Günümüzdeki isimleriyle Esenler'in kuzeyinden doğan, İkitelli'den geçip Mahmutbey ve Güneşli'yi havzası içine alıp, Yenibosna'yı takiben Ataköy'den denize dökülen bir şirin deredir Ayamama Deresi...
Etrafının bostanlar, meyve bahçeleri, karpuz tarlaları ve çiftliklerle bezendiği, İstanbul'un büyük ölçüde sebze, meyve ve süt ihtiyacının karşılandığı verimli bir bölgededir Ayamama Deresi...
Etrafındaki su kaynaklarının bolluğu ile bilinen, kaynak sularının soğukluğunun karpuzları patlattığına şahit olduğum yerdir Ayamama Deresi.
50-55 yıl önce, taaaa Maltepe'den kalkıp önce tren, sonra vapur, ardından otobüs ve nihayet minibüsle sonuçlanan, o zamanlar bize hayli uzun gelen bir yolculukla bir an önce ulaşmak için can attığım yerdedir Ayamama Deresi.
Kenarlarındaki söğüt ağaçları üzerine çıkıp, Tarzan gibi bağırarak kendimi serin, temiz sularına attığım, balıklarıyla oynaştığım, yüzdüğüm çocukluk anılarımda büyük yer tutan bir deredir Ayamama Deresi...
O kadar uzak değil, yetmişli yıllarda Vatan Konserve'de çalıştığım sıralarda kenarlarındaki bostanlarda Türkiye'nin en lezzetli bamyalarının yetiştiğini bildiğimden o bölgedeki tüm bamyaları satın alarak konserve yaptığımız yerdedir Ayamama Deresi.
Yukarıda yazdıklarımı bugün Ayamama Deresi havzasında yaşayanlar hayal bile edemezler.
O kadar masum, faydalı, şirin ve sakin bir dereyi bugün bir katil, bir çevre kirliliği abidesi haline getirenlerin derenin yukarıda yazdığım önceki hallerini akılları, havsalaları alamaz.
Bakın bugün Ayamama Deresi için yazılanlar, çizilenler yukarıdaki detaylarıyla yazdığım şirin ve masum dereyi nasıl anlatıyor:
"Ayamama Deresi tehlike yaratıyor. Ayamama Deresi, çevresindeki binaları tehdit ediyor. Ayamama Deresi ölüm deresi oldu. Ayamama Deresi çevresindeki tesislerin atıklarıyla çevreyi tehdit ediyor. Ayamama Deresi taştı, ihracat şaştı. Ayamama Deresi ihracatımızı sular altında bıraktı. Ayamama Deresi yine can aldı. 1995'te taşan ve hiçbir tedbir alınmayan Ayamama Deresi 14 yıl sonra tekrar taştı ve can aldı..." Sanırsınız ki, kana susamış bir seri katilden, iflah olmaz bir canavardan bahsediliyor. Haaa, bu dere üzerine yazılan birkaç cümle daha var...
Başkan Topbaş, 2005'te "Ayamama Deresi'ni ıslah çalışmaları bittiğinde bir Venedik kanalı gibi kullanılarak, Bakırköy iskelesinden tenezzüh teknesi ile Dünya Ticaret Merkezi ve CNNR fuar alanına gidip gelinebilecek" demiş... "Yatağı değiştirildi; dere intikamını aldı, bırakın dere yatağında aksın."
Bu sözü de söyleyen yıllarca şehr-i İstanbul'da belediye başkanlığı yapan bir başbakan...
Ulaştırma Bakanı'nın cümlesi ise özrü kabahatinden büyük bir cümle: "Dereleri ıslah ettik ama dere havzasına izinsiz, iskânsız girip işgal edenler var ve mağdur olanlar da onlar, oralarda olmamaları gerekirdi."
Yaklaşık 15 yıldır o derenin aktığı şehrin ve havzanın yönetiminde olanların bugün sarf ettikleri sözlerdir bunlar.
Dere havzasına çarpık yapılaşmadaki sanayi tesislerinin kurulmasına müsaade edenler de onlardır, iskânsız, kaçak yapılanmaya özellikle seçim öncelerinde göz yumanlar da onlardır, dere havzasını para ve oy rantına çevirenler de onlardır.
Gelin görün ki "Dere kenarına izinsiz, iskânsız, kaçak yapılanma yapılmamalıydı" diyenler de onlardır, "Venedik kanalları" hayali kuranlar da onlardır, "Yatağı değiştirildi, dere intikam aldı" diyenler de onlardır... Veeee, 32 can gittikten sonra tedbir alacaklarını söyleyenler de onlardır.
Fazla uzak değil, 2008 yılı şubat ayı ilk haftası içerisinde Davutpaşa'da bir işhanı içerisindeki maytap imalathanesinde patlama olduğunu, 22 kişi öldüğünü, 100'ün üzerinde kişi yaralandığını hatırlıyorsunuzdur. Benzer açıklamalar o zaman da yapılmıştı.
"Şehrin içerisinde maytap imalathanesinin ne işi var" denildi. Yetkililer, "İzinsiz ve kayıtdışı çalışıyorlar" şeklinde sorumsuz açıklamalar yaptılar, "O işyerini mühürlemiştik mührü kırıp girmişler" diyen sorumlu, sorumsuzlar gördük... "Her yere yetişemeyiz, ihbar edin" diyen aciz yöneticilere şahit olduk. Çarpık sanayileşmenin, yamuk şehirleşmenin, siyasi rant kovalayarak olmayacak yere işyeri kurdurulmasına göz yummalarının dehşetinde donduk kaldık. O zaman da 22 can gittikten sonra tedbir alacaklarını söyleyenleri dinledik.
Binin bir helikoptere, çıkın göklere, dolaşın 2010 yılındaki dünyanın kültür başkentini. Ama "boğaz" üzerinde değil, Bağdat Caddesi'nde değil, Etiler'de, Nişantaşı'nda değil, Bayrampaşa, Davutpaşa, İkitelli, Bağcılar, Zeytinburnu, Halkalı üzerinde uçun. Adları "organize sanayi bölgesi" veya işhanı olan o ucube yerlerin üzerinde gezinin. Bakın bakalım nicedir oralar...
Her türlü imar rezaletini, şehirleşmedeki rezilliği görün. Bırakın itfaiye aracını, küçücük bir aracın dahi giremeyeceği daracık sokaklara, yamuk yumuk beton yığınlarına, pisliğe, iğrençliğe, zavallılığa, kısaca patlamaya hazır bombalara, taşmaya hazır derelere bakın.
Bakın da dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olduğu söylenen ekonominin ve 2010 yılında Avrupa'nın kültür başkenti olacak İstanbul'un hali, Ankara'daki ceylan derisi koltuklardan görüldüğü gibi midir? Şehrin birçok yerine asılan "büyük şehir çalışıyor" afişlerinde yazıldığı gibi midir? Değildir, değildir, değildir!