Haberler

Fener-Balat'ta hukuk imtihanı

Tarih: 24 Şubat 2010 Kaynak: Radikal Yazan: Korhan Gümüş
Fener-Balat semtinde, Avrupa Birliği vatandaşlarının ödediği vergilerle onarılan 31 evin yıkılması isteniyor. AB ve UNESCO kriterlerine göre, sakinleri yerinden edilmeden onarılan evlerin belediye kriterlerine göre yapılan bir proje ile yıkılmak istenmesi, nasıl bir çelişkiyi ortaya koyuyor?

İstanbul'da bir zamanlar Rumların ve Yahudilerin oturduğu, 50 seneden fazladır da daha çok Karadeniz'den İstanbul'a göç eden insanların yerleştiği Fener ve Balat semtlerinde, Avrupa Komisyonu ve UNESCO'nun desteğiyle bir "mahalle iyileştirme" çalışması yapıldı. Bu proje insanların evlerinden uzaklaştırılmadan, ekonomilerinde bir zorluk yaratmadan ve kendi rızaları alınarak yaşam çevrelerinin iyileştirilmesini hedefliyordu. Bu programda 130 evin onarımının yapılması amaçlandı. Proje yalnızca binaların iyileştirilmesini değil, semtin sosyal kalkınmasını da hedeflediği için tarihi çarşının restorasyonu ve kadınlara, gençlere eğitim verecek iki sosyal merkezin yapılması hedeflendi.

Bu projenin temelleri 1996'da İstanbul'a gelen UNESCO Direktörü Minja Yang ve AB yerleşim politikaları üzerinde yayınlar hazırlamış olan Fransız Senatör-Belediye Başkanı Yves Doges ile dönemin Fatih Belediye Başkanı Sadettin Tantan tarafından atılmıştı. İlk görüşmelerde Mimarlar Odası temsilcisi olarak yer aldığım ve daha sonraki gelişmeleri izlediğim için, projenin kolaylıkla uygulanacağını ve öngörüldüğü gibi, İstanbul için AB yerel yönetim uygulamalarına iyi bir örnek oluşturacağını zannetmiştim. Ama şimdi büyük bir üzüntüyle yanıldığımı görüyorum. Yanlış anlama olmasın: Proje çok kötü uygulandı, hedeflerini gerçekleştiremedi, amaçları yeterli değildi, iyi bir örnek olmadı demiyorum. Tam tersine, proje tahmin ettiğimden de daha iyi uygulandı. Semtte oluşturulan yerel proje bürosunda çok nitelikli uzmanlar, fedakarca çalıştı. Bütün engellemelere rağmen semt halkı projeyi benimsedi, tarihi yapılar çok çağdaş yöntemlerle onarıldı, semtin çehresi değişti, birçok restorasyon çalışmasında olduğu gibi yıkıp yeniden inşa edilerek dekorlaştırılmadı. Üstelik projeden ve uygulanan yöntemlerden kaynaklanmayan birtakım sorunlar ortaya çıksa da, bunlar projenin başarısını engellemedi.

Peki ne oldu? Bu proje, İstanbul'daki yapsatçı kentsel dönüşüm modeline kamusal bir alternatif getirmeyi amaçlıyordu. Bugünkü modelde İstanbul tekrar eski yapsatçı kentsel dönüşüm modeline gerilemiş oluyor. Üstelik de piyasa mekanizmalarının bütün zaaflarını, kamusal uygulamalara taşıyarak. Peki neden belediye bugün bu pilot projeyi genişletmek, üstelik AB fonlarını kullanıp vatandaşlarını memnun etmek yerine, bu program kapsamında onarılmış olan evleri de yıkarak, farklı bir uygulama yapmak istiyor? Bu soru bence Türkiye'nin AB macerasının neden onlarca yıldır bir hayal olarak kaldığına da bir cevap oluşturacak nitelikte.

