Haberler

Mimarlığı “Dekolonize” Etmek

Tarih: 16 Ocak 2009 Kaynak: Bozar.be, We-make-money-not-art.com, Dominionpaper.ca, Decolonizing.ps Yazan: David Parker Derleyen: Burcu Karabaş
2008'in sonunda Brüksel'deki Güzel Sanatlar Sarayı Bozar'da açılan "Decolonizing Architecture" (Mimarlığı Bağımsızlaştırmak) başlıklı sergi, Filistin'deki İsrail yerleşimlerinin dönüşümünü konu alıyordu. Tüm dünyanın "izlediği" İsrail saldırıları tüm hızıyla devam ederken, Sandi Hilal, Alessandro Petti ve Eyal Weizman'dan oluşan Beytüllahim ve Londra çıkışlı mimarlar grubu, Filistin'in geleceğine yönelik ihtimalleri, bu sergide izleyiciyle paylaştıkları bir dizi mimari öneriyle tartışmaya açmayı hedefledi. İsrail'in hakimiyet mimarlığını temel alan kolonilerin ve askeri yapıların nasıl tekrar kullanılabileceği, dönüştürülebileceği ve Filistinliler'in yaşayabileceği mekanlar haline gelebileceği sorularına yanıt arayan çalışmaların sergilendiği etkinlik, Ocak 2009'da sona erdi.


"Decolonizing Architecture" projesinin vizyon modeli
Kaynak: Decolonizing.ps

İsrail kolonileri ve askeri üslerinin var olan hakimiyet araçları arasında en acımasızlarından biri olduğu düşünülürse, üç mimarın gerçekleştirdiği bu proje, İsrail'in kendisine mal ettiği topraklara sadece mimarlığın ve kent planlamasının izlerinde değil, bireylerin ve organizasyonların -dolayısıyla farklı kültürel ve politik perspektiflerin- katıldığı bir spekülasyon arenasında yaklaşmayı hedefledi. Bu hedefe yönelik olarak ise, "İsrail hakimiyetinin mimarlığı nasıl dönüştürülebilir veya Filistinliler tarafından tekrar nasıl kullanılabilir?" sorusunun ekseninde şekillendi. Mimarlığı, "dekolonizasyon" sürecinin mekansal açılımını yapmak amacıyla kullanan çalışma, ırkçı ideolojilerin sembolleri, güç dengelerini somutlaştıran fiziksel faaliyetler, askeri cephanelikler, suç mahalli ve kimi zaman da lanetlenmiş alanlar olarak algılanan boşaltılmış kolonyal mimariyi konu aldı.


Kaynak: Decolonizing.ps

Yıkmak mı, Tekrar Kullanmak mı?


Gazze'yi yıkan İsrail güçleri (2005)
Kaynak: Decolonizing.ps
Boşaltılmış sömürge bölgelerinin mimarlığı söz konusu olduğunda ilk akla gelen yaklaşımlar, yıkım ve tekrar kullanım oluyor. Yıkım, "bir hakimiyet ve kontrol aracı haline gelmiş mimarlıktan kurtulma" olarak algılanıyor. Ancak bir tabula rasa yaratmak, göründüğü kadar kolay olmuyor. Sonucu, yıkımlar, harabeler ve onlarca yıl sürebilecek çevre hasarları oluyor. İsrail'in 2005 yılında 3.000 evi yıkarak boşalttığı Gazze yerleşim bölgesinde, etrafa yayılan 1,5 milyon ton zehirli moloz, toprağı ve su havzalarını kirletmişti.


Tekrar kullanılan alanlara bir örnek: Almuqata (Arafat'ın Mozolesi)
Kaynak: Wikipedia

Tekrar kullanmak ise, sömürge olmaktan kurtulan devletlerin çoğunluğunun benimsediği bir strateji. Sömürgeci devlet tarafından inşa edilen altyapıyı kendi yönetim ihtiyaçlarına göre tekrar şekillendirmek ve uyuşmazlık ve değişimden çok, bir süreklilik hissi uyandırmak bu projelerin ana fikrini oluşturuyor. Kolonyal villalar finans sektörünün, saraylar ise politik camianın elit kesimi tarafından paylaşılıyor. Ordu ve diğer güvenlik güçleri için inşa edilmiş tesisler ile hapishaneler ise yeni kurulan devlet tarafından kullanılmaya başlıyor.

