Endüstri kentinin isyan ettirici manzarası, 19. Yüzyılın başından itibaren filozof ve ekonomistler tarafından eleştirildi. Bu sırada, yeni bir kent ve toplum da yaratmak isteyen düşünürler, "şehircilik" sözcüğünü ilk kez kullandılar. (P. Clerget, 1902) Fransa'da Fourier ve Cabet, İngiltere'de Owen ve Willam Morris gibi düşünürler, farklı şeyleri savunslaar da, endüstri kentinin, insana düşman ve düzeltilmesi gereken bir yapıda olduğu konusunda hem fikirlerdi. Fakat burada bahsedilen şehircilik, uzmanların değil, tarihçi, politikacı ve ekonomistlerin yönlendirdiği bir şehircilik anlayışıydı. Endüstri kentinin hastalığı ve düzensizliği, ekonomik, toplumsal ve politik düzensizliğin bir sonucuydu. Sorunların çözümü için önerdikleri ideal kentler ise, geçmiş ve gelecekten ilham alarak, "ilerici" ve "nostaljik" kentler olarak belirlendiler.
"Icarie", Etienne Cabet
Endüstrinin, insalığı zenginliğe ve barışa götüreceği yolundaki en bilinen ütopya, Etienne Cabet'in "Icarie'ye Yolculuk" isimli yapıtı. Icariye'de düzen, otorite ile sağlanacaktı... Bu ülkede, insanlar maksimum eşitlik, fakat minimum özgürlüğe sahip olacaktı. Yönetilmesi en kolay devlet modeliydi... Mülkiyet ve para ortadan kaldırılmış ve her şey planlanmıştı. Yargıç hakim, polis yok. Çünkü herkes savcı, hakim ve polisti...Icarie'de herkes aynı elbiseyi giyiyordu. Beden ölçüleri uygun olsun diye elbiseler elastik kumaştan tasarlanmıştı. Cabet'nin önerdiği bu şehircilik akımı, merkezi sosyalizm anlayışını körüklüyor ve her insanı, her mekanı tek tipleştiriyordu. İnsanlar, kıyafetler, evler ve evlerin içindeki mobilyaların da tıpatıp aynı olduğu bu merkezi otoritede kent planlaması da aynı kıstaslara dayanıyordu.
İcarie, çember şeklinde bir kentti. Kentin içinden geçerek, onu ikiye ayıran nehir, düzensiz görünümden kurtarılarak, düz bir çizgi çizecek şekilde akıtıldı. Sokaklar birbirini kesiyor ve her sokakata aynı sayıda ev bulunuyordu. Birçok ütopyada olduğu gibi, yağmur suyuna karşı önlemler alındı. Her sokağın kaldırım ve geçitlerinin üstü kapatıldı. Şemsiye kullanmadan lentin bir ucundan diğer ucuna hiç ıslanmadan gitmek mümkündü. Sokaklar her sabah yıkanıyor, çamur ve pislikten mümkün olduğunca arınılıyordu. Mükemmel sokaklar, mükemmel bir şehir ve hayatlar vardı. Hastane, mezarlık, çevreyi kirleten fabrika ve ahırlar da , kentin dışına konumlandırılmıştı. Mağaza, dükkan kavramı, eğlence yerleri yoktu. Sadece devlet mağazaları vardı(!) Kaçacak bir kuytu, köşe yoktu!
Cabet'nin örnek kentleri, örnek mobilya, insan ve elbiseleri, o dönemin düzensiz, yoksullıuğun had safhada yaşandığı endüstri kentleriyle kıyaslandığında, önceleri çok çekiciydi. Dönemin eşitsizlik, adaletsizlik ortamında da Cabet'nin getirdiği bu yeni merkezi düzen, insanlara cazip bile geliyordu. Tabii ki bu örnek kentlerde, örnek insanlar yaşıyordu. Fahişe, düzenbaz, kumarbaz barınamazdı burada. Namuslu kızlar, saygın erkekler ve sadık eşler ancak burada barınabilirdi...
