Haberler

Çatıdan Akan Yağmur Suyunu Toplamak Bile Yasaklanacak

Tarih: 17 Mart 2009 Kaynak: Birgün Yazan: Fuat Uzan
Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı 5. Dünya Su Forumu tepkilerle başladı. ‘Farklılıkların Suda Yakınlaşması' olarak belirlenen ve 140 ülke temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirilen forumun yapılma nedeni "küresel ısınmayla birlikte tüm dünyada yaşanan su sıkıntısına çözüm bulunması" olarak açıklanırken, su hakkı savunucuları foruma, "Türkiye'deki su havzalarının ve suyun özelleştirileceği" gerekçesiyle karşı çıkıyor ve suyun insanlar için bir "hak" olduğunu savunuyor.

‘Su Kıtlığını Körüklüyorlar'
Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Başkanı Eylem Tuncaeli "Yeni kâr ve pazar alanları artık suyu da kapsıyor. Su yaşam için vazgeçilmez bir öge olduğu halde dünyada su ve su hizmetlerinin özelleştirilmesi yönünde yürütülen politikalar yaşamı tehdit ediyor", Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngör "Su özel firmalara teslim edildiğinde fiyatlar yükseliyor, hizmet kalitesi düşüyor" değerlendirmesinde bulundu. Araştırmacı yazar Gaye Yılmaz "Akan suları durdurmak, önüne set çekmek, bir yerlerde hapsetmek ve akan suyun doğal çevrimini engellemek. Sonra da bunu parayla satmak su kıtlığını ve dünyadaki çölleşmeni süreci tetikleyecektir" diyor. Bir başka eleştiri de Küresel Eylem Grubu (KEG) Sözcüsü Gökşen Şahin'den geldi: "Herhangi bir şirketin su hakkı üzerinde ‘hak' iddia etmesi ve bunu para karşılığında satıyor olması kabul edilemez."

Tanık: Ankaralı bunları savunduklarını çok iyi biliyor
CHP Çankaya Belediye Başkan adayı Bülent Tanık, İstanbul'da bugün başlayan Dünya Su Forumu'na karşı oluşturulan Alternatif Su Forumu'na destek verdi. Tanık, Suyun küresel piyasa faktörleri tarafından ekonomik bir mal olarak tanımlanmasının insan hakları ile bağdaşmadığını vurguladı.

Dünya Su Konseyi'nin, düzenledikleri forumlarla Türkiye'deki tüm suların özelleştirilmesini amaçladığına dikkati çeken Tanık, "Forumdaki politikacıların savunduklarının en acı örneklerini Ankara'da yaşadık. Ankara'da su fiyatları hızla arttı, halkın su ihtiyacı arıtılmamış Kızılırmak suyu ile temin yoluna gidildi. Bu yetmiyormuş gibi bir de kirli suya zam yapıldı. Beceriksiz yönetim sonucu su şebeke boruları patladı, halk sağlığı tehdit edildi, sorununun çözümü ise takdir-i ilahiye havale edildi" diye konuştu.


Su, özel şirketlere kalınca dertler daha da artacak. Liberal politikacılar işte bunu savunuyor. Son yıllarda su ticari bir mal haline getirtilerek suya olan erişim kısıtlandırılmaya çalışılıyor. Üstelik suyu sadece şişe içerisine koyup satmak ile ticarileştirme gerçekleştirilmiyor. Su için para istenmeyip hizmetine bedel istenebilir. Türkiye'de kentsel su dağıtımı hizmetlerinin taşeronlaştırılması ile ilgili projeler yapılıyor. Bu projenin gerçekleştiği yer olarak Antalya'yı gösterebiliriz. Buradaki firma su hizmetine yüzde 34 zam istediği için ve bu karşılanamadığı için işi bıraktı ve konu uluslararası tahkime gitti.

Suyu Özelleştirmek Kıtlığı Getirir
Dünyada yaşanan örneklere baktığımızda ise özellikle Güney Amerika'da suyun dağıtımının özelleştirilmesini ele alabiliriz. Burada yağmur sonrası çatılardan akan suyun insanlar tarafından toplanması bile yasaklandı ve sadece para karşılığında suyun kullanılabileceği şeklinde yasalar çıkartıldı. Su, özel firmalara teslim edildiğinde fiyatlar yükseliyor, hizmet kalitesi düşüyor. Para ödeyemeyen abonelerin abonelikleri hemen kesiliyor.

Dünya Su Forumu suyun bir insan hakkı olduğunu ve herkese erişim hakkının sağlanması gerektiğini söylüyor. Ama su ticarileşmemelidir, kamu hizmeti olmamalıdır demiyor. Çünkü dünya su formunu bankalar, inşaat firmaları hükümetler, finans kuruluşları düzenliyor. Forum dünyadaki su ile ilgili gündeme gelen sorununu çözmek için değil su pazarını düzenlemek için kurulan bir kuruldur.

