Japonya Mukogawa Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Shigeyuki Okazaki 30 Ekim 2008 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde Frank Lloyd Wright gibi modernizmin önde gelen isimlerinin tasarımlarında önemli ölçüde etkilendigi Japon mimarisindeki estetik kuralları ve Japon mekanını tanımlayan bir sunum yaptı. Batı’nın, Japon mimarisini tam olarak özümseyemediğini ve yanlış yorumladığını, Modernizm’in mihenk taşlarından Şelale Evi’nin bile Japon inanışına tamamen ters şekilde, Japonlar’ın ruhu olduğuna ve kutsallığına inandıkları kayalar üstüne inşa edildiğini dile getirdi.
Yüzyıllardır harika sanat eserleri veriyor ve bunlarla ilgili yazılar yazıyor olmalarına rağmen Japonlar, Batı’daki “estetik” dalını karşılayacak felsefe metinlerini ancak 19. yy'ın sonlarına doğru üretmişlerdir. Japon estetiği hakkında yapılan bu araştırmalar ve yazılan yazılar, çoğulcu bir yaklaşımla Japon kültüründe neyin güzel ve zevkli olduğuyla ilgileniyor. Japonya’da estetik üzerine yazılmış ve yazılmaya devam eden felsefe metinlerine bir örnek de, Masayuki Kurokawa Architect & Associates’in başkanı ve Nihon Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof.Dr. Masayuki Kurokawa’nın metni.
Japon Estetiğinin 8 Belirtisi - Masayuki Kurokawa
1. Detaylarda Bütünlük: Bi
Bütünü sarmalayanın tam da detaylar olduğuna inanıyorum. İnsanlar söz konusu olunca, genel uyumun Tanrı tarafından tanımlanmış günahın farkında olmalarından değil de, utanma ve mecburiyet gibi diğer insanları düşünme ve kollamaya yönelik duygulara sahip olmaları; bir başka deyişle, toplumu oluşturan can alıcı parçalar olan bireylerin sosyal bir doğaya sahip olmaları.

Sukiya’nın dışında olmasına rağmen bahçenin her detayında odanın içinde olduğu kadar özen gösterilir. Bahçenin her köşesinin dünyanın kendisi kadar değerli olduğu kabul edilir.
Görseller: designtope.net
Mekan söz konusu olduğunda, bütün dünya, belirli bireylerin “burada” ve “orada” şeklinde ifade edildiği belirli yerlere yoğunlaşmıştır. Zaman düzeyinde de “şimdi”yi meydana getiren bireysel anlar, geçmiş ve gelecek tarafından kuşatılmıştır.

Sukiya’nın iç mekanı, oda, bahçe, dışardaki mekan, uzaktaki manzara da dahil olmak üzere, çay ustasının oturduğu yerden görünenlerin hepsini kapsar. Bir şişe dizilir gibi, içerden dışarı doğru uzanır.
Batı’nın dini inanışına göre Tanrı en küçük detaylarda gizlidir. Japonya’da ise bütünün kendisi tam da bu detayların içindedir. Detaylar bütünün parçaları değildir; detaylar bütünü içlerinde barındırırlar. Bu nedenle sukiya (çay seremonisinin yer aldığı kulübe) bütün evreni temsil eden bir mekan olarak düşünülür. Sukiya kendini bahçeye doğru ışınsal olarak yansıtır, onun da ötesine geçerek ardındaki araziye ulaşır, oradan da tüm dünyaya yayılır.

Yani dünya odadan dışarıya, (koridora, bahçeye ve daha ötesindeki araziye) doğru genişler ve dünyanın odadaki tek bir noktadan kademeli ve katmanlı olarak genişlemesi sonucunu doğurur. Japon mekan anlayışı dışarıya doğru genişleme içinde, evren de dahil olmak üzere, her şeyi kapsar. Bir tek nokta, tüm dünyanın yoğunlaşmış şeklidir.
Toplumda birey, yerleşimde bireysel binalar, mekanda “burada” ve “orada”, zamanda ise “şimdi” ile temsil edilen andır bütünlüğü kucaklayan.
2. Detayların Paralel Yekûnü: Hei
Tam da bu nedenle, yani, bütünün detaylarda bulunmasından ötürü, detaylar birbirleri arasındaki mesafeyi koruyabilirler. Bu şekilde sedece detaylardan oluşan bir yekûn içinde bir uyum yaratırlar. Detaylar bir bütünün parçaları olduklarında, bir altyapı tarafından uzlaştırılmaları gerekir. Fakat paralel olarak organize olduklarında kendi başlarına detaylar olarak aynı anda var olabilirler. Paralellik (Hei), katmanları olmayan düz bir yapıyı ifade eder. Fakat aynı zamanda bireysel detaylar hiçbir zaman bütün için kurban edilmezler.