Üçüncü Seçenek..?
Bunların dışında kullanılan bir diğer strateji ise, "çökertme" olarak tanımlanıyor. Kolonyal mimarlığı, saptırmak ve inşa edilme amaçlarından farklı işlevler için kullanmak anlamındaki bu yöntem, etkisini kaybeden hakimiyet tarafından oluşturulan yapılaşmış çevreyi tamamen farklı işlevlere yönlendirmekten temel alıyor.

Bu stratejiye bir örnek olarak, Sırbistan'ın başkenti Belgrad yakınlarında 1938 yılında inşa edilen eski fuar alanı Staro Sajmište verilebilir. İkinci Dünya Savaşı'nda bir Nazi toplama kampına dönüştürülen Staro Sajmište, tüm Avrupa'da bir kentin en yakınında konumlanan ve dolayısıyla herkesin "seyredebildiği" bir kamp olma özelliğini de taşıyor. Savaştan sonra çingenelerin kamp alanı haline gelen bölge, sergileme alanından ölüm kampına, daha sonra yeni bir toplumsal yaşam alanına dönüştü. Şimdi ise tekrar tehdit altında.


Staro Sajmište
Kaynak: Google

Filistin'deki İsrail yapılaşmasına ek olarak konut ihtiyacı da hesaba katıldığında, yıkım, tekrar kullanım ve çökertme stratejilerinin üçünün birden eş zamanlı olarak uygulanması gerekliliği ortaya çıkıyor. Üç mimarın, mimarlığı kolonizasyondan kurtarmayı konu alan projesi, tek bir mimari çözüm getirmek yerine, bir ihtimaller seçkisi sunmayı tercih ediyor.

Sergi, mimarların öneri ve düşüncelerini iki vaka etüdünde ele alıyor: Filistinliler'in yaşadığı bölgenin kontrol altında tutulduğu Ramallah yakınındaki P'sagot ve Beytüllahim yakınındaki terkedilmiş Oush Grab askeri kampı. P'sagot, çalışmada hayali senaryoların üretildiği bir alan olarak yer alırken, Oush Grab ise, Filistinliler'in kamusal parka dönüştürmeye, İsrail yerleşimcilerinin ise orduyla ele geçirmeye çalıştığı gerçek bir mücadele alanı.

Mimarlığı, sosyal ve politik sorunları irdelemek için geliştirilebilecek ihtimal senaryoları yaratmak için kullanan araştırmanın ekip üyelerinden İsrail doğumlu, Londralı mimar Eyal Weizman, 2007 yılında yayınlanan "Hollow Land"de, işgal altındaki Filistin topraklarındaki jeopolitik koşulları yeniden tanımladı. İsrail ayrımcılığının yarattığı politik durum, Filistinliler üzerinde kurulmuş tam bir kontrol ağından ibaret. Söz konusu ağ içinde kalan bölgelerdeki mimarlık ve kentsel planlama örnekleri ise, geç modern döneme ait sömürge hakimiyetini kanıtlar nitelikte. İsrail, Gazze'nin yeraltı su havzalarını, Batı Şeria'yı, hava sahalarını kontrol ediyor. Sadece İsrailliler'in girebildiği yerleşim alanları, otoyollar inşa edildi ve Batı Şeria'da alınan ekstra güvenlik önlemleriyle Gazze bir açık hava hapishanesine dönüştü.