"New Harmony", Robert Owen
Cabet'nin ölümünden sonra, takipçileri de "Icarie"yi daha fazla devam ettiremediler. Bu hareket son bulduktan sonra, Robert Owen 1824'te, "New Harmony" ütopyasını ileri sürdü. Yeni dünyanın keşfi ile, Thomas Moore gibi birçok ütopyacı, bunu bir esin kaynaı olarak kullandı. Owen da Avrupa'dan gelen bir başka ütopist olarak, yeni dünyada kendi hayalini yaratmaya başladı. Owen'ın tasarladığı toplum, sayıları 500 ve 3000 arasında değişen komünlerden oluşacaktı. Yarı endüstriyel yarı tarımsal gelişecek olan bu toplumlarda, çocuklar ailelerinden ayrılarak, tek bir ailedeymiş gibi büyütüleceklerdi. Owen, bu yeni toplumda kentin doğurduğu sakıncalardan uzak, fakat kentin sağladığı faydalardan da yararlanan, mutlak huzur ve barışın hakim olacağını düşünüyordu.
"Delilerimiz olmayacak. Herkes zeki ve aklı başında insanlar olarak biçimlenecek!" Peki kurtlar koyun kılığında içeri girmeyecek mi? "Kurtlar olmayacak." İşte Owen'ın yaratmak istediği mutlak düzen için verdiği cevaplar bu şekilde...
"Phalanstére", Fourier
Owen'ın yaşıtı bir diğer ütopist Fourier ise, kardeşlikten değil, farklılıktan yanaydı. Ona göre toplumsal çevreye uydurmak için insanı değiştirmek yerine, insanların tutkularına göre toplumu değiştirmek gerekiyordu. Fourier, insanların tutkularına göre gruplandırdığı "Phalanstére"i ile şehircilik konusunda en çok etkili olan ütopistti. Phalanstére, yaşları, zevkleri ve karakterleri birbirinden farklı olan 1.500 kişiden oluşan bir ortaklıktı. Bu kentin, insanlığın o güne kadar geçtiği beş dönem olan, Eden, Vahşilik, Ataerkillik, Barbarlık ve Uygarlık'tan sonraki yeni dönemin eseri olacağı düşünülüyordu.
Phalanstére bütün ortakların pay sahip olduğu bir kooperatifti. Herkesin hayatını sürdürebilmesi için gereken gereksinimler karşılanıyordu. Ücret kavramı yok, ortak mülk ve kar anlayışı vardı. Phalanstére, "ortak saray" anlamına geliyordu. Bu ortak saray, iki kollu, üç katlı büyük bir yapı olarak düşünülmüştü. Yemek salonları, kitaplık, gözlemevi, tapınak gibi sessizlik gerektiren mekanlar merkezde, yapının kollarından birine atölyeler, diğerine ise ziyaretçi odaları yerini alıyordu. Kooperatifin ortakları, üst katlarda bulunan apartmanlarda kalıyorlardı. Fakat dinlenme, yemek yapma ve yemek gibi faaliyetlerde ortak mekanlarda bulunuyorlar. Burda da Cabet'nin ütopyasında olduğu gibi, sokaklar ve kaldırımların üstü kapalıydı. Yağmur ve çamura şehir içinde geçit yoktu... 19. Yüzyıl endüstri kentindeki sağlıksız koşullar insanları öylesine etkilemiş olmalı ki bu geçit-sokaklar onlara cazip geliyordu. Kalın çorap ve kıyafet giymeden, nezle, grip olmadan yaşamak... Kulağa hiç de fena gelmiyordu.
"Familistére de Guise", Godin
Fourier'in en çok etkisinde kalan düşünür belki de Godin'di. Çünkü, Phalanstére'den sonra, bu örgütlenmeyi daha da detaylandırdı. Ortaya "Familistére de Guise" çıktı. Endüstri ve tarımın birleştiği, mimari ve örgütlenme yolunda gerçekleştirilen en uzun projeydi... Bugün hala bu yapıyı yerinde görebilirsiniz.
18 hektarlık bir alana yayılan bu sitede yaklaşık 1.000 kişi yaşıyordu. Birbirine bağlı üç ana yapı, çamaşırhane, fırın, okul olarak kullanılan yapılar ve bir de fabrika bir arada bulunuyor. Boş alanlarda parklar ve meyva bahçeleri bulunuyordu. Kooperatif ortakları fabrikada çalışıyor ve siteden çıkmadan bütün ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı.
Sınırlı sayıda, sınırlı özelliklere sahip insanların bir arada yaşadığı siteler, hiçbir zaman birer kent olamadı. Kentin getirdiği özgürlükten sıyrılan, daha güvenli, daha karanlık ve daha sevimsiz olarak kaldılar. Hareketsiz ve kışlaya benzemekten kurtulamayan yapı toplulukları oldular sadece...
Kaynak: Kürşat Bumin'in "Demokrasi Arayışında Kent" isimli kitabı. Iz Yayıncılık, 1998.