Haberler

İstanbul’da 2010-2014 arası deprem bekliyorum

Tarih: 18 Ağustos 2008 Kaynak: Akşam Yazan: Fügen Ünal Şen
17 Ağustos depreminin simge ismi Prof. Ahmet Mete Işıkara ile beklenen İstanbul depremi ve geride kalan 9 yılda neler yapıldığını ve bundan sonra neler yapılması gerektiğini konuştuk.

Zaman’ ne karışık bir kavram… ‘Dün’ü konuşurken bir de bakmışsın çoktan uçup gitmişsin yarınlara… Ve üstelik yarınları yaşanılır kılmanın anahtarı dünde saklıyken. Tam 9 yıl önce binlerce cana mâl olan Marmara Depremi’nin yıl dönümünde; kayıpları, gidenleri, yaşananları anmak için 17 Ağustos’un ‘ne söylese yapılan adamı’ Ahmet Mete Işıkara ile sohbet ettik.

O günlerden birkaç anısını paylaştı, bugünlerde yapılanları anlattı ve yarınlar konusundaki endişelerini sıraladı. Yazının uzayıp giden bölümlerinde; “Seksi adam seçilmem doğruydu” dediğinde şaşırabilirsiniz. “Beklenen İstanbul depreminin 2010-2014 yıllarında olacağını düşünüyorum” dediğinde korkabilirsiniz. “Sayın Başbakan’ı bir görsem, ona hastanelerin durumunu soracağım. Hastaneler depreme hazır değil” dediğinde birilerine kızabilirsiniz. Ve bütün bunları bir süre sonra unutabilirsiniz; ancak Işıkara’nın hep hatırlamanız gereken cümlesi şu: “Sağlam zemin yoktur, sağlam bina vardır.”

- Röportaja ‘o’ gün ile başlayalım. Sayın Hocam, 17 Ağustos 1999’da Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü’nde müdürdünüz. Gece telefon geldi ve…

Büyük bir deprem olduğunu söylediler. Bunu duyduğum an ‘Eyvah Türkiye’ demişim. Zaten bir bilim adamı olarak bu durumda ne yapacağımız belliydi. 20 dakikada Topağacı’ndaki evimden Kandilli’ye ulaştım. Yolda deli gibi hareket eden araçları görüyordum, istikamet Kocaeli tarafıydı. Bu çok yanlıştı. Zaten ilk günler bunun bedelini ağır ödedik. Ambulanslar körfeze ulaşamadı bu yüzden.

- O dönemde halk ağzınızın içine bakıyordu. Siz “evden çıkın” dediğinizde çıkıyor, “tehlike yok panik yapmayın” dediğinizde rahatlıyordu. Bunu nasıl sağladınız? Politikacı değil de bilim adamı olmanız işe yaradı herhalde?

İlk andan itibaren gerçekleri söyledim. Bildiğim her şeyi, bilim gerçeğine dayanarak anlattım. Başkaca bir beklentim olmadığını da toplum çok iyi biliyordu.

Hükümet Yetki Vermişti
- 19 Ağustos’ta televizyondan “deprem olabilir. Bu gece evlere girmeyin” dediniz. Milyonlar sizi dinledi. Böyle bir yetkiniz var mıydı?

Artık şunu açıklamakta fayda var. Ben hiçbir kararımı tek başıma almadım. Deprem olduğunda Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ile görüştüm. İlk olarak, ‘Yolları kesin. Bölgeye insan ve araç akınını durdurun’ dedim. Ama yapamadık. Çünkü halk çoktan yola çıkmıştı ve jandarma ile karşı karşıya kalacaktı. O andan itibaren Sayın Özkan ile bağlantımız hiç kesilmedi. 19 Ağustos’ta ise deprem etkinliği arttı. ‘Bunu halka söylememiz gerek Sayın Özkan’ dedim o da ‘yetki sizde. Neyi uygun görüyorsanız açıklayın’ dedi. Ben de vatandaşlarımıza evlerinden çıkmalarını önerdim. Hükümet o yetkiyi vermeseydi elbette bunu açıklamak bana düşmezdi.

