Sanat ve yarar/sızlık
HASAN BÜLENT KAHRAMAN
Richard Serra'nın açtığı görkemli
sergi, sanatın yararsızlığı sorusunu tekrar gündeme getiriyor. Oysa sanat
yapıtından yarar beklemenin nasıl sakıncalı sonuçlar doğurduğu tarihte
kayıtlıdır
Epeydir üstünde düşünülmeyen bir soru, sanatın yarar/ sızlığı
sorusu, geçenlerde New York'ta gördüğüm bir sergi nedeniyle aklıma takılıp
kaldı. Bu Richard Serra'nın bir sergisiydi.
Son on yılda görsel sanat dünyası içinde birkaç isim seçecek olsam
bunlardan birisi Richard Serra olurdu. Serra, 1980'lerden bu yana görsel dünyanın
en önemli adlarından birisi. Büyük, çok kalın (6-7 cm.) sac levhaları
kullanarak yapıyor işini. Serra, Minimalizm'den yola çıkan, son derece yalın,
yerleştirildiği mekânla örtüşen, anlamını kendi içinde barındıran
heykeller üretiyor.
Dev spiralin içinde
Serra, son zamanlarda işini biraz değiştirdi.
Kullandığı o çok geniş ve kalın sacları birbirine ekleyip birer spiral
yapıya dönüştürüp, galeri alanına yerleştiriyor. Bir merkezden etrafa doğru
genişleyen, iç içe geçmiş bir sarmal o yapıtların her birisi. Bir kapısı
(?) var. Onu izleyerek içine, merkezine doğru giriyorsunuz. Ortalama 5.5 metre
yüksekliğinde, paslı demir duvarların dibinden odağa doğru ilerliyorsunuz.
O arada mekân yer yer iyice daralıyor. Nihayet işin kalbine varıyorsunuz;
geniş, ferah ama bu defa da çıkışı olmayan bir noktada gibisiniz.
Son sergi bu çalışmalarının son örneklerini içeriyordu.
İlk bakışta çok etkileyici bir iş. Görkemli bir anıtsallığa sahip.
Sonra, Zigurratlar, Piramitler, diğer meşhur kuleler, nihayet gökdelenler
gibi tarihin en önemli yapılarıyla hesaplaşıyor. Labirentlere göndermelerde
bulunuyor. Gide gide vardığınız merkezi, bu yapıta bir gizemlilik kazandırıyor.
Ana rahmi de olabilir, yürek de.
Malzeme kullanımı da son derece ilginç. Hiçbir yere yaslanmadan,
tutunmadan, yekpare, açılan bir şerit gibi genişleyen bu işin içerdiği akıllara
durgunluk verecek mühendislik, statik özelliği alıyor aklınızı başınızdan.
Bunların ötesinde de, yapıtlar, son dönemin en önemli konusu mekân
meselesine el atıyor-elbette. Bizi, içinde yaşadığımız mekân gerçeğini
bir kez daha sorgulamaya itiyor.
Bütün bunlar iyi; ayrıca önemli şeyler. Gene de sergi salonundan çıktıktan
sonra içimde belli belirsiz bir boşluk oluştuğunu hissettim. O arada yapıtların
mekâna nasıl taşındığını öğrenmiştim.
On binlerce tonluk bu işler, onlarca kamyonla, bin bir meşakkatle ve on
binlerce dolar harcanarak oraya getirilmişti. Bu 'gerçekle', işlerin bir türlü
içimde bir yere yerleştiremediğim anlam boşluğu arasındaki ilişkiyse beni
belli belirsiz bir isyana sürüklüyordu. Daha sonra düşününce bu çok önemli,
çok etkileyici yapıtların en büyük eksiğinin çok tehlikeli bir kavram
etrafında düğümlendiğini gördüm: yarar/sızlık!
Söz ettiğim bu anlayışın sanat yapıtını kısa bir süre içinde
ideolojilerin, iktidarların buyruğu altına soktuğu, onları basit bir içerik
derecesine indirdiği bilinir.
