Bu ilişkinin hem kapsayıcı hem de dışa kapatıcı olması katı laikçilerin de, gelenekçi muhafazakârların da işine geldi. Bu arada, Hıristiyanların kiliselerine bakışını taklit ederek çocuklarına camileri "yeryüzündeki Tanrı evleri" olarak tanıtan ana babalar ortaya çıktı. "Bana yeryüzü temiz haliyle mescit kılındı" hadisinin anlamı ve işaret ettikleri unutuldu.
Toplumca camiye bakışımızdaki ikinci önemli meseleye gelince... Görkemli geçmişin tekrarı ve silik bir hatırası olup çıktı camiler... En kötü, en derme çatma biçimde Emevi camilerinin veya Mimar Sinan'ın muhteşem yapıtlarının taklitleri inşa edildi. Karadenizli kalfalar neredeyse her köye küçük bir Selimiye kondurma çabasında oldular ve Cumhuriyet'in Diyanet'i kolaycı bir tavırla onayladı bunları.
Değişik mimari çözümler ve yorumlardan hep korkuldu. Farklı projeler bir kenara atıldı.
Caminin altına dev gibi bir oto servisi koymak ve servisin tabelasını caminin gövdesine bindirmek kimseye ters gelmedi. Fakat biraz değişik bir kubbe tasarımından; mihrab ve mimber tezyinatından bile kaçınıldı. Düşünün, Osmanlı'nın son dönem mimarisine damgasını vurmuş Balyan ailesinin camilerini (Valide Sultan ve Nusretiye Camileri, vd.) örnek almak bile hoş karşılanmadı!
Bütün bunları Üsküdar'da açılışı yeni yapılan Şakirin Camisi nedeniyle yazdım. Önemli bir adımdır bu cami. Tasarımıyla ve özellikle de kubbesinin yarattığı etkiyle hem cemaate, hem de yanından geçenlere hoş duygular yaşatacaktır, eminim. Kurumlara ve mimarlara cesaret verecektir. Belki bundan böyle cami denilince içine hapsolduğumuz kolaycılık, kalıpçılık ve ürkeklik çemberinden kurtulabiliriz. Yeri gelmişken...
Bu camiden söz eden köşe yazarlarının konuyu getirip Beyaz Türkler ve ayak kokusuna bağlamalarını da ayrı bir "sığlık" ve "kalıpçılık" olarak gördüğümü belirteyim. Yeni ve ufuk açıcı cami tasarımlarına duyduğumuz ihtiyacın kaynakları bunlar olabilir mi? Hayır! Bu derin bir ihtiyaçtır.
Bütün yorumları forumda okuyun!