Haberler

Erken Cumhuriyet İstanbul’u Bir Mimari Direnme Odağı mı?

Tarih: 27 Ekim 2008 Yazan: Gökçe Aras

Kaynak: Arkiv, TC Cumhurbaşkanlığı Köşkü - Clemens Holzmeister

Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen “Arka Oda Toplantıları”, 2008’in ikinci yarısına Prof.Dr. Uğur Tanyeli’nin “Erken Cumhuriyet İstanbul’u Bir Mimari Direnme Odağı mı?” sorusuna cevap aradığı toplantıyla başladı. Tanyeli, Cumhuriyet Dönemi öncesi ve sonrasında İstanbul’un geçirdiği değişiklikleri birçok açıdan özetleyerek başladığı konuşmasına, mimarların ülkedeki konumu hakkında bilgilerle ve dönemin İstanbul'undaki mimari faaliyetler ile Ankara’daki mimari anlayış arasında yaptığı karşılaştırmalarla devam etti.

Öncelikle uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmış bir metropolle önemli bir taşra kenti arasındaki gerilimi, ikinci olarak ise Erken Cumhuriyet Mimarlık Tarihi yazarken ülkede tek üsluplu bir anlayıştan bahsetmenin mümkün olmadığını anlamak zorunda olduğumuzu belirten Tanyeli, bunun Erken Cumhuriyet Dönemi’nin mimari çoğulculuğunu anlama meselesinden ibaret olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Tanyeli, “Bu olağan çoğulculuk içinde Doğu Akdeniz’in en önemli mimari üretim odaklarından birisi olan İstanbul’un önemli bir yeri var. İstanbul ve Ankara’daki mimarlığın birbirlerinden farkı olduğunu, birbirleriyle uzlaşmadığını çok keskin bir çizgiyle anlatmayacağım” diyerek konuşması hakkında ipuçları verdi.

Tanyeli, öncelikle Erken Cumhuriyet İstanbul'u ile ilgili bilgi vermesi gerektiğini söyleyerek sözlerine devam etti: “Erken Cumhuriyet İstanbul’u hakkındaki ilk veri, İstanbul’un nüfus kaybeden bir yer olduğu. 1925 - 1927 arasında nerdeyse %30 denebilecek bir nüfus kaybı var. Özellikle Rumların bir terki söz konusu, sadece psikolojik olarak bile burada durmanın bir anlamı olmadığını düşünmüşler. Bu terk sırasında tabii ki Rum mimarlar da gidiyorlar. 1940’da ise çok az bir artış var. İkinci bir etken ise yönetimsel. 1958 yılına kadar İstanbul’un bir yerel yönetimi yok. Bu, kentin Ankara’dan yönetildiğini gösteriyor. Diğer bir etken ise ekonomik. O dönem merkezi yönetim, kaynaklarını Ankara’daki yönetimsel altyapıya harcıyor. Kamu kaynaklarının önemli bir kısmı Ankara tarafından yutuluyor. Dolayısıyla İstanbul, yüzlerce yıldır yararlandığı kaynaklardan yararlanamıyor. 1929 yılında dünya çapında yaşanan ekonomik buhran da İstanbul’u etkiliyor. Dördüncü veri grubu ise yapılaşmaya ilişkin. Cumhuriyet’in hemen öncesinde İstanbul birçok yangınla hırpalanıyor, kentin nerdeyse 4/5’i 19. yy içinde yanıyor ve kent tekrar planlanıyor. Bu kayıpla bağlantılı olarak İstanbul ahşaptan da vazgeçiyor. Bu da İstanbul’un en planlı kent olduğunu gösteriyor. Beşinci veri grubu duygusal nitelikte. Atatürk, 1919 – 1927 arası İstanbul’a gelmeyerek bir nevi İstanbul’u cezalandırıyor. İstiklal Savaşı’na katılanlar katılmayanlara sıcak davranmıyor. İstanbulluların da Ankara’daki yeni iktidara karşı bir hoşnutsuzlukları var. Altıncı veri grubu ise mimarlık hizmeti yapan uzmanların nerdeyse tamamının İstanbul’da yaşıyor olması. Ankara’yı imar eden mimarlar bile İstanbul’da yaşıyor. Rum mimarların ise önemli bölümünün hayatı İstanbul’da başlıyor, Atina’da sona eriyor. Bütün Türkiye’de serbest çalışan mimarların nerdeyse tamamı İstanbul’da yaşıyor.

