
Bu hususta çekinmeden ve aklınızdan ne geçiyorsa söyleyin, ben söyledim. Avusturya'nın Leoben şehrinin hemen dışında, eğimli bir araziye yerleştirilmiş etkileyici bir yapının önündeyim. Parlak cam cephe kaplamaları ile ahşap ve beton cömertçe ama dengeli bir biçimde kullanılmış. Farklı malzemelerin her birisi diğeri ile son derece uyum içinde. Gündüz boyunca koridorlar ve diğer mekanlar güneş ışığı ile dolarken, gece de yapının kendisi ışıl ışıl parlıyor. Son derece başarılı bir proje ama neresi burası? Burası bir hapishane.
Belki hepiniz şimdi yazacağım gibi veya buna benzer bir tepki göstereceksiniz: "Suç işlemenin bedeli bu demek. Odalar benim apartman dairemden daha büyük. (Özellikle New York'lulardan bu tepkiyi duyabilirsiniz.) Ya da belki ben de Avusturya'ya taşınıp bir iki banka soymalıyım." Bunlar her ne kadar anlaşılır tepkiler olsa da aynı zamanda mantıksız ve doğruluktan uzaklar. Bu tepkiler tıpkı yeni bir hastaneye bakıp "keşke kanser olsaydım" demek gibi hassasiyetten uzak bir tepki.
Kesin olarak bildiğim bir husus sadece özgür insanlar bunları söylerler, mahkumlar değil. Çoğunlukla güvenlik görevlileri, gardiyanlar, hapishane yöneticileri, hukuk uzmanları da bunları söylemezler. Leoben Hapishanesi'ni tasarlayan Josef Hohensinn da bunu söylemez. Ama yukarıdaki tepkileri verenler şunu da söylerler: "Hiç kimse her ne kadar komforlu olursa olsun hapishaneye gitmek istemez."
Ama bu tartışma farklı bağlamlarda devam ettirilebilir. Burası zengin suçlular için bir dinlenme yeri olmalı. (Hayır burada hem yargılanan sanıklar, hem de hüküm giymiş her türlü mahkum yer alıyor.) O zaman çok masraflı bir proje olmalı. (Diğer hapishane inşaatlarına göre biraz daha fazla para harcanmış olabilir ama miktar o kadar da çok değil - genel bir kural olarak hapishaneler görünür güvenlik sistemlerine para harcarlarsa; yani kameralara, daha fazla gardiyana ve izole edilmiş hücrelere ne kadar yatırım yaparlarsa orası o kadar pahalı bir hapishane olur.) Ya camın malzeme olarak kullanılmasına ne demeli? (Evet, her ne kadar darbelere dayanıklı da olsalar. Yine evet hücreler, her ne kadar kalın parmaklıklarla kafeslenmiş olsalar da küçük birer balkona sahipler ve hemen altlarında bir avlu yer alıyor.) Bu yapı imkansız ve hayal ürünü bir devlet dairesi gibi görünüyor ama bu fikir uygulamaya geçti bile.
Havanın kasvetli olduğu bir gün bu projenin mimarı Josef Hohensinn, Graz'daki ofisinden beni, bir saat uzaklıkta yer alan dağlarla çevrili ve halen endüstriyel ekonomiye dayanan ama değişmekte olan, Leoben şehirine arabası ile götürdü. Josef Hohensinn 50'li yaşlarda kalın kaşları ve sürekli gülümsemesi ve Alplere özgü neşeli karakteri ile kendine güvenen ile son derece etkileyici birisi. 2004'ün sonlarına doğru bu hapishane açılmadan önce toplu konut inşaatlarında çalışmalar yürüten Josef Hohensinn'in şimdilerde hapishaneyi inşa etmiş mimar olarak çağrılması kendisini rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığının nedenini de şu şekilde açıkladı: "Tüm çalışmalar arasında sadece birisi yüzünden ilgi görmek oldukça karışık bir duygu."