Weizman, bölgenin doğal ve yapısal özelliklerinin çekişmeyi arttıran bir silah işlevi gördüğünü düşünüyor. Her biri İsrail otoriteleri tarafından idare edilen katmanlardan oluşan bir bölge haline gelen işgal altındaki topraklarda, sınırlar İsrailliler için geçirgen, Filistinliler için ise tam tersi özellik taşıyor. Kontrol noktaları ise, insanlar için aşağılanma kaynağı demek.


Oush Grab Askeri Kampı
Fotoğraf: Francesco Mattuzzi

Projenin getirdiği öneri
Kaynak: Decolonizing.ps

İsrail'in politik gücü, yapısal çevrede hüküm süren ilişkileri yeniden tanımlıyor. Kaynağını İsrail ırkçılığı ve sömürgeciliğinden alan Batı Şeria ve Gazze'deki çatışmalar, aralıklarla yaşansa da mekanlar üzerindeki yıkıcı etkisi ve buna bağlı olarak başlayan inşaat çalışmaları kalıcı oluyor. Bölgedeki sınırlar, bir gün içinde tamamen değişebiliyor. Kendi topraklarını kirletmemeye özen gösteren İsrail güçlerinin saldırılarına göre, sınırlar tekrar tekrar şekilleniyor, Filistinliler'e ait evler yıkılıyor, çiftliklere ise el konuluyor.

Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerini, ana bileşenleri eş merkezli çemberler, çitler, projektörler ve devriye güzergahları olan militer tasarımlar olarak algıladığını söyleyen Weizman, 2007'de Canadian Centre for Architecture'daki bir konuşmasında, söz konusu bölgeleri "çevreye serpiştirilmiş gözetleme noktalarından yayılan optik matrisler" olarak tanımladı. Bu mekanların psikolojik etkileri ise elbette önceden hesaplanmış. Geçmişten beri kullanılan köklü bir yöntem olan korku, bölgedeki Filistinli halkı yerinden etmek için tetikleyici etken görevi görüyor.

Kanada'daki Dalhousie Üniversitesi'nin kampüsünden yayın yapan CKDU FM'in haber koordinatörü David Parker, Kanadalı serbest yazar ve Orta Doğu foto muhabiri Jon Elmer'la savaşın bölgede yarattığı yaşam mekanlarını ve yapılan faaliyetlerin ne anlama geldiğini konuştu. Elmer, 2003, 2005 ve 2007 yıllarında Gazze ve Batı Şeria'da görev yaptı.

Jon Elmer: İsrail ve Filistin arasındaki zıtlaşma tarzının, dünyada son 200 yılda yaşanan ve yerli ile göçmen halklar arasındaki ayrımdan kaynaklanan hemen hemen tüm ülke içi çekişmelerde tekrarlandığını farketmek çok önemli. Kuzey Amerika'da "koruma altındaki bölge", Güney Afrika'da "Bantustan" ve Nazi hakimiyeti altındaki Avrupa'da "getto" olarak tanımlanan bu bölgeler, aslında hep aynı özellikleri taşıdı. Sharon, Olmert ve Likudnikler (İsrailli merkez sağ parti üyesi) ise onlara "kanton" demeyi tercih ediyor.

Asıl ilginç olan, Filistin'de gettolaşmanın yasal hale gelmesi. Daha açık söylemek gerekirse, tüm Filistin'in bir gettoya dönüştürülmesi söz konusu. Gazze Şeridi'ndeki açık hava hapishanesi, sadece bir buçuk yıldır medyanın ilgisini çekiyor ancak 20 yıldır orada. "Açık hava gettosu" olarak da tanımlanabilecek bu alanın oluşturulma fikri, Filistinliler'in İsrail'e karşı 1987'deki ilk direnişinin ardından ortaya çıktı. Gazze Şeridi dışındaki kontrol noktalarıyla başlayan süreç, Batı Şeria'dakine benzer bir ayırma duvarı inşa edilmesiyle devam etti. Bu çalışma, görünürde burada yaşayan İsrailli göçmenleri korumak için yapıldı.