Japon mekanlarında her bir detay eşit öneme sahip kabul edilir. Mekanlar, çeşitli bireysel detaylardan elde edilen perspektiflerin aynı anda var olmasına olanak sağlayan bir yapıya sahiptirler.

Altyapısı bir ağaca benzeyen Batı şehrini paralel network şeklinde kurulmuş olan Japon köyüyle karşılaştırabiliriz. İnsan beyni de benzer sekilde, nöronların paralel ağ oluşturmasından meydana gelir. Keza internet, bireylerden meydana gelen bir paralel ağdır. Demokrasi paralel ilişkiler demektir.
İnsan beynindeki hücreler –nöronlar– birbirine paralel var olan aynı zamanda bağımsız, dağınık birimlerdir. Gerekli olan her durumda, uyarılar yoluyla ilişki kurarlar.

Kazuyo Sejima tarafından tasarlanan 21. Yüzyıl Sanat Müzesi, dairesel bir cam duvarın içine yerleştirilmiş dikdörtgensel sergi odalarının paralel birlikteliğinden meydana gelir. Müzenin içi aynen bir köy gibi düzenlenmiştir. Mekanı oluşturan sergi odaları birbirlerine olan mesafelerini korurlar. Bu bireysel odaların serbest bağlanmasıyla sergiler düzenlenebilir.
3. Civarlarındaki Detaylar Tarafından Oluşturulan İmalar: Ki
Mimarlığın iki çıkış noktası vardır: Mağaralar ve dikmeler. Mağaralar, içlerinde belirgin kavranabilir mekanlar oluştururken, dikmeler muğlak ve kararsız imalarla mekanlar oluştururlar. Japon mimarlığı, dikmelerle oluşturulmuş mekana dayanır. Bu nedenle geleneksel Japon mimarlığında odanın bir konsepti yoktur, sürme kapılarla (fusuma ve shoji) ayrılmış mekan tamamen muğlak ve kararsızdır. Hem insanlar hem de nesneler imalarla doludur ve Japon insan ve nesne bilinci onları çevreleyen mekanı da kapsar. İnsanlar ve nesneler tarafından oluşturulan bu muğlak atmosfere Japonlar büyük önem verirler. Japon insanının bilinci “kendilik” fikrinden ve otonomiden uzak görünebilir. Bunun nedeni Japon bilincinin, ima ruhunun bir manifestosu olmasıdır ve Japon bilinci diğerleriyle olan imalı, gizli ilişkilerin devamlılığına önem verir. Bu duyu, ma fikrini doğurur.

Mimarlıkta iki temel form vardır: mağaralar ve dikmeler. Dikmeler çevrelerine dolaylı bir önermede bulunurlar ve insanlar bu tür önermelerle sarmalandıklarında kendilerini güvende hissederler. Japon mimarisi temel olarak, dikmelerin imalarıyla ifade olunan ma prensibine dayanır.


Batı mimarisi başlangıç noktası olarak mağarayı görür, Japon mimarisi ise dikmeleri. İmalarla oluşturulan mekanda iç ve dış arasında bir karşıtlık yoktur.
4. Detayların görünüşüyle yaratılan karşılıklı uyum: Ma
Japonya’da sosyal uyum, izan ve utanç duyguları gibi insanların birbirlerine olan ilişkileriyle ilgili faktörlerce yaratılır. İnsanların, aynı anda var olabilmeleri ve uyum içinde yaşamaları için tek tanrılı toplumlarda, kesin değerlere dayanan normlar vardır. Tanrıların doğada ve nesnelerde olduğuna inanılan çok tanrılı Japonya’da ise bu tür normlara rastlanmaz. İnsanlar arası uyumu sağlamanın anahtarı izandır.