Leoben hapishanesi dünya çapında ilgi toplamaya devam ediyor. ABD'de bu ilgi daha çok olumsuz emailler ve blog yayınları ile sınırlı (Amerika'da belki hapishaneler Şikago'nun yakınında yer alan ıslah evleri ile karıştırılıyor) ama Avrupa'da Josef Hohensinn'in tasarımı örnek alınan bir model oldu. Her ne kadar evrensel bir örnek olmadıysa da, en azından görmemezlikten gelinmiyor. Daha iyi hapishane inşa etmek için gerçekleşen her tartışma için açılış örneği olarak verilmekte. Berlin'de bu yapıya benzer başka bir hapishane inşaatı için planlamalar başladı bile.
Josef Hohensinn ile Leoben şehrini ziyaret ettiğimiz gün hava kasvetli idi ve karla karışık yağmur yağmak üzereydi. Yapıya yaklaştığımız zaman bize, adeta kışın dönem tatiline girmiş bir üniversite kütüphanesi gibi, son derece sakin ve davetkar görünüyordu ta ki hapishaneyi saran beton duvarlar ve dikenli telleri görene kadar. Bu beton duvarın altına, ABD'nin de imzaladığı ve onayladığı, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin onuncu maddesi yazılmış: "Özgürlüklerinden yoksun bırakılan herkese insanca ve kişinin doğuştan sahip olduğu onura saygı gösterilerek davranılır."
Her ne kadar günlerden Salı da olsa hapishanenin içinde adeta Pazar öğleden sonrası sakinliği vardı. Herşey üzerinde camlardan yansıyan bir parlaklık vardı. Şaşırtıcı olan ve son derece huzurlu bir sessizlik hakimdi. Hapishaneler çoğunlukla, demir parmaklı kapıları açılıp kapandığı ve de oldukça kabalık bir insan grubununun kapalı bir ortamda yer aldığı, son derece gürültülü mekanlardır. Gürültü hapishanenin kaotik ortamının vazgeçilmez bir unsurudur. Ama Leoben Hapishanesi son derece sakindi. Farkettiğim bu durumu Josef Hohensinn'e bahsettiğimde gülümsedi ve beyaz renkli tavana işaret etti ve ses yalıtımına ne kadar önem verdiğini belirtti.
200'den fazla tutukluyu gözlemlemekten sorumlu üç gardiyandan birisi hapishane turumuz boyunca bize eşlik etti. Binanın bir tarafında yargılamaları devam eden sanıklar kalırken, diğer tarafında ise hüküm giymiş tutuklular kalıyorlar. Her birisi tek kişi için tasarlanmış on beşerli gruplardan oluşan koğuşların tamamında yerden tavana pencere, lavabo ve ufak bir mutfak yer alıyor. Turumuz sırasında karşılaştığımız bir mahkum ile, yemek pişirirken, sohbet etme fırsatı bulduk. Hapishanedeki tüm hükümlüler kendi kıyafetlerini giyiyorlardı. Çatal kaşık takımları metal idi. Josef Hohensinn bu durumu bana şu şekilde açıkladı:
"Burada kalanlar suçlu olabilirler ama onlar da insanlar. Buradayken onlara ne kadar normal bir hayat olanağı verirseniz, hapisten çıktıklarında sosyal düzene normal bir şekilde tekrar uyum sağlamalarına o kadar yardımcı olursunuz. Ana prensibim son derece basit, dışarda maksimum güvenlik, içeride maksimum özgürlük." (Balkonlardaki parmaklıkların hükümlülerin ve mahkumların güvenliği için olduğunu belirten Josef Hohensinn, hapishaneyi saran duvarların kimsenin kaçmasına olanak vermeyeceğini de ekledi.)
Turumuza bu konuşmadan sonra devam ettik. Bir spor salonu, dua odası ve çiftler için ziyaret odası da vardı. Josef Hohensinn'e eğer bu hapishane tasarımı suç oranını azaltmak yerine ya arttırıyorsa tasarım fikrinden vazgeçer mi diye sorduğumda kafasını hayır dercesine salladı ve ekledi. "Tek umrumda olan husus mahkumların gururu."
