Hazine Arazilerinin Satışını Öngören
Tasarı ile ilgili Mimarlar Odası'nın 19 Mart 2001 tarihli basın
bildirisi
"HAZİNE ARAZİLERİNİN SATIŞI"
KONUSUNDA GÖRÜŞ
HAZİNE ARAZİLERİ, KRİZDEKİ EKONOMİYE DEĞİL ;
PLANLI KENTLEŞMEYE "KAYNAK" OLMALIDIR…
· DEVLET "EMLAK KOMİSYONCUSU" GİBİ DAVRANAMAZ;
RANT İÇİN "İMAR SPEKÜLATÖRLÜĞÜ" YAPAMAZ…
· HAZİNE ARAZİLERİNİ "YASA DIŞI İŞGALCİLERE" SATMAK;
İŞGALCİ YAPI SAKİNLERİNİ "PARALI MEZARA" İTMEKTİR…
· İMAR PLANLARI "ARAZİ SATIŞI" İÇİN DEĞİŞTİRİLEMEZ;
ARAZİLER "İMAR PLANI HEDEFLERİ" İÇİN KULLANILIR…
· HÜKÜMETİN KAYNAK SIKINTISININ SORUMLUSU "ULUS" DEĞİLDİR;
ULUSUN ORTAK MALVARLIĞI DA HÜKÜMETİN DEĞİLDİR…
· HAZİNE ARAZİLERİ; 775 SAYILI GECEKONDU YASASIYLA DAR GELİRLİLERİN
"SAĞLIKLI KONUT HAKKI" İÇİN; 3194 SAYILI İMAR YASASIYLA
"TOPLUMUN KENTSEL KULLANIM ALANLARI" İÇİN ve SİT ALANLARINDAKİ TAŞINMAZLARIN
"TAKASINA" İLİŞKİN YÖNETMELİKLE DE KORUMAYA KAMUSAL DESTEK ve TEŞVİK
İÇİN DEĞERLENDİRİLMELİDİR…
Oktay EKİNCİ
Mimarlar Odası
Genel Başkanı
A) ANAYASAL HEDEFLER ENGELDİR…
Ekonomik krizin "kaynak sıkıntısını" aşmak için Hazine
Arazileri'nin satışa çıkartılmasını hedefleyen son çalışmalar üzerine
bu konudaki kaygı ve çekincelerimizi ilgililere ve kamuoyuna bir kez daha anımsatmayı
gerekli görüyoruz.
Bilindiği gibi bu "çözüm" (!) önceki hükümetlerce de gündeme
getirilmiş ve şimdiki çalışmalara benzer "hazırlıklar" yine
Maliye Bakanlığı'nca ve hatta REFAHYOL döneminde olduğu gibi doğrudan
"Başbakanlık"tarafından da sürdürülmüştü…
Ancak, önceki dönemlerde bu satışın istenildiği şekilde ve genel bir
uygulama olarak "gerçekleşememiş" olmasının nedeni, Hükümetlerin
"doğruyu görmeleri" değil, "Anayasal ve yasal
engeller"dir…
Çünkü, bugün de varlığını sürdüren bu engeller, demokratik bir
sosyal ve hukuk devletini esas alan Türkiye Cumhuriyeti'nin "kamu (toplum)
ve ülke yararının önceliğine" dayanan temel hukuk ilkesinden
kaynaklanmaktadır…
Hazine arazilerinin, sadece "hükümete gelir elde etmek için" ve
bu nedenle de imar ve şehircilik esaslarındaki "planlı kentleşme"
ve "toplumsal gereksinmeleri gözetme" şeklinde özetlenebilecek
Anayasal hedeflere "aykırı" olarak satılması ise; temelde kamu ve
ülke çıkarlarını "zedeleyen" sonuçlar yaratacağından, aynı
Anayasal hedefler ve bunlara bağlı düzenlenmiş yasalar "yürürlükte"
olduğu sürece, hukuk devletinde mümkün değildir.
Bu nedenle Mimarlar Odası, söz konusu hazırlıklarda
"uygulamaya" dönük adımlar atıldığı anda yargıya başvuracak
ve Türkiye'nin hem "onuru", hem "güvencesi" olan bu
Anayasal ilkelerin çiğnenmesine karşı "demokratik ve kamu yararını gözeten
bir meslek kuruluşu olma" görevini hiç tereddütsüz yerine
getirecektir…
B) NEDENLER / KOŞULLAR…
Bununla birlikte, Hazine arazilerinin satışının "diğer sakıncaları"
ve bu arazilerin yukarda vurgulanan Anayasal hedefler bağlamında "nasıl
değerlendirilmesi gerektiği" yönündeki görüşlerimizin de özetle
yinelenmesinde yarar var.
