Haberler

Mimarlar ve Plancılar: Ortaklık Nerede?

Tarih: 1 Şubat 2006 Yazan: Korhan Gümüş

Eğer bir ortaklıktan sözetmek gerekirse, bu mimarlığın ve planlamanın malzeme depolarında ışık görmeden korunmaya çalışılan ideolojik yüklerden kurtarılmaya ihtiyaçlarının olmasıdır

Uzmanların dünyaya bakışını mesleki bilgi, sorunlar değil, bu kimlikleri ile örtüşen bir sivil toplum aidiyeti belirlerse ne olur? Bu tür durumlarda meslek olması gerektiği gibi eleştirel düşünce ortamlarına mı, yoksa taraf olma biçimlerine mi tekabül eder? Üniversite diploması bireylere nasıl bir kimlik kazandırır? Bu kimliğin hangi koşullarda bireylere savunmaya değer bir statü sağladığı neden düşünülür?.. Abesle iştigal etmek (yani boş yere kafa yormak, boş yere uğraşmak) olarak yorumlayabiliriz, bu tartışmayı. Bir keresinde bazı plancıların kendi kamu yararı anlayışlarını mesleki bilgi olarak tanımlamalarını tartışmaya kalktığımda konuşmamla hiç ilgisi olmayan ve “siz mimarlar” diye başlayan bir itiraz aldığımı hatırlıyorum. Karşımdaki kişiler şehir plancısıydı, “bir mimar olarak” demek ki benim plancıları eleştirmem doğaldı, beklenen bir şeydi. Çünkü ben konuya “mimar kimliği ile” bakıyordum. Bu durumun tersi de olabilirdi. Söylemek istediğim şu: İstediğiniz kadar tartışmaya çalışın, bu tür durumlarda tartışmaya çalıştığınız konular başka bir biçimde anlaşılıyor. Bu nedenle, bu tür durumlara düşmemek için meseleleri cemaatlar içinde tartışmaya gerek duymaz, “hayat bu” der, geçer gidersiniz. “Sonuçta insanlar uzman da olsalar insandır.” Nasıl olsa uzmanlığın anlam kazandığı, sivil toplum aidiyetinden kurtarıldığı yer, akademik dünyadır, üniversitelerdir. Ama akademik alanda da taraf olmaktan başka hiç bir şey görmüyorsanız, işte o zaman ciddi bir sorun olmalıdır. Çünkü bu kafa karışıklığının akademik alanın kurumlaşması açısından sorunlara işaret etmesi muhtemeldir.

Yalnızca bir örnek vermek istiyorum: 26 Ocak tarihinde Ataman Demir’in Cumhuriyet’te yazdığı “Mimarlık olmadan olmaz!” başlıklı yazı şöyle başlıyordu: 'Mimarsız', 'mimarlıksız' planlama olur mu? 'Mimarı', 'mimarlığı' plandan ayrı görmek mümkün mü? Bir süredir devam eden bir tartışmanın can alıcı soruları bunlar. Anadolu gibi, binlerce yıllık kentsel ve mimarlık belleğinin, toprak altında ve toprak üstünde, arkeolojik ve mimari miras halinde kümelendiği bir ülkede, mimarlığı kentsel planlamadan ayırmak mümkün olabilir mi? Olursa, o ülkede bu değerleri, bu birikimi gözeten bir kentsel tasarımdan söz edilebilir mi?.. Bir yapı, bir mimarlık eseri olarak sadece kendi başına duran, kentle ilişkisi olmayan, sanki müzede sergilenen bir 'heykel' gibi düşünülemez. Yapıyı, kentin içine yerleştirmek, kent ile bütünleştirmek, onun içinde eritmektir mimarlık. Bu, ancak bu öngörü ile hazırlanmış bir kentsel plan ile mümkün olur.

