Büyük Postane
Büyük Postane, Büyük Postane Caddesi'ndedir... İstanbul'da ''posta'' nın
bu en büyük hanesi ve adını verdiği caddesi Sirkeci'dedir... Hanenin önemli
bir kısmına yayıldığı cadde, bir ucuyla Sultanhamam Caddesi'nden Mahmutpaşa'ya,
öteki ucuyla Ankara Caddesi'nden Babıâli'ye açılır ve gündüz vakti her
daim trafiği tıkalıdır... Tıkanıklık, postanenin cezbettiği kalabalıktan
değil, yola taşan dükkân ve yolu kapatan sokak satıcılarındandır... Hiç
kuşkusuz, bir zamanlar kalabalığın temeli bizatihi postanenin kendisiydi...
Mektupların mutlaka postayla gönderildiği, telefonla şehirlerarası görüşme
için sıraya yazılıp saatlerce beklenildiği, acele haberleşme için
telgrafların çekildiği yıllarda -ki o yıllar o kadar da eski değildir- Büyük
Postane başlı başına bir merkezdi...
Daha dün gibi, 1970'lerde Ankara'daki siyasilere yakmaları için ''kına gönderme''
törenlerinden, bir şeyleri protesto için toplu telgraf çekme eylemlerine
kadar birçok etkinlik ve arada tabii ki polisin coplu dayak gösterileri burada
olurdu...
Burası 1930'larda ''Yeni Postane'' ydi...
"T"ler gittiğinden beri
1903'te temeli atılıp 1909'da ''Posta ve Telgraf Nezareti'' olarak açıldığından
dolayı, bir süre sonra kaçınılmaz olarak ''yeni'' adını almıştı...
Sonradan ''Büyük Postane'' oldu...
Yakında ''Eski Postane'' olursa şaşmamak gerek... Çünkü, PTT'nin ''t''
lerinden telgraf; nikâh-düğün, panel-konferans gibi özel ve resmi davetlere
ya da cenazelere katılmayanlar için mazeret veya taziye bildirme aracı olduğundan;
telefon, koparılıp satıldığı gibi cebe girdiğinden, postayı da özel
kuryeler devralmaya başladığından beri Büyük Postane'nin büyüklüğü
pek kalmadı... Belki yakında ne büyük ne eski, postane bile kalmayacak...
Büyük Postane, mimar Vedat Tek 'in eseri... Dört katlı ve 3 bin 200
metrekarelik yapı, uzmanlarına göre döneminin mimari özelliklerini, postacılara
göre 16. yüzyıl esintilerini taşıyor...
Binanın sahibi olduklarına göre herhalde postacılar daha iyi bilir!
Görkemli binanın cephesi yontma taş ve mermer... Tuğlalarını Vedat
Tek'in özel olarak tasarladığı sanılıyor... Binanın ana girişi, büyük
ama çok büyük bir salona açılıyor... Salonun çatıya dek yükselen tavanı,
turuncu ve mavi renk ağırlıklı camlarla kaplı... Salon, halka posta
hizmetlerinin verildiği mekân... Üst katlara binanın her iki yanındaki
mermer merdivenlerle çıkılıyor...
İlk postane Yeni Cami'de
Büyük Postane, Osmanlı'nın ilk postanesi değil... Avusturya, Rusya,
Almanya, Fransa, İngiltere, Romanya, Polonya, İtalya'nın İstanbul'da açtığı
posta merkezlerinden epey sonra Osmanlı 1840'ta Posta Nezareti'ni kurarak ve
Yeni Cami'nin avlusunda ''Postane-i Amire'' yi açarak posta hizmetini başlatıyor...
Mektup bekliyorsanız, postaneye gidip soruyorsunuz; gelmişse alıyorsunuz...
İstanbul'da mektubun adrese teslimi için 20 yıl daha beklemek ve postayı
getiren ''mektupçu'' ya ücret ödemek gerekiyor...
Osmanlı'nın, telgrafla ilk tanışması İngilizler'in çektiği hatla
1855'te oluyor; 9 Eylül'de Hariciye Nazırı Fuat Paşa müttefik kuvvetlerin
Sivastopol'a girdiğini Kırım'dan İstanbul'a telgrafla bildiriyor; müjdeli
haber telgrafın uğurlu sayılmasını sağlıyor... Tersi olsa, Morse 'un
1843'te bulduğu alfabe ile elektriği haberleşmeye dönüştüren telli
telgraf, daha başında lanetlenip uzunca bir süre yasaklanabilirdi!
Babıâli'nin elinin altında
Mektupla sınırlı posta hizmetlerine telgrafın katılmasıyla bakanlığın
adı 1870'te Posta ve Telgraf Nezareti'ne dönüşüyor... Telefonun İstanbul'a
gelişi ise 1908... Büyük Postane'nin açılışında telefon biliniyor ama,
Osmanlı nedense ''Posta, Telgraf ve Telefon Bakanlığı'' nı kurmuyor...
