Altyapısız kentler ülkesi: Türkiye
''Ne yazık ki imar afları ve yapılaşmada yasalara karşı işlenen suçların
hoş görülmesi, yaşam alanımızda kapanması zor, büyük yaralar açmaktadır...''
Bu yakınma da içeren gerçekçi saptama, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet
Sezer 'in 7 Kasım 2001'deki ''Dünya Şehircilik Günü'' mesajında yer alıyordu.
Son günlerde hemen tüm ''gelişkin'' (!) kentlerimizde yaşanan ''altyapısızlık''
felaketiyle bir kez daha doğrulanan Sezer'in mesajındaki şu vurgulamalar da
şimdi olana bitene yeterince açıklık getirici içerikteydi: ''Etik değerleri
göz ardı eden uygulamacıların ticari kazancı ön planda tutan (...) yaklaşımlarının
olumsuz sonuçlarını ulus olarak büyük bedellerle ödemekteyiz...''
'Kıyı kentlerinde' kara mizah...
Evet... Türkiye, 2000'lerdeki yeni bir yılı daha ''altyapısız kentler ülkesi''
olmanın ''kapanması zor yaraları'' ile karşılıyor...
Yıllardır sözde ''altyapı'' adına gerçekleştirilen ve her zaman sadece
''ticari kazancı ön planda tutan'' etik değerlerden yoksun yatırımların açıkça
''iflası'' yüzünden yağmura, kara tam teslim olmuş durumdayız...
O kadar ki ''kıyı'' kentlerimizde bile yağmur sularını ''denize akıtacak''
kadar basit bir önlemi düşünmeden, rant ve yağma hırsıyla yaşantımızı
berbat ettik...
Her kar yağışında, köy yollarının kapanmasına artık ''alışmış''
; hatta öykülerimize, romanlarımıza, türkü ve şarkılarımıza bile konu
etmiştik... Şimdi genç yazarlarımız ve şairlerimiz, ''kapanan kent yollarını''
mı dile getirecekler?.. Hem de artık 21. yüzyılda ilerlemeye başlamışken!..
Kim ne derse desin, son günlerdeki yağmur ve kar yağışı, ortalama gelişkin
bir ülke için öyle ''felaket'' doğuracak düzeyde değildir.
Buna rağmen Türkiye'de bunun felakete dönüşmesinin nedeni de Sayın
Sezer'in Şehircilik Günü'nde altını çizdiği gibi; ister yasayla, isterse
de spekülatif imar planı değişiklikleriyle olsun, 1980'lerden bu yana artık
hiç ara verilmeden sürdürülen ''kesintisiz imar afları'' politikasıdır.
Bu çağdışı politikanın, yine yasalardaki önlemleri hiçe sayan yerel
ve merkezi siyasetçilerce kentlerin yıllardır ''plansız yapı yığınlarına''
dönüştürülmesiyle katmerlenmesi sonucunda da ''şimdiki belediyeler'' artık
''akıllansalar'' bile tam anlamıyla ''çaresiz'' durumdalar. Sel yatağı
haline gelen caddeleri sulardan kurtarmak ve aşırı yüklenmekten sürekli ''işlevsiz''
kalan rögarları işler hale getirebilmek için; ''bunu yaratan'' hesapsız ve
kitapsız ''rant yapılaşmasını'' yıkamayacaklarına göre sorunu da kökünden
çözemeyeceklerdir...
Oysa, ''yürürlükteki'' (!) imar yasası ve mevzuat özetle diyor ki:
''Altyapı yeterli olmadan, üstyapıya izin verilemez...''
Bunu sağlamak için de aynı yasalarımız şunları öngörüyor: ''Yapılaşma
için önce imar planı şarttır... Bu planlarda düzenlenen yerleşmenin
altyapısı için gerekli bedeli de inşaat sahipleri ya karşılar ya da bunu
yapmadan ruhsat alamazlar...''
Peki, Türkiye'deki bu ''yasal'' kurallar neden işlemiyor?.. Son günlerde
yaşanan felaketler ve tıkanıklıklar, sanki bu yasaların ''hiç olmadığı''
izlenimini nasıl verebiliyor?..
Çünkü imar ve şehircilik mevzuatımızda yasa var, ama ''yaptırımı''
yok... Siyasetçiler, yıllardır her yasa için ''en caydırıcı'' yaptırımları
getirme yarışına girerlerken, imar alanında ''tam tersi'' bir tutum içindeler...
Yine çünkü imar alanındaki her yasadışılık, aynı zamanda eşi
bulunmaz bir ''spekülatif kazanç'' demek... Ülkemizin yerel ve merkezi siyasi
kadrolarının büyük çoğunluğu da ''varlık nedenlerini'' ve ''gelir
kaynaklarını'' işte bu ''kent yağması rantına'' borçlu değiller midir?..
'Oy projeleri' salgını...
Belediyelerimizi yönetenler, yıllardır hep ''göze görünmeyen'' türden
olan gerçek altyapı yatırımları yerine ''göze görünen'' içi boş ve
''kof'' kentsel düzenlemelere paralarımızı akıttılar...
Sayısız belediye başkanı, ''kendi döneminde tamamlanmayacak'' altyapı
yatırımlarını sürekli erteledi, aynı paraları seçime doğru parmağını
uzatıp ''Bunu ben yaptım'' diyebileceği göstermelik ve ''göz boyayan'' işlere
akıttı... Dahası, imar hukukundaki ''altyapı bedellerini'' de vatandaştan
aldıktan sonra aynı ''oy projelerine'' harcadılar...
...Ve, bütün bu ''kente ve topluma karşı suç'' niteliğindeki davranışları
yüzünden değil, örneğin ''Başbakan geldiğinde ayağa kalkmadıkları'' için
ya da ''şiir okumalarından'' ötürü yargılandıkları için de şimdi yaşanan
felaketlerin ''sanığı'' bile değil, sadece ''seyircisi'' durumundalar... Türkiye,
2000'lerde artık daha fazla ''batmak'' ve kentlerini bu ''ilkellikten'' artık
kurtarmak istiyorsa, imar ve sözde altyapı yatırımlarındaki bu soygun düzenini
''öncelikli ulusal sorun'' olarak görmeli ve üzerine gitmelidir...
İflas eden göstermelik altyapılara harcanan sınırsız paralar kimleri
zengin ettiyse etti... Ancak, yine Sayın Sezer'in dediği gibi, bu ''rant
aymazlığından'' ötürü yaşadığımız sıkıntıların ölçülemeyecek
bedelini ulus olarak ödüyoruz...
Yaşadığımız ''ekonomik krizin'' de temelinde yatan bu ''yandaş zengin
etme'' düzeninden kentlerimizin altyapılarını kurtardığımız zaman, göreceğiz
ki yağmur da artık vız gelecek, kar da, sel de, her şey de...
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|