Hadi herkesin Josef Hohensinn kadar anlayışlı ve cömert olamayacağını farzedelim. Hatta tek amacımızın suç oranının azalması olduğunu düşünelim. Bir suçluya daha iyi bir ortam sağladığınızda acaba kendisi bunun karşılığında bekleneni verebilecek mi? Leoben Hapishanesi'nin dört yıldır açık olduğu akla gelirse, bu soruya cevap verebilmek için henüz çok erken. Ancak hapishaneden ayrılırken birşeyi farkettim. Orada geçirdiğim üç dört saat boyunca bir tek zarar verilmiş yere veya eşyaya rastlamadım.
Kulağa belki tuhaf gelecek bunu söylemek ama kesinlikle doğru bir yorum olacak: İnsanları mimarlık ile cezalandırıyoruz. Binanın kendisi bu cezanın metodu oluyor. Hükümlüleri kilitli bir yapının içindeki kilitli koğuşlara yerleştiriyoruz ve onları orada bir süreliğine tutuyoruz.
Bu durum zamanında çok daha farklıydı. Hapishane kavramı görece olarak çok yeni bir buluş, hatta 18. yüzyıla kadar insanları suçları için hapsetmek yaygın bir cezalandırma yöntemi değildi. Doğrudur zindanlar çok daha uzun zaman öncesinden beri yaygındılar ama ilk zamanlarda çoğunlukla vatan hainleri, politik düşmanlar ve ilerleyen zamanlarda da bu gruplara ek olarak borcunu ödeyemeyenler için kullanılmaktaydılar. Hapishane kavramının yerleşmesine kadarki dönemde en yaygın cezalandırma yöntemleri şunlar idi: İdam cezası, farklı biçimlerde gerçekleşen dayak/falaka cezası, çalışma kampları veya mecburi askerlik, halka açık mekanlarda verilen cezalandırmalar (çarmıha gerilmek, halka açık meydanlarda şahsın kolları bacakları bağlanarak günlerce bekletilmesi, katran ve tüy ile kaplanıp o şekilde halka teşhir edilmesi, vs), ağır para cezaları, sürgüne gönderilme, sahip olunan imtiyazların geri alınması ve bunlara benzeyen bir sürü ceza yöntemleri mevcut idi. Bu ceza yöntemlerinin çoğunluğunu bugünün şartlarında barbarca, adaletsizce veya gereksiz bulabiliriz. Ama demek oluyor ki bu cezalandırma pratiklerinin geçmişte gerçekleşmiş olması, suçluları bir binanın içine kapatmanın doğal bir fikir olduğu kavramının gelecekte bir gün doğru bir anlayış olarak kabul edilmemesi olasılığının da mümkün olabileceğini gösterir.
Tarih boyunca hapishaneler insanların hayal gücünde yer almıştır. 15. yüzyılda yaşamış Rönesans öncülerinden İtalyan bir mimar/sanatçı olan Alberti hapishane kavramını tartışmaya açmıştır. 18. yüzyılda yaşamış bir İtalyan sanatçı olan Piranesi ise bu kavramı çizime dökmüştür. Liberalizm öncü isimlerinden olan 18. yüzyılda yaşamış İngiliz kökenli bir filozof olan Jeremy Bentham da hapishanelerin inşa edilmesini önermiştir. Ancak cezalandırmak için insanları bir hapishaneye koymak fikri o dönemde pek nadir uygulanmıştır. Bentham, Panopticon ismini verdiği daire şekline plana sahip hapishane taslağının tam ortasında tüm koğuşları gözetleyebilen ve gardiyanların kaldığı bir gözlemevini yerleştirmişti. Sürekli olarak mahkumları gözetlemenin, prangalar ve kapı kilitleri kadar, etkili bir kontrol mekanizması olacağını düşünmüştür. Dönemin akademik dünyasında heyecan yaratan bir tasarım örneği olsa da, Panopticon inşa edilmemiştir.