- Söylediğiniz deprem olmadı. Nasıl hissettiniz? ‘Milyonları sokağa döktüm’ diye huzursuz oldunuz mu?

Tam tersine… Deprem riskinden korudum insanları. Zaten gazeteler ertesi gün ‘doğruyu yaptı’ diye yazdı. Kimse sitem etmedi. Rasathaneye teşekkür faksı yağdı.

- O günlerde hükümet üyeleriyle irtibatsızlık yaşandığı söylenir…

İlk saatlerde öyleydi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, o ilk saatleri anlatırken ‘sağır oldum sanki’ demişti. Ama hata bizdeydi…

Daha Önce Anlatsaydın Annem Ölmezdi
- Halk merak içindeydi, yakınlarını aradı; tamam. Ama koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanı bilgi alamıyorsa bunun suçlusu halk değil herhalde…


Bakınız, 1991 yılında Baba Bush İstanbul’a gelmişti. Ve ABD’li yetkililer Bush’un Beyaz Saray’la sürekli bağlantısı olsun diye bizim Kandilli’nin tepelerine özel bir anten kurdular. Biz ise bunu ancak 17 Ağustos’tan sonra akıl ettik.

- Örneğin neleri akıl ettik?

Şimdi artık uydu haberleşmemiz var. Özel telefon ağı var. Halk ne yapmaması gerektiğini biliyor örneğin. Acı tecrübeler ama acıdan ders aldık…

- Sahi aldık mı Hocam? Bugün aynı yerde aynı deprem olsa, kayıplarımız daha mı az olur?

Elbette. Halk kendisi için de toplum için de ne yapacağını daha iyi biliyor. Sivil savunma ekipleri, yerel yönetimler hatta mahalle muhtarlıkları daha hazır. Depremden sonra bölgeye gitmiştim. Halkı depreme karşı bilinçlendirme çalışmaları için… Bir ilkokulda konuştum. Herkes dağıldı gitti; bir kız çocuğu yanıma geldi ve ‘sen daha önce neredeydin? Bu anlattıklarını bize daha önce neden anlatmadın? Daha önce anlatsaydın annem ölmezdi’ dedi. Donup kaldım, gözlerim doldu, konuşmamda evdeki eşyaları nasıl yerleştirmek gerektiğini anlatmıştım. Annesi depremde dolabın altında kalarak ölmüş.

- Deprem öncesi sesinizi duyurabiliyor muydunuz? Medya destek veriyor muydu?

Ne mümkün! Depremden bir ay kadar önce, büyük gazeteleri ziyaret ettim. Depremde neler yapılmalı, korunma yolları gibi bilgileri anlatan bir broşür hazırlamıştım. Gazetelere ‘bunların dağıtımında destek olun’ dedim. Dediğimle kaldım yazık ki…

- Destek göremediniz yani. Peki destek alabilmek için 17 Ağustos mu yaşanmalıydı?

Yazık ki öyle oldu. Acıdan ders aldık. Önümüzde yaşanacak acılar da var. Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunu bilim insanları dışındakiler de kabullendi. Bu bir maraton… Her gün, bir önceki günden daha hazırız depreme. Ama genelde bakarsak daha yolun başındayız. Herkese düşen önemli görevler var. Hiçbir şey 17 Ağustos’taki gibi değil artık.

Başbakan'a Sorum Var
- Bazı bilim adamları ‘Marmara’nın dibi fokurduyor’ diye bilgiler paylaşıyor kamuoyuyla…

İyi de o bilgilerin vatandaşa bir faydası var mı? Tamam, bilimsel çalışmadır, bir şeyi anlatır. Ya da şöyle diyelim hepimizin zaten bildiğini bir kez daha gösterir. Benim, bizim, sizin Marmara’nın dibini görmeye ihtiyacımız var mı? Yok. Deprem olacak bunu biliyoruz. Önleyebilir miyiz? Hayır. O halde enerjimizi ve maddi olanakları depremden korunma için harcamalıyız.

