10 Kasım'dan 12 Kasım'a...
Geçmişten geleceğe ''iz'' bırakan kimi önemli
olayların ''tarihleri'' arasında ''bağlantı'' kurmak yaygın bir davranış...
Örneğin, geçenlerde bir tanıdığım dedi ki: ''Terörün ABD'ye darbesi 11
Eylül'de oldu... Faşizmin bizdeki demokrasiye darbesi de 12 Eylül'de olmuştu...
Şimdi her yıl 12 Eylül'de gazeteler ve televizyonlar bizdeki değil de
ABD'deki darbenin yıldönümü haberleriyle kaplanacak... Sakın bu tarih,
bizdeki 12 Eylül'ü unutturmak için de seçilmiş olmasın?..''
Bu büyük ''senarist'' dostumuza; ''Merak etme, öyle olsa bile Cumhuriyet
gazetesi tufaya gelmez, 12 Eylül'ü unutmaz ve unutturmaz...'' dedimse de baktım
ki buna bile inanmıyor... Ne kadar ''solcu'' görünse de ''inancı'' ağır
basarak ''aklına'' galip geliyor...
Ne var ki bir anlamda aynı tanıdığımın durumuna düşme ''riskini'' de
göze alarak benzer bir ''ilişkilendirmeyi'' düşünmeden de edemiyorum... Üstelik,
daha da ''metafizik'' olarak.
İki yıl önce ''bugün'' (11 Kasım 1999), o yılın unutulmaz afetini yaşayan
yöreler arasındaki Bolu 'yu, Düzce 'yi ve çevresini bir anımsayın...
Bütün kentlerimiz gibi bu kentlerde de Atatürk bir gün önce yine coşku
ve ''özlemle'' anılmıştı.
Onun ''hangi ilkelerinden'' ve Cumhuriyet'in ''hangi erdemlerinden'' söz
edildiğini bilemiyoruz ama aynı kentlerde yaşayanların hiç kuşkusuz
bilmedikleri ise ''ertesi günü'' başlarına gelecek (12 Kasım 1999) ''deprem
yıkımı'' ydı...
Oysa, daha birkaç ay önce, 17 Ağustos 1999 'da da hem gözyaşı dökmüşler,
hem de bundan ''ders'' çıkartmaya başlamışlardı...
İşte, tam da bu dersin ''ne olduğunu'' yavaş yavaş düşündükleri günlerde
Atatürk 'ü anarlarken dünya yeniden başlarına devrildi... Üstelik devletin
onayladığı ''güçlendirme'' (!) uygulamalarıyla 17 Ağustos'taki hasarları
sözde ''giderilen'' (!) apartmanların enkazları altında bile ezilerek...
Atatürk'ün daha bir gün önce sayısız kez dile getirilen; ''yaşamda en
gerçek yol gösterici bilimdir...'' ilkesi de ''imar rantını koruma'' uğruna
bilim dışı ve siyasal amaçlarla sözde güçlendirilen binaların ''altında''
kalmıyor muydu?..
Bu gibi spekülatif onarımlara -TMMOB'nin tüm itirazlarına rağmen- onay
ve ''teşvik'' veren dönemin ''Bayındırlık Bakanı'' da yine bir gün önce
''Atatürk'ün izindeyiz'' dememiş miydi?..
Bu soruların da 12 Kasım 1999'un o ''şok geçirilen'' günlerinde akla
gelip gelmediğini elbette bilemeyiz... Ama ''akıl dışı'' olsa bile artık
şunu düşünmeden edemiyorum... Sakın gizli bir güç, 1999'un ikinci büyük
deprem darbesi için özellikle Atatürk'ün anılmasının hemen ''ertesi gününü''
yeğlemiş olmasın?..
Üstelik 11 Eylül gibi kötü niyetle de değil, ''iyi'' niyetle...
Hepimizin artık şu depremlerden bile korunabilmemiz için Atatürk'ü içi boş
söylemlerle değil, ''derinden anımsamamız'' gerektiğini bir ''tokat'' gibi
yüzümüze vurmak için...
Çünkü 10 Kasım 1938'de, Türkiye'nin imarı için ''önce planlama''
diyen ve bunu başlatan insan öldü... 17 Ağustos 1999 gibi 12 Kasım 1999 'da
da ''planlamayı dışlamanın'' ve bunun yerine ''yağmayı yeğlemenin''
kurbanı olduk...
Yine 10 Kasım 1938'de, mimarlığın bir ''sanat, kültür ve bilim buluşması''
olduğu, bu sanatın gelişmesi için de ''tarihsel birikimlerden güç alınması
gerektiği'' bilincini eğitimde başlatan ''devrimin'' lideri öldü... 17 Ağustos
ve 12 Kasım 1999'da ise işte bu bilinci de körelten ''yap-sat mimarlığının''
1950 sonrasındaki ''karşıdevrim'' sürecinde ulaştığı sanat ve bilim
yoksunu ''çürümüşlüğünün'' enkazı altında kaldık...
Şimdi yarın, bu gibi ''dönekliklerin'' de yarattığı Bolu-Düzce dramını
2. yılında yeniden değerlendireceğiz... Eğer yine 10 Kasım'ın "özünü"
unutarak bunu yaparsak yeni dramlara da davetiye çıkartmayı sürdürmüş
olmayacak mıyız?..
12 Kasım 2001 Cumhuriyet - Oktay Ekinci
Cumhuriyet
Gazetesine burayı tıklıyarak abone olabilirsiniz.
|