Oldukça uzun bir süre, Londra Kulesi örneğinde olduğu gibi, ilk amacı kale, hisar veya geçit olarak inşa edilmiş yapıların sonradan hapishaneye çevrilmesi metodu uygulandı. ABD'de bile, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi, uzun bir süre hapishane binası inşa edilmedi. Hapishane tasarımı hiç kimsenin aşina olduğu bir kavram değildi. ABD'de bu bağlamda ilk uygulamalardan birisinin Pennsylvania Eyaleti'nde yaşayan ve Hristiyan mezheplerinden birisi olan Quakers cemaati gerçekleştirdi. 18. yüzyılda bu cemaatte yaygınlaşan cezalandırma yöntemi, suçluları hücrelere kapatıp, onları izole etmekti; böylelikle bu suçluların kendi maneviyatlarını sorgulamak ve Tanrı'ya yakınlaşmak için vakit bulacaklarına inanılırdı. 19. yüzyılda daha çok New York Eyaleti çevresinde popülerlik kazanan başka bir sistem ise Auburn modeli idi. Bu model çalışmanın suçlular üzerinde olumlu etkiler bırakacağı inancına odaklanmış ama tıpkı yukarıda belirtilen diğer model gibi günün kalan zamanında tutukluları yapacakları konusunda serbest bırakmıştır.
Sanırım hapishaneler ile ilgili düşünme evresi yukarıda belirtilen bu aşamalardan sonra durdu. Zaman içinde gözaltı teknikleri değişti, kullanılan malzemeler değişti, farklı hapishaneler için farklı güvenlik seviyeleri sistemi getirildi. Kullanılan dil bile zaman içinde değişim gösterdi. "Tövbe etme" kavramı yerini "hapsedilmeye" sonradan da "ıslaha" bıraktı ama uygulamada çok az değişiklik oldu. Hapishaneyi dikdörtgen veya dairemsi veye telefon direği şeklinde inşa edebilirsiniz; gardiyanlar kapalı devre televizyonlar, elektronik kapılar ve izole odalar ile mahkumları gözetleyebilirler ama sonuçta hapishane yapısı hep aynı tip bina olarak, yani hükümlüleri ufak hücrelerde yıllarca tutacak büyük bir kurumsal yapı olarak kaldı.
Hapis yolu ile cezalandırmak işe yarıyor mu? Sorunun cevabı bazıları için çok net olabilir ama esas cevap hapishanelerin ne amaçla kullanılması gerektiği ile ilgili olmalı ki bu kolaylıkla karar verilecek bir husus değil. İnsanları hapsetmenin iyi ve mantıklı nedenleri olduğunu kabul etsek bile, hapsetmenin hangi amaca hizmet ettiği konusunda tartışmalar halen mevcut. Caydırıcılık genelde en ön planda olan hedeflerden birisidir ama hiç kimsenin suç işleyecek birisinin hapse gitme olasılığının, onları ne kadar caydırdığı konusunda net bir fikri yok. Eski New York City Belediye Başkanı Rudy Giuliani döneminde New York City Hapishaneler Müdürlüğü yöneticiliğini yapan Michael Jacobson bu hususta şu yorumu getirdi:
"Bu yapıları ne kadar kötü yaparsanız sabıkalı birisinin bir kez daha suç işleme eğilimin o kadar azalacağı fikri saçmalıktan başka birşey değildir. Öncelikli olarak belirteyim ki bu yapıları olduklarından daha kötü yapmanız çok zordur. Ayrıca suç işleyip üçüncü daireye gelip, hapishanede salıverilen birisinin dördüncü daireye geçmesini durduramazsınız." (Çevirmen Notu: Burada Dante'nin İlahi Komedyası'na atıf yapılıyor. Bu yapıta göre Cehennem dokuz iç daireye bölünmüştür. Eş merkezli bu daireler gittikçe artan günahkarlığı temsil ederler.)