Gazze Şeridi'nde yaşamak, başınızı kaldırdığınızda havadan fotoğraf çeken uzaktan kontrollü araçlar, Apaçi helikopterleri ve F-16 savaş uçakları, denize baktığınızda ise sahile belirli aralıklarla ateş açan modern İsrail savaş gemileri görmek anlamına geliyor. Bulunduğu yerden ayrılamayan getto nüfusu, üniversite çağına gelmiş olmasına rağmen ailesini görmeye hiç gidememiş gençleri de içeriyor.


Oush Grab Üssü
Kaynak: Decolonizing.ps

İşlev saptırma yaklaşımıyla
yeniden kullanım önerisi

Bu bölgeyi bir "açık hava hapishanesi" olarak nitelendirmek bir klişe değil. İnsanlar, bölge dışına çıkamıyor ve dışarıdakiler içeriye alınmıyor. Birleşmiş Milletler'in "şok edici ve utanç verici" olarak tanımladığı kuşatma, enerji ve su hatlarının kesildiği, yakıtın bulunmadığı ve kanalizasyon sisteminin çalışmadığı bir bölge yaratmış.

Aslında durum, sadece bir hapishane benzetmesinden ibaret değil. Gazze, bölgeye sık sık giden Amerikalı Jennifer Lowenstein'ın anlattığı gibi, bir hapishaneden çok daha kötü durumda. Kapıların kapalı olduğu ve yüksek duvarların çevrelendiği "normal" bir hapishanede en azından kaçmaya çalışanlar keskin nişancılara hedef olurken, Gazze'de durum bunun tam tersi olarak karşımıza çıkıyor. Tüm gözetleme kuleleri, toplar, savaş uçakları ve gemileri, hapishanenin tam da ortasına yönelmiş durumda ve saldırılar, doğrudan içerideki insanlara yönelik. Duvarın yakınına dahi yaklaşamayan insanlar, duvara sprey boyalarla "Özgür Filistin" yazmayı akıllarından bile geçiremiyorlar, çünkü bunu yapan 12 yaşında bir kız çocuğu veya çilek toplamaya giden bir aile de olsa, daha önce yaşananlardan kurşuna dizileceklerini biliyorlar.

Bir Filistinli'ye yaşam koşulları hakkında dünyaya ne anlatmak istediği sorulduğunda, "Sadece gelin ve burada bir gün yaşayın," cevabını veriyor. Gazze Şeridi'nde durup kabaca etrafa göz gezdirdiğinizde, aslında her şey çok açık. Asıl kafa karıştırıcı ve şok edici olan, dünya genelinde ve özellikle de Amerika'da hüküm süren hareketsizlik ve Filistinliler'in yaşadıklarının "normal" olarak kabul edilmesine yol açan sakinlik.

David Parker: Biraz Batı Şeria'dan bahsedelim. Filozof Michel Foucault'nun Panopticon konseptine göre, modern hapishane mimarisi, her köşeyi en ince ayrıntısına kadar gözetleyen ve bu yolla mahremiyeti ve insan itibarını devreden çıkaran bir gözetleme kulesi içeriyor. Eyal Weizman, bu konsepti Batı Şeria'daki İsrail yerleşim bölgelerine benzetiyor. Vadilerin tepesinde konumlanmış korumalı kalelere benzeyen yeni yerleşkeler, yapıların pencereleri Filistin köylerinin bulunduğu alt kotlara bakacak şekilde ayarlanmış. Bu yöntemle, tek kontrol edilen vadilerdeki hareketler değil, Filistinli halkın psikolojisi de oluyor. Batı Şeria'da, İsrail yerleşim bölgelerinin yakınında yaşamak nasıl bir duygu?