1) Hazine arazileri, krizdeki ekonomiye değil; planlı kentleşmeye
"kaynak" olmalıdır:
Ülkemizdeki sağlıksız, illegal, spekülatif ve plansız kentleşme sürecinin
topluma ve ulusa maliyeti katrilyonlarla bile ölçülmez…Giderek, tarihin en
büyük "çöküntü" sürecine dönüşen bu gidişi durdurmanın
yolu da alt yapı / üst yapı dengeleri doğru kurulmuş ve hem şimdiki
toplumun, hem de gelecek kuşakların sağlıklı kentsel yaşam ortamlarını düzenleyen
ve güvenceye bağlayan bir planlamanın "kamusal arazi olanaklarıyla"
desteklenmesidir.
İşte Hazine arazileri, bu "yaşamsal" desteğin tek ve en önemli
"kaynağıdır". Ekonomik güçlükler nedeniyle "kamulaştırma"
hedeflerinin sürekli kağıt üzerinde kaldığı, bu nedenle de sağlıklı
bir kentsel büyümeyi hedefleyen planlardaki "toplumsal kullanım alanlarının"
bir türlü gerçekleşemediği bu süreçte, bu tür alanların "kamulaştırma
engeli olmadan" belirlenip halkın hizmetine sunulmasındaki "Hazine
arazileri olanağını" kullanmak yerine, bu olanağı tümüyle ortadan
kaldıracak bir "satış politikası" hükümete kaynak sağlasa bile
ülkenin ve ulusun geleceğini tümüyle "karartacak" bir anlayıştır.
Bu nedenle Hazine arazilerinin değerlendirilmesinde öncelikli hedef, hükümetlere
"spekülatif kazanç" sağlamak değil, planlı ve sağlıklı kentleşme
uygarlığına bir an önce kavuşmak olmalıdır. Bunun "tersi" gerçekleştiğinde
ve Hazine arazileri de arsa spekülasyonunun plansız ve alt yapısız yapılaşma
salgınına "entegre" edildiği takdirde, daha da büyüyecek olan
kentsel sorunların yaratacağı "kamusal hizmet yükleri" bile aynı
satışlardan beklenen gelirin çok üstüne çıkacaktır…
2) Devlet emlak komisyoncusu gibi davranamaz; rant için imar spekülatorlüğü
yapamaz:
Kaldı ki devlet ne emlak komisyonculuğunu, ne de imar spekülatörlüğünü
bir "ekonomik politika" olarak benimseyebilir…
Yine Maliye Bakanlığı'nda yapılan hazırlıklarda, Hazine arazilerinin
"satış değerlerini" yükseltmek için; "belediyelerle işbirliği
yapılarak imar (yapılaşma) haklarını çoğaltmaya dönük" niyetlerin
de devreye girmiş olması, bu açıdan tam bir "skandal" dır. Şehircilik
bilimini ve bunu gözeten tüm Anayasa maddelerini de "hiçe saymak"
demektir…
Oysa devletin yapması gereken, belediyeleri böylesi bir imar spekülasyonuna
"ortak" etmek yerine, çoğu belediyede zaten gözlenen ve ülke
kentleşmesini batağa sürükleyen benzer imar değişikliklerini "önlemek"tir.
Arsa ve arazi rantçılarının "imar kazancı" elde etmek amacıyla
izledikleri bilim ve hukuk dışı yöntemleri, devlet de "kendine
kaynak" bulmak için uygularsa, Türkiye'nin en önemli sorunu olan ve her
depremde "felakete" dönüşen "yağma yapılaşmasının"
önüne "kiminle" geçilecektir?…
3) Hazine arazilerini yasa dışı işgalcilere satmak, işgalci yapı
sahiplerini paralı mezarlara itmektir:
Böylesi bir yöntemin en "vahim" kesimini de yine son ekonomik
krizle birlikte yeniden gündeme gelen; "işgal altındaki hazine
arazilerinin, işgalci yapı sahiplerine tapu karşılığında satışı"
oluşturuyor…
Kente ve topluma karşı suçları "ödüllendirme" bir yana, aynı
suçun işlenmesini açıkça "teşvik" ve "tahrik" edici
bir etkisi de bulunan, bu nedenle ceza yasalarında özel yaptırımlar bile
getirilen söz konusu niyete bir "formül" bulunması durumunda, para
karşılığında tapu verilecek "kaçak", "denetimsiz" ve
teknik açıdan "meçhul" durumda olan binalara, aynı devlet
"depreme dayanıklı" güvencesini de nasıl verebilecektir?…
Ayrıca yine bu kaçak ve işgalci yapılarda oturanların çoğunun (yüzde
70'lerdeki oranlarla) "kiracı" oldukları gerçeği bizzat DPT
(Devlet Planlama Teşkilatı) araştırmalarıyla saptandığına göre, bunların
"kiralayanı" konumundaki "mafyaya" herhangi bir yasal
cezalandırma uygulanmadan, nasıl bir de "tapu armağanı"
sunulabilecektir?… Hele aynı mafyadan hazine arazisini "satın
alarak" (!) üzerine bina yapanlar, şimdi bir kez de devlete para ödeyerek
mi yasa dışı alışverişlerini "aklamış" olacaklardır?…
Kaldı ki işgal altında bulunan Hazine arazilerindeki kaçak yapılaşmalar,
sadece mülkiyetin kamuya ait olmasından değil, bu araziler toplumun genel çıkarları
ve gelecek kuşaklar için "özel imar kullanımına açık olmadıkları"
için ruhsatsızdırlar ve imar planı ve planlı kentleşme hedeflerini de
"engelleyen" bir konumdadırlar.