Ayrıca hatırlanması gereken diğer husus da işlenen suçlar ya o andaki ani bir tepki ile gerçekleşiyor ya da kendini bu işe adamış ve yakalanmayacağını düşünen birisinin planlaması ile gerçekleşiyor. Bu iki gruptaki insanların çok azı sonunda bir hapishaneye düşebileceklerini düşünüyor. Leoben Hapishanesi'ndeki mahkumlardan birisine yapının ne kadar güzel olduğuna şaşırıp şaşırmadığını sorduğumda, hayır cevabını aldım; ama kendisini şaşırtan esas noktanın yakalanması olduğunu öğrendim.
Birçoğumuz kabul etmeye çekinsek bile hapishaneleri çoğunlukla depo gibi kullanıyoruz. Bu insanları buraya tıkmakla en azından beş yıl içerde kaldığı sürece hiçbir suç işleyemeyecek deyip işin içinden çıkıyoruz. Bu yapılar resmen eşya deposu gibi ve bu uygulama anlayışı da son derece yaygın. ABD hapsettiği mahkum sayısı ile dünyada en yüksek orana sahip. Bu rakam Büyük Britanya'daki oranın beş katını oluşturuyor. Her 100 Amerikalı'dan birisi ya federal ya eyalet ya da yerel hapishanelerde mahkum şu anda. 20 ile 34 yaşındaki her 30 erkekten birisi; aynı yaştaki 9 siyah erkekten 1'si hapis cezasına çarptırılmış. Toplam olarak 2,3 milyon yetişkin parmaklıklar arkasında. Eğer tüm mahkumlar bir araya gelip bir şehir oluşturabilselerdi, Şikago'nun hemen arkasından ve Houstan'dan hemen önce, ABD'nin en büyük dördüncü şehrini oluşturabilirlerdi. Bu duruma ek olarak hapise girenlerin sayısı son 30 yılda son derece hızlı bir artış gösterdi. 1980 yılındaki mahkum sayısının dört katı bugün cezaevlerinde yer alıyor. Bu duruma tepki olarak bir sürü hapishane gelişi güzel açıldı. Ama yapılanlar yeterli değil ve de kurumların kapasiteleri sonuna kadar kullanılmış. Limitinden son derece fazla mahkumu barındıran, tıbbi ve psikolojik servisin çok zor bulunduğu bu mekanların amaca hizmet ettiğini söylemek pek mümkün değil. Rehabilitasyon kavramına çok önem verip, sürekli gündemde tutuyoruz ama gerçekleşmesi için samimi bir çaba göstermiyoruz. Serbest bırakılan mahkumların yaklaşık yüzde 67'si üç yıl içinde yeniden tutuklanıyorlar. Özetlemek gerekirse, Muhafazakar Partili İngiltere Dışişleri Bakanı'nın zamanında söylemiş olduğu bir deyişi burada kullanırsam: "Bu durum kötü insanları daha kötü yapmak için oldukça pahalı bir yöntem."
Dürüst olmak gerekirse mimarlar da hapishaneleri daha iyi duruma getirmek için sıraya filan girmiş değiller. Eminim ki Josef Hohensinn'in meslektaşlarının çoğunluğu mahkeme salonu tasarlamayı çok arzu ederler ama, her ne kadar aynı sistemin birbirine çok yakın iki parçası da olsa, çok azı bir cezaevi inşa etmeye gönüllü olur. Hapishane inşaatı genelde birkaç büyük ve küçük inşaat firmasının tekelinde olduğu için çok cazip bir sektör değil. Kaç yatağa ihtiyaç duyulduğu, ne tür güvenlik önlemleri gerektiği, sağlık kliniğinin ne kadar büyük olması gerektiği, eğlence alanları ve gardiyanların ihtiyaçları gibi kavramlar işin başında komisyonu alan şirkete bildiriliyor. Tıpkı Wal-Mart alışveriş merkezleri gibi niteliksiz ve değişime açık olmayan kutu şeklinde hapishaneler bunlar.