Uyum yaratmak için gerekli olan mesafeye Japonca’da ma denir. Utanç ve uyum duygusunun insanlarda yarattığı görüntü diğer insanların, nesnelerin, seslerin, resimlerin görüntüleriyle uyum sağlar. Ma konseptinin Batı dünyasında oluşmasının ihtimali düşüktür çünkü mutlakiyetçilik Batı’daki baskın prensiptir.
Dünyanın ayrı köşelerinin çevresi, varoluşu ile adı bulanık ve anlaşılmazdır. Bir dağın nerede bittiği belli değildir. İnsanlar, civarlarında bir alan duygusuna sahiptirler ve insanlarla nesneler arasında tanımlı sınırlar yoktur. Ma, bu periferideki bir araya gelmelerden oluşur.
Bir insanın kalçasının nerede bittiği belli değildir. Kalça, sırta belirsiz bir şekilde bağlanır. Bir kadının vücudunun güzelliği, anlamın belirsizliğinden kaynaklanan ma hissinden doğar.
5. Gizlemeyle Yaratılan İhtişam: Hi


Soldaki imajda tipik bir Japon evinin iç mekanı görülüyor. Arka planda akari-shoji adı verilen, ahşap ve kağıttan mamul duvar var. Figürlerin arkasından gelen ve yerden yansıyan ışık zengin bir mekan oluşturuyor. Sonraki imaj ise Masayuki Kurokawa tarafından tasarlanmış bir kol saatine ait.
Bu tasarım, bir yandan sadeleştirmenin sınırlarını zorlarken, diğer yandan buzlu camdan imal ekranından kaynaklanan sisli duruşuyla karmaşık detayların ipuçlarını veriyor.
6. Dünya Başlangıçta Ahenkliydi: So
Japonların, doğanın gerçekte ahenkli olduğuna dair yerleşik bir inançları var. Japonların doğaya olan yaklaşımı çatışmacı değil, bazen bize zarar da veren ama diğer zamanlarda nimetler sunan doğaya karşı uygun bir mesafede durmak önem taşıyor. Aynı his açık olarak Japonlar’ın birbirleri ve diğer insanlar arasında kurdukları mesafede de söz konusu.
İnsanlar doğayla aralarına bir mesafe koyarken, doğadaki uyumunun bir parçası oluyor ve katışıksız doğanın sahip oldukları en mükemmel şey olduğunu hissediyorlar. Bu yüzden doğa, kendi haline bırakıldığı, etrafında hoşnutsuzluğa yol açmadığı bir uzaklıkta olmalı.

Sukiya doğanın karşısında kurulmaz ve bahçe Sukiya'nın bir parçası olarak kabul edilir. Bu yaklaşım, kesinlikle dünyanın gerçekte ahenkli olduğuna dair yerleşik bilinçten kaynaklanıyor.
Japon evleri, ahşap, bambu, toprak ve kağıttan yapılır. Bu, malzemenin bozulmamış halini kullanarak bir nevi doğa ile birleşme girişimi olarak görülebilir. Onarılan duvarlar ise doğal güzelliklerini yansıtmak için kullanılır.
İkinci resmin solunda bir Japon kimonosunda kullanılan baskıyı görüyoruz, yanında ise Batı’ya ait bir giysinin üretiminde kullanılan başka bir baskı yer alıyor. Siyah bölümler çıkarılmış, ancak kimonoda çıkarılmış bir kumaş parçası yok. Bu da, kimononun, kumaşın doğal haliyle yapıldığını gösteriyor.
Bir sonraki imajda gözüken, Issey Miyake’nin “Ichimai no nuno” serisine ait bir giysi. Bu giysi iki noktasından kesilen bütün bir kumaştan üretilmiş ve kollar eklenmiş.
7. Direnişsiz Akan Güzellik: Ka
İnsan yaşamı ve evren aslında bir süreksizlik fikri olarak, mütemadiyen değişmeye devam ediyor. Bu his kesinlikle dört mevsimin net bir şekilde hissedildiği Japon iklimine dayanıyor. Sonbaharın, geçici bir uykunun hüküm sürdüğü kışa sırasını vermesi gibi bahar da sonunda yaza dönüyor. Japon estetiğinin sonsuza dek aynı kalmama durumu bu değişimlerin bir yansıması.
Ayrıca, devamlı değişimin canlılık hissi negatif bir anlam ifade etmiyor, aksine insanlar, kendilerini bu sürekli değişime emanet etmekten keyif alıyor.
Taş, fusuma sürgülü kapı, hareket edebilen ve dış mekanda bütünün bir parçasını oluşturan byobu paravanları gibi kalıcı malzemelere oranla kolay tutuşabilen, kolay bozunan ahşap, bambu, toprak ve kağıt dışındaki malzemelerle yapılan evler, Japon estetiğinin içermekten memnun olduğu değişken kaliteye sahip.
Geçicilik ve süresizlik hissi (ka), bir taraftan doğayla arasında mesafe bırakarak, diğer taraftan doğanın akışına kendini emanet ederek pozitif yaşamak konusundaki gönüllülüğü yansıtıyor. Bu, kısa süreli bir teslimiyet hissinden değil, evrensel bakıştan ve her şeyin aslında geçici ve süresiz olduğunu kabul eden düzen hissinden kaynaklanıyor.
Burada, estetik bilincin doğanın akışına güvenmek konusunda gönüllü ve olduğu gibi kabullenmeye hazır olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım yaşamın doğanın zıttında yol aldığı kabul eden Batı’daki uyarlamadan tamamen farklı.