Direnmeyi ise birçok mekanizmada görmek mümkün. Bürokrasi içinde bir muhalefet var. Bu muhalefet, merkezi yönetimin İstanbul içindeki faaliyetleri sırasında vakıflarla karşı karşıya gelmesi şeklinde gerçekleşiyor. Vakıflar sık sık mahkelemelerde merkezi yönetimin aleyhine eylemde bulunuyorlar. Mezarlıklar vakıflardan alınıyor, sözgelimi belediyelere veriliyor. Vakıf mülklerinin çeşitli mekanizmalarla satışa çıkarılması gibi durumlar var. Hiçbir zaman gazetelerde ya da başka bir yerde karşımıza çıkmayan küçük bir direniş söz konusu. Ancak başbakanlık arşivlerinin derinliklerinde satır aralarında karşımıza çıkan bir direnme var. Vakıflar hemen hiçbir dönemde başarılı olamıyorlar.

Gayr-i müslim gruplar içinde de bir direnme karşımıza çıkıyor. Aynı dönemde gayri müslim grupların mezarlıklarının kamulaştırılması gibi çeşitli girişimlere direnmeye çalıştıkları ve bu nedenlerle de mahkemelerde dava açtıkları ama hiçbir zaman başarılı sonuç alamadıkları görülüyor.

Erken Dönem Cumhuriyet’in mimari etkinliklerinde sivil toplum düzeyinde bir muhalefetten de söz edilebilir. Özellikle Süreyya Paşa’nın çekingen bir liberal muhalefeti söz konusu. Süreyya Paşa Geç Osmanlı’dan başlayan bir süreçte bir tür liberal sivil toplum önderi gibi çalışıyor. Çeşitli biçimlerde uğraşlar veriyor. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde meclis üyeliği ve yasa teklifleri var, bunların çoğu merkezi yönetimin taleplerinin dışında. İstimlakların rayiç değer üzerinden değerlendirilmesi gibi bir yasa teklifi var ama kabul edilmiyor. 1927 yılında, kentsel hizmet altyapı kuruluşlarının merkezi yönetim yerine belediyeye devredilmesi hakkındaki kanun teklifi ise kabul ediliyor.

En yoğun muhalefet mimarlık meslek çevrelerinin muhalefeti. Ankara’daki büyük kamusal yapıların Türk mimarlara verilmediğinden şikayet ediliyor. Bu muhalefet 1930’lardan 1950’lere kadar devam ediyor. Arkitekt Dergisi’nin nerdeyse bütün sayılarında bu muhalefet söz konusu. Çekingen bir karşı çıkış var. Bunu açıkça zikredenler pek sevilmeyecek. Yabancı mimarlara neden iş verildiği konusunda bir muhalefet var. Mimarların Erken Cumhuriyet yönetimiyle gerilimli bir ilişkilerinin olduğunu söylemek pek yanlış değil.