Bu sözler mimarlığın kentle ilişkisini ortaya koyuyor. Bir de olaya tersinden bakalım:
Bulunduğu ülkeye, ait olduğu kültüre yabancı bir kent yaratmak, ancak ''mimarlığı planlama dışında tutmak'' la mümkün olur. Kısacası, kentsel planlamayı mimarlıktan ayrı bir yere koymak, başka bir deyişle ''planlama ayrı şey, mimarlık ayrı şey'' demek, bu işin sonucunda, ortaya çıkacak kenti bilmemek, hissetmemek demektir. Tasarım, ortaya konacak eseri önceden görmek, hissetmektir. Hele, 'kentsel koruma' söz konusu ise, var olan kentsel ve mimari mirasın üzerine bir şeyler konacak, bir şeyler değiştirilecek ise, bu iş ''mimarlık olmadan hiç olmaz'' . İlk defa, 1930'larda, Güzel Sanatlar Akademisi'nde, mimarlık eğitiminde ''şehircilik dersi'' olarak, öğrencilere bu bilinci vermeye başlayan E. Egli 'nin arkasından M. Wagner, G. Oelsner, H. Prost ile onların öğrencileri/yardımcıları olan ve birçok kentimizin imar planını yapmış olan; S. Arkan, K.A. Aru gibi hocalarımız hep mimardı. A. Kömürcüoğlu mimardı...
Onlar, kentsel planlamaya her zaman 'mimar gözüyle' , 'mimar kimliğiyle' baktılar. Çünkü doğrusu budur...

Bu sözlerden bir kaç ayrı sonuç çıkarılabilir, en azından ilgili akademik düşünce alanı için: İlki tarihle ilgili. Demir diyor ki, bu ülkede, tarih boyunca hep mimarlar ve şehir plancıları aynı ya da birbirine yakın bir formasyona sahip oldular. Binlerce yıllık kent ve mimarlık belleğinin gösterdiği gibi, mimarlar yapılarını kenti düşünerek planladılar. (Keşke, diyor insan, geçmişteki bu mimarlar bugün de olsalar.) İkinci söylediği ise mimari tasarımın kapsamı, sorumluluk alanı ile ilgili: Özellikle böyle tarihsel bir belleğe sahip bir ülkede mimarların kent ölçeğinde öngörülere sahip olmaması düşünülemez, diyor. (Bu noktada da “nerede bu mimarlar?” iç geçirmemek mümkün değil. Ama insan kızmadan da edemiyor: Bütün bu birikim, örnekler ortada olduğu halde, bu şehir plancıları ne yapmaya çalışıyorlar?) Demek ki Demir’e göre ‘mimarlık’ diye tanımlanan alanı temsil eden ‘mimar’ bireyi, zaman ve mekan içinde farklılıklar gösteren bir birey olarak değil, soyut bir ‘mimar özne’ olarak muhafaza etmemiz gerekiyor. Askerde bir albayın sabah içtimasında “ben adamı esas duruşundan anlarım” dediğini hatırlıyorum. Ne diyelim? Eğitim kurumları da diploma verirken mimar adayının da bu esas duruşuna bakmalı. Mimar denen özneyi ne ölçüde temsil ettiğini gözünden anlamalı.

