Tarihsellik
İzmir'in markalaşmasını kolaylaştıracak en önemli etken 5 bin yıllık tarihidir. 20'nci yüzyılın sonuna kadar İzmir, Türkler için adeta bir 'kayıp şehir'dir.
Zira 20'nci yüzyılın başında yaşayan İzmirlilerin oranı, yüzyılın sonuna gelindiğinde kentin nüfusuna oranla yok denecek kadar azdı. O dönemde bir kültür ve ticaret kenti olan İzmir'de ekonomik olanaklar tamamen gayrimüslimlerin elindeydi. O kadar ki, İzmir'in adı Avrupa'da 'Smirna' olarak anılıyordu.
1. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet'in kurulmasının ardından İzmirlilerin büyük kısmının göç ettiğini, yerlerine önceleri Rumeli, Adalar ve Balkanlardan gelenlerin yerleştiğini biliyoruz. 1960'lı yıllara kadar İzmir, büyük yangın dışında pek tahribata uğramamıştı. Nüfusu 600 bini geçmeyen bu uzun döneme İzmir'in 'uyku dönemi' diyebiliriz. 60'lı yıllardan sonra Avrupa'da eşi benzeri görülmemiş göçlerin ve hızlı nüfus artışının etkisiyle kentte ortaya çıkan plansız, çarpık yerleşimler, bir taraftan antik çağlardan kalan eserlerin üzerini örtmüş, diğer taraftan da tarihi yapıların tahrip edilmesine yol açarak, sağlıksız sosyal yapıları ve gecekondulaşmayı doğurmuştur.
Cumhuriyet'in ilk yılları hariç, İzmir'de sosyal donatı alanları yaratılamamış, sanatsal yapılar inşa edilemediği gibi İzmir'in tarihi değerleri de kaderine terk edilmiştir. Şimdiki opera binası (Elhamra), Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi ve İzmir'in sembolü Saat Kulesi gibi parmakla sayılacak kadar az tarihi yapı sağlam kalmıştır.
Kentlilik Bilinci
Bugün 3.5 milyona ulaşan nüfusun yüzde kaçı İzmir'in tarihini bilmektedir? Bırakın kent tarihini, kendi yaşadıkları çevrelerin tarihini bile anlatabilecek az kişi vardır.
O halde 'İzmirli olma' ve 'kentlilik' bilincinin ön plana çıkarılması birinci derece öneme sahiptir.
Toplumların temelinin kültüre dayandığını ve sanatın da bunun temel taşı olduğunu bilmemize rağmen, yıllardır ihmal edilen bu olgu, İzmir ve Türkiye'nin çağdaş uygarlık seviyesini yakalamasını engelleyen en önemli faktör olmuştur. Oysa sanatsal yapılar, (tiyatro, opera, konser salonları, kongre merkezleri, dini ve sportif binalar), 'sembol eserler' olarak projelendirilmeli, kentin simgeleri haline getirilmelidir.
İzmir, jeografik olarak adeta bir çanağın içinde yer alan 1'inci derece deprem bölgesindedir. 3.5 milyon nüfus ise bu çanağı doldurmuş durumdadır. Gerek dönüşüm projeleri adı altında, gerekse çok da doğru olmayan, 'depremde daha sağlam olur' gerekçesiyle dağlar betonlaşmaya başlamıştır. Hem de 1-2 katlı gecekondular yerine, 8-10 katlı homojen beton yığınları olarak... Bu da altyapı maaliyetlerini büyük ölçüde artırmaktadır. Narlıdere'de bir siteye yapılan bağlantı yolunun, dünyanın en pahalı yolu olduğu belirtilmişti. Yine tarihi değerlerimizin üzerine 'kayıp yıllar'da artan gecekondulaşma, şimdilerde istimlak edilme mecburiyeti ile büyük bir kaynak israfına da sebep olmaktadır. O takdirde 'marka kent' olmak için, önce 5 bin yıllık tarihi sahiplenerek, İzmir'in antik çağdan bu yana toprak altında kalan tarihi değerleri bir an önce ortaya çıkarılmalıdır.
Büyük köy imajı artık sona ermeli
İzmir'de planlı kentleşmenin bir önemli koşulu da nüfus artışına ve göçlere dur diyebilmektir. 8.5 milyon nüfusa göre planlama yerine, 4-4.5 milyonu geçmeyecek bir nüfus sınırlamasına göre program yapmak, İzmir'i 'büyük köy' imajından kurtaracaktır.
8.5 milyon kişinin ikameti demek, altyapının revizyonu (su, elektrik, yol, kanal, hava kirliliği, istihdam, çevre gibi sorunları çözebilmek) için en az 50 yıl İzmirliyi büyük bir köyde yaşamaya mahkum etmek anlamına gelmektedir.