Osmanlı'nın ''Posta ve Telgraf Bakanlığı'' nın Sirkeci'de olması bir
rastlantı olmamalı... Babıâli'nin, yani hükümet merkezinin hem hemen altında,
hem de hükümetin elinin altında! Sansür istemediğiniz kadar; öyle ki,
zarfların üstüne ''Sansürce muayene olunmuştur'' damgası basılacak denli
kurumsallaşmış... Büyük Postane'nin bir başka özelliği ise Cumhuriyet döneminde
telsizle haberleşmeye ve 1927'den 1936'ya dek İstanbul Radyosu'na ev sahipliği
yapması... Hatta bir ara adliye binası olarak kullanılması...
PTT'yi bölüp parçalamasalar, satıp savmasalar ne kadar büyük olursa
olsun neredeyse 100 yıllık bina bugünün gereksinimlerine yanıt veremezdi...
Bugün Büyük Postane, dışarıdaki hengâmeye karşın taş duvarların arasında
kendi tenhalığını yaşıyor...
Büyük salonda çoğu kapalı gişelerin önündeki kısa kuyruklar, fatura
paralarının sayılmasından kaynaklanıyor...
Mektup gönderen yok gibi...
Belki hafta sonu çarşı iznine çıkan askerler, hasretlerini ve sevdalarını
zarfın içine koyuyordur...
Cebe giren iletişim teknolojisi bir kültürü, insanların duygularını
yazıyla ifade etmesini ortadan kaldırıyor...
Ana girişteki telgraf servisi, telefon kartı satmakla meşgul; kartlar kontürüne
göre çeşit çeşit...
Servisi ve ücret tarifesi var, ama telgraf çeken de yok... ''ELT'' çoktan
tarih olmuş; ''yıldırım'' antika gibi değer kazanmış...
Gençler ünlü harfleri atarak ünsüzlerle geliştirdikleri cep telefonu
mesaj abecesiyle 100 bin lirayı bile bulmayan kontür tarifesinden birbirlerine
birkaç saniye içinde ilan-ı aşk ederken, siz ''yıldırım telgraf'' ta ısrar
ederseniz saatler sonra sahibinin eline ulaşacak mesajınız için 10 sözcüğe
kadar 3 milyon 750 bin lira ve sonrasındaki her sözcük için 375 bin lira ödemek
durumundasınız...
Telgrafın telleri
En iyisi telgrafı, tellerine konan kuşlarla baş başa bırakmak ve kenara
çekilip cep telefonlarında yazılı mesajın keyfini tam çıkaramadan sesli
mesaja geçen gençlerin kendi türkülerini yakmalarını beklemek...
Teknolojinin başdöndürücü hızından fırsat bulup yakabilirlerse!
Büyük Postane'nin bir bölümü, PTT Müzesi... Koca binayı yaptıran adam
adını yazdırmamış ama, Enis Öksüz adındaki Ulaştırma Bakanı müze açtı
diye kapıya adını çaktırmış...
Müze tam müzelik...
Girişte, kimlik bırakıp adınızı deftere yazdırıyor, elinizde çanta
varsa dolaba kilitleyip anahtarını alıyorsunuz...
Sonra bir telsiz anonsu:
- Müze 1, Müze 3...
- Müze 3 dinlemede...
- Ziyaretçi geldi...
- Anlaşıldı, tamam...
Postacıların müzeciliği!
Görevlinin eşliğinde, inlerle cinlerin top oynadığı katlarda eski
malzeme ve cihazların arasında geziyorsunuz... Amerikalı mucit Alexander
Graham Bell , telefonu 1876'da icat etmişse de bu müzede 1855 yılında imal
edilerek ülkemizde kullanılan telefonlar sergileniyor! Osmanlı'nın telefonla
1908'de tanışması bir yana Bell'in, üretime geçmek için icadının
patentini almaya çalıştığı 1877 yılında bizzat imal ettiği ilk telefon
ve -bu nasıl ilkse- yine aynı yıl üretilen Japon malı ilk telefon da
burada, bu müzede...
Postacılık postacıların, müzecilik müzecilerin işi olmalı... Müzeciliğe
meraklı postacılar Yıldız Teknik Üniversitesi'ndeki müzecilik yüksek
lisans programına katılmalı...
Büyük Postane'deki postacılar, müzeciliğin altından kalkamamış olmalılar
ki Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal Paşa 'ya çekilen telgrafların
fotokopisini çıkartıp orijinallerini Türk-İslam Eserleri Müzesi'ne vermeye
niyetlenmişler...
Büyük Postane, Büyük Postane Caddesi'ndedir... Büyüklüğü gitmiş
eskiliğini yaşamaktadır...
1903'te temeli atıldı, 1909'da Posta ve Telgraf Nezareti olarak hizmete
girdi
12 Kasım 2001 Cumhuriyet
Cumhuriyet
Gazetesine burayı tıklıyarak abone olabilirsiniz.
|