Bu nedenle söz konusu "suçlu" yapılaşma bölgelerini, yine
Hazine arazilerinden de sağlanabilecek olanaklarla; "kentsel yenileme ve dönüşüm
projeleriyle" imar planlarındaki genel kullanım hedeflerine de uygun düzenlemelerle
yeniden kente ve topluma kazandırmak yerine, bunların kentsel ve toplumsal
geleceği "tıkayan" konumlarını "sürekli ve güvenceli"
kılacak bir politikanın da Türkiye'nin sosyal hukuk devleti ilkesiyle açıklanabilecek
hiç bir haklı gerekçesi yoktur; olamaz…
4) İmar planları arazi satışı için değiştirilemez, araziler imar planı
hedefleri için kullanılır :
Şehirciliğin ve Anayasa'daki çevre ve toplum yararını gözeten planlı
kentleşmenin en temel kuralı olan ; "arsa ve arazilerdeki yapılaşma koşulları,
onların satış ve rant değeri gözetilerek değil, sağlıklı bir kentsel yaşam
ve buna dayalı yapı/nüfus yoğunluğu gözetilerek belirlenir" ilkesi de
Hazine arazilerinin satışına dönük yapılan düzenleme hazırlıklarında
ayaklar altına alınıyor.
Bu çağdaş ve evrensel ilke doğrultusunda, imar planlarında şehirciliğin
ve toplumsal gereksinmenin gereğine göre belirlenmiş ya da belirlenmesi
gereken; benzer şekilde çevre ve kültür verileri ile kentsel alt yapı/üst
yapı dengelerinin gözetildiği bilimsel analizlerle karar altına alınmış
ya da alınması gereken yapı-laşma koşulları söz konusu arazilerin imar
rantı ve satış değerleri yükselsin diye eğer siyası kararlarla yeniden ve
salt "kazanca dönük" belirlenecekse, aynı siyası erkin buna bağlı
yapması gereken bir uygulama daha var. O da "mimarlık ve şehircilik
okullarının da derhal kapatılmasıdır."Çünkü bu okullardaki eğitim
için harcanan para, emek, göznuru ve zaman da aynı siyası yapılaşma
kararlarının egemenliği yanında "boşuna kaynak ısrafı" olmazlar
mı ?...
5) Hükümetlerin kaynak sıkıntısının sorumlusu ulus değildir; ulusun
ortak mal varlığı da hükümetlere ait değildir:
Bütün bunların ötesinde, Hazine arazileri tüm ulusun ortak malıdır. Hükümetlerin
ya da Maliye Bakanlığı'nın her istedikleri zaman satabilecekleri "özel
mülkleri" değildir.
Bu araziler, ulus tarafından ve bakılmaları, gözetilmeleri ve yine
"ulus yararına" değerlendirmelerinde gerekli teknik ve yönetsel
hizmetlerin kotarılması için Maliye Bakanlığı'na sadece "emanet"
edilmişlerdir.
Öte yandan, hükümetlerin kaynak sıkıntısı içersine girmelerindeki
"sorumlu" da yine ulus olmayıp, bizzat kendileridir. Kendi
izledikleri ve son krizle de kanıtlandığı üzere "ulusal yararın hemen
hiç gözetilmediği", üretim yerine rant gelirlerine dayalı spekülatif
ekonomi politikalarıdır.
O halde, bu yanlışlarının karşılığı da "ulusun ortak mal varlığını
satışa çıkartarak" kaynak bulmak değil, "izledikleri politikayı
artık terketmek ve değiştirmek" tir. Örneğin, hazine arazilerinde imar
rantı yaratarak bunları pazarlamayı hedeflemek yerine, genelde "imar
rantını" vergilendirmek; imar planlarıyla yapılaşma hakkı sağlanan
arazilerdeki "değer artışından" kaynaklanan gelirin vergisini
almak ; bununla birlikte Türkiye'yi "hem imar rantı cenneti" hem de
genelde "vergi cenneti" yapan politikalara artık son vermektir.