Nebraska Eyaleti'nin Omaha şehirinde yer alan büyük bir mimarlık firması olan HDR'in hapishane projelerinin uygulanması şefi Jeff Goodale bu konuda son derece dürüstçe bir yorum getirdi: "1970'li yıllarda bu işe giriştiğimizde cezaevi tasarımı konusunda son derece ilerici bir bakış açısı mevcuttu. Az katlı ve insani ölçekte mekanlar yaratarak, içerde kalanları rehabilite etmeye teşvik etmeye önem veriliyordu. 1980'li ve 90'lı yıllarda ise amaç insanları hapse atmak, koğuşlara tıkmak ve onların ayrıcalıklarını ellerinden almak yönünde değişiklik gösterdi. Güvenlik için inanılmaz miktarda paralar harcanıyor ama caydırıcılık yönünde hiçbir etkisi olmuyor."
Ne yapılması gerektiği sorulduğunda adeta Leoben Hapishanesi'nde yapılanları öneriyordu: "Orada yapılanlar harika şeyler. Bunu gerçekleştirmek için çok fazla para harcamanız gerekmiyor ki. Aynı zamanda uzun vadede yapının bakımı, mallara zarar verilmesi, mahkemeye verilmeniz veya sağlık masrafları gibi hususlarda da son derece dikkate değer tasarruflar sağlanmış olacak. Ama eklemem gerekir ki müşterim ne derse onu yapmak zorundayım. Bu mekanları çok güzel yapamayız çünkü kamuoyu bunu kabul etmez."
Belki de bunun nedeni insanların hayatları boyunca hiç hapishane görmemiş olmaları. Leoben'deki tesisler aynı mimar tarafından tasarlanmış karışık bir tasarım ürünü. Mahkeme salonları, bürokratik işlemlerin gerçekleştiği ofis yapıları ve diğer yan fonksiyonlar aynı kompleks içinde bir araya getirilmiş. Eğer suç işlerseniz göz altına alınırsınız, sonra mahkemeye çıkarsınız, eğer hüküm giyerseniz hapise gönderilirsiniz. Bu üç fonksiyonun bir arada aynı yapıda bulunması, size ve çevrenizdekilere, cezalandırma sistemin bir aşamadan diğerine bu tesislerin varlığı ile gerçekleştiğini hatırlatma amacıyladır.
Avrupa'dakilerin aksine yeni Amerikan cezaevleri genelde şehirlerin dışında hem arazinin hem de işçilik maliyetinin ucuz, güvenliğin daha kolay sağlandığı bölgelerde inşa edilmektedir. İnşaatı yapılacak arazinin seçilmesi tasarımda ilk aşama olduğu göz önünde tutulursa, diğer aşamalar o aşamadan sonra gelişme gösterir. Şehirden uzak kırsal alanlarda inşa edilen bir hapishanenin kamuya sunması gereken bir yüzü yoktur. Mahkumlar, ziyaretçiler ve gardiyanlar dışında çevrede onun gözlemleyecek hiç kimse olmadığı için ne şehire ait olduğuna dair ne de adaletin simgesi olduğuna dair hiç bir mesaj vermek zorunda değildir.
Bu durumun başka sosyal bedelleri de var. Berkeley Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Jonathan Simon'un da dikkati çektiği gibi mahkumlar çoğunlukla şehirlerden gelmektedirler ama gardiyanlar için bu durum geçerli değildir. Bu nedenle kültürel çatışmalar da kaçınılmaz olarak gerçekleşiyor. Doktorlar, psikologlar ve benzeri nitelikli elemanları kırsal kesimlerde bulmak çok daha zor olduğu için, rehabilitasyon merkezlerinde genellikle gönüllüler çalışıyorlar. İşçi sınıfından veya fakir ailelerden gelen mahkumların aileleri çoğunlukla yüzlerce mil seyahat etmeyi maddi olarak karşılayamadıkları için mahkumların geride bıraktıkları insanlarla ilişkilerini sürdürebilmeleri de oldukça zorlaşıyor.
