri kullanmayarak, yaptıkları bu tasarruf sayesinde merkezi iklimleme sistemlerinin masrafını karşılayabildiklerini keşfetti. Bütün bu koşullar, “modern ev” tasarımının yapay iklimleme sistemleriyle birlikte –ve aynı zamanda bu sistemlere bağımlı olarak- geliştiği bir dönem başlattı. Böylece savaş sonrası dönemin mimar ve müteahhitleri, büyük pencereleri, sürgülü kapıları ve dikdörtgen formlarıyla yeni “çiftlik evleri” yarattı.
Ofis binalarının iklimleme sistemleri için birer “uygulama laboratuvarı” haline gelmesi ise, 1901 yılında New York Stock Exchange Binası ile başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan mekanik soğutma sistemleri, geleneksel konstrüksiyon kuralları ile ısıtma ve soğutma yöntemlerinden kurtulmanın birer simgesi olarak görülen “cam cepheli gökdelenler”in oluşmasını sağladı. Yükseklikle doğru orantılı olarak arttığı için çok katlı bina yapımını engelleyen rüzgar hızı, artık bir risk faktörü değildi. Buna ek olarak, iklimleme sistemleri kullanılmaya başlanmadan önce ışıktan maksimum oranda yararlanabilmek ve doğal havalandırmayı sağlayabilmek amacıyla, T, H ve L biçiminde tasarlanan ofis binası kat planları, artık bu zorunluluk tarafından şekillenmeyecekti. Böylece yapay iklimleme sistemleri, kent yaşamıyla birlikte yapıların planlarını ve cephe tasarımlarını da değiştirdi.

“Mimarlığın Paraziti” Olarak Klimalar
Klimaların mimaride değiştirdiği öğeler, sadece pencereler ve cepheler değil. Kent yaşamını iç mekanda böylesine kolaylaştıran yapay iklimleme sistemleri, binaların dış cephelerinde rahatsız edici görüntüler de oluşturuyor.

Binanın Eski Hali

Bolles+Wilson Tasarımı

Türkiye’de böyle bir cephe tasarımı henüz yapılmamış olsa da, neredeyse tüm bina cephelerinde görebileceğimiz klima “öbeklerini” bu şekilde kabullenmek zor görünüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) yayınladığı ve “Reklam, İlan ve Tanıtım Yönetmeliği” başlığı altında toplanan kuralların ilçe belediyeleri tarafından uygulamaya konduğu biliniyor. Ancak düzenlemedeki maddelerde, yol cephelerinde klima cihazı kullanımının yasak olduğu belirtilmesine rağmen bu kuralın uygulanmadığı görülüyor.İmaj Galerisi
Konuyla İlgili Linkler
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamış
Bütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!