Suyun fiyatlandırılmasının önünü açmak için de kıtlığı gerekçe gösteriyorlar. Kıtlığa neden olarak da bulaşık makinesi kullanılmaması, dişlerin fırçalanırken musluğun açık bırakılması gibi örnekleri sıralıyorlar. Böylece suyu pahalaştırırsak insanlar suyu daha tutumlu tüketir şeklinde bir öngörüleri var. Ancak bu istatistiklere uymuyor çünkü dünyanın toplamında tüketilen suyun yüzde 75'i tarımda kullanılıyor. Sadece yüzde 10'u kentlerde tüketiliyor. Bu nedenle hiçbir şekilde suyun özelleştirilmesi kabul edilemez. Formu düzenleyenlerin temiz suya erişim hakkı umurlarında değil, gözleri sadece parada.

Su kıtlığı, suyu parayla satmak için bahane
Su yaşam için vazgeçilmez bir öge olduğu halde dünyada su ve su hizmetlerinin özelleştirilmesi yönünde yürütülen politikalar yaşamı tehdit ediyor. Yeni kâr ve pazar alanları artık ne yazık ki hava ve su gibi yaşamsal değerlerimiz olmaya başladı. Bünyesinde Çok Uluslu Şirketleri (ÇUŞ) ve büyük yatırım bankalarını barındıran Dünya Su Forumu ile asıl amaçlanan diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de suyun ticari bir metaya dönüştürülmesidir.

Bu noktada İller Bankası ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi kurumları işlevsizleştirmeye, belediyeleri dış kaynaklı yüksek ölçekli kredilerle uzun vadeli borçlandırmaya, akarsularımızı bile özelleştirmeye yönelik politikalar birer birer hayata geçirilmeye çalışılıyor. Dünya Su Konseyi, su kıtlığının tüm insanlığın ortak sorunu olduğu varsayımından hareketle su kaynaklarının serbest kullanım ve ticaretini savunuyor. Bu suyun sermaye tarafından küresel düzeyde kontrol altına alınması için izlenen politikalar, suyu kamusal bir hizmet olmaktan çıkartılarak, suyun kaynaktan temini işlenmesi, iletimi, arıtımı hizmetlerinin serbest piyasa koşullarında yapılmasının önü açılıyor. Her ülkede suyun özelleştirilmesine yönelik adımlar aynı. Önce susuzluk dillendiriliyor bu şekilde su kıtlığının yaşandığı insanların beynine yerleştiriliyor. Artık hava durumlarından sonra barajlardaki suyun doluluk oranlarını izler bir kentli olduk. Diğer yandan dünya nüfusunun sadece yüzde 5'i suyunu, uluslararası su tekellerinden ya da şirketlerden alırken, yine de bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış durumdadır. Sadece bu potansiyel bile suya ulaşma hakkının nasıl bir tehdit altında olduğunu göstermek için yeterlidir. Öte taraftan dar gelirli hane halkının ödeyemediği su faturaları ile yoksulluk ve alt yapı yetersizlikleri ve kamusal bir görev olan su hizmetlerinin (içme ve kullanma suyu, kanalizasyon) özel sektöre devredilmesiyle ortaya çıkan yoksunluk insanların suya erişimini engelleyen önemli sorunlardır.

TÜSİAD ve devlet, su pazarı için bir arada
Dünya Su Forumu, Dünya Su Konseyi tarafından kurulmuş bir kurumdur. Konseyin kuruluşunu öngören ve ciddi anlamda sponsoru olan kurum Birleşmiş Milletler'dir ve bu kuruma da 1972'de ‘Uluslararası Su Kaynakları Birliği' adlı yönetişim yapısı konseyin kurulması önerisinde bulunmuştur. 1972 yılı krizin en derin yaşandığı yıl olması bakımından önemlidir. Dolayısıyla sistemin krize girmesiyle dünya ölçeğinde su kaynaklarının metalaşması yönünde ilk önemli adımların atılması aynı tarihlere denk düşüyor.

Herkes bildiri dağıtırken şunu soruyor: "Zaten su ticari değil mi? Faturası var. Biz para ödüyoruz, fark ne diye soruyorlar?" Oysa özelleştirme ile fatura ödeme çok farklı bir durum. Ticarileşme dediğimiz anda yeraltında ve yerüstündeki bütün su kaynaklarının depolanmış, ölçülebilir miktarlar haline gelmesinden söz ediyoruz. Çünkü suyun piyasalaştığı anda suyun talebi olduğu gibi arzının da ölçülebilir stoklanmış, depolanmış olması lazım.

Fiyatta piyasaya göre oluşacağı için kendi kendine akan bir nehirde de böyle bir şey söz konusu olamayacağı için önce su kaynaklarının envanterinin çıkartılması gerekiyor. Ancak envanter tek başına yetmiyor. Su kaynakları, özellikle akan kısmı depolanmalı, stoklanmalı ve rezerve edilmeli. Bunun tüm dünya açısından anlamı ise şu; Akan suları durdurmak, önüne set çekmek, bir yerlerde hapsetmek ve akan suyun doğal çevrimini engellemek. Bu ise su kıtlığını ve elbette dünyadaki çölleşmeni süreci çok daha hızlandıran bir etkendir. İroniktir aslında su kıtlığına çare olarak suyun ticarileştirilmesini öneriyorlar, ama tam da tersi önerilen bu yöntem su kıtlığını çok daha derinleştirecektir.