Kaynak: WowTurkey, Teşvikiye Cami Civarı

Genel basında mimarlık anlamında bir muhalefetten söz etmek ise pek mümkün değil. Çok ender muhalif sesler çıkıyor. İstanbul basınında, Ankara’da Hermann Jansen Planı yapıldığı zaman, ‘bu plan yanlış’ diye yazılıyor. Ankara’daki Hakimiyet-i Milliye ise ‘tamamen yanılıyorlar, dünyaca ünlü bir şehirci asla yanlış yapmaz’ diye bir yazı yayınlıyor. Bir daha da gazetelerde imarla ilgili pek muhalif bir sesle karşılaşılmıyor. En sonunda İstanbul burjuvasının üslupsal diyebileceğimiz bir muhalefetinden söz etmek mümkün. Bu, merkezin arkasında durduğu mimari tavırlara katılmamak biçiminde dışa vurulan bir muhalefet. O dönemde merkezi temsil eden güçler hangi üslupsal tavrı öneriyorlarsa, hangi tavrın gündemde olmasını istiyorlarsa, İstanbul mimarisi bunların dışında başka bir mimari yönelimle evriliyor. Üslupsal homojenlik beklentilerini genellikle görmezden gelerek bir tür pasif direniş gösteriyor. Keskin bir direnmeden bahsetmek ise mümkün değil.

Vedat Bey’in Büyük Postane Binası’nda görülen ulusalcı romantik bir yönelim esnasında İstanbul’da bu üslüpla yapılmış yapıyla karşılaşmıyorsunuz. İstanbullular genellikle birbirinden farklı üsluplara yöneliyorlar. 1. Ulusal diye adlandırılan dönemde Art Nouveau’nun 1920’ye kadar olan uzanımlarını bile görmek mümkün. İstanbul’un bir kesiminde özellikle Rum bölgelerinde bu üslupla karşılaşıyoruz, bunu etnik bir direnme olarak da nitelendirebiliriz.

Türkler’in yaşadığı bölgelerde ise oldukça farklı bir mimariyle karşılaşıyoruz. O dönemde çağdaş tekniklerle üretilmiş, ulusalcı tavra hiç de uygun olmayan ama üslupsal tavrının ne olduğunun da altını çizemeyeceğimiz örnekler var.

1930’lardan başlayarak Ankara’da bir tür modernist akımın egemen olduğu bir dönem başlıyor. Bu, yönetimin iftiharla sunduğu bir şey. İstanbul buna da direniyor. İstanbulluların Ankara’da iş yapan mimarlarla çalışmadığı görülüyor, Holzmeister ve Taut’un İstanbul’da nerdeyse hiç yapısı yok. Bu iki mimar da İstanbul’da yaşıyor ama Ankara’da ürün veriyorlar.


Kaynak: Arkiv, Devres Villası

O dönemde İstanbul’da devletin bu modernist mimarisini bulmak istiyorsanız devletin doğrudan doğruya yaptırdığı binalara bakmak gerekiyor. Ender örneklerden birisi Bebek’te Ernst Egli’nin yaptığı Devres Villası. O dönemin İstanbul’unda 19. yy yapısı havası veren yapılar var. Bunlara örnek olarak Teşvikiye Camisi’nin karşısındaki dizi gibi belirgin Art Deco izleri taşıyan yapılar verilebilir. 1940’larda merkezi yönetim yeni bir üslupsal yapıdan yana tavrını koyuyor. İstanbul bu dönemde yine bu uslupla yapı yapmıyor. O dönemde bu şekilde yapılan tek yapı var o da Sedad Hakkı Eldem’in Elmadağ’daki kendi evi.”

İstanbul, Ankara merkezli olarak üretilen mimariyi görmezden geliyor. Bunun dikkate alınması gereken bir tarafı var. Erken Cumhuriyet’in homojen ve herkesin üzerinde ortak fikir birliği içinde olduğu bir yer olduğunu düşünme alışkanlığımızı terk etmemiz gerekiyor. Çeşitlilik ve fikir farklılıkları var. O dönem mimarları hem bu mimariyi benimsemiyorlar, hem de yazılarında, ulusalcı mimarlık yapılması gerektiğini ve kendilerinin de herkesten daha ulusalcı olduğunu yazıyorlar.”

Toplantının sonunda izleyicilerden gelen soruları yanıtlayan Tanyeli konuşmasına, bu direnme gerçeğini görmezden gelmemek gerektiğini, bu tür bir çoğulculuğun dünyanın her yerinde karşımıza çıktığını ve bunu bugün görmek istemeyişimiz bir sorun olduğunu dile getirerek son verdi.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.