Haberler

Surlar kentle yaşayabilecek mi?

Tarih: 21 Nisan 2009 Kaynak: Radikal Yazan: Korhan Gümüş


İstanbul karasurlarında yaşam
halen sürüyor. Bir kısmında hâlâ
bostanlar ve derme çatma evler var.
İstanbul 2010, Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan 'Karasurları'nın güncel mimarlık ve planlama yöntemleriyle korunmasına yeni bir açılım getirebilecek mi?

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Erasmus antlaşması bağlamında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Strasbourg Devlet Yüksek Mimarlık Okulu ile 9 Eylül Üniversitesi öğretim üyeleri ve lisansüstü öğrencileri tarafından, İstanbul Karasurları için bir kentsel tasarım atölye çalışması gerçekleştirildi. Bu atölye çalışmalarının sonuçları 30 Nisan'a kadar "Çevresiyle, yaşayanlarıyla, mahalleleriyle... Surları düşünmek" başlığı altında Fransız Kültür Merkezi'nde sergileniyor. Atölye çalışmalarında, Karasurları yalnızca korunması gereken bir anıt olarak değil, insanları, yaşam çevresi, ulaşım imkanları, kamusal mekânlarıyla bir bütün olarak incelenmeye çalışıldı, öneriler geliştirildi. Proje kapsamında bağımsız uzmanların katılımıyla yürütülecek bu tür çalışmaların devam etmesi ve surların, içinde bulundukları kentsel bağlamla ilişkileri, restorasyon teknikleri, mimarlık ve şehircilik açısından farklı deneyimlere, araştırmalara açık bir biçimde ele alınması hedefleniyor.

Kentler gibi surlar da yaşar
İstanbul dünyadaki en büyük sur varlığına sahip kentlerden biri. 25 km uzunluğundaki görkemli kent surları İstanbul'a eşsiz bir değer kazandırıyor. Bugün büyük bir bölümü ayakta duran surlar II. Theodosius zamanında, yaklaşık 1600 yıl önce son halini aldı. Surlar üzerinde yüzlerce kule, onlarca kapı yer alıyordu ve yapıldıkları tarih itibarıyla dünyanın en gelişmiş kent savunma sistemi örneğiydi. İstanbul'un Pera-Galata tarafında olduğu gibi, Avrupa'da büyük kentlerinin bir bölümü 19. yüzyılda modernleşirken surlarını kaybettiler. Londra, Paris, Brüksel, Viyana'da modern belediyelerin ilk icraatı surları yıkmak oldu. Bu yıkımların nedenini anlamak mümkün: Sanayi devrimi sonrası kentlerde önemli bir nüfus artışı oldu. Kentler Ortaçağ'dan kalan surların içine sığamaz oldu, dışına taştı. Belki yıkımlar için başka nedenler de aranabilir: Ulus-devletin mekân düzeni ile kentlerin fiziksel sınırlarının olması düşüncesi -büyük bir ihtimalle- çelişki yaratıyordu. Surlar, kentlerin geçmişini, Ortaçağ'ı simgeliyordu. Modern devletler ise, öncelikle kentlerde eski düzenin izlerini silmek istiyorlardı. Bu nedenle kentlerin mevcut dokusu yanında kentlerin surları da yıkımlardan nasibini aldı. Ya da bazen teknik gerekçeler etkili oldu. Örneğin İstanbul'da surlara en büyük müdahale, 1870'lerde tren hattı inşa edilirken gerçekleşti. Birçok yerde surların yakın çevresine ana ulaşım arterleri, katlı kavşaklar yapıldı, yollara geçit vermek için yıkımlar yapıldı. En büyük tahribat son çeyrek asırda "restorasyon" adı altında yapılan inşaatlar nedeniyle oldu. Çünkü yapılan müdahalelerin çoğu "ihya" çalışması gerekçesi altında, imar işleri kapsamında gerçekleştirildi. Bu nedenle UNESCO Dünya Miras Merkezi ile ICOMOS ortak heyetinin, 2006'da yaptığı tetkik sonucu hazırladığı raporda ve aynı yıl Temmuz'da Vilnius'ta yapılan 30. Komite toplantısında alınan kararda, Dünya Mirası Listesi'nde yer alan İstanbul Karasurları'ndaki restorasyon çalışmalarının sorunlarına işaret edildi ve aciliyetle gözden geçirilmesi istendi.