Yapsatçı kentsel dönüşüm
AB tarafından desteklenen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi, iki aşamadan oluşuyordu. Birinci program kamusal nitelikte bir iş olan fizibilitenin, sosyal programların ve uygulama sürecinin sonuna kadar devam edecek mimari hizmetlerin halkın lehine olacak şekilde kâr amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmesini hedefliyordu. İkinci aşamadaysa uygulama işlerinin, bu kamusal program niteliğindeki çalışmanın hedeflerine göre ihaleler ile gerçekleştirilmesini amaçlıyordu. Bu amaçla semtte bir proje bürosu oluşturuldu ve şeffaf bir şekilde yürütüldü. Nitekim projeye uzman kuruluşlar, Mimarlar Odası, enstitüler, STK'lar katıldı. Uygulamalarsa gayet düzenli bir şekilde, hizmet alımları şeklinde ihalelerle gerçekleşti. Ancak bu çalışmalar gerçekleştirilirken birtakım çevreler halkı yerinden etmeyen, birtakım çevrelere haksız kazançlar sağlamayan bu projeden rahatsız oldular. Bir taraftan AB ile ilişkilerde bir sorun çıkmaması için projeyi benimser gibi gözüktüler ama arkasından birtakım dedikodular yaymaya ve halkı projeden uzak tutmaya çalıştılar.

Söyledikleri şuydu: "Bu projeyi kabul etmeyin. Bu projenin arkasında Patrikhane var. Evlerinizi elinizden alacaklar. Bu restore ediyoruz deyip Patrikhane'ye verecekler." Oysa yapılan çalışmanın hiç de böyle bir hedefi yoktu. Tam tersine yapılan sözleşmelerde projenin spekülasyon yaratmaması için evlerin belli bir süre için satılmaması koşulu getiriliyordu. Üstelik onarım sürelerinde evsahiplerinin ve kiracıların taşınma ve geçici ev kiralama giderleri de proje tarafından karşılanıyordu. Semtte yaşayanlar kısa bir süre sonra dedikoduları yayan çevreler tarafından aldatıldıklarını anladılar.

Bir tek umut var
Bugün bu projenin yerine yapılmaya çalışılan uygulama, bu uygulamanın tam tersini hedefliyor: İlk önce kamu tarafı bir şirketle anlaşıyor. Mal sahipleri, metrekare bazında projeden yüzde 40 mertebesinde bir pay alabiliyor. Bunun için de ya projede pay sahibi olarak yer alacaklar ya da evleri zorla kamulaştırılacak ve şirkete verilecek. Yani rızalarının özgürce alınması, katılımlarının kendi tercihlerine göre gerçekleşmesi söz konusu bile değil. Proje yatırımcıların perspektifinden gerçekleştiği için yapıların, restore edilenler de dahil, yıkılmasını gerektiriyor. Çünkü tek bir yapı biriminde birlikte yaşayan aynı aileden fertler yerine apartman tarzında kat mülkiyetine çevrilebilecek bir düzen öngörülüyor. Böylece semtte işyeri olanlar, işyerlerini ve işlerini kaybedecekler. Ayrıca apartman nizamına geçildiği ve giderler arttığı için genellikle düşük bir gelir seviyesine sahip olan semtliler artık burada yaşayamayacaklar. Kısacası düşük gelirli insanlara "sizin bu semtte yaşama hakkınız yok" diyen bir uygulama ile karşı karşıyalar!

Şimdi olan bitene bir bakalım: Bu AB projesinin uygulanması sırasında bu dedikoduları yayarak halkı projeden soğutmaya çalışanlar, acaba şimdi tam da bu haksız ithamları uygulamak için halkın karşısına dikilmiş olmuyorlar mı?
Siyaset bu tür haksız kazançlar ve gelir transferi mekanizması olarak görüldüğü, arkasında gizli gündemler ve amaçlar olduğu sürece Türkiye'nin hem mahalle ölçeğinde hem de ne kadar istese de, hukuk yolunda ilerlemesi bir hayal olarak kalacak ne yazık ki.

Bugün bir tek umut var. Evinin penceresine afiş asarak ifade özgürlüğünü kullanan ve belediyenin onlarca görevlisine karşı direnen vatandaş gibi hukuksuzluk sayesinde sürekli kaybeden, haksızlığa uğrayan halkın artık yeter demesi. Hukuk Türkiye'de yalnızca yapılan berbat restorasyon işlerine karşı çıkan entelektüeller, sanatçılar, mimarlar ya da imzalanan ama uygulanmayan UNESCO sözleşmeleri gibi uluslararası normlar aracılığıyla gerçekleşmeyecek. Haksızlıklara karşı çıkan vatandaşların ve halkı hiçe saymayan, işini doğru dürüst yapan, bağımlı olmayan profesyonellerin mücadelesi sayesinde gerçekleşecek.

YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.