17 Ağustos 1999’dan sonra “30 yıl içinde İstanbul’da büyük bir deprem bekleniyor” dendi. Neredeyse 10 yıl geçti, hâlâ 30 yıl deniliyor. Bu inandırıcılığı zedeleyen bir şey değil mi? Benim tahminim ne yazık ki daha yakın zamanda. Bilimsel verileri taradığımda 2010-2014 yılları arasında bekliyorum depremi.

- Eli kulağında yani... O yıllarda İstanbul’da olacak mısınız?

Eğer evde yakalanırsam sağlam bir yapıda oturduğum için ve ne yapmam gerektiğini bildiğimden hayatta kalırım. ‘Sağlam zemin yoktur, sağlam bina vardır’ diye bunun için söylüyorum.

- Peki İstanbul? Evler, yollar, okullar, hastaneler?

Deprem çok yakın. Zaman az. Çalışmalar yavaş. Hiçbir şey yapılmıyor değil ama daha hızlı, daha organize olmak gerek. Okulları güçlendirme işleri yapılıyor ama yeterli değil. Yollar, viyadükler güçlendiriliyor. Yeni evler deprem yönetmeliğine göre inşa ediliyor ama eskiler? İç açıcı değil. En önemlisi hastaneler…

- Hastanelerde tablo kötü; biliyoruz.

Zaten benim de Sayın Başbakan’a sorum var. Bir yerde karşılaşsam ilk cümlem, “Hastanelerde deprem için ne hazırlık yapıldı? Nereler güçlendirildi? Devlet hastaneleriyle ilgili yapılan çalışmaları bilmek istiyoruz” olacak. Şu ana kadar bir bilgi alamadık doğrusu. Sağlık Bakanlığı bunu söyleyince kızıyor ama korkarım İstanbul’da hastaneler depreme hazır değil. Hele hastanelerdeki cihazlar. Depremden sonra da çalışır olmaları gerekir. Onun için özel yerleşimler, korumalar gerekir. Hiçbiri yapılmıyor…

- Peki, camilerdeki çalışmalar ne durumda? Cuma namazlarına katılıp cemaate konuşma yaptığınızı biliyoruz.

Her yerde, her zeminde bildiğimi anlatıyorum. Cuma sohbetleri de bunu içinde. Evin erkeğine depremden korunma ile ilgili bilgi vermek, evin kadınına, çocuğuna da ulaşmak demek. Ayrıca İstanbul haricindeki şehirlerde bir camide konuşsam bile ortak yayınla bütün camilerdekiler duyuyor. Yabana atılır değil ulaştığımız insan sayısı.

- Hocam, 68 yaşındasınız. Çok da yoğun çalışmalar yapıyorsunuz. Yorulmuyor musunuz?

Sevdiğin bir işi, birilerine faydalı olacağını bilerek yapınca yorulmuyor insan canım.

- İsthanbul Evleri’nin inşaatında da danışmanlık yapıyorsunuz. Bu evlerin reklamlarına da çıktınız. ‘Etik’ kaygısı yaşadınız mı?

Hiç yaşamadım. Bakın ben o reklamda oynarken bile sosyal sorumluluk hissettim. Ne diyorum ‘Türkiye bir deprem ülkesi. Depreme güvenli yapı seçin’ diyorum. O evler üzerinden milyonlara bu mesajı veriyorum. ‘Bilim adamı reklama çıkar mıymış?’ Çıkar! Mesajı varsa verir. Huzur duyar üstelik. Halkım beni biliyor. Ne dediğimi de anlıyor.

İstanbul Askere Emanet
- Aklım 2010-2014 yıllarında beklediğiniz depremde kaldı…

E kalsın tabii. Aklın depremde olsun ki önlemlerini al, sosyal sorumluluklarını yerine getir.