Eğer bu sorunla da yetinmezsek, ikinci tartışılması gereken konu mimarlığın veya şehir planlama disiplinlerinin güncel tarihsel bağlamlarının dışında, ‘doğallaştırılması’ sorunu. Yani bu güncel uzmanlık alanları ile sorun ettiği alanların tarih boyunca birlikte varolduğunu düşünmek. 19. yüzyılda, Quatremere de Quincy “tip ile modelin biçim olarak birbirlerinin tıpkısı olsa da, birbirlerinin tam karşıtı oldukları”nı söylemişti (*). Bu uyarı sanat ve mimarlık alanında daha sonra yaşanan kuramsal sorgulamalara erken bir referans olarak kabul edilebilir. Çünkü o tarihte mimarlık eğitimi henüz akademik anlamda kurumsallaşmamıştı. Mimarlar tarihe referans verdiklerinde, onun bir temsili ile değil, kendisi ile karşı karşıya olduklarına büyük bir olasılıkla inanıyorlardı. Dolayısı ile mimarlıkla ilgili ilk entelektüel sorununun mesleğin doğallaştırılmasına, fiili bir mevcudiyet olarak algılanmasına yol açan bir tarihsizleşme sorunu olduğu söylenebilir. Bugün akademik alanda bu sorun varlığını hala koruyorsa, işte o zaman akademik dünyada hiç bir şey yaşanmamış, bütün kuramsal deneyimler boşa gitmiş diye korkmamız gerekir. Çünkü bugün bu referanslarla mimarlık ve şehircilik arasında bir bağ kurmak, modernitenin ürünü olan bir bağlamı böylesine bir perspektifle yorumlamaya çalışmak, amiyane deyişiyle ‘tarih icat etmek’ten başka bir şey değil. Buna eşlik eden ikinci sorun ise bağlamsızlaşma sorunu. Akademik bir dünyadaki bu kuramsal deneyim yaşanmadan tasarımın nereye uzandığını kestirmek mümkün değildi. Farklı mimarlıklar söz konusu olmadığı gibi, mimarların her şeyi, örneğin bir sandalyeyi de, bir kenti de aynı yöntemlerle tasarlayabileceklerine benzer bir düşünce hakimdi. Bunun bir nedeninin de profesyonel tasavvur alanının genişliğine rağmen, söylemleştirdiği alanın darlığı olduğu söylenebilir. Örnek vermek için çok geriye gitmeye gerek yok, muhtemelen Sedad Hakkı Eldem, hatta Hamdi Şensoy, belki Muhlis Türkmen konuştuklarında, konuştukları, çizdiklerinde, çizdikleri bir başkasının bir başka dünyada örgütlenmiş olan bildiğine, ürettiğine tekabül ediyordu. Bu nedenle mimarlar bir parça kapı kolundan kente kadar üzerine konuştukları sınırsız dünyanın tasarımını yapabileceklerine inanıyorlardı. Nasıl olsa henüz mimarlar tarafından resmedilecek bir dünya mevcuttu ve henüz tasarım bu geleneksel dünyayı çözmekle meşguldu. Nasıl olsa bir gün gelecek, her şey kalemin ucuyla tasarlanacak, dokunulmamış, tasarlanmamış bir şey kalmayacaktı. O dünya da mutlak aklı, doğruyu, güzeli referans alan bir bütünlük içinde kurulacaktı. Bugün bu dokunulmamış yakın geçmişten geriye ne kaldı? Mimarlık, kendi temsil aracı tarafından çözüldü. Mimarlığın nerede betimleme, nerede tasarım olduğu kestirilemeyen melez bir konumda olduğu bu mutlu ( ve naif ) kafa karışıklığı dönemi tarihin malzeme deposundaki yerini aldı.

Ancak gene de mimarlık mesleğinin modernlik serüveni içinde bir süreliğine böylesine bir hayali nesne üzerinde kurumlaştığını, akademik deneyimin de onun üzerine gerçekleştiğini düşünmek gerekir. Ne zamana kadar? Bunun bir zamanı yok ama diyelim ki, kendisini çözmesine kadar. Dolayısı ile bu yapılmadığı sürece, mimarlık tarihinin de bir kafa karışıklığı üzerine kurulması ve bu mirasın bugünlere uzanması şaşırtıcı değil. Üzerine konuşulan nesne, akademik dünya tarafından aydınlatılmadığı ve karanlıkta (gizli) kaldığı sürece fiilen gerçeğin yerine geçmeye ve gerçeği gösterdiğini iddia etmeye devam ediyor. Mimarlık üzerine kurulan hikayelerin de profesyonel dünyayı besleyen çabalar olmaksızın bayatlaması galiba o kadar kolay değil. Dolayısı ile sonuç olarak mimarlığın ve şehir planlamanın bu karanlıktan (ortak mücadelenin bir ürünü olan) bir kendini anlama çabası ile kurtulabileceğini söyleyebiliriz. Eğer bugün bir ortaklıktan sözetmek gerekirse, hiç ayrım yapılmaksızın, mimarlığın da, şehir planlamanın da malzeme depolarında ışık görmeden korunmaya çalışılan ideolojik yüklerden kurtarılmaya ihtiyaçlarının olduğunu iddia edebiliriz. Bu ortaklığın da Demir’in söylediklerine yakın bir yerde durduğunu tahmin etmiyorum. Bu kafa karışıklığı yaklaşık bir buçuk yüzyıldır yalnızca mimarlığın değil, kültürel alanla ilgili her türlü profesyonellliğin karşısında durdu ve galiba bu gidişle, sorgulanmak yerine yeniden üretilmeye devam edildikçe, durmaya da devam edecek. Çünkü bu sorunun halledilmesi gerektiği yerler korundukları malzeme depoları değil, mesleki düşüncelerin özgürleşmesi gerektiği yer olan üniversitelerdir.