Jon Elmer: Bu yerleşim bölgeleri, Panopticon eşitliğinin yalnızca bir parçası. Ek olarak, 500'den fazla askeri kontrol noktası ve set, kalıcı askeri birlikler ve her gün yaşanan baskınlar söz konusu. Batı Şeria'daki köylere günde ortalama 5 veya 10 saldırı düzenleniyor. İsrail yerleşimleri ise giderek yayılıyor. Şu an 235 yerleşim bölgesinden 125'i yasal hale geldi. Yarım milyon İsrailli, Batı Şeria'da sınırsız haklarla, kendi ülkelerindeymiş gibi yaşıyor. Kendi otoyolları, sokakları, askeri koruma birlikleri, su kanalları var ve en yüksekte konumlanan vadilerden etrafı etkili bir biçimde kontrol altında tutuyorlar.

Bölgeyi istila eden İsrailliler, basitçe kutsal kitabın çağrısına uyan aileler değil ne yazık ki. Bu hareket, büyük ölçüde ekonomik sebeplerden kaynaklanıyor. Tam da kilit otoyolların ve önemli su havzalarının civarına konumlanmasına bakılırsa, yerleşmelerin jeopolitik olduğu çok açık. Zaten, İsrail devletinin ilk andan beri uyguladığı politika buydu.

2003'te, Batı Şeria'da muhabirlik yaparken, sadece yeni yerleşimciler tarafından kullanılabilen yollarda seyahat etmek bana çok mantıklı gelmişti. Çünkü, normal şartlarda 2 gün süren 75 kilometrelik Cenin - Kuzey Kudüs mesafesi, bu yollar kullanıldığında 1 saatte aşılabiliyordu. Batı Şeria'daki günlük yaşamın gerçeklerinden biri de bu.

Otostop çekerken tanıştığım İsrailliler'e yaşamları hakkında sorular yönelttim ve çoğunun Filistin toprakları ve İsrail arasında gidip gelen 750 kilometrelik "ayrım duvarı"na, "zaten onlara ait olan oturma odalarını" ikiye böldüğü için karşı olduğunu öğrendim. Onlara göre buna gerek yoktu, çünkü geçici birer baş belası olarak görülen Filistinliler, bu topraklardan çıkarılarak Ürdün'e atılabilirdi. Lego parçacıklarını birleştirir gibi yerleşim bölgesi inşa eden İsrailliler, uzun vadeli projelerinin bu parçalarını bağlamayı da ihmal etmiyor.

Bazı İsrailliler, gerçekten İncil'in onları eski topraklarına geri getirdiğine inanıyor. Yerleşimciler arasında lider bir ruh efsanesi dahi dolaşsa da, gerçekte bu bölgeler dev birer altyapı projesinden ibaret. Buldozerlerin girdiği alanlarda, yapılan ani saldırılar sonucu projeler inşa ediliyor. Yaptıkları, askeri amaçlar ve harekatlar için düzenlemeler değil, tam olarak büyük kentler kuruyorlar. Yeni inşa edilen konutlarla kurulması gereken bağlantı inşaatlarının bazen birkaç yıl sürdüğü, son aşamada da güvenlik yolları ve tampon bölgelerle birleştirilen büyük şehirler bunlar.

Gazze ve Batı Şeria'da gördüğünüz çitler, bir sınırı değil, tampon bölgeyi işaretliyor. Tampon bölgenin yakınına gelmek, bir Filistinli için tehlikede olduğu anlamına geliyor. Bu sıkı kontrol, yarı askeri bir rejim tarafından yürütülüyor. Filistinliler, ordu tarafından bölgelerinden çıkarılıyor ve bu sırada askeri yöntemler kullanılıyor. Durumu kısaca tanımlamak gerekirse, burada söz konusu olan şey, dünya ülkeleri kendi çapında bir tür barış sürecini devreye sokmakla oyalanırken, devlet ve İsrailli yerleşimcilerin iş birliğiyle uygulanan dev bir "İsrail'i genişletme projesi".

Bu bağlamda, İsrailliler'in rolünü algılamak çok önemli. Onlar, "ülkelerine geri dönen" öncü topluluklar değil. Aksine, bölgeyi sömürgeleştirmek ve mümkün olan her yerden Filistinliler'i çıkarmak için geliyorlar.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.