Bu eziyeti sadece mahkumlar ve onların yakınları çekmiyor. Bu yazı için konuştuğum herkesin dikkati çektiği başka bir nokta da gardiyanların da mahkumlarla birlikte hapsedilmiş olduğu gerçeği idi. Cezaevleri ve adalet sistemi ile yakından ilgilenen bir sivil toplum kuruluşu olan Vera Enstitüsü'nün başkanı Michael Jacobson'un belirttiği gibi: "Gardiyanlar ve diğer cezaevi çalışanları da her gün sekiz saat boyunca ömür boyu hapis cezaları çekiyorlar." Şaşırtıcı olan husus, her iki grubun da aynı şeyi talep etmesi. Daha güvenli ve insancıl bir ortam istiyorlar ve de bunun gardiyanlarla mahkumların daha fazla yüzyüze vakit geçirmesi ile mümkün olacağına inanıyorlar. Herkes daha küçük ve huzurlu hapishaneler ve daha fazla doğal ışık istiyor. Kanımca hapishane tasarımı "Bu mekanda yaşamak nasıl olurdu" kavramıyla başlayıp bitmemeli. Sorulması gereken diğer soru da "Böyle bir mekanda çalışmak nasıl olurdu" olmalı.
Kabul edelim ki Leoben Hapishanesi tüm sorunlara cevap vermeyecek. Tek başına hepimizi, tıpkı Hz. İsa gibi tedavi edip Cennet'e göndermeyecek. Bu yapıda amaçlanan hedeflere katılsanız bile bu amaçla uygulamada en iyi proje olduğunun bir garantisi yok. Kalabalık bir şehirde yer alırsa pencereleri mahremiyet açısından rahatsız edici olabilir. Şartlara göre inşa edilecek hapishanenin özelliklerinin değişiklikler göstermesi de kaçınılmaz olacak. Kaliforniya Eyaleti'ndeki hapishanelerdeki çetelerin yaygınlığı göz önünde tutulursa, burada inşa edilecek cezaevinin şartları Vermont Eyaleti'nde inşa edilecek olandan farklı olacaktır. Ayrıca buradaki cezaevi mimarlığının, Josef Hohensinn tasarımındaki gibi, düzenli bir tutarlılık ve incelik göstereceğini ümit etmek pek gerçekçi değil.
Daha net olmak gerekirse, ABD'de bu stile yakın bir cezaevinin yakın gelecekte inşa edilebilmesi pek mümkün görünmüyor. Iowa Eyaleti Hapishaneler Müdürlüğü yöneticisi John Baldwin, Leoben Hapishanesi'nin resimlerine ve tasarımına baktığı zaman birçokları gibi bu projeyi çok ilginç ama biraz fazla abartılı buldu ve ekledi: "Yatırımı daha çok ruh sağlığına ve insanların yeniden eğitildiği mekanlara yapıyoruz. Leoben'de tedavi veya iş kazandıracak eğitim amaçlı mekanlara pek rastlamadım. Güzel manzarası var, basketbol arenası da hoş ama Iowalıların bu tür bir yatırıma para harcamak isteyeceklerini sanmıyorum. Ama mimarlık yaratıcılık sınırları olmayan bir kavram."
Iowa Eyelati hem erkek hem kadın mahkumlar için yeni cezaevleri inşa etmeye hazırlanıyor. Bu bağlamda açılan tasarım yarışmasına 17 başvuru gerçekleşti. Dereceye giren tasarımlar Leoben Hapishanesi kadar lüks olmasa da, benzer prensipleri paylaşıyorlar: her bölümde daha az sayıda hücre, daha fazla güneş ışığı, özellikle planlanmış çok dikkati çekmeyen güvenlik önlemleri yer alacak. Yakında diğer eyaletlerin de Iowa'dakine benzer çalışmalar yapması bekleniyor, bunu istedikleri için değil de yapmak zorunda oldukları için gerçekleştirecekler. 2009 yılının başlarında Kaliforniya Eyaleti'ndeki federal yargıçlar deneme amacıyla mevcut mahkumların üçte birinin serbest bırakılması emrini verdi. Bu karara neden olarak da cezaevi koşullarının kendisinin zalimce ve insanlık dışı bir cezalandırma yöntemi olduğunu belirtti. Eğer bu karar temyiz mahkemesinde onaylanırsa, diğer eyaletlerde de benzer uygulamaların gerçekleşmesi bekleniyor. Ya o zaman ne olacak?