Bu, geleneksel Japon evindeki tipik bir iç mekan. Dış duvarlarda düzenlenen akari-shoji kapılarında olduğu gibi, iç mekanı bölen fusuma sürgülü kapıları kağıttan yapılmış. Buradaki fikir, Dışarıyla bağlantılı iç mekanda geçici bir mekan yaratmak.

Bir diğer resimde görülen ise Masayuki Kurokawa tarafından tasarlanan bir ryurei (çay seremonisi sırasında kullanılan masa ve sandalye). Dışa açılan geleneksel Japon Evi tarzındaki akari-shoji mobilyaların bir parçası.

Ahşap ve kağıttan yapılmış, ışığın içinden geçerek içeriyi aydınlatmasına izin veriyor. Eğer washi kağıdından yapılan masa üstü kirlenir ya da yırtılırsa, kolayca değiştirilebilir.
8. Yaratma Yok Etmedir: Ha
İnsanların kendilerini doğanın akışına bırakmaya hazırladığı yaşama biçiminden ortaya çıkan yaklaşımla yan yana duran bir başka estetik yaklaşım bulunuyor. Bu yaklaşım, var olan kavramlar ve önyargıları yıkarak, onlara direnerek olanaklı hale gelen yaratıcılık inancına dayanıyor.
Ha (yok etme) estetik kavramı, tanımlanan diğer Japon estetik manifestolarını güçlendiriyor ve yeniden canlandırıyor. Jo-ha-kyu ve shu-ha-ri üçlü konseptlerinin içinde gibi gözüken ha fikri, devrimci bir fikir. Bu bağlamda, mevcut akışı yıkacak ve ileriye dönük atılımlara izin veren bir araç olarak düşünülebilir. Muhalefetle uyarlanan ve yıkım süreci boyunca gerçekleştirilen yaşam güçleri bu fikri oluşturuyor.

Ha, Japonlar’ın düşüncelerinde gizli bir çeşit yaşam üretme aracı olarak da tanımlanabilir.
Sukiya, askeri sınıfın tepesindeki Toyotomi Hideyoshi’ye karşı tüccar Sen no Rikyu tarafından yöneltilen bir isyan mesajıydı. Bu yıkıcı mesaj, Japon estetiğinin önemli görüşlerinden birinin kurulmasıyla sonuçlanan egemen sınıfa yönelmişti.
Kiraz çiçekleri, sadece tamamen bir çiçeğe dönüştüğü an değil, aynı zamanda dökülmeye başladığı an da Japon estetiğinin manifestoları. Ölümü sembolize eden bu doğal değişim, aynı zamanda yeni mevsimin habercisi.
Sandalye tasarımı Shiro Kuramata’ya ait. Burada, tasarımcının var oluş doğasına karşı bir ayaklanma öneren güçlü yıkım niyeti hissedilebiliyor.