Yalnızca restorasyonla korunamaz
Modernleşme döneminin başlangıcında bugünkü gibi bir koruma bilinci olmadığı için çoğu zaman surların yokluğu da, varlığı da fark edilmedi. Ya yıkıldı ya da korunduğu için değil, kendi hallerinde bırakıldıkları için günümüze kadar geldi. Ancak surlar her zaman yaşamın içinde oldu, insanlar binlerce yıl surlara komşu olarak yaşadı. Kentler, içinde insanların yaşadığı, ihtiyaçların sürekli değiştiği, geliştiği yerler. Kentlerin içinde kalmış olan surlar da, yalnızca geçmişin izlerini bugüne taşıyan fosilleşmiş kalıntılar değil. Onların da, değerlendirilişi, kullanılış biçimi, anlamlandırılışıyla, kentler gibi "canlı" oldukları söylenebilir. Binlerce yıldır yaşamın sürdüğü çevresindeki yerleşim alanları, arkeolojik kalıntıları, sarayları, camileri, kiliseleri, sinagogları, tekkeleri, limanları ile surlar da, Tarihi Yarımada'yı dünyada benzersiz bir yere sahip kılıyor. Surların kapıları geçmişte olduğu gibi bugün de ulaşım için kullanılıyor, çevresinde çocuklar oynuyor, pazarlar kuruluyor, hatta hendekleri binlerce yıldır bostan olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle bugün, surların yeni yönetim deneyimlerine ve yaratıcı fikirlere açılması yalnızca uzmanlar için değil, kent halkı için önemli. BM'nin eğitim ve kültür örgütü UNESCO'nun öncülük ettiği "Dünya Kültür Mirası" kavramı her türlü ayrımcılığa, tehdide karşı önemli bir güvence getiriyor. İnsanlığın ortak mirası olarak devletlerin sorumluluğunu tanımlıyor. Özellikle, yönetim planlarının hazırlanması süreci, kent halkını işin içine katmayı, kurumların, kendi yararlarını temsilin ötesine geçerek, birlikte çalışmalarını özendiriyor. Kültür mirasının eskiden olduğu gibi bir restorasyon, ya da "ihya" problematiği içinde ele alınmaması, sorun alanları arasında ilişkisel bir yaklaşım ve konu odaklı deneyimler geliştirilmesi amaçlanıyor. Böylece restorasyon anonim bir iş olarak değil, farklı düşüncelere açık, yaratıcı bir uğraş niteliği kazanıyor.

İstanbul'da surların bir restorasyon konusu olarak ele alınması yeterli değil. İstanbul yalnızca restorasyon çalışmaları ile korunamaz. İstanbul surlarının, -kültür varlıkları, insanları, mahalleleriyle birlikte- hiçbir kentin sahip olmadığı çapta zenginliğini kent halkı için bir değere dönüştürmeli. Bunun için surları tek boyutlu bir "restorasyon işi" olarak ele almak yerine çok katmanlı bir anlam dünyasına taşımak, 20. yüzyıldan kalma araçsal yönetim mantığının kısırlaştırmasından kurtarmak gerekli. Bugün surların ideolojik ve teknokratik kültürel miras problematiğinden kurtarılması, kentin yönetim pratiklerinin nasıl dönüştürülebileceğini gösteriyor.

Kentin eşsiz kültürel mirasının küçük bir azınlığın çıkarları için kullanımı ile -UNESCO meselesinde olduğu gibi- Osmanlı ve Bizans geçmişinin küresel ilgiye açılması arasındaki çelişki, kent halkı açısından neyin daha yararlı olacağı hakkında acaba bize bir fikir vermiyor mu?

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.