
Binaların gözü rahatsız eden cepheleri, savaş sonrası vahşetin birer kanıtı. Beton geçitlerdeki yarıklar ve bomba oyukları, gözcülük, silah zulaları ve yeraltı suçlarının sık sık gün yüzüne çıkan diğer aktiviteleri için biçilmiş kaftan işlevi görüyor.
Avrupa piyasasındaki geniş bağlantılarıyla kara para aklayan Camorra suç örgütünün iki üyesi Franco ve Roberto'nun hikayesi, bölgeyi giderek daha fazla zehirleyen bu çürüme üzerinde kurgulanıyor. Herhangi bir devlet kontrolü ihtimalinden korkmayan çete üyeleri, topladıkları zehirli atıkları taş ocaklarına gömüyor ve bölge halkını tam anlamıyla üzerinde yaşadıkları toprak vasıtasıyla zehirliyor. Camorra'nın içinde bulunduğu koşullarla nasıl ve neden bu kadar iç içe geçmiş olduğunu çok gerçekçi bir biçimde yansıtan filmin sonunda, atık kontrolünün örgüt tarafından yapıldığı alanlarda kansere yakalanma oranının diğer yerleşim bölgelerine göre %20 daha fazla olduğuna ve son 30 yılda her üç günde bir bir kişinin öldürüldüğüne de dikkat çekiliyor.

Alain de Botton'un The Architecture of Happiness (Mutluluğun Mimarlığı) adlı kitabı, yaşadığımız mekanın ruhsal durumumuza olan etkilerini konu alıyor. Kitap, kimilerine göre oldukça başarılı, kimilerine göre ise konu aslında oldukça basit temeller üzerine oturuyor ve Botton'un uzun, abartılı tanımlamaları bu nedenle gereksiz. Ancak Gomorrah, bu düşüncenin açık bir örneği. Filme hakim olan umutsuz ve klostrofobik atmosferi yaratmak için, el kameralarıyla titrek çekimler yapmaya ve izleyicinin sinirlerini bozmak için özel olarak yaratılmış efektlere gerek duyulmamış. Gomorrah, yapısal çevrenin, soylulaştırma ve ilham verme kapasitesinin yetmediği lanetli bir yer olarak tanımlanıyor. De Botton'un tezi kabul edilirse, bu korkunç sefaletin yaşandığı Scampia, kendisini çevreleyen dünyaya oldukça uygun bir toplum yaratmayı başarmış bir bölge.
Mimarlık Mutluluk Kaynağı Olabilir mi?
De Botton, edebiyattan aşka ve geziye uzanan birçok farklı alanda çalışmalara sahip bir filozof, öğretim görevlisi ve yazar. Mimarlık ve mutluluğu ilişkilendirdiği son eserini yazma sebebini ise, mekanların nasıl göründüğüne olan ilgisi olarak açıklıyor. Mimar olmayanların da severek okuyabilmesi ve herkesin içinde yaşadığı ve çevresindeki binalar hakkındaki hislerini netleştirebilmesini sağlamayı amaçladığını söyleyen de Botton, "çevreye bilinçli olarak çirkinlik katan çağdaş mimarlık örneklerine karşı bir hareket başlaması gerektiğini" düşünüyor. "Modern kentlerin banliyölerine bakın. Tümü ruhsuz ve çirkin. Ancak sorunun ne olduğunu hala anlayabilmiş değiliz," diyen de Botton, "Çevrenizi algılamanın iki yolu var. Birinci yol olan stoacı1 yaklaşımda, herhangi bir yerde mutlu olmak ve çevresel özelliklere aldırmamak esas. İkincisi ise, estetik yaklaşım ki, ben bunu tercih ediyorum. Ancak bu, kolay değil. Çünkü güzel mekanlar yaratmak gerek entelektüel, gerekse de mali açıdan çok zor," şeklinde devam ediyor.

Bu metruk arazilerden nasıl mikro toplumların doğacağı ve bu topluluklarla nasıl fırsatlar ve tasarım stratejileri kullanılarak mücadele edilebileceği, akla takılan sorulardan biri. Amerikan kentlerinin "sert" bölgelerindeki konut projelerinin çevreden izole edilmiş olduğu sık sık dile getiriliyor. Bu "insani duygulardan arındırılmış" olarak da tanımlanan dışarıya kapalı küçük mahalleleri iyi birer örnek olarak göstermek elbette imkansız, ancak bir kentin tümü yeraltı suları dahil olmak üzere zehirlenmiş, vizyonunu, dengesini ve ahlaki değerlerini kaybetmişse ne yapmak gerek?
De Botton ise, "Mimarlık mutluluk yaratamaz, keşke bu mümkün olsa," diyor ve ekliyor, "Sadece bize bu konuda fikir verebilir. Ancak yine de biz, en güzel yerlerde mutsuz olmayı başarabiliriz. Mimarlık, nasıl davranabileceğimiz ve yaşayabileceğimiz konusunda bize öneriler sunar, ancak kulak vermek için fazlasıyla yorgun ve meşgul olabiliriz." Filozofun mimarlığı ve yapısal çevreyi algılayış şekli, bloglarda olumlu ve olumsuz yönleriyle eleştiriliyor. Ancak tartışmalar, "Ne yapmak gerek?" sorusuna henüz bir cevap bulabilmiş değil.
1 Temelini Helenistik felsefeden alan Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından başlatılmış bir felsefe öğretisidir. Doğaya uygun yaşamayı Benimseyen Stoacılar, dünya vatandaşlığını ve mutluluğun dış koşullara bağlı olmaması ilkesini savundular. (Kaynak: Wikipedia)