Dolayısı ile bu durumda modernleşme sürecinin iki yüzü olduğu söylenebilir: Birincisi hayali nesnesi üzerindeki fiili, kendiliğinden görünümü ve algılanışı. Örneğin mimarın bir zanaatkar gibi bir deneyime sahip olduğunu düşünmek. İkincisi ise bu hayali nesne ile ilişkisinin çözülmesi, sorgulanması, bir farkındalık bilinci. Modernlik, denebilir ki, sonuç olarak bu ikisi arasındaki mücadelenin bir ürünüdür. Evet, şehirciliğin, plancılığın entelektüel sorununun meslek pratiğinin ve teorisinin kendi üzerine kapanması yerine bu farkındalık bilinci ile, ilgilendirdiği insanların kendi hayatları üzerinde etkili kılacak bir yöntem arayışına girmesi olduğu söylemek yanlış olmaz. Mimarlığın da bu farkındalık sürecinde yerinde saymadığı ve bir zanaat olarak kendi temsil aracının nesnesinin yerine geçtiği aşamayı çoktan geride bıraktığını söylemek de. Bu yüzden olsa gerek, dünyanın hiçbir yerinde mimarlar ile şehir plancıları böyle bir alan paylaşma mücadelesi içinde yer almıyorlar artık. Tam tersine, ellerindeki diplomanın onlara bir yetki, bir ayrıcalık sağladığı düşüncesini değil, bir sorumluluk verdiği bilinciyle hareket ediyor ve işbirliği içinde karşılarındaki sorunları aşmaya çalışıyorlar. Birbirlerini bu entelektüel alanda sürekli tetikleyerek.

Tekrarlamak gerekirse, şehir planlama ile mimarlık arasındaki ilişki, kimin mesleğinin kimin yetki alanını ilgilendirdiği sorunsalını çoktan terk etti. Umarım bu kafa karışıklığını yaşayan mimarlar ve şehir plancıları için de bu yolculuğa çıkma vakti çoktan geldi. Bu yolculuğun akademik camiada ‘trene bakmakla eş anlam kazanması’ ise profesyonel alanı karanlığa boğan bir karabasan gibi, çok korkutucu ve yıkıcı. Çünkü gerek şehir planlama ile ilgili, gerek mimarlıkla ilgili profesyonel hizmetlerin kamu-sivil toplum ilişkileri modernleştirmeden kamu sahasına çıkmalarının, bir işe yaramalarının artık bir imkanı ve çıkar yolu da kalmadı. Profesyonelleri bir kenara koyan, kamu alanını kendi egemenliği altına alan, modernlikten nasibini almamış mutlak bir iktidarı, entelektüel bir kurumsal donanım olmadan çözmek artık mümkün değil. Mimarlığın kentle, halkla iletişim kurabilmesi için kendi tarihiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bu farkındalık olmadığı sürece iktidarlar tarafından profesyonellere söylenecek olan şu: Lütfen kamusal alanda dolaşmayınız. Yani: Çimlere basmayınız!

(*) Architecture d’Aujourd’hui, 1977 Şehircilik Özel Sayısı, hatırladığım kadarıyla…

Konuyla İlgili Linkler
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.