Dünyada toplam suyun sadece yüzde 2,5'i temiz sudur. Bu suyun sadece yüzde 1'ine insanlar ulaşabiliyor. Bu nedenle yüzde 1'i arttırma şansı yok. Suyun özelleştirilmesi yasalaştığı anda çok fazla miktarlarda su tüketimi olacaktır. Bu da su kıtlığını giderek arttıracak, dolayısıyla su fiyatları piyasada çok hızlı bir şekilde yükselecek. Bunun örneklerini dünyada görüyoruz. İngiltere'de su ticarileştirildiği anda yüzde 450 artmıştı fiyatlar. Gana'da suyun ticarileştirilmesinin ardından bir aylık su faturası bedeli ortalama bir işçinin aldığı maaşının yarısına eşit hale gelmişti. Dolayısıyla bu Türkiye'de de aynen yaşanacak. Kapitalist devletlerde esas olarak hangi sınıf güçlüyse onun çıkarları temsil edilir. Bütün dünyada da şu anda sermaye sınıfı güçlü ve bu sınıf suyun ticaretleşmesini istiyor.

TÜSİAD Dünya Su Forumu ile ortak atölyeler düzenliyor örneğin ve Türkiye'de ticarileştirmenin "Yap-İşlet-Devret" modeli olmasını öngörüyorlar. Bunun yanısıra ‘kamu işbirliği' adı verdikleri farklı devletlerin Devlet Su İşletmeleri'nin (DSİ) ortak çalışması söz konusudur. Almanya'daki DSİ ile Türkiye'deki DSİ kendi kaynaklarını ve su şebeke sistemlerini dünya ölçeğinde pazarlayacakları şekilde işbirliği yapıyorlar. Almanya'nın devlet su işletmesi bu konuda çok deneyimli ve bu deneyimlerini bizim gibi ülkelere aktarıyor. Bunu da bir ortaklık projesi üzerinden yapıyor. İkili bir strateji izleniyor ve birlikte dünya pazarına çıkıp suları birlikte pazarlıyorlar.


1.400 şirket baraj için başvurdu bile
Türkiye'de gerçekleştirilecek su forumu hakkında diğer ülkelerde yapılan formlardan feyz alarak konuşacak olursak eğer 2006 yılında Meksika'da yaşanan süreçle Türkiye'de yaşanan sürecin birbirine çok benzediğini görebiliriz. Meksika'da da bu forum düzenlenmeden önce suyun özelleştirilmesi gerektiği konuşulmaya başlanmıştı. Ve forum bittikten sonra suyun özelleştirilme süreci burada hızlandı.

50 Milyarlık Pazar
Türkiye'deki yetkililer ise birinci dereceden suyun özelleştirilemeyeceğini ancak baraj yatırımları ve şebeke ağı üzerinden özelleştirilmesinde 50 milyarlık pazar payı bulunduğunu dile getirdiler. Zaten şirketlere baktığımızda birçoğunun geçmişinde baraj inşaatıyla ilgilendikleri görülüyor.

Dünya Su Forumu'nun 5'incisinin İstanbul'da düzenlenme nedeni de Ilısu Barajı gibi bitirilmesi tehlikeye giren barajlar için fon bulmaya çalışılmasıdır. Türkiye'de şu anda 1400'e yakın şirketin baraj yapımı için başvurusu var. Devlet Su İşleri'nde yanlış hatırlamıyorsam 630'a yakın baraj projesi bulunuyor. 2020 yılına kadar 40 milyar dolarlık baraj yapımı alanı açacağımız belirtiliyor. Bu sayede enerji üretimi olacak ancak çevreye verilecek zarar ne olacak?

Liberal politikalarla birlikte birçok şey özelleştirildi ancak suyun özelleştirilmesi her şeyden farklı bir durum. Çünkü su kamusal bir maldır. Herhangi bir şirketin su hakkı üzerinde hak iddia etmesi ve bunu para karşılığında satıyor olması kabul edilemez. Su ayrıca yaşamsal bir haktır.

Dolayısıyla bir insanın yaşaması için gerekli bir maddeyi şirkte satarsanız insanların yaşam hakkını şirketlere devretmiş olursunuz. Karadeniz'de sadece bir ırmak zerinde 50 barajın inşa edilmesi planlanıyor.

Dicle Nehri üzerine yapılacak Ilısu Barajı Projesi ise 313 km2'yi sular altında bırakacak. Bu da Hasankeyf'in yok olması anlamına geliyor. Avrupa ve Türkiye'den önerilen baraj yapımı ile ilgili projeler ise forum tarafından reddedildi.

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.