- İstanbul’da beklenen depremin ilk anlarını gözünüzde canlandırdığınızda ne görüyorsunuz?

Tabii zor zamanlar olacak. Bunu yaşayacağız. Valilik, Belediye, Muhtarlıklar, Kızılay, Sivil Savunma ekipleri o güne hazırlanıyor. Ama asker şimdiden hazır. Bu çok önemli… Benim kişisel önerim deprem sonrasında şehirdeki idareyi askerin alması. Bu sıkıyönetim demek değil. Askerin gücünden ve hazır olmasından yararlanmamız gerek. Orduda, harp oyunları gibi, deprem oyunları hazırlanıp uygulanıyor. Hiçbir kurum ordu kadar hazır değil.

Seksi Erkek Seçilmem, Doğruydu!
Hatırlar mısınız, 17 Ağustos Depremi’nden sonraki günlerdi. ‘Ahmet Mete Işıkara en seksi erkek seçildi’ haberi yayınlanmıştı da günlerce bu haber konuşulmuştu. O dönemde Genel Yayın Yönetmenim olan rahmetli Ufuk Güldemir, “Işıkara Hoca’ya bir sürpriz yapalım. ‘Işıkara en seksi erkek’ diye birkaç satır bir şeyler yaz” demişti bana ve elbette itirazlarımı dinlememişti. Ertesi gün birinci sayfadaydı haber. Sizi en seksi erkek seçmiştik. Kızmış mıydınız bize Hocam?

O günler toplumsal bir travmanın yaşandığı günlerdi. Ufuk Bey, bana bir sürpriz yaparak benim üzerimden insanların bilinçaltlarına hayatın devam ettiğini anlattı. Doğru bir haberdi. Ben o günlerde toplumun gözünde depremi simgeliyordum, o haberden sonra insanlarda bir rahatlama, gülümseme oluştu. Sinirler gevşedi. Espri hayatımıza girdi tekrar ve buna çok ihtiyaç vardı. Hiç kızmadım.

Eşiniz ne dedi bu duruma?

O biraz sıkıldı tabii. Ama olgunlukla karşıladık. Zaten o günden sonra ben maçlara gittim. Kalabalıklara karıştım. Hayatın devam ettiğini, günlük yaşama dönülmesi gerektiğini anlatmanın bir yoluydu. Ufuk doğru yapmıştı.

Işıkara'dan...
- İstanbul’da deprem ne kadar büyük olursa olsun, İMKB 3 gün içinde açılmalı.
- İstanbul Anadolu’yu ayağa kaldırır ama Anadolu İstanbul’u toparlayamaz. İstanbul’u toparlamak yine İstanbul’un işi.
- Depremde halkın İstanbul’a hücum etmesini önlemek gerek. Yollar kesilmeli.
- Artık deprem çantasına gerek yok. Mevsimlik bir giysi ve kişisel ilaçları yanınızda bulundurmanız yeter. Kızılay ilk dakikalardan itibaren yardıma gelecektir. Bunun alt yapısı var.
- Bana depremden sonra ‘evde çelik kafes içinde yaşıyor’ dediler. Benim çelik kafesim, bilim.
- İstanbul’a kar yağınca Türkiye’ye kış gelirmiş. İhmal etmeden çalışmaları hızlandırmak gerek.
- Toplum liderlerini teşkilatlandırma çalışmaları çok önemli. Muhtarlar, öğretmenler, din adamları 2007’den beri eğitimden geçiyor.
- Depremi anlamak için karınca peşinde koşanları gördükçe üzülüyorum.
- Camilerde Kuran’dan sureleri yorumluyorum. Nisa Sure’si 71’de ‘düşman’dan söz ediliyor örneğin. Ben orada düşman diye depremi anlatıyorum. Kimse de itiraz etmiyor.
- 17 Ağustos’tan önce ev alırken manzaraya bakılırdı şimdi zemin raporu soruluyor.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.