6) Hazine arazilerinin ülke ve toplum yararına değerlendirilmesi yönünde
gerekli yasalarımız ise vardır ve uygulanmalıdır.
Bu yasalar arasında en önemlilerinden biri 775 sayılı Gecekondu
Kanunu'dur.
Özellikle belediye sınırları içersindeki Hazine arazilerinin, "dar
gelirlilerin konut geresinmelerini karşılamaları" için belediyelere
devrini öngören ve sadece "hak sahiplerine yönelik" olarak alt yapılı
ve imar planlı sağlıklı yerleşme alanları şeklinde düzenlenerek iskan ağırlıklı
kullanıma sunulmasını düzenleyen bu güzel yasa, yıllardır iki nedenle sağlıklı
ve amacına göre uygulanmıyor.
Birincisi, Maliye Bakanlığı bu arazileri "yasa hükmüne rağmen"
belediyelere ya vermiyor, ya da çok katı davranıyor.
İkincisi de belediyeler bu arazileri alsalar bile, çoğunlukla Gecekondu
Yasasının temel hedefine uygun gerçek hak sahiplerini yararlandırmayı sağlayan
bir uygulama yapmıyorlar. Hatta, "ikinci konut amaçlı" ya da
"spekülatif yatırımlar şeklindeki" sözde hak sahipleri örgütlenmelerine
bile bu arazileri pazarlayabiliyorlar…
İşte, devleti yönetenlerin asıl yapmaları gereken, bu tür
suistimallerin önüne geçecek değişiklikleri de düzenleyerek 775 sayılı
Gecekondu Kanununu daha "îşlevsel" ve "işler" kılmak,
Hazine arazilerinin gecekondulaşmayı önleyici bir toplumsal kaynak olarak gerçek
konut gereksinmesinin sağlıklı ve planlı olarak karşılanması hizmetinde
değerlendirilmesini sağlamaktır.
Yine Maliye Bakanlığı'nın, hazine arazilerini sadece "kendi malı"
olarak gören anlayışı nedeniyle "tıkanmış" olan bir başka
benzer yasal uygulama alanı da
1. derece SİT'lerdir…
Büyük umut ve coşkuyla, yıllar önce yürürlüğe giren ve "kesin
imar yasağı getirilmiş SİT'lerdeki özel taşınmazların sahiplerine hazine
arazilerinden imara müsait alan verilmesini" düzenleyen "takas yönetmeliği"
ne yazık ki kağıt üzerinde kaldı.
Çünkü Maliye Bakanlığı bu yönetmeliğe göre 1. derece SİT'lerdeki özel
taşınmazlarla takas edilebilecek Hazine arazilerini belirleyip Kültür Bakanlığına
bildirmiyor, çok ender olarak belirlediği yerlerin ise takası konusundaki
onayını yıllarca çıkartmıyor, uygulamayı sürekli engelliyor…
Böyle olunca da SİT'lerdeki arazilerini "ulusun ve insanlığın ortak
kültür ve çevre mirasını koruma adına" kullanamayan vatandaşlar hep
mağdur olurken, bu mağduriyet yaygınlaştıkça tarihsel ve doğal değerlerlerimizin
korunmasına yönelik yasalar ve kurallar da toplum tarafından benimsenmiyor,
koruma bilinci gelişmek bir yana daha da "geriliyor". Hatta, bu tür
ülke değerlerinin gözetilmesi çabalarına da giderek yaygın bir
"sosyal tepki" oluşuyor…
Oysa, bu konuda da devleti yönetenlere düşen görev ve sorumluluk,
Anayasa'da "devlet güvencesi" altına alınmış ve 2863 Sayılı
Koruma Yasası'nda da "devlet malı" kabul edilen tarihsel ve doğal
değerlerimizin korunması yükümlülüğü için de Hazine arazileriyle sağlanması
öngörülen takas olanağını artık devreye sokmak, bu arazileri böylesi bir
yasal uygulamayla da "ulusal yarar" için değerlendirmek değil midir
?..
SONUÇ : Yukarda özetlenen tüm bu nedenlerle Mimarlar Odası, hükümete
kaynak bulabilmek için hazine arazilerinin "imara açılarak pazarlanması"
ve aynı arazilerdeki yasadışı işgalcilere "parayla arsa tapusu"
verilmesi hazırlıklarını büyük kaygı ve çekinceyle karşılamakta, 21. yüzyıl
Türkiyesine artık yakışmayan bir politika olarak görmektedir.
Saygılarımızla, |