Haberler

İstanbul'un kültür sanatı

Tarih: 25 Ocak 2010 Kaynak: Radikal Yazan: Asu Aksoy
İstanbul 2010 deneyimi, kültür ile siyasetin bundan sonra nasıl buluşturulacağına dair düşünmemiz gerektiğini gösteriyor.

İstanbul 2010 Ajansı, bir sene boyunca sürecek olan Avrupa Kültür Başkenti programını geçtiğimiz Cumartesi resmi olarak başlattı. Aslında hazırlıkları iki yıldan beri süren artistik program ve kentsel-kültürel projeler epeydir peşpeşe hayata geçiriliyor. Ancak dikkatler doğal olarak 2010'un açılışına yoğunlaştı. İstanbul 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç'in dediği gibi Cumartesi günü "365 sayfalık yeni bir defter açıldı önümüzde". Açılış törenine ve ücretsiz halk konserlerine gazetelerin yazdığına göre 8,5 milyon lira harcandı ve sadece Haliç Kongre Merkezi'ndeki resmi törene 5 bin kişi davet edildi. Haliç'te Cumartesi gecesi 2010 ruhu sahne aldı, ancak Avrupa Komisyonu'na 2006'da yapılan İstanbul sunumundaki perspektifle ve hatta bugün 2010 Ajansı'nın internet sitesinde belirtilen hedefleriyle bile yakından uzaktan örtüşmeyen, resmi bir müsamere hasıl oldu. Büyük bir şanssızlık bu, zira birçok 2010 projesi, açılış törenine hakim resmi söylemin çok ötesinde, yaratıcı ve özgürleştirici sanatçı damarından konuşabilen kaliteye sahip. İstanbul için sanatçısı, kültür girişimcisi, kültür yöneticisi ve kurumları son bir kaç seneden bu yana büyük bir enerji ortaya koydu. Kavgalar da biraz bu yüzden koptu, bu kadar enerji ve birikim beklenmiyordu projeleri değerlendirecekler tarafından. Bu bahsettiğim enerjiyi üretenler, 2010 Ajansı içinde ve etrafında çalışmalarına rağmen, resmi davranış ve düşünce kalıplarını değiştiremedi. Haliç'teki açılışta görünen buydu. Resmi temayül, yurtiçi ve yurtdışı iletişim kampanyasını da terkisine alarak Nedim'den başlayıp Nazım'a uzanan artık çok bildik manzumeyi tekrarladı.

Pasif seyirci
Haliç'teki açılışta İstanbul Büyüsü başlığını taşıyan tehlikesiz yeni Yekta Kara prodüksiyonu ile bir kere daha, 1996 yılından bu yana Lirik Tarih'le başlayıp, çeşitli varyasyonları ile bir resmi açılıştan öbürüne Türkiye'nin hoşgörüsünü anlatan milli kültür söylemi nüksetti. Ardından devasa Kongre Merkezi'ni bile bir cüceye çeviren ezici ışık ve havai fişek gösterisiyle seyirciler dillerini yuttular. Resmi törenin en çarpıcı yönü de buydu herhalde: 65 dakikalık performans boyunca sadece bir kere seyirci okunan şarkıya eşlik etme cesaretini gösterdi, havai fişek bombardımanı sırasında huşu ile seyir dışında başka bir çare yoktu. Seyirci tamamen pasifleştirilmişti. Nitekim olacakları önden sezmiş olacaklar ki, izleyiciler arasında gençlerin oranı çok düşüktü, olanları da "kravatlı"lar geçidi arasında ayırt etmek mümkün değildi. Avrupa Konseyi Kültür Komiseri Bob Palmer, 1990'dan bu yana gerçekleşmiş olan Avrupa Kültür Başkentleri programlarını analiz eden raporunda, kültür başkentlerinin önündeki en büyük tehlikenin bu payeyi, uçup gidecek bir gösteriye indirgemeleri olduğunu söylemişti. İstanbul'un sanat repertuarına açılış vesilesiyle en azından yeni bir beste ya da bir performans maalesef eklenemedi.