Sanatın sorgulama özelliği
Sanat, o zaman, tıpkı Stalin Rusya'sında ve çeşitli faşizm örneklerinde
olduğu üzere, kendisine ait en önemli gerçekten, yani bir üslup sorunu
olmaktan uzaklaşır, basit bir 'konuculuğa' ve tekabüliyet ilişkisine saplanır.
En önemli özellikleri olan sorgulama ve muhalif olma ortadan kalkar, sanat,
basit bir onaylama ve uzlaşma ilişkisi içinde kurur.
Bundan daha önemlisi, sanatın deneyselliği yok olur. Kendi kendisine soru
sorma, kendi kendisine dönüşme olanağını yitirmiş bir sanatsa yok olmuş
demektir. Ayrıca deneyselliğin çok daha önemli bir özelliği vardır ki,
yararcılık onun varlığına karşıdır. Öte yandan, gerçek anlamda özgün
sanat, bir yabancılaşma içerir. Kendisini ele vermez, izleyicisini daima
belli bir uzaklıkta tutar. Sırrı kolay kolay çözülmediği gibi, belli bir
yıkıcılığı da içinde barındırır.
Bu anlamdaki sanat, bir noktadan sonra akıldışıyla ilgilidir. Akıldışı
demek sadece delilik ya da saçmalık anlamına gelmez. Akıldışı olan örgütlü,
kurumsallaşmış ve ortalama olana karşı olmaktır. Sıradanlıkla 'akılcı'
olan arasında her zaman bir ilişkililik bulunur. Bu, ortalama olanı da
kapsar. Yararcılığın biçimlendirdiği sanat işlevselciliğe, o da ortalama
olana
açılır. Tekrarın tekrarına dayanır. Özgünlükten uzaklaşır. Bu nedenle
de 'kiç'in sınırlarında dolaşmakla kalmaz, doğrudan doğruya onu yaratan
ana etmen olur.
Bütün bu nedenlerden ötürü yararcı sanat belki de en ve tek tehlikeli
sanattır. Serra'nın işlerini, bu gerçekleri bilmeme karşın 'yararsız'
diye nitelendirirken, ondan, geriye dönüp böyle bir çerçeve içinde yer
almasını beklemiyordum kuşkusuz. Gene de beni rahatsız eden bir şey vardı.
Biraz daha kendimi zorlayınca onun ne olduğunu kendimce buldum.
Serra'nın işi, onca görkemine ve hatta başarısına karşın bize yeni
bir şey söylemiyordu. Çok kolay 'okunabilen', özündeki sırları hemen ele
veren bir yapıttı. Özgünlük görüntüsüne ve çağrışımlarına karşın,
kaynakları, kökeni kolayca anlaşılabiliyordu.
İşin insani yanı
Bütün bunların ötesinde de o yapıtın herhangi bir insani metafizikle
ilişkisi yoktu. Olanlarsa hemen göze çarpıyor, algılanıp anlaşılabiliyordu.
Bize yeni sorular sormak, bildiklerimizi gözden geçirmek, kendimize, çevremize
yeni bir gözle bakmamızı sağlamak gibi bir olanak sağlamıyordu.
Bu sorunlarına karşın, Serra'nın yapıtı, ancak sanatın içinden ele alıp
irdeleyebileceğimiz bir yapıttı. O nedenle de 'önemli önemsiz' bir çalışmaydı.
Yararsızlığı, kendi sınırları içinde, yani sanatın sorgulanmasına dönük
bir yararsızlıktı.
Bu, çağdaş sanatın en önemli sorunu: yeni görünen her zaman yeni, önemli
görünen her zaman önemli değil. Arkasında oluşumu için harcanmış on
binlerce dolar olsa da bu gerçek değişmiyor. Ama bir gerçek daha var. Bu
sanat, yarar tartışmasını sadece sanatın içinde kalarak yapmamıza da
olanak veriyor.
Öyle olmasaydı, hiç Serra'nın yapıtı hakkında bu kadar laf eder miydik?
Radikal
|