Pelin Cengiz'in dediği gibi siyasetçilerin ellerini kültür sanat işlerinden çekmeleri söylenebilir sonuç olarak. Ankara karışmasa daha iyi olurdu denebilir. Ama belki de bugün 2010 deneyiminden sonra Ankara'yı sahneyi terk etmeye çağırmaktan ziyade siyasetin kültürle bağlantısının bundan sonra alması gereken yön ve biçim konusunda netleşmemiz gerek. Ankara sahnedeyim diyerek Avrupa Kültür Başkenti'ne çok yüklü bir kaynak ayırdı ayırmasına ama bütçe harcamalarına bakıldığında ayrılan kaynağın büyük bir kısmının kullanılamadığı görülüyor. Kültür programının şekillenmesine ne kadar karışacağı ya da karışamayacağı konusunda ikircikli kaldığından bütçeyi yönetemedi. Ankara 2010'a ne kadar ve ne türlü müdahale edeceğine, Kültür ve Turizm Bakanlığını ne kadar devreye sokacağına açılış konuşmalarında Ertuğrul Günay'a söz verilmemesinden de anlaşılacağı gibi, son ana kadar bir türlü karar veremedi. Bildiği "geleneksel sanatlar" ve turizm konularını masaya getirdi ama bu çabalar hafif kaldı. İstanbul'un markalaşmasına yüklenmek istedi ama kültür sanatta fazla iddialı olamadığından diet bir menü çıktı. Kültür-sanat alanını disipliner uzmanlıklar çerçevesinde ele almak yerine İstanbul'un gündemini işgal eden yakıcı tematik gündemler etrafında ele alacak vizyonu ortaya koyamadı. Tematik meselelerin başını çekecek güçlü ve bağımsız küratörlerin sivrilmesine de izin vermediği gibi, sanatçılara da iş siparişleri vermek konusunda çekincede kaldı. Sonuç olarak, ne şiş yansın ne kebap misali, ne AKM'de bir ilerleme sağlayabildi, ne bir dünya premierine açılış yapabildi.

2010 deneyimi, kültür ile siyasetin bundan sonra nasıl buluşturulacağına dair düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. İstanbul'un sadece çeyiz sandığıyla övünen değil yaratıcılığı ile ilham veren bir sanat başkenti olarak yükselmesi için, Kültür Bakanlığı'nın kentin kültür-sanatına mesafesi ne kadar olmalı? Mesafeyi ABD'de olduğu gibi uzun tutmak halihazırda seçici sponsorlar ve zayıf kültür sanat piyasasının dişleri arasında çeşitlenip güçlenemeyen sanat alanını kendi kaderine terk etmeye devam etmekten başka neye yarayabilir? Ama öbür taraftan milli kültür dayatmasından özerkliğini sağlaması bakımından tercih mi edilmeli? Belki de bu türlü karşıtlık olarak formüle edilegelen siyasetin kültür alanına dahil meselesinde başka politika seçeneklerinin de olabileceğini düşünmek lazım. İstanbul, Ankara'ya bazı konularda 0 mesafe ve yüzde 100 uygulama istiyoruz diyebilir. Mesela, Ankara'yı kültür sanatta yaratıcılık ile özgürlükler meselesinin içiçeliği konusunda uyararak açılış töreninde Başbakan ya da Devlet Bakanı'ndan Türkiye'de insanların ayrımcı ve ırkçı tutumlarla karşılaşmalarına hiçbir şekilde göz yumulmayacağını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde Türkiye'nin ayrımcılıkla ilgili bir türlü imzalamadığı protokollerin artık yürürlüğe gireceğini duymayı talep edebilir. Böylece Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İstanbul için söylediği "bir özgürlük şehridir" betimlemesinin içi dolacak, kültür-sanat gündemini her türlü ayrımcılıkla mücadele ile yanyana telaffuz ederek Ankara kültürün özgürleşmesi yolunda doğru adımı atacaktır. Mesela, yine Erdoğan'ın "bir demet çiçek" gibi gördüğü güzel İstanbul'un, Yenileme Kanunu'nun marifetiyle, Ian McEwan'ın Türkçe'ye çevrilen romanının başlığı gibi bir Beton Bahçe haline geldiğini İstanbul anlatabilir. Kültür politikasının bir köşesinde kentlilik hakkı bulunmalıdır der ve yine 0 mesafeden siyasetin katılımcı ilkeler çerçevesinde düzenleyiciliğini talep eder. Kültür sektörünün taleplerini yeniden şekillendirmesiyle Ankara da rahatlayacaktır.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.